Alışkanlıkları severim.
Gideceğim yere yürürken rastgele karar veririm.
Karar verirken mekânın ruhu, çalan müzikleri, sakinliği, sessizliği
ve tebessüm ettirmesi etkiler beni.
Bazen böyle bir yeri bulmak için saatlerce yürürüm.
Bu sefer farklı oldu.
Yürümeye başladıktan on dakika sonra,
neredeyse hiç insanın olmadığı bir sokağa girdim.
Her evin önünde çınar ağaçları, rengarenk çiçekler,
özellikle lavantalar vardı.
Sokağın sonuna doğru
yazar isimlerinden oluşan yön tabelalarını gördüm.
Yaklaştıkça fark ettim ki
o kafede benim gibi kalabalıklardan kaçıyordu.
Çünkü ağaçlar arasından zar zor seçilen
küçük bir tabelası vardı.
Bir aşk şarkısı çalıyordu plakta.
Bütün bunları düşününce kafede
bir çay içmemek mümkün değildi.
Kafe çizimlerle süslenmiş,
her gelenin içinden geçenleri yazdığı bir not köşesi olan,
rafları kitaplarla dolu,
güler yüzlü bir hanımefendinin işlettiği bir yerdi.
Bir süre etrafı gezindim.
Gezdiğim her köşe ben de farklı bir duygu uyandırıyordu.
Herhalde bir zamanlar böyle bir kafe açma hayalim olduğu içindir.
Rahat bir köşeye geçtim.
Sağ tarafımda kitaplık vardı.
İçlerinde özellikle dikkatimi çeken
ve beni etkileyen kitaplar olması nedeniyle orayı seçmiştim.
Güler yüzlü hanımefendi diyeceğim şimdilik.
Halen ismini öğrenemedim.
Siparişimi sorduğunda çay istedim.
Çayım geldiğinde etrafı incelemeye koyuldum.
Çalan müziği dinlerken üniversite yıllarımı düşünüyordum ki
yan tarafta oturan bir çiftin sohbeti çalındı kulağıma.
Zaten tek başınızayken
birilerinin sohbetine kulaklarınızı tıkamak pek mümkün olmuyor.
Yirmili yaşlarımda konuştuğum şeyleri
şimdi başkalarından duyuyor olmak
hem dinlememe
hem de biraz düşünmeme,
geçmişi hatırlamama sebep oldu.
Bir tarafta çalan müzikler,
bir tarafta ben ve düşüncelerim,
diğer tarafta kulağıma çalınan cümleler…
Bazen eve hiç gitmek istemiyorum.
*
Dışarıda yağmur var
ve siren seslerinden uzak,
unutarak sancılarımın izini
fona oturmuş bir şarkıyı içimden fısıldarım
hiç hoşuma gitmese de
gitmeler takılıyor aklıma
ve izlemek duvara düşen ıssız gölgemi,
şimdi değilse bile biraz sonra
Gençler kendi aralarında konuşuyorlardı fısır fısır;
Noldu ya, niye öyle dedin ki?
Ne bileyim her gittiğimde babamı görüyorum.
Yani?
Babamı görmek, gözlerindeki yorgunluğu, çaresizliği,
çaresizce görmek
ve bunlara rağmen
‘Nasılsın baba?’ diye sormak,
o gün aldığım her nefesin
boğazımda düğümlenmesine neden oluyor.
Çok mu fazla abartıyorsun?
Baban o senin,
sizin için çabalamasından daha normal bir şey yok ki.
Neyse işte, bazen böyle hissediyorum.
Boş verelim şimdi beni,
sen nasılsın aşkım?
“Neyse işte” ben de böyle söylemiştim ona.
Babam, hissettiklerim, çaresizliğim,
bütün bunlara bir de anlaşılmadığını hissettiğin bir sevgilinin eklenmesi…
Ne gariptir ki ayağa kalkıp o çocuğa olacakları anlatmak istedim.
Bak işte görüyor musun?
Böyle olacak ileride.
Şimdiden vazgeç,
bırak ve git demek geliyordu içimden.
Vazgeçtim.
Beni meczup zannedecektir zaten geri zekâlı.
Yaşasın da görsün anyayı konyayı.
Çayım bitmişti.
Öfkeliydim hem geçmişe hem de o çocuğa.
Kalktım ve çıktım.
Mekân sahibinin ismini de öğrenmedim.
Öğrenmek istemedim.
Not köşesine bir not ekledim:
“ Başlamadan bitsin istedim bu hikâye”.
Ama her şeye rağmen devam ediyor.”
Ah benim küf kokulu cehaletim...
Dudak lekeleri bıraktın bardaklarda
Anlatmak isterdin kendini durmadan
Bir bardağa bile olsa.
Ne diyecektin,
ne söyleyecektin
Bir ah’dan başka.
Ah benim rutubet kokulu cehaletim
Bana yıllarca,
bunca sözü boşa söylettin.
redfer
İlyas Kaplan
Kayıt Tarihi : 28.9.2025 16:01:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!