Turna sürülerine katılıp
Himalayaları aşmak isterdim,
Tibet kartallarına yem olacağımı bile bile.
Oysa bir turna bile değilim,
Nerede Everest’in zirvesinde beni koruyacak tüylerim,
Nerede hırçın rüzgarı yaracak dev kanatlarım.
..
Sana Yalnız Sana
seni gözlüyorum Sevgilim
doğacak günlerimin neşvesi olarak
güneşin kızıllığı yüzüme yansıyarak
seni arıyorum Sevgilim seni arıyorum
..
Yani diyorum ki
yine öyle parlak kırmızı r/Ugan
da
şimdi en azından haritada yerini biliyorum
bu da az şey mi
acıtmıyor mu nasırların ayaklarının evini
..
bak yoksun...
şimdi ben
az önce
bütün geceyi lime lime etmişim senin adına
senin adına parçalamışsam karanlığı
ve aklım uçmuşsa sonsuzluğa
..
Aslında doğa, kendi karşısındaki insana dönerek; insanlar istediklerini yapıyorlar mı? Yapmıyorlar mı? İradiler mi? Değiller m? gibi bir sorunu hiç ele almaz. Böyle bir sorun doğanın umurunda bile değildir. Doğa, karşısındaki insana özgür mü? Özgür değiller mi? İnsanlar özgür iradelerini kullanıyorlar mı? Kullanmıyorlar mı? Anlamalara karşı doğa bunlara hiç bakmaz.
Yani doğa ağılda doğan oğlağa göre ırmak kenarında ot bitmiyordu. Aksine doğumlar, ırmak kenarında biten ota göre ya ayakta kalıyor ya da hayatta kalmıyordular. Doğa sizin açlığınıza hiç bakmıyordu. Bilakis sizin açlığınız doğada olup bitene göre olmakla denk gelmeydi.
Elma size göre inkişaf etmiyordu (gelişmiyordu). Hem yüzde 30 oranında aynı genetik kök üzerinde geliyorduk. Hem de bizim ağız tadımız, sindirim sistemimiz elmaya göre inşa oluyordu. Bu nedenle elmanın tadı tam bize göreydi!
Bitkiler olmazsa soluyamayız, koyunlar beslenemez. Ot ile beslenen koyun olmazsa onu yiyen kurt ve insan da olmazdı diye kurgulanan hayat; baştan sona yanılgı ve yanlıştır. Organik hayat ot yiyerek, tavşanla beslenerek, oksijeni soluyarak; bugünkü halimizle yola çıkmamıştı. Tüm perspektif hataları burada ortaya çıkıyordu.
..
Ey Türkoğlu; hakir görme Türkçeyi
Türkçe dünyanın en eski dilidir.
Türk olarak bilmelisin gerçeği
Dilimize dil uzatan delidir.
Türkmence ve Azerice, lehçendir
Taşkent, Semerkant, Buhara ilçendir
..
İki sevdalının kavgası düşer aklıma
Ne zaman yağmur yağsa
Uzakta yoksun bir çocuğun bisiklete özlemi gelir
Buruverir içimi
Bir annenin evladından kopuşu
yaş olur gözlerimde
..
Memduh Atalay
Türk Olmak Budur İşte!
Yetimler kardeşi, emin yetimin kardeşi
Kalbine cıva döken bu karanlık vadide
..
Düştü, kırıldı
Ağrı yok, acı yok
ağırlık var sadece
Odda yanmaz, suda batmaz
Taşıyorum...
İçimde Sibiryanın beyazlığı
Dışımda Afrika savannası
..
Kehribar sarısı zahter* yalnızlığı bu kent
Neden apansız bastırıyor karanlık
Sokaklar öksüz adamlar, yosma kadınlar oluyor
Teğet geçti yaşamdan uluorta bir saksı
Gölgem isyanda, sabrım ayazdayken
düşük aşklarına ağlıyor bu kent
..
Hiçbir ressama konu olmamış
Hiçbir şiirde bahsi geçmemiş
Kara gözlerimin içine bir bak.
En kötü halimle sev beni.
Bulabileceksen eğer bir ışık
Kirpiklerimden yakala beni.
Rüzgar değmemiş saçlarımla
..
gün erkenden terk etti haince, ihanete inat
gece de almıyor içeri, lütfumu teptin diye
zamanın unutulmuş, izbe köşelerindeyim şimdi
ne serin bir gölge kaldı sığınacak, ne de sıcak bir sine
İbrahim’in ateşinde kavrulmuş o koca yüreğin
fısıltılarına saklanmış amansız terk edişlerdeyim
..
'Adalet' denen kavram; dünyada var olsaydı
Güçlüler, zayıfların rızkını yiyemezdi.
Koskoca develerde biraz akıl olsaydı
Kervanın en önünde 'eşek' yürüyemezdi.
Toplumlarda cehalet, aymazlık olmasaydı
..
Ben Gazzeli çocuk;
Hiroşima da yaktılar anne,
Yaktılar o küçücük bedenimi.
Henüz unutmamıştım ki
Irakt’a beni yaşamdan koparan
O şarapnel parçalarını,
Ve henüz tanımamışken,
..
Bu sinekler uygar batılı olmalı
Nasıl utanmazlar çocukların yüzlerinden
İnce uzun kahve renkli adamların gözlerinde
Bu çağda, bu çağda yenilmişlik var açlığa...
Kızıl baykuş gözlü açlığın yatağında
Kuruyan nehirler değil
Memeleridir anaların...
..
Nerede mersin yeşili vadimiz
nerede zeytin yeşili bağımız
nerede sude yeşili malikanemiz
nerede her tehlikeye siper yürek
..
Tunusda bir insan Muhammed Buazizi
iki cift göz,bir burun,nasırlasmış bir cift el
bizdeki memedin siyahı
yaktı kendini tutusturdu gericiliği
..
İki sene çok uzunca bir zaman,
Yürek dayanmıyor hasrete oğul.
Geceler insafsız gündüzler yaman,
Halimiz çok muhtaç nusrete oğul.
El ermez göz görmez çok uzak diyar,
Ey Afrika sende benim oğlum var,
..
Aynı topraktan yayılmadı mı insanlık?
Merhamet ettik mi yaşlı kıta Afrika’ya?
Kafa avcılarından kurtuldu koca kara
Yakalandı amansız bir açlığa
Mideleri kaburgalarına yapıştı
Ağızları açık
Kadife tenleri
..
1942’de Charles Pfizer & Co olarak kurulan şirket, 1989 yılı itibariyle 140’tan fazla ülkede faaliyet gösteriyordu. Pfizer geliştirdiği iktidarsızlık hapı Viagra ile 1990’ların sonunda asıl patlamasını gerçekleştirdi. Viagra (başka bir Pfizer markası onu geçene kadar) dünyanın en hızlı satılan ilacı oldu. Şirket 2000 yılında 29,6 milyar dolar gelir elde etti.
Pfızer’ın gerçek yüzü: Pfızer sizin sağlığınızı düşünür, tabii bu işten bir çıkarı varsa!
İlaç fiyatları:
Financial Times’a göre, dünyanın en fazla kâr elde eden 10 şirketinden 5’i ilaç şirketleridir (27.4.2000) . İlaç endüstrisinin tutumlarını mazur göstermeye çalışanlara göre, ilaç endüstrisindeki yüksek kârlar endüstrinin istisnai doğası göz önünde bulundurulduğunda temize çıkmaktadır: “yeni ilaçların araştırma ve geliştirme maliyetleri devasa yatırımlar gerektirir ve yatırımın kendini karşılaması risklidir.” Bu bahanelerin gerçeklerle tabii ki alakası yok. Fiyatlar başlangıçtaki yatırım kendini karşıladıktan sonra bile aşırı yüksek tutuluyor. Yatırım konusu araştırma geliştirme faaliyetlerine gelince: Ar-Ge faaliyetlerinin yürütülmesinde ana belirleyen insanların sağlıkları değil, şirketlerin bulunan ya da geliştirilen ilaçtan sağlayabilecekleri kazançlar. Aldığımız son habere göre insanlığı düşünmekten geceleri gözlerine uyku girmeyen hayırsever şirket yöneticileri, şu anda kendileri için bir uyku hapı geliştirtiyorlar.
..