AFRİKA ŞİİRLERİ

AFRİKA ŞİİRLERİ

Niyazi Sakar

Ayırım yok yalnız yiğidi öldür hakkını yeme
Sezarın hakkı Sezara deyip deyip yan dönme
Dürüst ol lafını unutma olsanda travest dönme
Yapılan nimetleri hem kullanıp hem bunlar gavur deme...


Yapmış adamlar yıllar önce insanlık için nice nimetler
..

Devamını Oku
Mitat Osman Erengil

Ben çok kızıyorum avama
Çünkü hiç biri uymuyor kafama
Yaşama ne diye geldiklerini bilmezler
Hiç mi hiç söz dinlemezler

Akılları bir karış havada
İşleri güçleri başka davada
..

Devamını Oku
Niyazi Sakar

Yıllar eski yıllar ama isa'dan öncesi değil

Akdeniz kıyısı bir şehir Antalya; Afrika değil

Dışı insan görünümlü ana-baba içi insan değil

Ana üvey baba öz elinde bir kız hem köle hem sefil.
..

Devamını Oku
Haluk Şan Dikmen

Soludun,bilinmeyen zamanın içinde,
Mavi uzayın,zümrüt yerin avucunda…
Beyaz,doru,ala kanatların üstünde,
Bir ana edâlı gökkubbenin altında…

Sonra kara toprak küstü yeşilliklere,
Gökyüzü kamçılandı,kuru rüzgârlarla…
..

Devamını Oku
Mine Özdemirtaş

Sana kızıyorum!
Öbür yüzümü gördüğün için.
Tövbelerle geçti yıllarım…
Ve…öylesine meşhurdu ki saklanmalarım.
Şimdi ise…yüzümdeki peçe,
Beni senden saklayamayacak kadar ince.
Bir afrika safarisi gibi…
..

Devamını Oku
Yahya Gökdemir


Yahya Gökdemir
10 Mart ·
GÜLE GÜLE KADDAFİ

Ey kahramanlar kahramanı
EY yurt sever insan
..

Devamını Oku
Hüseyin Akın 4

O benim gülüşümdür dibinde oturduğun
Uzaktan türkü çığır serin tutsun gölgemi
Gün döndü gömleğini kaptığı gibi güneş
Yorgunluk, yüreğinden uçmak geçen bir gemi.

Gözlerine değmeden eğilip geçiyorum
Ellerinden tuttuğum yerden başlıyor bahar
..

Devamını Oku
Murat Türk 2

Beyaz siyah sarı
Yok birbirinden farkı
Böyle yaratmış yüce yaratıcı
İnsan dediğinde bir canlı

Afrika avrupa amerikalısı
İnsanız işte var varası
..

Devamını Oku
Nebi Ünler

AFRİKA VE AVRUPALILAR
.....
Güler yüzlü, tatlı dilli papazlar,
Önce, ellerinde haçları vardı...
Açtık kapımızı, esti ayazlar,
Baktık boynumuzda halkalar vardı
.....
..

Devamını Oku
Sebahattin Er

olurda bana
bir yaşam hakkı daha verilirse,
bu dünyayı istemem kesinlikle..
çünkü!
orada yine Amerika olur,
yine Afrika.
yine zenginlik
..

Devamını Oku
Muhittin Çiftçi

Tarih nedir bilirmisin?
Tarih bazı insanların
Çakal
Bazı insanların sürünün zayıfı
Ve çoban olduğu
Bir afrika sahrasıdır

..

Devamını Oku
Ali Tekmil

“ Böl, parçala, yönet! “ yalnızca politik / siyasal bir önerme mi, yoksa başka alanlara da uygulanabilir bir “ laboratuar “ pratiği mi? Toplumbilim açısından uygulamalarını, hatta başarılarını çokça gördüğümüz ve çoğunlukla da egemen erk tarafından gerçekliğe kavuşturulan bu sistematiğin, şiir alanında da yaygın bir biçimde etkinlik gösterdiği söylenebilir mi?

Örneğin, kendi maddi / tarihsel gerçekliğinden kopan şiirin; aslında sanat alımlayıcısından da – dönüşüm ve kendini yeniden üretme olanağından - koparak birey ‘in en dar ve çıkışsız alanına hapsolacağı düşünülmez mi? Zenginliğin gittikçe daha hızlı ve daha astronomik bir biçimde, dünya kapitalist / emperyalist sisteminin merkezi ülkelerine akıtıldığı ve dünyanın geriye kalan kısmının neredeyse Afrikalaşmasının göze alındığı bir dizgenin sanat öznesi / şair için hiçbir önemi olamayabilir mi? O, kurduğu sanal ve sahte şatosunda yalnızca kendi öğrenilen / öğretilen “ bireysel, alabildiğine özgür ve sınırsız sorumsuz “ gerçeğini mi yaşar? Örneğin son on beş- yirmi yılda dünyada olup bitenlerin – Yugoslavya’nın parçalanması ve bu süreçte Serebrenitza ve bütün Yugoslavya topraklarında kıyılan insan toplulukları, artık neredeyse ortaçağa savrulan Afganistan’ın işgali ve oradaki insan acıları, yıllardır savaştırılan Irak’ın, bu kez işgal edilmesi ve orada yaşanan, çağımızın en korkunç katliamlarının “ en sahipsizi “, Afrika ‘da kabile aralarında oynanan oyunlar, Kafkasya ve Hocalı acıları ve bilumum manipülasyonlar… - sanat ve şiir açısından hiç mi söyleyeceği bir şeyler yok? Toplumsal bilincin üç maymun tarafından belirlenmesine şairin de katkı yapmasının ne gibi bir anlamı olabilir!

Yoksa şiir, bütünselliğinden koptukça / koparıldıkça mı değerleniyor? İçerik / biçim uygunluğunun ve şiirin ses, anlam, çağrışım, sezgi, imgesellik vb. öğeleri arasındaki “ yaşamsal “ dengenin yok edilmesiyle mi büyük anlatılar / baş yapıtlar ortaya çıkarılacak? Şiir, yalnızca biçim’e ve biçimsel denemelere indirgendiğinde – sözcüklerin salt alt alta, yan yana, çapraşık, dağınık vb. biçimlerde harmanlanarak “ somutluğuna “ döndürülmesiyle gerçekten şiirin mi kazanacağı umulmaktadır? Yoksa bu bilerek, ya da bilmeyerek verili dizgenin şiir üzerinden onaylanması ve yeniden üretilmesi midir? Biliyoruz ki sanat ürünü aynı zamanda bilinç ve güzellik taşıyıcısı ve iletisi olan; sanat alımlayıcısının etkilenmesi ve aldığı haz’la “ yeni dünyalar kurmayı ” amaçlayan ve böylelikle de kendini başka biçimlerde “ yeniden üretmeyi “ amaç edinen estetik bir enstrümandır. Verili durumdan – maddi gerçeklikten – kendini arıtmış ve insanın tarihsel, ekonomik, siyasal, politik, kültürel, felsefi…açmazlarını seyirlik bir fantezi olarak gören bir şiirin, okuyucu için ne ifade edeceği belli değil midir? “ Şiir öldü, artık okunmuyor, şiir kitaplarını kimse basmak istemiyor “ yakınmalarının nedenlerinden birisinin de bu gerçek olduğunu göz ardı edebilir miyiz? İnsanlar, içinde “ kendilerine ait “ hiçbir şey bulamadıkları şeyleri neden okusunlar ki?

Bir de; egemen erk’in nihilist, anarşist, karamsar, intihar özlemcisi, metafizik, alabildiğine ben merkezci vb. bakış açılarını, sanat alanına “ pompaladığını “ eklersek durumun gittikçe daha da ağırlaştığını ve ağırlaşacağını söyleyebiliriz. Kapitalist / emperyalist dizgenin krizi derinleştikçe, bu alana müdahalesi de daha etkili ve “ yetkili “ bir hale gelmekte ortalık ah’lı, vah’lı, bol göz yaşlı …şiirlerden geçilmez hâle gelmektedir. Neredeyse okuyucusunu,insanın bittiği ve yeniden ayağa kalkma olasılığının ortadan kalktığına ikna edebilmek için her türlü yol denenmektedir. Bir ara kulaklara,tarihin de bittiği “ fısıldanmış “ ama daha sonra, sahibinin sesi, bunun doğru olmadığının açıklamasını kendisi yapmıştır. Bunalım, alabildiğine geniş ve etkili bir “ bunalım edebiyatı “ doğurmuş ama şimdilerde geminin su almaya başladığı fark edilmeye başlanmıştır. Bütün post modern dalavereler, deliği / yarığı kapatmaya yöneliktir; ancak herhangi bir başarı şansı görülmemektedir. “ Bulaştırılan “ şizofreni, insanın ve onun sanatının yeniden toplumsallığını anımsaması ve kendini yenilemesiyle etkisini yitirecek ve şiir insan katında yine eski saygın yerine oturacaktır.
..

Devamını Oku
Mustafa Coşkun Kale

iliklerine kadar yetim ve öksüz
bir garip mustafayım ben
bakmayın görünür halime
garibim sırılsıklam yanlızım ben
sokakta fır dönen gözüme aldanma
yüz okumaya çıkarım ben
saman pazarı etfaye meydanı
..

Devamını Oku
Ali Tekmil

sesime bir ot bulaşıyor
köygöçüren
bir deveyi sınıra dek sürüyor

devenin üstü hörgüç
altı patlangaç
siga siga gidiyor
..

Devamını Oku
Ali Tekmil

İki dünya olduğunu anlıyorsunuz: Bir; verili dizgenin pragmatik(yararcı, yalnızca sonuçları gözeten) ön kabul ve zorba yöntemiyle yarattığı ve Yer’in her bir yanına ihraç ederek dayattığı zoraki “ yapıntı “ dünya, bir de; zamanın ve pratiğin, işbölümsel ve ürün fazlasına el koymasal milattan beri ömrünü emanet ettiği; o, eski dünyanın kokuşmuş ve taşlaşmış gövdesi altında can çekişen ve sesini çıkarması bile suç sayılan zorunlu “ öteki “ dünya…

Bir de şuraya çarpıyorsunuz: O; kullanım süresi çoktan dolmuş ve her bir azası lime lime ardına dökülen çürümüş dünyanın kullanım süresi dolmamış “ görevlileri “nin, dolaylı ve doğrudan emir aldıkları erk egemenleri adına racon yürüttükleri ağır gerçeğine… Sunacakları/ sundukları en değerli hizmetin de efendilerinin ekonomik, politik, siyasal, askeri, kültürel…küresel düzenlemeleri sonucu pratikte ve ömürleri süresince açlıktan, yoksulluktan, her türlü yoksunluktan inim inim inleyen şu “ garibanlar dünyası “nı evvel emirde yok saymak olduğunu bir an bile akıllarından çıkarmadıkları caniliğine... Onların ne acıları acı, ne ağrıları ağrı ve hatta ne de ölümleri ölümdür. Varsayalım Orta’ya bir tarih sahnesi kuruldu ve Irak bir ülkede bir savaş oyunu oynanmaktadır. Gökyüzü bombaları da, yeryüzü işkenceleri ve Garip Kafesleri de bu neşeli oyunun keyifli küçümenleridir. Zaten orası her zaman öyle değil miydi ki? Onlar acıya, ağrıya ve her türlü çok ölüme alışkın kara yazgılılar değil miydi? Sahne gerçek olsa da bu, neyi değiştirir ki?

Her şey pratik ve pragmatik olmalıdır. Yalnızca sonuç önemlidir. Sonuç; kâr baharının banknot çiçekleri; hak edenlerin(!) ellerinde, yakalarında, kartvizitlerinde, geçmişlerinde ve geleceklerinde param param parlayan fonal ve sponsoral varlıklarımız değil midir? Ki, bizi bütün hegemon kat’larla, yatlarla, yatırlarla, satırlarla, metropollerle, seksapellerle, yazlıklarla, kızlıklarla, editörlerle, sektörlerle, yayınevleriyle, sağım evleriyle, fuarlarla, festivallerle,bar hesaplarıyla, zar tutuşlarıyla, yıllıklarla, yolluklarla, şıllıklarla, var oluşla, yok oluşla, varoşlarla, gettoşlarla, kırışmayla, tırışkayla… o tanıştırmadı mı! Kapital kanun, global düyun ne diyorsa o!

Pragmatizmin yüksek donanımlı “illa ki” gücü ne diyor: Kendi öznel ülkülerimize göre yaptığımız ve bizim yüce çıkarlarımız için güneşin hiç batmadığı, önümüzü karartmadığı maksimal kâr dünyasından gayrı dünya mı olurmuş! Bizim, en yüksek etkileşimli/ son teknolojili ilâhi cereyanla çalışan kutsanmış zihnimizde yarattığımız gerçekten gayrı gerçek mi bulunurmuş! Bunu iddia edenler bizlerden olamıyorlarsa mutlak düşmanlarımızdır. Onların kafalarının hangi araçlarla ve nasıl ezileceklerine karar verebileceğimizin ayrımında olamıyorlar mı! Onları aydınlatmak için daha ne kadar politikacı, “bilim insanı”, akademisyen, “sanatçı” ve söylemesi ayıp “ şair “ yollayacağız! Afganistan, Sudan, Somali, Kongo, Ruanda, Filistin, Lübnan, Kolombiya, Siyu, Komançi… halkından halk mı olurmuş! Şiş göbekli ve açlıktan kemikleri bile artık kemik sayılamayan Afrika insanlarının Bangladeş fukaralarının,, Myanmar mağdurlarının içinde debelendikleri duruma gerçeklik mi diyeceğiz! Eşitlik, özgürlük, gönenç, insani yardım, barış ve demokrasi söylemlerimiz, turuncu devrim masallarımız yetmiyor mu! Gücümüzün, her şeye kadir teolojik bir tansık olduğunu anlamaları için daha kaç Nagazaki, kaç Hiroşima düzleyelim! Neden yüksek yalanlı ve narkotik notalarla iyice etkili ve yetkili hale getirilmiş söylevlerimize sarılmıyorsunuz? Politikacılarımıza, devlet adamlarımıza, sanatçı ve akademisyenlerimize hemencecik biat etmiyorsunuz? Hâlâ “ başka bir dünya mümkün “ teraneleriyle sokaklara, sayfalara dökülüp sinirlerimize nışadır sürüyorsunuz? Bu kadar kürsüyü, filozofiyi, sanatta ve her alanda aristokrasiyi, oligarşiyi boşuna mı kurduk! Baş eğenlerin başlarının ömürleri boyunca bal küpünde ballandığını görmüyor musunuz?
..

Devamını Oku
Ümit İşlek

Mutluluğa susamış bir çocuğum
On beşlik sevdam kanar ellerimde
Bir düş kuruyorum dere kenarlarında
Balıklar masmavi, ellerim Afrika
Yalnızlık tutunmuş kirpiklerime,
Mutsuzluk yalnızlığın üvey annesi
Dişlerim de dağılan bu soğuk sözler
..

Devamını Oku
Ali Tekmil

sahi koroda kaç ayak koşuluyor
azala güz ala kaç bahar çiğdem
biz bu davarları hangi sudan topladık
eğitimli uz gidimli azar azar Afrika

koç yiğitler hangi hâr’a kalebent
ki, mazgal- aşı pipo- yelken diz üstü
..

Devamını Oku
Berzan

“15 milyon yıl önce; Miyosen Çağı, Yer Afrika.. Afrika’nın Avrasya’yla çarpışmasından birkaç milyon yıl sonrası. Günümüzde Rift vadisinin batısında son bulan ormanlar, Miyosende (20-5 milyon yıl arası) Hint Okyanusuna kadar gidiyordu. Ancak Doğu Afrika’daki Rift Vadisindeki jeolojik hareketlilik, yer kabuğunu yukarıya doğru itiyordu ve müthiş bir basınç altında çatırdamasına yol açıyordu. Basınç karşı konulamaz bir hal aldı ve kuzeydoğudan güneybatıya doğru kırıklar açılmaya başladı. Fay hatları açılırken tonlarca kaya parçası yuvarlandı. Bölgede, kızgın lav ve gazlar çatlaklar boyunca yüzeye çıkarak krater ve dev volkanları oluşturdular. 12 milyon yıl önce (insanın atalarının ortaya çıktığı zamanlarda) bu volkanlar 6500 metre yüksekliğindelerdi. Bu yükseklikler öyle bir noktadaydılar ki, doğuya düşen yağmuru engellediler ve böylece tropikal ormanların yerini, savana denilen çayırlarla, ağaçlıklar aldı.

Böylesi bir jeolojik devinim, dev boyutta ekolojik değişime yol açtı ve yeni oluşan bu ekoloji şartlar, orada yaşayan hayvanlar için az bulunur çeşitlikte bir doğal çevre yarattı. Bu, Doğu Afrika’da insan türünün evrimini hızlandıran önemli bir çevresel etkendir.”

Depremler yaşamın döngüsü için gereklidir. Tabiat Annemizin kurduğu dengede yaşamı sağlayıcı, hayatı başlatan bir etkidir.. Bir hayatın sona ermesi, aslında bir hayatın da başlamasıdır. Geçmişte ölenler olmasaydı, bugünün bizleri olmazdı ve bugünün bizleri ölmeden geleceğin canlıları olamazlar. Önce gelmiş her şey ve sonradan gelecek her şey bir ve aynıdır. Geçmiş, şimdi, gelecek aynı nehrin farklı uzamıdır. Bir nehirdeki suyun molekülleri gibi, geçmişte kalan canlı varlıklar, şimdiki canlı varlıklar boyunca geleceğin canlı varlıklarına bağlıdır.

Son derece kusursuz güzellikteki bir olayı, depremi, felakete dönüştüren nedir peki? Kapitalizmin bir oyunu mu? Nükleer deneyler mi? Deprem bombaları mı? Fakir insanların ölmesi mi? Ya da belki de bizim bilmediğimiz komplo teorilerinden sadece biridir sebebi. Halbuki depremler yeryüzünü o kadar eski zamanlardan beri sallamaktadırlar ki..
..

Devamını Oku
Adnan Çatalbaş


Biri

Biri var bir yerde bir sabi
Kemiğine musallat olmuş çöl sinekleri
Böğrüne yapışmış iki eli
Yok kovacak mecali
..

Devamını Oku
Memet Doğan

Ülkemin bir başında
vurgun yerken
çocukların cılız sesleri;
Bir ucunda
talan edilir sofralar
Kar taneleri
savrulurken döne döne
..

Devamını Oku