Aslında doğa, kendi karşısındaki insana dönerek; insanlar istediklerini yapıyorlar mı? Yapmıyorlar mı? İradiler mi? Değiller m? gibi bir sorunu hiç ele almaz. Böyle bir sorun doğanın umurunda bile değildir. Doğa, karşısındaki insana özgür mü? Özgür değiller mi? İnsanlar özgür iradelerini kullanıyorlar mı? Kullanmıyorlar mı? Anlamalara karşı doğa bunlara hiç bakmaz.
Yani doğa ağılda doğan oğlağa göre ırmak kenarında ot bitmiyordu. Aksine doğumlar, ırmak kenarında biten ota göre ya ayakta kalıyor ya da hayatta kalmıyordular. Doğa sizin açlığınıza hiç bakmıyordu. Bilakis sizin açlığınız doğada olup bitene göre olmakla denk gelmeydi.
Elma size göre inkişaf etmiyordu (gelişmiyordu). Hem yüzde 30 oranında aynı genetik kök üzerinde geliyorduk. Hem de bizim ağız tadımız, sindirim sistemimiz elmaya göre inşa oluyordu. Bu nedenle elmanın tadı tam bize göreydi!
Bitkiler olmazsa soluyamayız, koyunlar beslenemez. Ot ile beslenen koyun olmazsa onu yiyen kurt ve insan da olmazdı diye kurgulanan hayat; baştan sona yanılgı ve yanlıştır. Organik hayat ot yiyerek, tavşanla beslenerek, oksijeni soluyarak; bugünkü halimizle yola çıkmamıştı. Tüm perspektif hataları burada ortaya çıkıyordu.
Çobanın kendi istediğini yapıyormuş gibi bir durumla, çobanın koyunu kucağında taşıması çobanın özgür iradesini kullanması gibi görünür. Ne merhametli kişi. İstemese koyunu kucağında taşımazdı diyebilirsiniz. Sonuçta özgürlük gibi olan taşıma iradeniz de mal mülk sahipliğinin gereği oluşuyla ortaya çıkar. Çünkü çoban El, serveti olan topal koyunundan da vaz geçemez de ondan taşır.
..
12] Ama etnikliğin, halk sahipliğine dek aiti oluşlarından ötürü, hep sürüp gitmektedirler. Bu tür etnik ve halkçı belirmelerin yeri, daima halk alanınızdırlar. Etniklik toplum içinde, gerici uyumsuzluklarınız olur. Etniklik, iyon davranışlarını gösterir. Etniklik, izafiyet teorisini, ya da kuantum fiziğini veya nano teknolojiler gibi karmaşıkça bağıntılı, karmaşık bilişti olacak, bilişim atraksiyonları içerisinde, kendisini olgu aştırıp, geliştirip, içselleştirip, yaşamını ve dünyaya bakışını dahi gerçekleştiremeyen bir sosyal yapılar öznelliğidirler. Etniklik, yeni kültür var oluşlarını sağlayamayan, toplumlara göre, toplumların içinde zavallılıkların gerici alıştırılmaları içindeki, travma tik çekim alanı olmaya, hep devam edecektir.
Etniklik; bugünkü toplumsal yapılara göre, sorumluluk, yükümlülük toplumsal görev mantıkları ve toplumsal kazanımları gelişmemiş, sosyal halkçı yapılardır. Her an istismara açık, kullanılmaya hazır, ÖDEVCİ sosyal yapılardır. Güncel evrensel, uygarlıklardan ziyade, töreci sosyal öğrenmeleri baskın şekilde aktaran, şartlanmış sosyal kimlikçi olmanın ötesinde, evrensel hasletleri bilmez olan kalıpçı sosyal yapılardır.
Etniklik; toplumsal sorumlulukla olmayan bir sosyal var olma biçimdir. Ne sağlığa dek, ne kültürel, ne eğitimsel, ne topluma beceri ve formasyon kazandırılmaları, ortaya çıkaramaz. Topluma sal yararlılık sorumluluğu pek duyulmayan alandır. Feodalce, beşeri edimlere göre biçim edilmiş, ilklerdir. Bunların ufukları; egoizm üzerine olan, bir kişiler arkası olma mantığıdır. Hastalıkla, yelle, selle, afetle, savaşla, gelen ölüm ve telefleri eski dönemlerden beri nüfus çoğalması ile karşılayan kuluçkalık yapılardır. Evlattan istikbale değin, sigorta sistemi olaraktan yararlanma gibiden tamamen ilkel dönem düzlemine denk düşme anlayışlı, kırım mantığına göre çoğalma güdülü, bir sosyal çevredirler.
Günümüzdeki kimi etnik yapılar Dünya üzerinde Afrika, Avustralya ve Okyanusya adaları gibi yerlerde Dünya’dan kopuk izole çevre şartlarda kalmış, teknoloji kullanımı şimdiye göre sıfır olan, sosyal birliktirler. Bunların benzerleri de birçokları da toplumlar içinde, aynı düzlemde olmasalar da, belli karakterleri taşıyarak, sürüp gitmektedirler. Etnik yapılar toplumlar içinde iç barışın tehdidi olan gerici birlikler olmaktadırlar.
Etnik yapılar kavmiyetçiliğin dışında bilinçli, çağdaş olmayan; ne anne ne baba oluşlarıyla, güncelliğin sorumluluğunu kavrayamayışlardır. Kimi anne baba sorumluluğunu ve Dünya konjonktürünü yeni nesle aktarmaktan ötürü biçare olan, neredeyse topluluklar düzeyindedirler. 10-20 çocuk yapabildiği için övünen, adeta sosyal görevleri, kuluçka oluşla belirlenmiş gibi insanların köreltildiği, insanların ödevce olaraktan sömürüldüğü, sosyal, dini ve gizli totem salışımdı, yapıdırlar, bu türcü etnik yapılar.
..
3-] Zaten geçmiş süreçler içinde bu sentezler gerçek eşmiştir. Şimdiki etniktik görünüşler, sosyal yaşam düzeyine doğru gerilemiş tutumlardır. Toplumsa olanla uyumsuz gerici kalıntı posalardır.
Yani etnik aitleşme, etnik kült ve kültürleri özgürlükler bağlamında, bir insan hakkı değildirler. Çünkü etniklik toplumda giriştirip özgürleştirebileceğiniz bir ilişkilenmenin tutarlılığı olamayan öznelliktirler. Etnikler, şimdiki ilk toplumsa, nesnel girişmelerin, ittifakıdırlar. Hiçbir etnik yapı, bugünkü düzlemde, izole oluşla ne bir insan haklarını sağlamaya muktedirdirler, nede toplumsal ilişkilenmenin, işlevsel olmasına etkin ve katkın birer ayrı bulunuştu unsur olamazlar.
Etniklik, zorunlu olacakla çevredeki oluşmalara zorunlu bir bağdı katışma ile entegre olurlar. İnsanlar, etnik düzlemi çoktan geride bırakmışlardı. Buşmanlar, Piğmeler, Pirahalar (zaman ve sayı kavramları dahi yoktur) gibi etnik topluluklar tecrübelerini giriştirip birleşerek örgütlenebilen toplumu ortaya çıkaramadıkları için, etnik topluluğun, en ilkel gelişmesi ile diğer Dünya toplumlarına göre, teknik üretim ve deneysel bilgi oluşla, bilim teknolojileri üret işçe, içlerinde tutulu kalmışlardır.
Ve hiçbir etnik yapı, tarihte Buşmanlar, Aborjinler gibi belli bir iz bırakan uygarlaşma işlev yapı görmedi iseler, kürsüleri kurulur bir inceleme olamaz. Ancak bir merakın, bir ilk sosyal var oluşun genel incelemesi içinde kategorize edilirler. Sümerler, Akadlar, Medler, Romalılar vs. günümüze dek çeşitli kültür ve etnik birleşmeleri, toplumlara dek kültürlerin içinde zaten her bir etnik yapı oluşla birleşmeli sentezin girişme hizmetini vermiş bir övünme ve var oluş olarak bulunup anılan bir sürüş ve toplumsa berdevamdırlar. Siz bir Osmanlı kültüründe, tek bir etnik yapının uygarlık izini bulabilir misiniz? Bırakın toplumsa olanı, buna halksa öznel bir kültür olan dinler de, dahildir.
Siz istediğiniz kadar başka bir ırki adla uygarlığı anın, İstanbul surlarını döven top, teknik toplumun donanımlı gücü olan Urban ustadır. Toplumun gücü de etnik oluşlardan bağımsızdır. Birey oluşlardan bağımsızdır. Ama birey ellilikle toplumun gücünün girişimlerinin somutlandığı bir harmonidir
..
Şu bir gerçek ki; zengin ülkeler ve diğer ülkelerin ekonomi ve kültürce gelişmiş kesimleri bir nüfus artışına gitmez iken, hiç gelişmemiş ve kültür seviyesi düşük ülkeler de nüfus artışı bir patlama biçimindedir. Bu yaşam düzeyi bir balığın ortama milyonlarca yumurta bırakıp, ancak birazının yaşama şansı bulması gibi, doğaya sınırsız bir karışma (müdahale) yapmaksızın, kısmi doğal insan güdülme baskısı gibi belirmektedir.
Ham insan düzlemi ile baktığınızda, tüm evreni insanın doldurması aliyul aladır! Oysa bir öküz, konuşturulabilse idi aynı hakkı; öküzler için savunur olacaktı. Sizin üretişiniz iş alanının üretilmesindeki gerekli sayıdır. Bu alanın yaygınlığı ihtiyaç talebi nüfusun alt ve üstündeki değerler etrafında dönmelidir. İnsan yaşam alanı, dünya habitat yaşam yüzdelik alanının alt ve üst değerler etrafında gelişmeli. Bu bir istatistikî yoğunluk etrafında şekilleniştir. Azalan artan dengelemelerle süreçleşir bir kesinlik olmayandır.
Yani insanın yaşamaya hakkı olması ilkesi yerine, üretmeye hakkı olması ve tarlada izi olanın harmanda yüzü olması ilkesinin egemen olduğu yaşam tarzına kayılacaktır. Kapitalist kar hırsının tükettirdiği ve Dünya ölçeğine aynı tür ürettirişin yaygınlaştığı bir türden kirleten bir üretim ilişkilenişinin ortamdan kalkmağa yüz tuttuğu zamandır. Üretim üretenlerin ihtiyacıyla sınırlanan ve çeşitlenen üniter entegrelere dönüşecektir.
Kozmolojinin evrimi, Dünya'nın evrimi, biyolojik çeşitlilik ve bize göre vahşi habitatın kendi evrimi, jeolojinin evrimi, hele hele tarihin kaotik evrimi bunu bize dayatıp adeta eze eze yaptırmaktadır. Artık insan geleceği ve Dünya'yı planlar olmaktadır. Çünkü Dünya'yı bozanda insandır, bu bozulmanın sorumluluğuna varan bilinçlenme de insanladır.
Gözlük değişmiş, bakış keskinliği artmış, görüş alanı içinde sadaka, merhamet, zulüm gibi anlayış görüşlerini silikleştirmiştir. Geleceğin toplumu teknokrat üreten kadrolar elinde olacağı kapitalist mülkiyetin olmayacağı, üniter birimlerin ihtiyaçlarının karşılandığı karmaşık alanlarla gerçekleşecek gibidir. Geleceğin toplumu sürekli bilgi üreten bir toplum olacak. Çünkü insanın evrenle haberleşmesi ve ilişkilenmesi ancak bilgi ve teknoloji üretmesi ile olacak. Kapitalizmin teknolojik enkazlar yaratması en asgari düzeye inmiş olacaktır.
..
17] İşte bu tabu ve totem kılışların temelindeki, aidiyet eşme ile ait eştirme ritüellerini, yine bir başka ritüele; kutsanma, vaftiz etme, sünnet etme, evlilik kurma, kurban kesme gibi kutsal törenlerin ait eştirmesine, dönüştü. Bu nesnel bir dönüştürme idi. Bu dönüşmenin çeşitli biçimleri şunlardır: dans törenleri, özgün ibadet biçimleri. Arınma merasimleri, günah çıkarma seremonisi gibi törenler ve bayram günleridir ki, bayramlar; bağış dilek günleridir. Bu somut kurumsal ve tinsel olan anlamalar, oluşan yeni ittifakları, totem bağcı adına kutsanma tören ve ritüelleridir. Bunlar ayin seremonilerine dönüştü.
Bu tür anlayışlarla formüle edilen, ata soylu totem aiti inanışlar, mevcut işlevi ile kendisinin hala bir aidiyet eştirme formasyonu olduğunun ipuçlarını, daima bize vermektedir. Örneğin, Hz İsa'ya aiti olan kişilerin, suya daldırılmasına değin yapılan vaftiz törenleri vardır. Bu vaftiz töreni Hz İsa'dan binlerce yıl öncesinin, toplumlar aidiyetçe kurumsal ilişkilerinin, kendilerinden sonraya aktarma uygulamasıdır.
Yani tabu ve kutsal totem anlayışı, bilinmezlikleri bilinir yapıyordu. Bilinmez olanın verdiği tedirginlik korkusundan insanlar, bilinir olanın, totem güvencesine sığındırılmıştı. Totemin aidiyetçe aşinalığı, üyelerin birbirini tanımalarına yol açıyordu. Yine üyelerin birbirine yaklaşmalarına, üye kişinin nasıl davranacaklarına ilişkin tavırları bilmenin güvencesine aracı oluyordu. Totem koruyuculuğu, kendi üye kişilerini birbirine dayanıştıran alışmaları, sağlıyordu. Aynı ata soy totem aiti olan kişiler, kardeş eşmeyi ve birimiz hepimiz, hepimiz birimiz olmayı, tutum aşıyordular.
İlk çağlardan günümüze totem gibi bağcı ve ilişkin aracı, çok önemlidir. Artık değişken aidiyet eşmeler, hep aracı ile olacaktır. Som gerçekliğe, örneğin; Güneş'e bile doğrudan, direk bakıp anlayamazsınız. Güneş'i ancak aracılar ile dolaylı bakaraktan anlamlı, anlaşılır yaparsınız. İşte kutsal olana da ancak böylesi bir tavırla, doğrudan bakılamazdı. Kutsal olan bir Nur’du. Nur’a da ancak bir aracı ile bakılırdı.
Bu aracılar rahipler, şamanlar, büyücüler, lamalar, kâhinler ve giderekten de peygamberlerdi. Ta ki, değişkence olan totem kült anlayışa, tekrardan; ‘değişmezlik ilkesi’ gelene değin bu böyle sürecekti. Değişmezlikti anlayışın hitabı da, bir süre sürdü ise de, değişir olmanın kaçınılmazlığı; yine öznelce olan kutsal anlayışların değişikliğini zorladı.
..
İkinci olaraktan Arabistan'ın inançsal tanrıları da çok ve bir türden değildi. Bu açıkça merkezi yapılanmanın yokluğu demekti. Açıktır ki bu, toplumsal ekonomik üretiş gelişmişlik, yapısal seviyesinin konjonktürsel olmayışıdır. Bu devlet olma süreci merkezileşme; 4 halife dönemi sonunda belirecekti. Peygamberin ölümü ile yeni birçok reformcu peygamberler ortaya çıkmıştı. Ömer hem bunlarla uğraştı hem dikkati dışa Bizans ve Sasani üzerine fethe yönelterek karışıklıkları önleme başarısı gösterdi.
Kuran'ın dışına müracaat ve konjonktürün doğru okunması, laik akıl ilkelerinin işletilmesi, Halife Abdülmelik ile olacak ve sürecekti (685-705) . Esasen İslami yapılanış kısmen bu yolu açar yapı ile biat ve danışma (divan) ilkesi ile akli yapılaşmayı özün içine almıştı. Bu dönemden itibaren Yunan, Bizans ve Sasani’lerden etkilenme başlamıştı.
Aslında böyle bir düzen değişikliliği ortaya çıkmasa da, sırf siz, acıma ve insanlık namına! Köleleri serbest kılsanız ne yapmış olursunuz? Hiç. Sadece kölelerin bu kez ve toplu olarak aç işsiz ölmelerini sağlarsınız. Düzensizliği artırmış olmaktan maada. Hoş, düzende böyle bir özgür kılışa izin vermezdi ya. Sizin köleleri serbest kılar oluşunuz, merhameten filan değil, yeni üretim ilişkisinin ve üretim gücünün zorlaması sonucu yeninin nesnel yasaları iledir.
Yeni düzen, köleci düzenin ürettiği tıkanan köle emeğine göre, verimi daha da artırmak için hem köleyi güya özgür kılıyor, hem köleye ürünü kendinin olan biraz toprak veriyordu. Bu kölenin; şimdi de, yeni adı serf olanın, efendisi için çalışması ve kalan zamanı da kendi için çalışması demekti. Az şey miydi? Üstelik de verim, üretim; köleci düzene göre, kat be kat artmıştı. Yeni düzen buydu. Artık Tarihin tekerleği Musa'nın, Davut'un çağrısına dönemezdi
Şimdi inançlar, erdemi artık alçak gönüllülükle baş eğmek yerine, köleleri azat etmenin sevabını derece derece, ne kadar fazla olduğunu sayıyordu. Yeni erdem; merhamet etme ve kul oluşa (köleliğe) karşı oluştu. Dünya konjonktürü halkların karşısına bu yeni erdemi getirip dayamıştı.
..
Ön ittifaklar, İlahi yapılardı. İlahi yapılar erken dönemin sonuna geldiklerinde El mana düşünmesini taşıyan benci tartışmaların duygu ve hayalleriyle fıkır fıkır kaynıyordu. Kaynayan düşünce som insan bencilliğine hitap eden düşünceydi. Hayata bakınca hayat bencillik üzerineydi ama özellikle de bencil olmak için doğmuş gibiydiler.
Hayata baktığımızda, korunması için öküze boynuz, file hortum, aslana pençeyle yırtıcı diş, ceylana çevik bacak; bakteri ve mikroplara organizma bedenine eklemlenme; virüse başka DNA’lar üzerinde kendi formunu inşa ettirme vs. türü yetenekleri verilmiş gibi olmakla da bunların ara boşluklarını dolduran akbaba, çakal, sırtlan türü çürükçüllere; atıkla beslenme yaptıran zincirleri de görürüz.
Organizmalar bu tür farklı korunma yöntemlerini, olası kılınabildikleri kadarıyla koloni, sürü gibi sosyal oluşun durumları içinde de oluşurlar. İnşa sosyal oluşla kalmaz. Arılar gibi karıncalar gibi maymun gibi Afrika kargasında olduğu gibi alet kullanıcı ve iş bölüşümü içinde olmalarıyla; kimi süreç ilişkileri işini insan gibi olamamakla birlikte, kendi süreçlerini üreten ilişkilere kadar götürebilmektedirler.
Bu açıdan baktığımızda canlıların korunmaları ve hayatlarını sürdürmeleri için her bir yaşam; her bir farklı donanım sahipliğidir. Yaşam, hayatları; sosyal ilişki ve olası üreten ilişkileri üzerinde tekrar aynı ortak noktada buluşturmasıyla hayat; sosyal oluş ve üreten ilişki üzerinde organizmalarda ikinci bir ortak özellik olmuş gibidir.
Yaşam taşıyan organizmalarla bizim birinci ortak özelliğimiz bencillikti. Hayvanlarla bencillik üzerinde temas kurabildiğimizi unutmayalım. Bir köpeği, açlık bencilliği üzerinde bize karşı duygulu yaparız. Bir aslanı, bir koyunu; benzer kaygı ve heyecanları güden bencillik duyguları üzerindeki yaklaşımlarımızla uysal ve temas edilir yaparız.
..
Bu şu demek; çok tanrılı yapının varlığı, hala kabile ilişkilerinin rekabetçi sürer olmasıyla vardır. Her yenileşme tarih boyunca bir sınıf iktidarını kurmayı amaçlamıştır. Ama bunu yapmak içinde, halkı yanınıza almak zorunluluğu vardır.
Halkı yanınıza almanın tek yolu da, onu ideoloji (din-inanç) olarak etkileyip yönlendirmenizdir. Bunun yolu da, kendinizi sizden önce var olan geleneksel anlayışlarla ve bu anlayışların ideologları ile buluşturup, meşru kılmak olacaktır. Soyunuzu dahi, bu kimliklere yaslamak, size bir yaptırım otoriteliği sağlatacaktır.
Bu, kendisinden önceki hazırlıkları değerlendirecek, deha ve karizmatik devrimci kişilik, aristokrat kimlik, diğer başkaları gibi süreçle kendisini adım adım olgunlaştırmıştı. Söz gelmi yemenli Rahman, Yemameli Reccal, Müseylime gibi bir çok ahlakçı sofistler tarih sahnesinde belirmişlerdi. Kadroları oluşturmalıydı. Artık Arap sosyolojik coğrafyası güncellenmeliydi. Güncellenmenin formatı ayan beyan olmuştu. İş bunu eyleme dökmenin pratikliğine gelmişti.
Politikalar ve ideolojiler çok gerçekçi ve konjonktür coğrafyasının sosyolojik yapılanması ile belirleniyordu. Birinci temel sart, bedevi kitleleri kazanmaktı. Bu çok güçlü bir koza oynamaktı. Çünkü bedevi yaşamı demek, çetin şartların savaşçı ve ölümüne sadakatli kimlikleri idi. Bu bedevilerin kervan vurma becerilerini de, yeni yapının finansmanına dönüştüren, bir deha koyuştur.
Bunu sağlamanın yolu da bedevi ananelerine sahip görünerek, onları kazanıp, bedevi anlayışını yeni yapının içinde, yeni ilişki çıkarı içinde, yeni anlayışla; zamanla sindirterek dönüştürmekti. Bu deha ve büyüleyici akli özellik, şunu da çok iyi biliyordu.
..