ALİ TEKMİL AFRİKA ŞİİRLERİ

ALİ TEKMİL AFRİKA ŞİİRLERİ

Ali Tekmil

eğreti otlar toplayalım
oramıza buramıza yakıştıralım
Afrika yeşilimiz Eskimo kızılımız bol olsun
bütün kıtalara yol verelim
bin kulaç göğersin bedenimiz aleme yetsin
herkes için bir dulda bulunsun kolumuzun altında
varsın en uzun dalımız yanılgılarımız olsun

Ali Tekmil / 13.09.11
..

Devamını Oku
Ali Tekmil

“ Böl, parçala, yönet! “ yalnızca politik / siyasal bir önerme mi, yoksa başka alanlara da uygulanabilir bir “ laboratuar “ pratiği mi? Toplumbilim açısından uygulamalarını, hatta başarılarını çokça gördüğümüz ve çoğunlukla da egemen erk tarafından gerçekliğe kavuşturulan bu sistematiğin, şiir alanında da yaygın bir biçimde etkinlik gösterdiği söylenebilir mi?

Örneğin, kendi maddi / tarihsel gerçekliğinden kopan şiirin; aslında sanat alımlayıcısından da – dönüşüm ve kendini yeniden üretme olanağından - koparak birey ‘in en dar ve çıkışsız alanına hapsolacağı düşünülmez mi? Zenginliğin gittikçe daha hızlı ve daha astronomik bir biçimde, dünya kapitalist / emperyalist sisteminin merkezi ülkelerine akıtıldığı ve dünyanın geriye kalan kısmının neredeyse Afrikalaşmasının göze alındığı bir dizgenin sanat öznesi / şair için hiçbir önemi olamayabilir mi? O, kurduğu sanal ve sahte şatosunda yalnızca kendi öğrenilen / öğretilen “ bireysel, alabildiğine özgür ve sınırsız sorumsuz “ gerçeğini mi yaşar? Örneğin son on beş- yirmi yılda dünyada olup bitenlerin – Yugoslavya’nın parçalanması ve bu süreçte Serebrenitza ve bütün Yugoslavya topraklarında kıyılan insan toplulukları, artık neredeyse ortaçağa savrulan Afganistan’ın işgali ve oradaki insan acıları, yıllardır savaştırılan Irak’ın, bu kez işgal edilmesi ve orada yaşanan, çağımızın en korkunç katliamlarının “ en sahipsizi “, Afrika ‘da kabile aralarında oynanan oyunlar, Kafkasya ve Hocalı acıları ve bilumum manipülasyonlar… - sanat ve şiir açısından hiç mi söyleyeceği bir şeyler yok? Toplumsal bilincin üç maymun tarafından belirlenmesine şairin de katkı yapmasının ne gibi bir anlamı olabilir!

Yoksa şiir, bütünselliğinden koptukça / koparıldıkça mı değerleniyor? İçerik / biçim uygunluğunun ve şiirin ses, anlam, çağrışım, sezgi, imgesellik vb. öğeleri arasındaki “ yaşamsal “ dengenin yok edilmesiyle mi büyük anlatılar / baş yapıtlar ortaya çıkarılacak? Şiir, yalnızca biçim’e ve biçimsel denemelere indirgendiğinde – sözcüklerin salt alt alta, yan yana, çapraşık, dağınık vb. biçimlerde harmanlanarak “ somutluğuna “ döndürülmesiyle gerçekten şiirin mi kazanacağı umulmaktadır? Yoksa bu bilerek, ya da bilmeyerek verili dizgenin şiir üzerinden onaylanması ve yeniden üretilmesi midir? Biliyoruz ki sanat ürünü aynı zamanda bilinç ve güzellik taşıyıcısı ve iletisi olan; sanat alımlayıcısının etkilenmesi ve aldığı haz’la “ yeni dünyalar kurmayı ” amaçlayan ve böylelikle de kendini başka biçimlerde “ yeniden üretmeyi “ amaç edinen estetik bir enstrümandır. Verili durumdan – maddi gerçeklikten – kendini arıtmış ve insanın tarihsel, ekonomik, siyasal, politik, kültürel, felsefi…açmazlarını seyirlik bir fantezi olarak gören bir şiirin, okuyucu için ne ifade edeceği belli değil midir? “ Şiir öldü, artık okunmuyor, şiir kitaplarını kimse basmak istemiyor “ yakınmalarının nedenlerinden birisinin de bu gerçek olduğunu göz ardı edebilir miyiz? İnsanlar, içinde “ kendilerine ait “ hiçbir şey bulamadıkları şeyleri neden okusunlar ki?

Bir de; egemen erk’in nihilist, anarşist, karamsar, intihar özlemcisi, metafizik, alabildiğine ben merkezci vb. bakış açılarını, sanat alanına “ pompaladığını “ eklersek durumun gittikçe daha da ağırlaştığını ve ağırlaşacağını söyleyebiliriz. Kapitalist / emperyalist dizgenin krizi derinleştikçe, bu alana müdahalesi de daha etkili ve “ yetkili “ bir hale gelmekte ortalık ah’lı, vah’lı, bol göz yaşlı …şiirlerden geçilmez hâle gelmektedir. Neredeyse okuyucusunu,insanın bittiği ve yeniden ayağa kalkma olasılığının ortadan kalktığına ikna edebilmek için her türlü yol denenmektedir. Bir ara kulaklara,tarihin de bittiği “ fısıldanmış “ ama daha sonra, sahibinin sesi, bunun doğru olmadığının açıklamasını kendisi yapmıştır. Bunalım, alabildiğine geniş ve etkili bir “ bunalım edebiyatı “ doğurmuş ama şimdilerde geminin su almaya başladığı fark edilmeye başlanmıştır. Bütün post modern dalavereler, deliği / yarığı kapatmaya yöneliktir; ancak herhangi bir başarı şansı görülmemektedir. “ Bulaştırılan “ şizofreni, insanın ve onun sanatının yeniden toplumsallığını anımsaması ve kendini yenilemesiyle etkisini yitirecek ve şiir insan katında yine eski saygın yerine oturacaktır.

Geleceksizlik, çıkışsızlık, başka bir dünyanın mümkün olmaması yalnızca “ yeni liberal “dizgenin işleyişiyle ve kendisiyle ilgilidir. Aşırı birikimin büyük sorunlar çıkarmaya başladığını, küreselleşmenin tıkandığını ve geleceğinin olmadığını artık kendi iktisatçıları söylüyor. Bu dizge, kendi sınırlarını zorlamaktadır, dizge içinde bu derin krize çözüm mümkün değildir ve bunu en iyi kendi filozofları biliyorlar. Tarihin böylesi, çıkışsızlığa düştüğü zamanlar elbette vardır: Bu dönemlerin, imparatorlukların çöküş dönemleri olarak tanımlandığını da biz biliyoruz. İnsan, yüzyıllar süren bir ortaçağ karanlığını da yaşamıştır. Ama o dönem de aşılmıştır. İnsan, aynı zamanda tarihsel / toplumsal bir öznedir. Bir gün bu “ yeni ortaçağı “ da aşacaktır. Ama bugün, küresel “ neo liberal “ müdahalenin rüzgârına kapılarak yazılan şiir, yarın “ birey bile olamayan bireyciklerin “ hezeyanları, ağlamaları, sızlanmaları olarak çöplüğe atılacaktır. İçinde insan olmayan hiçbir şeyi, insan dağarcığına koyabilmeyi kimse başaramayacaktır. Aslında bugünden olan da budur. Medyanın bu denli pohpohlamasına, ödül enflasyonuna, reklâma, fuar / festival “ girişimciliğine “, allayıp pullamaya karşın bu ”insansız” ürünlerin kendi çemberini kıramayışı ve “üç kişiden beşinin şair olduğu “ bir ülkede yalnızca kendi yörüngesini dönmesi başka nasıl açıklanabilir ki?

..

Devamını Oku
Ali Tekmil

sahi koroda kaç ayak koşuluyor
azala güz ala kaç bahar çiğdem
biz bu davarları hangi sudan topladık
eğitimli uz gidimli azar azar Afrika

koç yiğitler hangi hâr’a kalebent
ki, mazgal- aşı pipo- yelken diz üstü
kara kökü uyur gezer uyuşma
sabah olsa belki hayra yorardık

..

Devamını Oku
Ali Tekmil

İki dünya olduğunu anlıyorsunuz: Bir; verili dizgenin pragmatik(yararcı, yalnızca sonuçları gözeten) ön kabul ve zorba yöntemiyle yarattığı ve Yer’in her bir yanına ihraç ederek dayattığı zoraki “ yapıntı “ dünya, bir de; zamanın ve pratiğin, işbölümsel ve ürün fazlasına el koymasal milattan beri ömrünü emanet ettiği; o, eski dünyanın kokuşmuş ve taşlaşmış gövdesi altında can çekişen ve sesini çıkarması bile suç sayılan zorunlu “ öteki “ dünya…

Bir de şuraya çarpıyorsunuz: O; kullanım süresi çoktan dolmuş ve her bir azası lime lime ardına dökülen çürümüş dünyanın kullanım süresi dolmamış “ görevlileri “nin, dolaylı ve doğrudan emir aldıkları erk egemenleri adına racon yürüttükleri ağır gerçeğine… Sunacakları/ sundukları en değerli hizmetin de efendilerinin ekonomik, politik, siyasal, askeri, kültürel…küresel düzenlemeleri sonucu pratikte ve ömürleri süresince açlıktan, yoksulluktan, her türlü yoksunluktan inim inim inleyen şu “ garibanlar dünyası “nı evvel emirde yok saymak olduğunu bir an bile akıllarından çıkarmadıkları caniliğine... Onların ne acıları acı, ne ağrıları ağrı ve hatta ne de ölümleri ölümdür. Varsayalım Orta’ya bir tarih sahnesi kuruldu ve Irak bir ülkede bir savaş oyunu oynanmaktadır. Gökyüzü bombaları da, yeryüzü işkenceleri ve Garip Kafesleri de bu neşeli oyunun keyifli küçümenleridir. Zaten orası her zaman öyle değil miydi ki? Onlar acıya, ağrıya ve her türlü çok ölüme alışkın kara yazgılılar değil miydi? Sahne gerçek olsa da bu, neyi değiştirir ki?

Her şey pratik ve pragmatik olmalıdır. Yalnızca sonuç önemlidir. Sonuç; kâr baharının banknot çiçekleri; hak edenlerin(!) ellerinde, yakalarında, kartvizitlerinde, geçmişlerinde ve geleceklerinde param param parlayan fonal ve sponsoral varlıklarımız değil midir? Ki, bizi bütün hegemon kat’larla, yatlarla, yatırlarla, satırlarla, metropollerle, seksapellerle, yazlıklarla, kızlıklarla, editörlerle, sektörlerle, yayınevleriyle, sağım evleriyle, fuarlarla, festivallerle,bar hesaplarıyla, zar tutuşlarıyla, yıllıklarla, yolluklarla, şıllıklarla, var oluşla, yok oluşla, varoşlarla, gettoşlarla, kırışmayla, tırışkayla… o tanıştırmadı mı! Kapital kanun, global düyun ne diyorsa o!

Pragmatizmin yüksek donanımlı “illa ki” gücü ne diyor: Kendi öznel ülkülerimize göre yaptığımız ve bizim yüce çıkarlarımız için güneşin hiç batmadığı, önümüzü karartmadığı maksimal kâr dünyasından gayrı dünya mı olurmuş! Bizim, en yüksek etkileşimli/ son teknolojili ilâhi cereyanla çalışan kutsanmış zihnimizde yarattığımız gerçekten gayrı gerçek mi bulunurmuş! Bunu iddia edenler bizlerden olamıyorlarsa mutlak düşmanlarımızdır. Onların kafalarının hangi araçlarla ve nasıl ezileceklerine karar verebileceğimizin ayrımında olamıyorlar mı! Onları aydınlatmak için daha ne kadar politikacı, “bilim insanı”, akademisyen, “sanatçı” ve söylemesi ayıp “ şair “ yollayacağız! Afganistan, Sudan, Somali, Kongo, Ruanda, Filistin, Lübnan, Kolombiya, Siyu, Komançi… halkından halk mı olurmuş! Şiş göbekli ve açlıktan kemikleri bile artık kemik sayılamayan Afrika insanlarının Bangladeş fukaralarının,, Myanmar mağdurlarının içinde debelendikleri duruma gerçeklik mi diyeceğiz! Eşitlik, özgürlük, gönenç, insani yardım, barış ve demokrasi söylemlerimiz, turuncu devrim masallarımız yetmiyor mu! Gücümüzün, her şeye kadir teolojik bir tansık olduğunu anlamaları için daha kaç Nagazaki, kaç Hiroşima düzleyelim! Neden yüksek yalanlı ve narkotik notalarla iyice etkili ve yetkili hale getirilmiş söylevlerimize sarılmıyorsunuz? Politikacılarımıza, devlet adamlarımıza, sanatçı ve akademisyenlerimize hemencecik biat etmiyorsunuz? Hâlâ “ başka bir dünya mümkün “ teraneleriyle sokaklara, sayfalara dökülüp sinirlerimize nışadır sürüyorsunuz? Bu kadar kürsüyü, filozofiyi, sanatta ve her alanda aristokrasiyi, oligarşiyi boşuna mı kurduk! Baş eğenlerin başlarının ömürleri boyunca bal küpünde ballandığını görmüyor musunuz?

Elbette sanatı da, şiiri de, kültürü de içeriden kuşatacağız! Elbette, yüce hegemonlar olarak her konuda bizim sözümüz geçecek! Bu, pokemon oyunu mu, bu? Binlerce yıllık sermaye birikimiyle, paylaşım savaşlarıyla, yıkımlarla, kırımlarla yarattığımız bu dünyayı aç, açık; çatı, ilâç, urba ve umut bulamayan milyarlarca insan kılıklı için kendi ellerimizle yıkacak mıyız! Yer’in yarattığı %70 zenginliğin, nüfus bakımından %10 bile etmeyen şirket iklimimize akmasının, adaletsizlik neresinde! N’olmuş size bunalım, intihar, cinnet, cinayet, mahpus damları, darağacı idamları, töre linçleri, yürek ezinçleri düşmüşse! Karşılığında size, her türlü acıyı ve ağrıyı allem edip, kallem edip, abra kadabra ekleyip güllük- gülistanlık mekânlarda gülücük ve bol alkış yağmuruna döndüren illüzyonist, şarlatanist, post modernist, tarotist, remilist, göz bağcı, yeni sağcı, kandırıkçı, iltimasçı… “sanatçılar”, organizatörler, menajerler, dizayncılar vermedik mi! İnsan olmanızın ederinin etiksel ve hukuksal açılardan bu kadar olduğunu ve bağışladığımız post modern araç ve işgüderlerle de yeterince ve gereği gibi dillendirildiğini, yellendirildiğini, yol verildiğini anlamıyor musunuz? Ağlamadan, sızlanmadan, şikayet ve bunalımlardan ayarladığımız yelkenlerinizi yeterince doldurup yazgınızın; felaketlerinden sual olunmaz güzergâhına çıkardınız da bir şey mi dedik! Ölüm; yerde, gökte, derya- denizde, karda- kışta, yazda- yazıda, şiirde ve şiirde tam da size göredir. Bütün filozofik ve poetik ağızlarımızla arkanızdan üflediğimiz çürük çağ rüzgârıyla selviliklere, selviliklere! ..

..

Devamını Oku
Ali Tekmil

sesime bir ot bulaşıyor
köygöçüren
bir deveyi sınıra dek sürüyor

devenin üstü hörgüç
altı patlangaç
siga siga gidiyor

heyhat
zaman kötü
..

Devamını Oku
Ali Tekmil

Orada…ekmeğin adı bile yedi kat yer altı
yeni vurmuş dolu yağmurlar
Irak susmalar figan sergiler gibi orada
ne sadağımızda ok
ne jetlerimizde hız
kahredici bir çoğunlukla onayladı kursaklarımız
“yürüyen” açlık ordusunun aslanlarıyız

Orada…tabanlarımız can çekişli harita
kıyamet ölçekli kağıt öte yüzü Afrika
..

Devamını Oku
Ali Tekmil

alın alın
size getirdim
karnı açık Afrika

kapital körüğü
borsa bacası
banka boyasına çöl uyumu
para politik çiçeği
az şey mi
alın uç cebinize koyun
..

Devamını Oku
Ali Tekmil

çağ bitti sevgilim ara vermeliyiz
kül yüzlerimizle durup çarşı çarşıya
zenginliklerimizi derlemeliyiz
yazlık kışlık denkleyip ömür niyetine
piknik sepetine dol etmeliyiz
kalmışsa yüzü güleç bir ağaç
ve bir mayıs gölgesi kalmışsa
köklerine su vermeliyiz

kimin nesi varsa sürmeli
..

Devamını Oku
Ali Tekmil

kara bir kahkahayla geceye girerdik
ve kuşlar olurdu
biz
yiv-setlerimizi sabahtan yülürdük
tetiklerimizi boşa alırdık
zifiri karanlık tutabilirdi elimizi ancak
bilirdik
yirmi bir kalibre cehennem eli

sonra sınırlara çizik atardık
..

Devamını Oku
Ali Tekmil

kimi güzler kısadır
azıcık elleriyle tutarlar
bir beyaz döndürür ayazın periciğini
iglohan* başlar

yokuş da yok oluş da
aynı perdeye peşrev
her zamanın kiraz yeri prelüd
bostan içleri ağırlama
kel tepede içtima
..

Devamını Oku