Adam Olacak Çocuk...

Ahmet Zekai Yıldız
213

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Adam Olacak Çocuk...

İster görenek deyiniz. İster uygarlık deyiniz. İnsan ne gördüyse atasından görür, onu yapar yaşadıkça. Yani insan atası kadar insandır önce. Atasından ötesi eğitim. Birilerinin dediği gibi, “eğitim şart” yani..Eğer biraz geliştirebiliyorsa insanlığını, ne mutlu ona. İnsanı takdir burada gerekiyor. Şeker krizindeki hastasına dekstroz serum, hipertansiyonu olan hastasına da isodril serum veren takdiri doktor değil. Söz konusu adam gibi adamsa takdiri ilahi değil, takdiri insan.

Sıkılmak, sıkışmak, rahat olamamak. Çoğumuzun başına gelmiştir misafirliklerde. Aç iken acıktım diyememek. Kuş tüyünden yatak serilse altımıza, diken üstünde yatıyor hissetmek. Uykusuz geçen gecenin ardından yorgun ve bir araba dayak yemiş gibi kalkmak yataktan. Dahası tuvaletin nerede olduğunu yüzümüz kızararak sormaz mıyız, ev sahiplerine. İşte Avcı Mustafa’nın başına gelenler de bu türden olaylardır.

UTANMAK ÜZERİNE

Utanmak.
Aç açık kalarak,
Gözün yaşını içe akıtmak.

Utanmak.
Ağız dolusu sövememek.
Gülememek göbek hoplatarak.

Utanmak.
Bir iki küçük kaçamak.
İnsandan ve sevgiliden kaçmak.

Ayıbı yoktur utanmanın.
Yüzün kızarmaktır.
İnsanlıktır utanmak.
(A. Zekai Yıldız-2002-Çobanımsı Yalnızlıklar)

Bundan seksen yıl kadar önce 1920’li yıllardı. Yer Bursa’nın Keles ilçesi. Koşullar değişse de insan yaşamının tek değişmeyen duygusu olan aşk, öykümüzün kahramanı Avcı Mustafa’nın da başının belası olmuş ve dünyasını karartmıştır. Mustafa daha okul yıllarında sınıf arkadaşı Rukiye’yi içten içe sevmektedir. Ama bunu kimselere söyleyememiştir. Rukiye, yerel ağızla Urkiye büyüyüp serpilip de alımlı, güzel bir kız olunca dünürler gece gündüz birbirini kollamaktadırlar. Sonunda “kızı bin kişi ister, bir kişi alır.”sözü bir kez daha gerçek olur. Ve Güzel Urkiye! yi malı mülkü çok olan Yörük Ali alır. Tarlası ve davarı olmayan Mustafa’nın, kendine daha sonraları “Avcı” sıfatını verdirecek olan baba yadigarı tüfeğinden başka hiçbir şeyi yoktur. Yoksulluğu değil ama Mustafa’nın Urkiye’yi kalbine gömmesinin asıl nedeni, Yörük Ali’nin atadan dededen komşusu ve en yakın çocukluk ve askerlik arkadaşı olmasıdır. Çaresiz bundan sonra Mustafa bu acı ile yaşayacaktır. Yaşıtlarının ikişer üçer çocuğu olduğu halde Mustafa henüz evlenmemiş, kendini dağlara ve avcılığa vermiştir.

Avcı Mustafa güzel bir mayıs günü, her zaman ki gibi alır eline kırmasını, çıkar dağlara. O devirde zirai ilaçların bulunmaması, avlanan insanın az olması ve otomatik silahların kullanılmaması gibi nedenlerle av hayvanı oldukça boldur. Avcı Mustafa da o gün iki tavşan ile beş altı tane keklik avlamıştır. Fakat ikindi vakti ansızın bastıran sağanak yağmur nedeniyle bir kaya kovuğuna sığınmak zorunda kalır. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmur kesildiğinde hava kararmaya başlamıştır. Köyüne geri dönemeyeceğini anlayan Mustafa’nın aklına yakınlarda yaylası bulunan arkadaşı Yörük Ali gelir. Gelir gelmesine de ansızın yüreğinin çok derinlerinde bir sızı belirir. Ne zaman Yörük Ali’yi düşünse hep böyle olmaktadır. Bunu nedeni hala unutamadığı Urkiye’nin platonik sevdası olmuştur. Tüm gençliği gözlerinin önünden film şeridi gibi geçen Avcı Mustafa sağanak yağmurun hızını artırmasıyla içinde bulunduğu melankoliden uyanarak, ilk kez gideceği arkadaşı Yörük Ali’nin yaylasına doğru harekete geçer. Çok uzak bir olasılıktır ama tek kaygısı Urkiye’nin kocasına aşklarından söz etmiş olabileceğidir. Öbür yandan karşılaştıklarında Ali kendisine çok sıcak davranmakta ve sık sık evine davet etmektedir. Evet, evet Ali’nin bu aşktan haberinin olması mümkün görünmemektedir. Bu kuruntular içersinde koşuşturan Mustafa yaylaya ulaştığında hava iyiden iyiye kararmıştır. Çok misafirperver bir insan olan Ali, Mustafa’yı sıcak bir şekilde karşılayarak yayla barakasına buyur eder. Baraka dediğim ağaçtan yapılmış, megaron tipi(tek odalı) eğreti bir yapıdır.

Barakaya girerler. İçerde Ali’nin hanımı Urkiye, on beş yaşlarında oğlu Irmızan(Ramazan) ile tahta beşikte yatan dört beş aylık bir erkek bebekleri vardır. Onun adını üç aylara uygun düşer diye Şaban koymuştur babası. Bir erkek çocuk daha olursa sormaya gerek var mı? Recep olacak tabii.. Şaban bebeğin babası, iki amcası, üç halası ve Irmızan ağabeyi de bu beşikte büyümüşlerdir. Halil dedesinin ahşap oymacılık konusunda eli uz olup, tek parça ceviz ağacından oyduğu bu beşiği altı yılda meydana getirebilmiştir(Bu beşiğin bir benzeri halen Bursa İslam Eserleri Müzesi’nde bulunmaktadır) . Ali iki erkek çocuk babası, Urkiye Hanım da anası olmaktan dolayı oldukça kıvançlıdırlar. Hatta konu çocuktan açıldığında Ali, koyun keçi sürüsünün çoğaldığını, bakımlarının da güçleştiğini anlatarak, Allah nasip ederse on erkek çocuk sahibi olmayı düşündüklerini söyleyince, gülüşürler. Bu kısa söyleşilerden sonra akşam yemeği için sofraya otururlar. Sofrada tarhana çorbası, tirit ve yağ helvası vardır. Mustafa yağ helvasını pek beğendiği için biraz fazlaca kaçırır. Mustafa Urkiye Hanıma yağ helvasının çok lezzetli olduğunu söyleyerek teşekkür eder. Ali biraz böbürlenerek, “sen bir de kaçamak ve höşmerim yapsın da gör bak; parmaklarını yersin vallahi,” der.

Yemekten sonra bir taraftan demlenen çaylar içilirken, diğer taraftan sarılıp ateşlenen tütünlerin dumanında askerlik anılarını tazeleyerek aşklarını ve hasretlerini anlatırlar. Urkiye Hanım kangal köpeklerine yal(köpek yiyeceği) hazırlarken, ilgilenmiyormuş gibi davrandığı Ali ve Mustafa’nın konuşmalarını can kulağıyla dinlemektedir. Çünkü Mustafa ola ki bir densizlik eder de ağzından kendisini sevdiğini falan açıklarsa, hali nice olur? Gerçekte aralarında pek bir şey yaşanmamıştır ama olsun, yuvası yıkılır da insan içine çıkılmaz haller olur Allah korusun. Paylaşılan anılar o kadar içten ve güzeldir ki, saatin geç olduğunu fark edemezler. Hatta bir ara güzel devam eden söyleşi tartışmaya dönüşmüş ve Yörük Ali “Senin gibileri davar diye güderim ülen.” Avcı Mustafa “Hadi len! . Senin güttüğün hayvan kadar, benim kesmişliğim var, hırbo.”şeklinde sertleşmiştir.

Urkiye Hanımın fındık kabuğunu doldurmayan tartışmaların kötü sonuçlanacağı endişesi ile hayvanları yaymak için erken kalkılacağı uyarısı sonucu sohbet sonlandırılır. Aslında sabah erken kalkma işi için uyarıya gerek yoktur. Çünkü Ali ve karısının rutin işidir erken kalkmak. Ama iki arkadaşın sohbetinin de başka türlü biteceği yoktur. Mustafa kendisi için yere serilen yün döşeğe girer girmez uyur. Yediği yağ helvasının etkisinden olacak, gece boyunca kabuslar görmüş, canavarlarla boğuşmuştur.

Mustafa sabah olduğunda tarif edilemez bir karın ağrısıyla uyanır. Şöyle etrafına bakınır. Bebek dışında barakada kimsenin olmadığını fark eder. Ama karnı dayanılmaz bir şekilde acıyla burkulmaktadır. İshal olduğu düşüncesiyle tuvalet gereksinimini gidermek için ayağa kalkar. Dışarı çıkmak için tam barakanın kapısını açmıştır ki, ne görsün? İki kocaman kangal köpeği hırlayarak karşısında duruyor. Bir eli kapının kulpunda olduğu halde, dışarı doğru bir adım atınca köpekler üzerine hamle yaparlar. Mustafa hemen kapıyı kapatarak geri çekilir. Tekrar kapıyı açtığında köpeklerin beklediğini görünce dışarı çıkmaktan vazgeçer. Fakat çok acı çekmekte olup, bir çare bulmalıdır. Bir an yanı başında muhteşem tahta beşiğin içinde, elinin başparmağını yalancı meme yapıp soğurarak mışıl mışıl uyumakta olan Şaban bebeği fark eder. O anda aklına, içinde bulunduğu zor durumdan kurtulmak için çok şeytani bir fikir gelmiştir.

Bebeği beşikten alarak usulca yan tarafa koyar. Beşiğin içine çişini ederek, bebeği tekrar yerine koyar. Derin bir oh çeker. Rahatlamıştır. Mustafa, Mustafa olalı böyle sıkıntı çekmemiştir. Yatağına girer ve yorganı başına çeker.

Bir süre sonra Ali, Urkiye ve Irmızan barakaya dönerler. Ali hanımına, misafirin kalkabileceğini söyleyerek, kahvaltı hazırlamasını ister. Fakat barakanın içersinde iğrenç bir koku vardır. Bunu fark eden Urkiye Hanım bebeğin çişini ettiğini düşünerek, beşiğe yönelir. Bebeğin altını açar. Lakin bebeğin her zamankinden kat kat fazla çiş ettiğini görür. Gördüğü bu iğrenç manzara karşısında oldukça şaşkındır. Şaşkınlığı üzerinden atınca, Ali’ye kaşları çatık halde bakarak 'Ayının evladı! ..Yaşına bakmaz, koca adamlar gibi çiş edersin. Böyle çiş edeceğine, ayağa kalkıp da iş üretsene! .'diye bağırırken bir taraftan da bebeğin altını temizlemektedir. Mustafa ise hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi yorganın altından konuşulanları dinlemektedir.

Neden sonra kahvaltı hazırlanır. Mustafa da yataktan kalkar. Elini yüzünü yıkamak için dışarı çıkmak istediğini ama köpeklerden korktuğunu söyleyince, Irmızan’ın gözetiminde dışarı çıkarak ihtiyacını giderir. Kahvaltı için sofraya buyur edilir. Ali kahvaltıda bebeğin her zamankinden fazla çiş ettiğini anlatır. Önce çiş konusunda ağzını bıçak açmayan Mustafa; her şey için teşekkür ederek yayladan ayrılırken gülümseyerek, “üzüldüğünüz şeye de bakın hele. Adam olacak çocuk bokundan belli olur” der. Gülüşürler. Yörük Ali arkadaşı Mustafa’ya: “Sen meraklanma amcası. Benim aslan oğlum tez zamanda askere gider. Döner dönmez bir güzel düğün çalar, eveririz. Şu bizim dede yadigarı beşik daha ne aslanlar yetiştirir. Sonunda karşılandığı gibi sıcak bir şekilde uğurlanan Mustafa, seri adımlarla ormana doğru yürürken bir taraftan da şu türküyü mırıldanmaktadır.

RUKİYE TÜRKÜSÜ

Keles de dağlarında, kar parça parça.
Urkiye Hanım geliyor, el çırpa çırpa.
Benim de nazlı Urkiye'm daha çok körpe.
N’aptın Urkiyem n’aptın, ben görmeyeli?
Yanakların al al olmuş, ben öpmeyeli.

Keles’e gider iken buldum izini.
Bursa yollarında gördüm yüzünü.
Daha da çekemiyom senin nazını.
N’aptın Urkiye’m n’aptın ben görmeyeli?
Yanakların al al olmuş ben öpmeyeli.

Keles’e gider iken yol bulamadım.
Kendime münasip yar bulamadım.
Gönül eyleyecek yer bulamadım.
N’aptın Urkiyem n’aptın, ben görmeyeli?
Yanakların al al olmuş, ben öpmeyeli.
(Yerel Türkü)

Ahmet Zekai Yıldız
Kayıt Tarihi : 13.1.2007 10:31:00
Ahmet Zekai Yıldız