El, sahibi olduğu mülkü sayesinde takdir ve kader kavramlarıyla birlikte bizim üzerimize öğrenilmiş çaresizliği enjekte eder. Bununla kalmaz insanın emeğine, insan bilincine yabancılaşması üzerindeki kaybettirme korkusu olan rızk, nasip kavramıyla üzerimize-üzerimize gelir. Yani El sistemi hep bizim kaybetmemiz üzerine sarmalayışı inşa etmekle; adaleti de buna göre inşa eder. Şu halde El’in adaleti bize kaybetme korkularımızı öğrenmemizdir.
El, girdiği bu yolla; tüm kötülüklerin inşacısı olmasıyla birlikte hep kötülüklere maruz kalmamızdaki çaresizliğe hitap eder. Kendisini bizdeki bu kaybetme korkusu üzerine bina eder. İmgelerle de bunu kontrol eder. İmgeler somuttan soyuta ve soyuttan somuta doğru olmakla yerine göre bir kullanımdır.
El’e göre olur adalet kavramı bunlardan biridir. Oysa herkese göre olukla kaybetmeme olan adalette vardı. El’in ilahi döneme göre kaybettiren bir süreç olması nedenle El kendine “Ben El Adl’ım diyordu. Oysa ilahi dönem, kendisine; adil olup olmamayı söyleme gereği bile duymuyordu.
Çünkü ilah adaletsiz olur yansıma durumlarına izin vermiyordu. El adaletsiz durumlara izin verdiği için “adilim” deme gereği duyuyordu. Biz; nasip, rızk, kader, takdir diyen El süreçleri dağılımlı öğrenilmiş çaresizliğimize bakaraktan; “herkesin ortak kullanımlı emeğinin toplumsal güç üzerinde paylaşımlar yapmasına bakarak; herkese göre olur ihtiyacın temin edilir olduğu dönem duruma, adalet diyorduk.
O masal dağında ünleyen gazal
Güz ve hasret yüklü akşam bulutu
Güz ve güneş yüklü saman kağnısı
Babamdan duyduğum o mahzun gazel
Ahengiyle dalgalandığım harman