ACI ŞİİRLERİ

ACI ŞİİRLERİ

Murat Demir

Deli gönül ne durursun tatsana
Tatmadığın başka acı kaldıysa
İşte canım yuvarlayıp katsana
Katmadığın başka acı kaldıysa

Nasıl olsa her şey haktır bu cana
Bundan sonra ne derim ki ben sana
..

Devamını Oku
Kerem Yüce

Bir isim geçer aramızdan; orta boylarda gözleri bana benzeyen,seni bana sürükleyen,devamını bende yaşadığın bir isim geçer gözlerime baktığın gözlerinden ve gözlerinden bulaşır ruhuma,esir alır huzurumu,bir savaş patlar içimde; bir yanda gözlerinden ruhuma bulaşan o isim bir yanda ben.Soramam sana beni niçin böyle bir savaşa sürüklediğini,anlamam gerektiğinden 'neden' kelimesi düşmez dudaklarımdan.O isim seni esir alır,esirliğine doyamamışlığınla o isme beni teslim edersin.Yaşadığın acıyı kaldırıp kaldıramayacağımı,ne zaman yeter diyeceğimi beklersin,beni ona benzetmeye çalıştıkça,bendeki sana daha çok acı çektirir,teslim olmamı istersin.Ama bir isim geçer aramızdan; artık yarısı ben kokar yarısı o isim.Ortadan sınır çekilip iki parçaya bölünmüşlüğüm ve o sınır kapısından hergün sayısız geçişlerin,bazı gece o ismin esir aldığı yanımda,bazı gece yenemediğin korkularınla o kapıdan son anda bana gelişlerin.Gelmediğinde sabahların olmayışı,içim içimi yerken bana kalan topraklarda kendime lanetler okuyup ne o isim ne de kendim edişim.Acı çekmeni kabul edemeyişimle kendimi silerken daha fazla direnmeyip, o isme beyaz bayraklar sallayıp tüm ruhumu teslim etmeye karar verişim.
Gözlerime bakarken orta boylarda,gözleri bana benzeyen o isme teslim oluşumu anında anlarsın ve yaşlar boşalır gözlerinden.Senin çektiğin acı artar beni ona teslim edişinle,benimse sana teslim olmak isterken bir yabancıya benzemişliğimle kendime açtığım savaş...Artık bana baktığında o ismi görür içinde kalan tüm mağlubiyetlerin hırsını çıkarabilmek için bir savaşta sen açarsın.Üç savaşın ortasında çapraz ateş altında kalır savunmasız bedenim.Sevdiğim düşman,aramızdan geçen o isim düşman,ben düşman.Kendime sıktığım kurşunlar seninle o isimden yansır bana ve ona benzemişliğimle kazandığın zaferle çekip gidişin.Gidişinle o topraklardaki cesetler arasında oturup hıçkıra hıçkıra ağlamışlığım...Bir kız çıkar gelir boş kovanları toplamaya,benimle onun arasından ismin geçer,gözleri sana benzer,beni ona sürükler,devamını onda yaşamaya karar verdiğim adın geçer gözlerine baktığım gözlerimden ve bulaşırsın onun ruhuna.Esir alırım huzurunu ve onun da bir savaş patlar içinde.Soramaz bana onu niçin böyle bir savaşa sürüklediğimi,anlamak istediğinden neden kelimesi düşmez dudaklarından.O beni ruhunda açtığım savaşlara rağmen çok sever,bana teslim olmak isterken sana teslim edişime ses çıkarmaz.Acımı paylaşmak istemiştir,her savaşa girmeye hazırdır yanımda oysa ben o savaşta önce senin yanına geçer sonra ona ateş ederim.O da sevmişliğiyle benim yanıma geçip kendine ateş eder.Çapraz ateş altında savunmasız kalmışken bedeni,kendine düşman olmuşken en çok onu terk edip gitmeme üzülür.Çünkü aramızdan geçen orta boylarda,gözleri kendisine benzeyen ismi hissetmiştir ama o da benim gibi kendine kurşun sıkmayı göze alacak kadar çok sevmiştir.
..

Devamını Oku
İbrahim Pataz

Gene Türkiye’miz yasa büründü
Elimizde acı vardır yanarız.
Bayraklar acıdan yarıya indi
Halimizde acı vardır yanarız.

Büyük acı ile kara bağlarız
Çaresizce sinemizi dağlarız
..

Devamını Oku
Erdem Yılmaz

Gece yarısı esen rüzgarın serintisiyle
O da benim gibi bu gece bitap ve mahzun
Sislerin arkasındaki ayın huzmesiyle
Ama yine aklımdasın ne acı ne acı.

Bende bir can taşıyorum bu bedende
Nereye kadar çekecek omuzum bu yükü
..

Devamını Oku
Sedat Hünker

Mazide sevmiştim o gönül bağı
Bende yaşayandır en kara acı
O kara sevdanın mazisi çağı
Bende yaşayandır en kara acı

Sevdamın içinde doğan her anı
Tozpembe hayaller rüyalar tanı
..

Devamını Oku
Hüseyin Sönmez

Hava karardı,güneş batıyor,
Ruhuma sonsuz acı katıyor,
Sevdiğim insan neden kaçıyor?
Bu hayat bana acı veriyor.

Düşlerim artık mazide kaldı,
Vefasız bir yar acıya saldı,
..

Devamını Oku
Canpolat Kuzey

Günler geçmez sensiz gelmez saatler
Yarı yolda kaldı parlak vaatler
İstikbal yolunu geçmez saatler
Yetmez mi Allah’ım bu kadar acı
Talihsiz kulunun haline acı

Duramam sevgilim ben fazla sensiz
..

Devamını Oku
İbrahim Çiçek

Gece ansızın telefon çalsa
Acı haber varmış gibi korkarım
Bismillah bismillah diyerek kalkıp
Acı haber varmış gibi korkarım

Dal yaprak sallansa bile korkarım
Ürkek ürkek pencereden bakarım
..

Devamını Oku
Sedat Hünker

İyi amel iyi baş iyi haldir iyi hal hatasızlık çoğaltır
Kötü amel kötü baş kötü haldir kötü hal hatayı çoğaltır

Güzel amel güzel baş güzel haldir güzel hal dikkat arttırır
Çirkin amel çirkin baş çirkin haldir çirkin hal dikkatsizlik arttırır

Tatlı amel tatlı baş tatlı haldir tatlı hal aklı bollaştırır
..

Devamını Oku
Hıfzı Özbekmez

Uyku tutmuyor güzelim
Acı benim hallerime
Derdim bitmiyor güzelim
Acı benim hallerime

Artık uyur gezer oldum
Özlemle sarardım soldum
..

Devamını Oku
İsa Yazıcı

Sunuş özelliği ve
Kıvrakıl mizahı idi.
Açma işini yapan.
İç açıcı sözler.
İştah açıcı
Bir yemek.
Doğru açı,
..

Devamını Oku
İbrahim Kılınç

Yıllardan sonra o gün,hısım,eş,dost,akraba,
Acı bir haber ile,düşüp geldik yollara.
Kederi ve hasreti,bir arada yaşadık,
Acı bir haber ile,düşüp geldik yollara.

Nice yeni fidanı,kendinden budamıştı,
O kendi davasına,çok bedel ödemişti,
..

Devamını Oku
Yusuf Önder Bahçeci

Seven kâlbin acı çeker,
Ters dönmüştür gayri teker,
Zehir olur balla şeker,
Seven kâlbin acı çeker.

Eller girer araya,
Tuz basarlar yaraya,
..

Devamını Oku
Abdurrahman Saylan

Merhaba; içimde adını koyup söylemeye cesaretimin olmadığı geçmişimin keşkesi,geleceğimin endişesi merhaba; ... Hayalin bu kadar acı iken bu satırları döktüğüm gerçeğin ne denli acı bilemiyorum.Bana göre vurduğun vurdun ölmedim sana göre kaçtın kaçtın ben koştum nefes alamamak uğruna.Küçük kalbim dayanmazdı belki sana göre bu kaçışlara,ama güçlüyüm ben büyüdüm kalbim büyüdü ardın sıra..Saçma geliyor belki bu satırlar sana okumak istemiyorsun belkide çok sıradan sana göre ama her kesin gerçekleri gerekçeleri kendine... Ve sen GERÇEĞİMSİN.Acemi bir katilsin bana göre.Ne öldürmeyi beceriyorsun nede yaşatmayı...Yaralı yaralı bırakıyorsun.Arada kontrole geliyosun...Acaba Öldümü Diye...! Ben Ölmedim Ey sevgili Hala Bıraktığın Yerdeyim...
..

Devamını Oku
Yunus Isikoglu

Aıbiber kurdunun
Yaşadığı acıyla
Senin yaşadığın acı
Bir birine benzermi ki
İkisi de aci içinde ama
Belki de
Acibiber kurdu
..

Devamını Oku
Nizamettin Özel

Yabancısı değilim acının,
Çocukluğumdan beri.
Suskunluğum acının tesirindendir,
Çoğu zaman.
Üzüntüm ve sıkıntım
O kadar büyük ki son günlerde,
Anlatamam.
..

Devamını Oku
Lautréamont

... Mario ve ben kumsal boyunca ilerliyorduk. Uzayın çeperlerini yarıyor ve kıyının çakılları üzerinde kıvılcımlar saçıyordu boyunları gergin atlarımız. Harmanilerimizde şişiyor ve ikiz başlarımızın saçlarını geriye savurtuyordu yüzümüzü döven karayel. Çığlıkları ve kanat vuruşlarıyla bize fırtınanın yaklaştığını boş yere haber vermeye çalışıyor ve haykırıyordu martı; “ böyle delice dört nala nereye gidiyor bunlar? ”. Hiçbir şey konuşmuyorduk; düşler içinde bu çılgın koşunun kanatlarına bırakmıştık kendimizi; Albatros gibi hızla geçtiğimizi gören önünden akıp giden, her zaman birlikte oldukları için o zamanlar kendilerine takılmış olan adlarıyla o “iki gizemli kardeş” i gördüğünü zanneden balıkçı çabucak haç çıkarmaya çabalayarak, derin bir kayanın altına saklanıyordu inmelenmiş köpeğiyle birlikte. Korkunç bir savaş, zıpkının iki düşman ülkenin göğsüne saplamakla tehdit ettiği ya da kolera sapanıyla, bütün kentlerin üzerine çürüme ve ölüm fırlatmaya hazırlandığı sırada, yeryüzünde, bulutların arasında, büyük felaket dönemlerinde ortaya çıkan bu iki insan hakkında garip şeyler anlatıldığını duymuştu kıyı sakinleri. Kasırgalar çıktığında, kum yığınları ve kör kıyılar üzerinde geniş kara kanatlarını yayan bu iki hayaletin, büyük doğa değişimleri sırasında, benzersizliği ve görkemi kuşakların bitimsiz zincirinin şaşkınlığına yol açan ölümsüz bir dostlukla birleşmiş durumda, yüceliklerini sergileyen kara ve deniz cinleri olduklarını doğrulayıp, ciddi bir tavır takınarak kaşlarını çatıyordu en yaşlı enkaz yağmacıları. İki And akbabası gibi yanyana uçan bu iki hayaletin, güneşe komşu hava katmanları arasında özekdeş çemberler çizerek süzülmeyi sevdikleri; bu yörelerde ışığın en saf özellikleriyle beslendikleri ama kentlerin ortasında, gizlice, kin ve kıskançlık hançerleriyle birbirlerini kalleşçe öldürmedikleri zamanlarda, savaşın kükrediği alanlarda birbirlerini kılıçtan geçiren ve kendileri gibi yaşam dolu ama canlılar sıralamasında kendilerinden birkaç basamak aşağıda bulunan varlıklarla beslenen acımasız halkaların yaşadığı insanlı kürenin kendinden geçmişçesine dönüp durduğu o ürkütücü yörüngeye doğru dikey uçuşlarının yönünü çevirmeye kolay kolay karar vermedikleri söyleniyordu. Ya da, vahiylerin ayetleriyle, insanları pişmanlığa yönlendirmek amacıyla, uzaklığı yüzünden küçük bir top gibi görünen belli belirsiz bir gezegenin, kendi iğrenç yüzeyinden yükselen yoğun bir cimrilik, gurur ve sırıtma gazlarının ortasında devindiği yıldızsal bölgelere doğru büyük kulaçlarla yüzmek kararını aldıkları zaman, anlaşılmamış ve rezil olmuş iyi yürekliliklerine acı acı dövünmek fırsatlarını kaçırmıyorlar ve özeksel yer altı teknelerinde fokurdayan o sönmeyen ateşi korumak için yanardağların dibine, ya da insan p.çlerine oranla kendilerine birer iyilik örnekleri gibi gelen en acımasız uçurum canavarlarına ilişkin düş kırıklığına uğramış görüşlerini dinlendirmek için deniz dibine dinlenmeye gidiyorlardı. Uygun karanlığıyla gece inince, kızıl somaki doruklu yanardağ ağızlarından, deniz dibi akıntılarından yukarılara yükseliyorlar ve insan papağanlarının munkabız dübürünün ıkınıp durduğu taşlı oturağı çok gerilerinde bırakarak, iğrenç gezegenin boşlukta asılı karaltısı gözden yitinceye dek uzaklaşıyorlardı. O zaman, acılarını paylaşan yıldızların ortasında, Tanrı’ nın gözü önünde, başarısızlığa uğrayan girişimlerine üzülen toprak meleği ile deniz meleği ağlayarak birbirlerine sarılıyorlardı! .. Isınmak isteyen gece rüzgarı saz kulübenin çevresinde ıslıklarını duyurur, ve ölü dalgaların getirdiği deniz kabuğu parçalarıyla temeli kuşatılmış bu dayanıksız duvarları bütün güzüyle sarsarken, gece toplantılarında, kapı ve pencereleri kapalı odaların ocakbaşlarında kıyı balıkçılarının fısıltıyla anlattıkları o anlatılmaz ve boş inanç ürünü söylentileri elbette biliyordu Mario ve onun yanında dörtnala at koşturan kişi. Konuşmuyorduk. Birbirini seven yürekler ne söyleyebilir birbirine? Hiç. Ama herşeyi dile getiriyordu sözlerimiz. Ben ona harmanisine daha iyi sarınmasın söylüyordum; o, atımın kendi atından çok fazla uzaklaşmış olduğuna dikkatimi çekiyordu.; Birimiz ötekinin hayatına kendisininki kadar ilgi duyuyordu; Gülmüyorduk. O bana gülümsemeye çalışıyor ama ben ölümlülerin zekalarının büyük bunalımlarının yönünü uygunsuz bir gözle değiştiren sfenkslerle sürekli olarak ilgilenen düşüncenin oyduğu korkunç izlerin yükünü taşıyan yüzünü görüyordum. Girişimlerinin işe yaramadığını görerek bakışlarını başka yöne çeviriyor, dünyasal gemini öfkenin ağzıyla ısırıyor, ve biz yaklaştıkça uzaklaşan ufka bakıyor. Bana gelince, bir ece gibi, zevklerin saraylarında ilerlemekten başka bir şey istemeyen parlak gençliğini ona anımsatmaya çalışıyordum. Ama, o, sözlerimin bir deri bir kemik ağzımdan güçlükle çıktığını, ve benim gençlik yıllarımın, şölen sofralarında ve altın balkımalarıyla, hayal kırıklığının acı zevkleriyle, yaşlılığın iç bulandırıcı kırışıklıklarıyla, yalnızlığın ürküntüleriyle ve acını yalımlarıyla satın alınmış solgun aşk rahibesinin uykuya daldığı atlas yataklarda dolaşan umarsız bir düş gibi hüzünlü ve duygusuz geçtiğini fark ediyor. Girişimlerin işe yaramadığını görerek, onu mutlu edemeyişime şaşırmıyordum; işkence aletlerini kuşanmış olarak, korkunçluğun göz kamaştırıcı aylası içinde görünüyor bana Kadiri Mutlak; gözlerimi çeviriyorum ve biz yaklaştıkça uzaklaşan ufka bakıyorum... Kıyı boyunca dört nala gidiyor atlarımız, sanki insan gözünden kaçar gibi... Benden daha genç Mario; havanın nemi ve köpürerek bize ulaşan tuzlu su, soğuğun dokunuşlarını getiriyor dudaklarımıza. “dikkat et! dikkat et! ” diyorum ona, “kapat dudaklarını, birbirine sıkı sıkı yapıştır; teninde yakıcı yaralar açan çatlağın sivri cırnaklarını görmüyor musun? ” Gözlerini alnıma dikip dilini oynatarak yanıtlıyor beni; “ evet görüyorum onları., yeşil cırnakları; ama onları uzaklaştırmak için ağzımın doğal durumunu bozmayacağım. Bak bakalım, yalan söylüyor muyum? Mademki sadece Tanrı’nın iradesi böyle, uyacağım ona. En iyisi onun iradesinin gerçekleşmesi.” Ve ben haykırdım; “ hayranlık duyuyorum bu soylu öç alışa.” Saçlarımı yolmak istedim; ama o ban engel oldu sert bir bakışla ve ona saygıyla boyun eğdim. Geç olmuştu, ve kayanın girintilerine oyulmuş yuvasına dönüyordu kartal. Bana dedi ki; Harmanimi sana vereyim. Soğuktan korunman için; benim gereksinimim yok ona.” Onu yanıtladım; “ Vay haline, söylediğini yapacak olursan. Benim yerime bir başkasının acı çekmesini istemem, özelliklede senin.” Yanıtlamadı, haklıydım çünkü, ; ama ben, sözlerimin çok ağır kaçan vurgusu nedeniyle avutmaya çalıştım onu... Kıyı boyunca dört nala gidiyor atlarımız, sanki insan gözünden kaçarmış gibi... Başımı kaldırdım, kocaman bir dalganın kaldırdığı bir gemi pruvası gibi, ve ona dedim; “Ağlıyor musun? Sana soruyorum KARLARIN VE SİSLERİN KRALI. Gözyaşı görmüyorum kaktüs çiçeği gibi güzel yüzünde, ve gözkapakların kuru, tıpkı sel yatağı gibi; ama gözlerinin gerisinde, boynunu kocaman bir akrebin ısırdığı saflığının içinde kaynadığı kan gibi bir tekne görür gibi oluyorum. Kazanı ısıtan ateşin üzerine çullanıyor azgın bir rüzgar, ve onun karanlık yalımlarını senin kutsal gözçukurundan dışarı yayıyor. Pembeleşmiş alnına yaklaştırdım saçlarımı ve bir yanık kokusu duydum, yanmışlardı çünkü. Kapat gözlerini; çünkü, volkanın lavları gibi yanan yüzün kül benzeri dökülecek avucuma yoksa.” Ve, o, elinde tuttuğu dizginleri umursamadan bana dönüyor, ve zambak gözkapaklarını denizin gelgitleri gibi ağır ağır indirip kaldırarak acımayla bakıyordu bana. Gözüpek sorumu yanıtlamak istedi ve şöyle konuştu; “Kaygılanma benim için. Tıpkı ırmaklarının buharlarının tepenin yamaçlarından tırmanması ve doruğa varınca da bulutlar oluşturarak havaya yükselmesi gibi, haklı bir nedene dayanmaksızın ağır ağır çoğalan benimle ilgili kaygıların imgeleminin üzerinde kederli bir serabın yanıltıcı bir varlığını oluşturuyor. Kafatasımın kızgın bir kömür başlığının içine sıkıştığı izlenimini duyumsuyorsam da, inan ki gözlerimde ateş yok. Bence, başımızın üzerinden geçen rüzgarın iniltilerinden başka bir şey olmayan şu çok zayıf ve belirsiz çığlıklardan başka bir şey duymadığıma göre, teknede nasıl kaynasın saflığımın bedeni? Bir sivri kıskaçlı akrebin parçalanmış gözevimde yurtlanması olanaksız bir şey; bence bunlar, göz sinirlerimi ezen güçlü kıskaçlar. Ne var ki, tekneyi dolduran kanın, son gece uyurken, görünmez bir celladın akıttığı kanım olduğunu düşünüyorum ben de senin gibi. Uzun süre bekledim seni, OKYANUSUN SEVGİLİ OĞLU; ve evimden içeri giren Kimse’yle gereksiz bir boğuşmaya girişti uyuşuk kollarım... Evet, ruhumun vücudumun sürgüsüyle kilitlenmiş olduğun, ve insan denizinin dövdüğü kıyılardan uzaklara kaçmak ve sonsuz mutluluğun yarıkları ve uçurumları arasında insan dağ keçilerini ara vermeksizin kovalayan mutsuzlukların solgun sürüsünün görünümüne daha fazla tanık olmamak için serbest kalamayacağını duyumsuyorum. Ama, yakınmıyorum. Yaşamı bir yara gibi karşıladım, ve intiharın yarayı iyileştirmesini yasakladım. İsterim ki, sonsuzluğun her anında bu açık çatlağı görsün yaratıcı. Ona verdiğim cezadır bu. Tunç ayaklarının hızını azalttı atlarımız; bir yabandomuzu sürüsünün baskınına uğrayan bir avcı gibi titriyor bacakları. Söylediklerimizi dinlemeye kalkışmamaları gerek. Dikkatlerini yoğunlaştıra yoğunlaştıra zekaları gelişebilir ve belki o zaman anlayabilirler bizi. Vay hallerine; çünkü daha çok acı çekerler! Gerçekten, insanlığın süt domuzlarını düşün yalnızca: Kendilerini evrenin öteki yaratıklarından ayıran zeka düzeyi, sayısız acıların çaresiz bedeline karşılık olarak verilmiş gibi değil mi onlara? Benim gibi yap, gümüş mahmuzların gömülsün atının böğürlerine...” Kıyı boyunca dört nala gidiyor atlarımız, sanki insan gözünden kaçarmış gibi.
..

Devamını Oku
Yusuf Askguluyakar

Bir bankta oturmuş yalnız ve sensiz geçen şu kısacık zamanda kelimeler kifayetsiz kalıyor. Askımın hasretiyle yanan kalbim bir volkan gibi patlamaya hazır bir bomba gibi duygularım dışarı vurdu o gece Benim hayatımda keşke senin doğduğun tarihte doğduğun anda doğduğun yerde olmazsını ne kadar arzu ettiğimi bir ben birde kocaman Marmara bilir.sensizlik sadece acı senle olmakta acı olsa da o kadarda mutlu ediyor beni seni gönül bahçemin kraliçesi seçtim kalbim senin her şeyiminsin benim...
..

Devamını Oku
Ali Aydogan

Bir Asi yuregim şimdi sazım telinde ve gece karanlıgında bir adım gözyası kaybolmus umutlarımın aciz arayısıydı belkide içimde bilmedigim bir buruk hüzün yagmurlar yagıyordu avcuma usul susl caresice dolastıgım sokakların taslarına yazdım adını ve bagıra bagıra yazdım içime süzülen bir parca ay ısıgı ısıtırdı sanki donuk kalmıs gülüşlerimi adımlarım kaldı bir sokak basında kırılmıs bir yuregin kanadıgı yerde donup kaldım sıtımı yasladım duvara elim düştü inatla cigaraya caresizim sensizim kaybolmusum kendi kendime koca sehirde yanlızım bulunmazlardayım yuregim param parca bir kırık camlar ardınan gelen bir acı turkü kulaklarımı oksuyor sanki dura kaldım dinledim kendimi gördüm sanki sazın acı telinde can tıkanır oldu kaldım sensiz bir gece vakti
..

Devamını Oku
Mikdat Bal

Her türlü cileye göğsümü gerdim
Ayrılıktan acı keder görmedim
Gam kasavet keder sayılmaz derdim
Ayrılıktan acı keder görmedim

Sevdiklerim öldü hep teker teker
Sabreden buna da boynunu büker
..

Devamını Oku