Göğsündeki ihanet yaftası ile
Boynundaki ipe soruldumu Deniz'ler
Ardınızdaki güçler katlederken onu
Rahatladınızmı...? duruldumu denizler.
Dudaklar alkollü,kafalar karışık
Nefretle bitti bu iş mi dediniz
Kalplerinde aşk işaretiyle doğar kimileri... Yeryüzüne gönül indiremez onlar... Hayatı ve insanları anlarlar,hayata ve insanlara merhamet duyarlar,ama hayatın ve onun içindeki insanların yaşadıkları gibi yaşamazlar.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Devamını Oku
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
DENİZLER DURULMAZ DALGALANMADAN...
Atatürk genci Deniz
Mustafa Kemal’in resimleri insanların evlerini süslemeye başladığında, daha Kurtuluş Savaşımız başlamamıştı. Ama Çanakkale Kahramanı bu genç subay, milletin gözünde bir umut olmuştu...
Kurtuluş Savaşı başladığında da Mustafa Kemal’in tek bir güvencesi vardı; rütbesi, görevi değil, vatanı için gösterdiği bu kahramanlık.
Aynı kahramanlık Kurtuluş Savaşı’nı kazandıktan sonra Mustafa Kemal resimleri artık ülke sınırlarını aşmıştı çünkü O artık Çanakkale Kahramanı değil, Doğu’nun kahramanıydı...
1923 sonrası Asya şafağını Mustafa Kemal resmi aydınlatıyordu.
1950’ler geçerken bu resim Ortadoğu’ya Kuzey Afrika’ya yayıldı.
Artık her Ulusal Kurtuluşçunun cebindeydi resmi...
Mustafa Kemal’i tüm Doğu’da bu kadar benimseten kahramanlık, O’nun emperyalizme karşı savaşçılığıydı. Çanakkale bunun göstergesiydi, koskoca İngiliz Donanması ilk defa burada yeniliyordu ve Kurtuluş Savaşı’nda bu defa İngilizi, Fransızı, İtalyanı ile yedi düvel boyun eğiyordu bu adama.
Emperyalizme kafa tutan değil aynı zamanda emperyalizmi yenen adamdı Mustafa Kemal.
...............
Ve Deniz !
Tarihler 27 Haziran 1968’i saat sabah 8.20’yi gösterirken İstanbul Üniversitesi’nde ilk işgal sonra işgali sona erdiren öğrenciler rektörlük binasını rektöre teslim ederken rektör Prof. Dr. Şerif Egeli’ye de makam odasını teslim ettiler.
Odada ufak bir değişiklik vardı, rektörün masasının arkasına bir Atatürk portresi asılmıştı ve üzerine de bir not düşülmüştü:
“Üniversite Boykot Savunma Komitesinin Rektörlüğe hediyesidir.”
Herhalde 68 kuşağının ne istediğini, ne için yola çıktığını bundan güzel anlatacak bir olay yoktu: 68, duvardan indirilen Mustafa Kemal resmini asma eylemiydi.
Aynı rektör bundan 15 gün önce işgal başlarken karşısında Devrimci Gençleri bulur, başlarında Deniz Gezmiş vardır.Deniz’in tek bir eylemi vardır: Her dönem Amerikan baskısına karşı ülke içindeki işbirlikçileriyle mücadele etmek.
Yani Mustafa Kemal yolunun takipçisidir.
Atatürk ve Deniz. Ellerin yorulmasın kaleminden öpüyorum !
Bu şiir ile ilgili 2 tane yorum bulunmakta