Bundan sonraki gecede yılancık rüyasında onu, şahmaranı gördü. Şahmaran güneşin yetmiş yedi rengiyle örülü kadife derisi, gözünde yılanın gördüğü ve göremediği bütün alemlerin parçalarından oluşan bakışıyla, envai çeşit beyazdan ışıklar içindeydi. Şahmaran o rüyanın en lezzetli deminde yılancığa şunu dedi: “Yaklaş, ona boyun eğme”
Yılancık uyandığında ulu yılanın kendisine bir süt çanağı uzattığını gördü. Ulu yılan tebessümle diyordu ki
“Aklını başına devşir
Bu nazlı ceylanınkidir
Südün hası değildir bu
Düş yola belki bulursun.”
O şevkle kurak ormanın ortasındaki mülevves su birikintisine vardı. Sudur bu ya, onca hayvan; ceylanı, turnası, sincabı, devesi, ineği günde birkaç kez başına doluşuptur. Doluşmayanı da o ifridin kıçını yalayan kertenkele teshir edip getirir gelir. Ki o zalimler zalimi, adiler adisi, ormanın üstüne kara bulutlar gibi çöken o belalar belası timsah ifridi sudan zebellah gibi çıkıp bu gariplerin kanını içsin, güzelim cesetlerini de kertenkelelere versin diye.
Yılancık suyun başına vardıkta içtiği sütten açılan ışıklı gözleriyle zamanın acıklı kahbeliğini anladı. Önünde çetrefilleşen yolları da gördü. Ya kendisine akça südünü sunanları timsahın elinden kurtaracak ya da şahmarana dair bin bir türlü kof hikayeyi uydurarak garipleri suyun başına çeken ve de timsaha yem eden kancık bir kertenkeleye dönüşecekti. Ha bir de her şeye boş vermiş, sıkışınca elini eteğini topraktan çekiveren bir divane kaplumbağa da olabilirdi istese. Ama şahmaranın alemnüma gözlerini ve ulu düşüncesiyle deyiverdiğini hatırladı:
“Ona boyun eğme, yaklaş”
Yılandır bu. Merttir azimlidir, nice cahil olsa dahi şimdilik.
Ve timsahı yenecekti. Belki bu şahmarana erme yolunda bir çok tuzak ve engel demekti. Ama azmetmişti bir kere, onu öldürecekti; zira içtiği süde ihanet edemezdi. Şimdi güzel vasıflarından birini kazanmıştı işte: Vefa
Bu maksatla önce akıllılar akıllısı turnaya gitti. Turna ona timsahın bir yumuşak karnı olduğunu, onun da nice umulmadık bir noktasında olduğunu anlatıverdi. “Ancak” dedi turna “onu o yana çevirecek bir tek şahıs var, o da hoş hareketli sincaptır. Timsah pek eğlenir sincabın elinden. Safdil sincap belki onu eğlendirdiğinin farkında değil, ama sincabı kandırırsak o cilvesi, sefahatiyle timsahın karnını döndürüverir.”
Sincaba vardılar. Gönlü zengin sincap yılanın ormanın derininden çıkardığı bir yerfıstığına ve turnanın en ulu ceviz ağacının tepesinden getirdiği tatlı cevize kanıverdi günahsız. “Olur, olur” dedi “a benim güzellerim olur”.
“Ama” dedi yılancık “timsah döndüğü vakit ona öldürücü vuruşu kim yapacak? Ben desem, ne dişlerim o kadar uzun ne kuvvetli ağum ona tesir eder”. Turna da “Benim gagam az biraz uzun fakat onun mezbelelik derisini delecek kadar sert değil”.
“Ne edelim, nasıl yapalım diyerek suya doğru yöneldiklerinde; üçü de ay karanlığa açılmış bir yaz gecesi kadar siyah, güzel, kanatsız bir atın suyun başında onları beklediğini fark etti. Atın alnında sedef kadar sert inci kadar beyaz bir uzun boynuz vardı. Onlarla hal diliyle konuştuğunda, işin aslını, sanıldığı gibi olmadığını kavrayıverdiler.
Ve yılancık ile turna gizlendikleri bir meşe kovuğundan sincaba cesaret verende, sincap bin bir tedbir ve işve içinde timsahı döndürende, inci boynuz yumuşak timsah karnına giriverdi. Timsahın yarasından kanı yerine kurşuni bir duman aktı. Bu dumanda da hem kendisi hem de bütün kancık kertenkeleler yok oldu gitti.
O an meşe kovuğuna uzanan, topraktan tok bir kadeh ve içindeki ballı şaraplı süttü. Yılancık sütü içiverince verenin bir su aksinde gördüğü kendi çehresiyle aynı güzel çehreye sahip olduğunu görecek ve şunu diyecekti:
“Sıddık ya Şahmaran! ”
Düşünmeyi sürdürüp şunu söyleyiverecekti bir de merakla:
“Acaba sütü sunan da alan da belki sütün kendisi de bir türlü göremediğim görüp de aşılayamadığım güzeller güzeli ‘İnsanoğlu’ muydu? Belki de…”
Kayıt Tarihi : 9.3.2008 15:01:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!