BU VATAN KİMİN
İBRAHİM ŞAHİN
2020
BU VATAN KİMİN
YAZAR:
İBRAHİM ŞAHİN
KAPAK:
ISBN: ………………..
Birinci Basım: 2020
Basım ve Yayın evi:
Numune olarak dijital ortamda 2 adet oluşturulmuştur
Bu kitabın hakları İbrahim Şahin’e aittir. Tüm hakları saklıdır. Kaynak gösterilmeden kitaptan alıntı yapılamaz; Yazar Adı’un yazılı izni olmadan radyo ve televizyona uyarlanamaz; oyun, film, elektronik kitap, CD ya da manyetik bant haline getirilemez; fotokopi ya da herhangi bir yöntemle çoğaltılamaz, yayınlanamaz ve dağıtılamaz.
İÇİNDEKİLER
1- Fıttırık
2- BU VATAN KİMİN
3- BENİM ADIM BARIŞ
4- UMUT IŞIĞI
5- İSTİKLAL MARŞI BÖYLE YAZILDI
6- BÜYÜK FİKİRLER KÜÇÜK BEDENLERDEN ÇIKAR
FITTIRIK
ŞAHIŞLAR:
1- Yalnız BEY (Orta yaş üstü, etiket düşkünü, yalnız yaşayan biri)
2- Mazbut- Konağın bekçisi (Orta yaş, hazırcevap)
3- Aşçı Kadın (Orta yaş, görevi ile yetinen biri)
4- Doktor (Genç, sözünü esirgemeyen biri)
DEKOR:
Bahçe: çiçeklerle donatılı, meyve bahçeli.
Oda: Plaket, kupalarla dolu.
KORO:
‘’ Doktor çare bulmaz derdimize, o da biraz birazcık üşütük!’’
ÜŞÜTÜK
Aşağıdakiler, ortadakiler
En üst katlardaki mutlu sakinler
Ben sen, onlar bunlar, şunlar ve bizler
Biraz, birazcık; azıcık üşütük
İçerde dışarıda, işte güçte
Sevdada kavgada, uykuda düşte
Ben sen, onlar bunlar, şunlar ve bizler
Biraz, birazcık; azıcık üşütük
Dergâhta, bargâhta, hakta, mecliste
Allah Allah! Tekme yumruk dalışta
Birbirimize el else çekimde
Biraz, birazcık; azıcık üşütük
Tüy bitmemiş yetim hakkı yeyişte
Ordan buradan çal çırp köşe dönüşte
Sorana külliyen yalan deyişte
Biraz, birazcık; azıcık üşütük
Gör, duy, sor, düşün; birazcık üşütük
Bir kerecik, azcık, azcık üşütük
Ben sen, onlar bunlar, şunlar ve bizler
Biraz, birazcık; azıcık üşütük
(Yalnız Bey aşçısını çağırır)
Yalnız Bey:
- Sen kahvaltıyı hazırla, ben bahçeyi dolaşıp bir temiz hava alıp geleyim. Kahvaltıda bıldırcın yumurtası istiyorum.
Aşçı:
- Tamam efendim, siz nasıl emrederseniz.
(Yalnız Bey, bahçeyi dolaşır, sinirli bir biçimde sahneye girer. Sahneye girdiği an aşçısı koşarak gelir)
Aşçı: Efendim bıldırcın yumurtalarının hepsi alınmış.
Yalnız Bey:
- Konağın sahibi miyim yoksa bekçisi mi belli değil. Erikler yolunuyor, ben görüyorum, ben topluyorum. Güller yolunuyor ben görüyorum. Bıldırcının yumurtası çalınıyor, ben görüyorum. Bıldırcın boğazlanıyor ben görüyorum. Güya konağın bekçisi var, her ay tıkır tıkır maaşını alıyor, bir lira eksik alsa kıyameti koparıyor. Şimdi ben ona sorarım kıyamet nasıl kopartılıyor. (Avazı çıktığınca bağırır.) Mazbut, Mazbuuut!
Mazbut gelir, selamını verir. Hazır olda:
- Emredin efendim!
Yalnız Bey:
- Erikler yolunmuş, bütün dalları kırılmış, görmedin mi?
Bekçi:
- Gördüm efendim, kırılan dalları tek tek topladım. Topladığım dalları da kurutup yaksın diye Süliman Amcaya verdim.
Yalnız Bey:
- Bu nasıl görmek, dallar kırılmadan göreceksin.
Bekçi:
- Gördüm efendim, dün dallar kırık değildi.
Yalnız Bey:
- Dalları kırık, kırık değil görmeyeceksin, dalları kıranı göreceksin.
Bekçi:
- Dalları kıranı görmedim efendim.
Yalnız Bey:
- Güller kopartılmış, onu kopartanı da görmedim deme sakın.
Bekçi:
- Demeyeceğim efendim.
Yalnız Bey:
- Güzel, demek ki gördün gülleri kopartanı.
Bekçi:
- Gördüm efendim.
Yalnız Bey:
- Bir de gördüm diyor, olmadı bir de yardım etseydin.
Bekçi:
- Ettim Efendim.
Yalnız Bey:
- Çıldıracağım! Kimdi kopartan, nasıl yardım ettin, söyle deli etme beni!
Bekçi:
- Gülleri kopartan bendim efendim.
Yalnız Bey:
- Nee, sendin haa, söyle gülleri niye koparttın!
Bekçi:
- Söylüyüm efendim.
Yalnız Bey:
- Söyle diyorum sana, söyleee!
Bekçi:
- Efendim, yoldan yeni evli bir çift geçerken ilk defa böyle bir bahçe gördüklerini söyledi. Çiçeklerin kokusuna bayıldıklarını söylediler. Bende koklamaları için bir demet koparttım kendilerine takdim ettim.
Yalnız Bey:
- Ben sana takdim etmeyeceğim hatta keseceğim, maaşından keseceğim.
Bekçi:
- Kesersiniz efendim, isterseniz kesik kesik verin ben onları yapıştırıp bakkal çakkal birine yuttururum.
Yalnız Bey:
- Kes karşılık vermeyi.
Bekçi:
- Kestim efendim. Kesmesem maazallah kellemi kesersiniz.
Yalnız Bey:
- Bıldırcın yumurtalarına ne diyeceksin onu merak ettim.
Bekçi:
- Yımırta mı? Arka sokaktaki kadının gelişme engelli bir çocuğu varmış, doktor bıldırcın yımırtası yemesini söylemiş, zavallının yımırta alacak parası yok. Yımırtaların hepsini topladım ona verdim.
Yalnız Bey:
- Her parası olamayanı ben mi düşüneceğim. Biri de gelip oturacak evim yok dese bu koskoca konağı mı vereceğim.
Bekçi:
- Öyle deme efendim, zengin parası garibin duası.
Yalnız Bey:
- Sus bir de akıl vermeye kalkma. Çık bahçe kapında bekle. Doktorum gelecek bekletmeden odama getir.
(Kapı Çalınır.)
Yalnız Bey:
- Ne var?
Bekçi:
- Doktunuz geldi efendim.
Yalnız Bey:
- Bekletme al içeri.
(Doktor içeri girer selamını verir.)
Doktor:
- Sizi iyi gördüm efendim.
Yalnız Bey:
- İyi değilim Doktor.
Doktor:
- Önce bir muayene edelim, anlarız sebebini. (Nabzını ölçer.) Nabız atışı gayet iyi. (Kalp atışını dinler) Kalp atışı gayet iyi. (vücut ısını ölçer) vücut ısınız da iyi.
- Kalp atışını dinler) Kalp atışı gayet iyi. (vücut ısını ölçer) vücut ısınız da iyi. Şikâyetiniz nedir?
Yalnız Bey:
- Gündüz bir dakika yerimde duramıyorum hep sinir hep sinir. Gece uyku uyuyamıyorum.
Doktor:
- Sebep?
Yalnız Bey:
- Doktor ben çevreci biriyim. Tema Vakfı tarafından yüzlerce ödül aldım. Bu konağın bahçesinde bitkinin her türlüsü, meyvenin her çeşidi, evcil, yabani hayvanın her türü var. Bütün bunları huzur için yapıyorum gelin görün ki huzur yok. Bir bakıyorsunuz eriğin dalı kırılmış, bir bakıyorsunuz gül dalından kopartılmış, kümesten yumurta çalınmış. Bir keresinde kümesten tavuk çalan birine silahla ateş ettim, komşuları akıl vermiş davacı oldular. Yasalarımız yasa değil, neymiş efendim silahla sadece yatak odasında ateş edilirmiş. İşe bak, işe! Benim bildiğim yatak odasında ateşli silah kullanılmaz. Neyse lafı uzatmayalım altı ay hapis geldi. Para cezasına çevirdim, para bir şey değil, sinir yapıyor.Sininir sinir derken dellenmenin son kertesindeyim anlayacağınız.
(Doktor konuyu değiştirme adına plaketleri sorar.)
- Bu kadar plaket neyin nesi?
Yalnız Bey:
- ‘’ Doktor Bey, bu plâketi Bana, Bana Neciler Derneği verdi. Hükümet yeni bir yasa çıkartmış. ‘’Sevgililere Bakışma Vergisi Düzenleme Yasası’’ Kahvede önüne gelen atıp tutuyor. Ben, bana ne dedim. Dernek bu plâketi verdi. Bu kupa Sana Neciler Derneği’nden, Hükümet Yabancı Uyruklulara Mülk Edindirme Yasası çıkartmış yine kahvede önüne gelen atıp tutuyor. Ben önüme gelene sana ne, parası olan alır dedim. Hükümetin kulağına gitmiş, hemen Sana Neciler Derneği’ni harekete geçirmiş. Şu görmüş olduğun karpuz küre, Denize Karpuz Kabuğu Düşürenler Derneği tarafından verildi. Türkiye’de daha karpuz fideleri yeni dikilirken ben özel uçakla Madagaskar’dan karpuz getirdim, malum bizim basın böyle haberleri manşetten verir. Bu kupayı leylekleri Çiftleştirme Derneğinden aldım. Şu karşıda gördüğün ağaç leyleklerin çiftleşebileceği en doğal ortam olarak seçildi. Şu kupa Tekere Çomak Sokanlar Derneği’nden, Bu plâket Suyu Yokuşa Akıtanlar Derneği’nden, 0 plâket Yosunları Yaşatma Derneği’nden, Bu İlahi Taktir Cemiyeti’nden,
Doktor:
- Bu?
Yalnız Bey:
- O mu? O, Süt İçtim Dilim Yandı Diyenler Derneği’nden, Bu timsah rozeti, Sürüngenleri Kurtarma Memurları Süründürme Derneği’nden, Bu oyuncak Şakşakçılar Derneği’nden, bu tokmak, Taktakçılar Tıktıkçılar Derneği’nden, bu neşter Kürtajcılar Derneği’nden…
(Doktor bayılmadı ise de bayılmasına az kaldı denebilir. Gözler daldı dalacak. Beyin söylenilenleri algılamıyor, sadece her söze kafa inip kalkıyor.)
Yalnız Bey:
- Doktor Bey, ben sizi değil, siz beni uyutacaksınız..
Doktor:
- - Şikâyetinizin sebebini anlayabilsem sizi uyutacağım da… İştahınız nasıl?
Yalnız Bey:
- İştah dediniz de aklıma geldi. Geçenlerde bir dernek kurdum, ‘’Fasulyeyi Kaynatanlar Derneği’’ Rakipler ‘’Kafayı Oynatanlar Derneği’’ni kurdu. Kurmalarına bir şey demem de bizim etkinlik gününde aynı yerde onlar da etkinlik düzenledi. Biz fasulye kaynatıyoruz kazan kazan… Onlar halay çekiyor, el ele, kol kola. Bizim kazanı gören ‘’ Aboovv’’ diyor başlıyor oynamaya.. Fasulyeler pişti. Ziraat odası başkanı ile benden başka kimse yok kazan başında. Başkan kibarlık olsun diye yemiyor, basına poz veriyor, demeç veriyor. Ben yiyorum yiyorum kazan eksilmiyor. Yemesem ödediğim para boşa gidecek. Yürüyorum bir iki, yiyorum iki tabak, yürüyorum bir iki, yiyorum üç tabak, yürüyorum bir iki, yiyorum beş tabak, tabak tabak…
Doktor:
- Hop hop! Yeter tabakhaneye döneceksin. Gaz, kabızlık var mı?
Yalnız Bey:
- Doktor o gün dakika bir taarruz beş’’ Zart, zart, zart, zart, zart! ’’
Mahalleli saldırıya maruz kaldığını sanıp mahalleyi akşamdan terk etmiş Benim ev okulun hemen köşesi. Sabah bir sessizlik bir sessizlik... Meğer okulun müdürü ilk dakika okulu tahliye ettirmiş.
Doktor:
- Öğrenciler bayram etmiştir.
Yalnız Bey:
- Beşi onu edememiş.
Doktor:
- Toplumun her kesiminde azınlık da olsa olumlu düşünen vardır. Eğitin aksamasına üzülenlerin olması şaşırtıcı olmamalı.
Yalnız Bey:
- Onların ki eğitim aşkı değil kör talih.
Doktor:
-O da ne?
Yalnız Bey:
- Üçü beşli kaçarken ayağını kırmış, geri kalan da korkudan altına işemiş.
Doktor:
- Korkmaları, hatta altlarına işemeleri gayet normal.
Yalnız Bey:
- Ne yani doktor, benim normal olmam için altıma mı işemem gerekir onumu demek istiyorsunuz?
Doktor:
- Siz beyninize işemişsiniz haberiniz yok.
Yalnız Bey:
- Doktor bırakın espri yapmayı bana gerçekleri söyleyin.
Doktor:
- Efendim siz ve sizin gibiler yalnızlık denizinde gemilerini bir müddet yüzdürürler ya da yüzdürdüklerini sanırlar ama sonunda mutlaka rotayı şaşırırlar.
Yalnız Bey:
- Doktor! Bırak denizi gemiyi, rotayı, ben gemi kaptanı değilim ben bu konağın sahibiyim ve kafayı üşütmenin kertesindeyim.
Doktor:
- Nihayet aynı şeyi söyleye bildik. Ben de diyorum ki siz ve sizin gibilerin kafayı üşütmesi tıbbi bir gerçek olmasa da kaçınılmaz bir gerçek.
Yalnız Bey:
- Ne! Şimdi ben kafayı üşütmüş müyüm?
Doktor:
- Maalesef Efendim.
Yalnız Bey, kafayı üşütmüş bir şekilde ‘’ Üşüdük, üşüdük’’ diyerek turalar. Birden seyirciye döner:
Doktoru alkışlayanlar?
(Alkış sesleri)
- Beni alkışlayanlar?
(Alkış sesleri artmıştır.)
Doktora döner:
- Doktor, beni bu alkışlar deli etti.
(Perde kapanır Yalnız Bey Tekrar gözükür)
Yarın ilk işim ‘’Kafayı Üşütenler Derneği’’ni kurmak. Şartı şurtu olmayan tek adres.
KORO:
‘’ Doktor çare bulmaz derdimize, o da biraz birazcık üşütük!’’
ÜŞÜTÜK
Aşağıdakiler, ortadakiler
En üst katlardaki mutlu sakinler
Ben sen, onlar bunlar, şunlar ve bizler
Biraz, birazcık; azıcık üşütük
İçerde dışarıda, işte güçte
Sevdada kavgada, uykuda düşte
Ben sen, onlar bunlar, şunlar ve bizler
Biraz, birazcık; azıcık üşütük
Dergâhta, bargâhta, hakta, mecliste
Allah Allah! Tekme yumruk dalışta
Birbirimize el else çekimde
Biraz, birazcık; azıcık üşütük
Tüy bitmemiş yetim hakkı yeyişte
Ordan buradan çal çırp köşe dönüşte
Sorana külliyen yalan deyişte
Biraz, birazcık; azıcık üşütük
Gör, duy, sor, düşün; birazcık üşütük
Bir kerecik, azcık, azcık üşütük
Ben sen, onlar bunlar, şunlar ve bizler
Biraz, birazcık; azıcık üşütük
BU VATAN KİMİN
GÖRSEL(d. Fon Müzik)
( Seyit- Elife kağnı, ölüm sah. Çanakkale Şehit Asker )
ESER:
İBRAHİM ŞAHİN
Oyuncular
NENE HATUN
HASAN TAHSİN
KARAYILAN
DAHA NİCESİ
BU VATAN KİMİN
ÜÇ PERDE
KİŞİLER:
1- Matematik Öğretmeni
2- Türkçe Öğretmeni
3- Müdür
4- Rüyacı (Öğrenci)
5- Bir sınıf öğrenci
6- İki Çanakkale Şehidi (Asker)
7- Kurtuluş Savaşı Kahramanları
Nene Hatun, Kara Fatma, Elife Bacı, Çakırcalı, Demirci Efe, Karayılan, Hasan Tahsin
MEKÂN
1-Sınıf
2-Sahne
MÜZİK:
(Ders içeri giriş zili çalar. Öğrenciler içeri girer, yerlerine otur. Öğretmen girer. Tahtaya soru yazar. Kimin çözeceğini sorar tüm sınıf(Görkem hariç) parmak kaldırır. Öğretmen birini kaldırır. Öğrenci problemi çözer. Görkem bazen dalar, bazen uyur, bazen irkilir, hiç kimse farkında değil.)
Tahtada birinci soru:
-4 ile +3 arasındaki sayıları gösteriniz.
Bir örenci gösterir.
-3, -2, -1,0, +1, +2
İkinci soru çözülür.
1250 TL Gelir” ifadesini gösteren tam sayının ifadesi nasıl ifade edilir?
+1250
1250 TL Gider” ifadesini gösteren tam sayı nasıl ifade edilir?
-1250
Teneffüs zili çalar. Öğrenciler dışarı çıkar. Görkem, Barış sınıfta kalan.
2. Ders içeri giriş zili çalar. Öğrenciler içeri girer, yerlerine otur. Öğretmen girer. Tahtaya soru yazar. Kimin çözeceğini sorar tüm sınıf(Görkem hariç) parmak kaldırır. Öğretmen birini kaldırır. Öğrenci problemi çözer. Görkem bazen dalar, bazen uyur, bazen irkilir, hiç kimse farkında değil.
MATEMETİK ÖĞRETMENİ:
Arkadaşlar, bugün üstlü sayıları öğreneceğiz.
(-2) 2 =?
-2x 2==+4
Arkadaşlar, parantez içerisinde yer alan – parantez dışına çıktığında çift sayı oluşturuyorsa (+) , tek sayı oluşturuyorsa (–) değer ifade eder.
Tahtada birinci soru:
(-3) 2 =?
Barış çözer.
(-3) 2 = -9
2.Soru:
(-3) 3 =?
İkinci soruya parmak kaldıran yine tek öğrenci Barış.
Problemi çözer
(-3) 3 =?
-3x3x3 =- -27
3.S0ru:
(-4) 2 =?
Barış, tek parmak kaldıran tek çözen.
(-4) 2 =?
-4x4= +16
Teneffüs zili çalar. Öğrenciler dışarı çıkar. Görkem, Barış sınıfta kalan.
PERDE İKİ
. Ders Türkçe dersi, öğretmen Görkem’in yanına gelir :)
ÖĞRETMEN:
Görkem, bu şiiri senin okumanı istiyorum.
GÖRKEM:
Okuyamam öğretmenim.
(Öğretmen olağanüstü şaşırır, Görkem üzülür.)
ÖĞRETMEN:
Yanlış duymadım değil mi?
GÖRKEM:
Öğretmenim, kendimde değilim.
ÖĞRETMEN:
. Belli, kendinde olmadığın, kendinde olsan bu cevabı vermezdin.(Öğretmen cevap karşısında rahatlar, öğrencinin ruhunu okşayan bir sesle) Özel değilse sebebini paylaşmanı istiyorum.
‘’ Özel değilse’’ sözüne birkaç öğrenci alaycı alaycı Gülerek Görkem’e bakar.
GÖRKEM: (Görkem’in sesi dışarıdan verilir)
(Görkem gülenlere bakar kendi kendine’’ Onlara göre ben yaşta biri kendinden geçmişse aşk acısı kıskacındadır. Acaba öğretmenime de mi öyle gelmişti? ‘’ Özel değilse…’’ demişti. Öğretmenimle paylaşmasam kuşkuları abideleştireceğim’’ Görkem’in konuşması ses kaydından verilir.)
(Öğretmene) Gördüğüm rüyanın tesirinden kurtulamadım.
(Birkaç öğrenci güler.)
Gördüğün rüya neymiş acaba? Gördüğün rüya neymiş acaba? Gördüğün rüya neymiş acaba?
GÖRKEM (Kendi kendine konuşur ‘’Öğretmenimin de çok merak ettiği bakışlarından belli.’’) (Ses dışarıdan verilir.)
Öğretmenim hani okulun girişinde iki asker var ya...
ÖĞRETMEN:
Hangi asker?
GÖRKEM:
- Hani Çanakkale Şehitlerinden, birinin pantolonun yarısı yok, pantolon düşmesin diye bir iple bağlamış, Birinin çorabı yok…
ÖĞRETMEN:
Anladım, sonuca gel.’’
GÖRKEM:
- Öğretmenim, ders sizin dersinizdi. Siz yoktunuz.
EKRANDAN SAHNEYE YANSITILIR
(Mekân loş bir ortam, ortam sisle karatılır. Vatan kahramanların uygun kostümlerde. Perdeye uygun Çanakkale, Kurtuluş Savaşı görselleri yansıtılır, önünde oyuncuların çekimi yapılır)
(Ders giriş zili çalar, öğrenciler içeri girer, yerlerine oturur, kitap ve defterler açılır. Öğrenciler sessiz. 3-5 dakika geçer (Zamanın geçişi saatten görsel gösterilir.) . Öğrenciler dersin boş olduğunu anlar. Defterler, kitaplar kapatılır. Kâğıttan topu havada atarlar yakalar, futbol topu ile iki kişi tahta önünde oynar. Biri birine vurur, sıra üstünde kaçar, öbürü kovalar, biri uçak yapar fırlatır, biri camdan bağırır. Görkem, yarı baygın, sıraya kafa gelir gider. Barış sorar.)
BARIŞ:
- Neyin var?
GÖRKEM:
_ Başım ağrıyor.
Barış, konuşanlara bakar tepkisini saçını başını yolarak gösterir.
(Barış kitap okur, görkem baygın)
(Furkan Ali’nin ensesine bir tokat patlatır kaçar. Ali yakalar boğazına sarılır.)
ALİ:
- Bittin sen! Seni öldüreceğim.
BARIŞ:
(Sınıfın en sessizi, en dikkat çekmeyeni, kendi halinde Barış fırlar yerinden.)
- Durun! Yapmayın!
(Sınıf şaşkın, Furkan şaşkın, Ali şaşkın. Bütün gözler Barış’ta.)
Biz okula birbirimizi öldürmeye mi geldik? Sizin yaptığınızın savaştan ne farkı var?
Sorsalar Atatürk’ün Barışla ilgili sözünü hepiniz bilirsiniz. Hepiniz ‘’ Yurtta sulh, cihanda sulh.’’ dersiniz. Bu mu sizin barıştan anladığınız? Söyler misiniz sınıfta barışı sağlayamazsak, yurtta barışı nasıl sağlayacağız? Yurtta barışı sağlayamazsak, cihanda barışı nasıl sağlarız?
ALİ:
Arkadaşımız doğru söylüyor, Ben Furkan’dan özür dilerim. (Furkan’la tokalaşır, öpüşür.,
Ali pencere açma taklidi yapar,pencereden salona bakar Furkan’a)
Furkan herkes toplanmış bize bakıyor, sanki tüm Çamçeşme buraya toplanmış. Aman Allahım, bu ne kalabalık!
FURKAN:
(Furkan, bakar bir şey göremez. Ali’ye)
- Ne kalabalığı, burada kimse yok. Sen rüya görüyorsun, geç kaleye top oynayalım.
Ali kaleye geçer, Furkan şut çeker.
TÜM SINIF:
- Gol, Gool!
MÜDÜR:
(Kapı açılır, müdür girer.)
- Bu ne gürültü?
(Bütün öğrenciler parmak kaldırır. Müdür birinci öğrenciden başlar söz hakkı vermeye.)
I. ÖĞRENCİ:
Ben konuşmadım.
2.ÖĞRENCİ:
Ben görmedim.
3.ÖĞRENCİ:
Ben duymadım.
4.5.6.7.8.9. öğrenci:
Ben koşmadım, o koştu.
O koşmadı, ben koştum.
Ben düşmedim, o düştü.
Ben vurmadım, o vurdu.
Acımadı ki.
(Müdür sinirden dişlerini sıkıyor, ellerini yumruk yapıyor, arada bir saçını yoluyor.)
10. ÖĞRENCİ BARIŞ:
(Parmak kaldırışı farklı, parmak burnuna değiyor, bakışları farklı, kafası yana sarkık, dil dışarıda.)
Ben bir şey an-aa,anlamadım.
MÜDÜR:
(Sinirli) Ben de bir anlayabilsem, bütün bunları niye yapıyorsunuz. Açın defterlerinizi, kitaplarınızı, işlediğiniz konuları tekrarlayın, ödevlerinizi yapın, yazın, çizin. Sınıfta eşek gibi anırmayın.
TÜM SINIF:
- Anırmayız öğretmenim.
Müdür çıkar. Öğrenciler aynı hareketleri tekrarlar. Gürültü aynı. Müdür ikinci kez gelişinde daha sinirli.)
MÜDÜR:
- Ben size eşek gibi anırmayın demedim mi?
TÜM SINIF:
- Biz anırmadık, tepindik öğretmenim.
MÜDÜR:
- Ha tepindiniz, ha bağırdınız sonuç fark eder mi? Bu sizi son uyarışım, gürültü istemiyorum! Anlaşıldı mı?
TÜM SINIF:
- Anlaşıldı öğretmenim.
Müdür sınıftan çıkar. Sınıf sessiz, aradan 5 dakika geçmeden kapı açılır, sınıf şaşkın. Hepsi ayağa kalkar. Sınıfa Çanakkale Şehitlerinde iki asker girer. Sınıf şaşkın.
I.ASKER:
- Üşüyoruz.
(Bütün sınıfta bir kahkaha):
- Böyle giyerseniz tabi ki üşürsünüz.
I.ASKER:
- Kıyafetimiz bizim onurumuz. Onurumuzla oynarsanız da çok üşürüz. Çoğu zaman bizi hiç görmediniz. Bizse sizin hepinizi tek tek her saniye gördük, Siz sıralara çeltik attıkça biz üşüdük. Siz duvarlara kötü sözler yazdıkça biz üşüdük. Siz boş geçen derslere sevindikçe biz üşüdük. Siz başarısızlıkta yalana sığındınız, biz üşüdük, üşüdük. Bir de adımıza ağıtlar türküler yazılmıştı.
‘’Hey on beşli on beşli
Tokat yolları taşlı
On beşliler gidiyor
Kızların gözü yaşlı.’’’’ diye. Ağıtımıza düğünlerde göbek atıyorsunuz, biz üşüyoruz.
II.ASKER:
- İşin en kötüsü vatanın başköşesine resmimizi asmıştık ‘’ Biz bu vatanı böyle kurtardık.’’ diye. Arada bir, birileri resmimizi kaldırmaya kalkıyor. (Bir vatan haini uygun görseller önünde bebekli kadın, hamile kadın, çocuk, yaşlı kadın, yaşlı erkek kurşuna dizer. Üzerlerine basarak silahı ile resim çektirir. Çektirdiği resmi askerlerin resmini indirerek asar.) ’’Biz bu vatana böyle ihanet ettik.’’ diye. İşte, o zaman buza keseriz. Ne olur, resmimize sahip çıkın. Yoksa çok mu bir şey istedik?
Bazen yüreğimize su serptiniz Mayıslarda, Temmuzlarda.
(İZMİR’İN DAĞLARINDA ÇİÇEKLER AÇAR MARŞ )
(19 MAYIS, 15 TEMMUZ GÖRSEL)
- Bazen içinizden birileri üstümüzü örttü.
(Başarı, kupa topluluk vs. görsel)
Siz bilmediniz, belki onlar da bilmedi, olsun, biz bildik. Biliyor musunuz siz bu vatanda bir çiçek gibi süzüldükçe biz ısınırız. Ne zaman bir çiçek soldu, ne zaman ki vatanın bağında bir çatlak oluştu, işte, biz o zaman üşürüz.
(Görkem’in arakadan verilen sesi ‘’ Sanki gördüğüm bir rüya değil, bir film.’’ (Görkem yatağında şaşkın, düşünce pozisyonunda.)
Sınıf şaşkın…
Sınıftan askerler çıkar, sınıf şaşkın…
Kapı açılır. Biri girer, ardından biri, biri….)
KARAFATMA:
- Ben Kara Fatma’yım. Sizin yaşınızdaydım, arıklarımı giyip silahımı kuşanıp cepheye koştuğumda.
- ELİFE BACI:
Kocabaşım ölmüştü
Koşmuştum kendimi
Kocabaşın yerine
Demiştim
Darda kalmasın Mehmetçik,
Yetişmemiz lazım sehere,
Gıcırdama ey kağnı,
Duymasın namertler,
Bu gelen Elif’in Kağnısı.
NENE HATUN:
- Ben Nene Hatun, ‘’ Bebek anasız büyür, vatansız büyümez diyerek bedenimi düşmana siper etmiştim. Beden geçici, vatan kalıcı demiştim, görüyorum ki yüreklerinizde yaşıyorum. Biliyor musunuz vatan diriyi yaşattığı kadar ölüyü de yaşatıyor.
ÇAKIRCALI:
- Ben, Efelerin efesi Çakırcalı’yım.
DEMİRCİ EFE:
- Ben, kılıca boyun eğmeyen, Kuvayı Milliye’ye boyun eğen Demirci Efe’yim
KARAYILAN:
- Ben, Antep’i Fransız’a dar eden kurşunun işlemediği Karayılan’ım, Karayılan.
HASANTAHSİN:
- Ben bağımsızlığa atılan ilk adım, bağımsızlık kelepçesine sıkılan ilk kurşun Hasan Tahsin’im.’’
SÜTÇÜ İMAM:
- Ben, Bayrağın dalgalanmadığı yer hür değildir, hür olmayana da cuma namazı farz değildir deyip düşmana ilk kurşunu sıkan Sütçü İmamım
(GÖRKEM’İN YANSITILAN SES KAYDI)
(Görkem yatağında şaşkın, düşünce pozisyonunda.)
‘’Gördüğüm rüya gördüklerime benzemiyor. Bir tarihin serüveni. Bir rüya rüya olmasına; ömür boyu gerçeğim olmasına inandığım.’’
NENE HATUN:
- Rüyalar bazen gerçeğin ta kendisi. Uyan! Şimdi uyanma vakti, ‘’ Bu vatan bizim! ’ deme vakti.
GÖRKEM:
- Hiç kuşkun olmasın Atam, Nene Hatun, Kara Fatma, Kara Yılan, Hasan Tahsin, adı anılmayan yüz binlerce şehit, adı anılmayan yüz binlerce gazi, sizleri yüreğimizde her daim yaşatmaya ant içtik.
(Vatan haini parkta oyun oynayan çocukları, parktan geçen genç yaşlı insanları öldürür, üzerine basarak resim çektirir, vatanın başköşesine asar.
Barış, resmi indirir parçalar, yerine meçhul askerlerin resmini asar.)
SAHNE
(Öğretmen elinde şiir rüyaya dalmıştır. Öğrenciler de rüyada. Görkem öğretmenin elinden şiiri alır, bakar ‘’ Bu Vatan Kimin’’ Tekrar tekrar başlığı okur, şaşırır, sevinir. başlar okumaya.(Şiiri bin bir aşkla okur.) Şiirin 2.3. mısrasında öğretmen uyanır. Sırayla öğrenciler her mısrada tek tek uyanır, şiirin son mısrasında tüm sınıf uyanır.)
BU VATAN KİMİN
Bu vatan, toprağın kara bağrında
Sıradağlar gibi duranlarındır;
Bir tarih boyunca, onun uğrunda
Kendini tarihe verenlerindir...
Tutuşup: kül olan ocaklarından,
Şahlanıp: köpüren ırmaklarından,
Hudutlarda gaza bayraklarından,
Alnına ışıklar vuranlarındır...
Ardına bakmadan yollara düşen,
Şimşek gibi çakan, sel gibi coşan,
Huduttan hududa yol bulup koşan,
Cepheden cepheyi soranlarındır...
İleri atılıp sellercesine,
Göğsünden vurulup tam ercesine,
Bir gül bahçesine girercesine,
Şu kara toprağa girenlerindir...
Tarihin dilinden düşmez bu destan:
Nehirler gazidir, dağlar kahraman,
Her taşı bir yakut olan bu vatan,
Can verme sırrına erenlerindir...
Gökyay'ım ne yazsan ziyade değil,
Bu sevgi bir kuru ifade değil,
Sencileyin hasmı rüyada değil,
Topun namlısında görenlerindir...
Şirin sonunda öğretmen Görkem’i öper. Arkadaşları alkışlar.
Nene Hatun, Sahnenin ortasında beyaz kefen altında yatmaktadır. Şiirin bitiminde birden belirir. Sınıf şaşkın, öğretmene sorar.)
SINIF:
- Öğretmenim rüyada mıyız?
(Öğretmen şaşkın…)
NENE HATUN:
- Bazen rüyalar gerçek olur.
(Nene Hatun, Vatan şiirini okuyan öğrenciye yönelir.)
- Gel seni bir öpeyim. Öyle içten okudun ki ruhum edene büründü.
GÖRKEM:
- Ben de elinizi öpeyim neneciğim, rüyamı gerçek kıldınız.
NENE HATUN:
- ÖP KIZIM.(Elini salona gösterir) bu eller öpmek içindir.
(Tüm öğrenciler sıraya girer Nene Hatun’un elini öper.
NENE HATUN (Öğretmene) :
- Gel kızım, seni de alnından öpeyim, böyle öğrenci yetiştirdiğin için.(Öper, salona)
Sizde böyle yürek oldukça bizim mezarımıza ancak eceli gelen köpek….
NENE HATUN::
- Öğretmen Hanım, şehit oğluma bir mektup yazmıştım, malum cepheden cepheye koşmaktan fırsat bulamadım, sonrada açlık yokluk derken ecel gelip kapımı çaldı. İzin verirseniz bir okuyum, şehitler duyar.
ÖĞRETMEN:
- Buyurun, sahne pardon bu vatan sizin.
SLAYT GÖRSEL FON
NENE HATUN:
- Ey Oğul,
‘’Oğluna seferberlik gelmiş
Boynunu büküp ağlama anam
Vatan elden gidiyor diyorlar
Duymamak, gitmemek olmaz anam
Yiğitliğin şanına sığmaz ''Yiğidim git! '' de anam’’ dediydin
‘’Gidip de gelmemek var anam
Ölür gelmezsem karalar giyinme
Yaslara bürünüp dövünme anam
Şehitlik vatan uğruna erişilmez mertebe
Oğul verdin vatana şehit, gururlan anam ‘’ dediydin
Gitmiştin mektubun altı ay sonra geldi
‘’Sağ salimen gelmişim birliğime
Takınmış, kuşanmışım silahımı
Çarık ayağımı vuruyor, ayağım yara
Kemalyeri kar fırtına, üşüyorum...
Yastığım, yorganım yoktur anam
Komutanım ölüm emri verdi
57. Alay öldü topyekün, Kocadere'de
Oğlum ölmemiş diye sevinme, bel bağlama
Ölenlerden Rıza Efendi, Halit Efendi gardaşımdı
Yüreğim yandı can evinden, elim ayağım bağlandı
Hani ana koyunumuz, kuzumuz vardı
Tepelerde sürü sürü, düşman sürü sürü
Kocatepe'de, Tınaztepe'de Kumtepe'de
Kurt koyunumuzu, kuzumuzu kapardı bir bir
Düşman kapıyor, manga manga, koca tümen
Düşman burnumuzun dibinde,
Süngü dayanmış bağrımıza
Ölüm anbean yakın cana, can çaresiz
Vatanın kurtulduğunu göremeden ölürsem
Kuşun kanadında haber salın, şehitler duyar anam ‘’ diye yazmıştın.
Vatan kurtuldu derler, göremedin oğul
Torun verdin, kokusuna doyamadın oğul
Oğluna adını, şehidimin adını koydum duy oğul
Oğlun hür yaşar, anan hür milletin hür sayende ey oğul!
Toprağın nur, mekânın cennet olsun ey oğul, ey oğullarım
PERDE ÜÇ
(Oyunculardan Koreografi,)
(Meçhul askerler sahnede kefen altında yatar. Ses kaydı)
MEÇHUL ASKER:
- Seyit, anayn öle gözel, öle gözel okiy, kemiklerim cana geliy. Biliymin ‘’ Benin anam olsa böle yaziy miydi’’ diyem.
SEYİT:
-Anan yok muydu?
MEÇHUL ASKER:
- Anam, ben üç günlükken, şehit düşiy. Ne o beni taniyi, ne ben onu taniyem.
SEYİT:
- Onun için mi sana meçhul asker diyiler?
MEÇHUL ASKER:
- He valla.
SEYİT:
- Üzülmiyisen, ikimiz ayni topağın altında yatmiyek mi?
MEÇHUL ASKER:
- Doğri söyliysen, torpak bizim anamiz. Bağrına basan her aney, bizim anamız. Diyirem senin aneye meptup yazak.
SEYİT:
- Yazak
(Seyit, kefenin altından başını gösterir, var gücü ile annesine seslenir.)
- Aney, Aney!
NENE HATUN
(Salonda seyircilerin en arka sırasında yer alan Nene Hatun)
- Ey oğul, ey oğullarım. Duyarım sesinizi, alın sazı elinize, vurun teline, duyan gelsin.
Seyit sazı eline alır pleybek yapar, türkü kayıttan verilir. Türkü başlar. Kara Yılan, Hasan Tahsin, Çakırcalı, Demirci Efe, Elife Bacı, Kara Fatma, sıra ile gelir gelen sahneye yatar.
Bir öğrenci üzerlerine kefeni örter. İki öğrenci Üzerlerine bayrak örter. Üzerinde tişört üzerinde harflerin yazılı olduğu öğrenciler ilk harften başlayarak gelir dizilirler.
OĞULUN CEVABI TÜRKÜ OLARAK (Ses kaydı)
BU VATAN BİZİM
Kefensiz yatarız toprağın bağrında
Her sabah doğarız vatanın ufkunda
Taht kurmuşuz sevenlerin gönlünde
Kuşlar haberin getirir anam, anam
Cennet vatanın bağrında yatam üryan
Al yıldız barağım, bize yeter gölgen
Burda ne yatak isteriz ne de yorgan
Şilte döşekte namerdin küfrü urgan
Cennet vatanın bağrında yatam üryan
Al barağım, bize yeter gölgen anam
Cennet vatanın bağrında yatam üryan
Al yıldız barağım, bize yeter gölgen
(Oyuncular sahne önünde, Kırmızı tişört, her öğrencide tişört üzerinde beyaz bir harf. Sıra ile ilk harften başlayarak ayağa kalkar
ikinci sıra ‘’’ Bu vatan’’
Birinci sıra (İkinci sıranın önünde dizüstü)
BİZİM
KORO
KIZLAR:
Her birimiz Kara Fatma
Her birimiz Nene hatun
Her birimiz Elife bacı
Bu vatan, bu vatan bizim
ERKEKLER:
Her birimiz Karayılan
Her birimiz Çakırcalı
Her birimiz Demirci Efe
Bu vatan, bu vatan bizim
KIZLAR-ERKEKLER:
Çanakkale’den çıktık yola
Dumlupınar’da verdik mola
Şehit, gazi olmuşsak n’ola
Vatan, vatan, vatan sağola
Seven yüreklere selam ola
Yürekten severiz vatanımızı
Şükranla anarız Atamızı
Biz vatan, biz millet, biz özgürlük
Biz vatan, biz millet, biz özgürlük
Sınıf rolündeki oyuncular sahnenin önünde sıra olur, perde arkasındaki, Çanakkale, Kurtuluş Savaşı rolündeki öğrenciler ön sırada dizilir salonu selamlar. Marşı hep birlikte okurlar perde kapanır)
BİZ ÖZGÜRLÜK
Çanakkale’den çıktık yola
Dumlupınar’da verdik mola
Şehit, gazi olmuşsak n’ola
Biz vatan, biz millet, biz özgürlük
Biz vatan, biz millet, biz özgürlük
Tohum olduk toprağa saçıldık
Anadolu’nun bağrında gül açtık
Biz vatan, biz millet, biz özgürlük
Biz vatan, biz millet, biz özgürlük
Gelecek bizimle gelecek
Ağlayanlar bizimle gülecek
Biz vatan, biz millet, biz özgürlük
Biz vatan, biz millet, biz özgürlük
BENİM ADIM BARIŞ
ÖĞRETMEN:( Öğretmen sınıfa girer)
- Günaydın çocuklar!
ÖĞRENCİLER: (Ayağa kalkar)
- Günaydın öğretmenim.
ÖĞRETMEN:
- Oturun çocuklar.
(Öğrenciler oturur, biri ayağa kalkar dolaşır, biri birinin saçını çeker, biri birine kalem batırır, biri birine tekme atar, biri burnunu karıştırır, biri kulağını. Öğretmen aldırmaz 2.öğrenci hariç)
1. ÖĞRENCİ ( Parmak kaldırır)
- Çişim geldi öğretmenim
ÖĞRETMEN: ( Gülümser)
- Tuvalete git evladım. ( Öğrencinin yanına gelir saçını okşar, sınıf kapısı çıkışına kadar öğrenciye eşlik eder.)
2. ÖĞRENCİ:
- Öğretmenim bu saçımı çekti.
ÖĞRETMEN: ( Gülümser)
- Sen de onun saçını çek evladım.
3.ÖĞRENCİ:
- Bu bana kalem batırdı
ÖĞRETMEN: ( Gülümser)
- Sen de ona batır evladım.
- ( Kalem batıran batırana, parmak atan atana, gülen gülene. Sınıfta ayağa kalkıp dolaşan dolaşana. Öğretmende hepsine bir gülümseme.)
ÖĞRETMEN: ( Sınıfa döner.)
- Ben yaramaz öğrenciyi çok ama çoook severim. ( Öğrenciler memnun, şaşkın…) Yaramaz öğrenci her şeyi yapandır. Sizlerin gözünde ben vereceğim ödevi hepinizin yapacağını gördüm.
BARIŞ: ( Bir öğretmene bakar, bir kendine)
- Ben de mi öğretmenim.
ÖĞRETMENEN:
- Evet!
BARIŞ:
- Nasıl öğretmenim?
ÖĞRETMEN:
- Sınıfın en yaramazı sen değil misin?
BARIŞ:
- Benim öğretmenim.
ÖĞRETMEN:
- Ben senin gözünde en iyi ödevi senin yapacağını görüyorum.
Barış artık arkadaşlarına bakmaz. Arkadaşlarına bakıp gülmez. Bir öğretmene bir kendine bakar. Kulağı öğretmenin ağzından çıkacak sözde.)
ÖĞRETMEN:
- Sizden bir yazı yazmanızı isteyeceğim.
2. ÖĞRENCİ:
- Ne yazacağız kine?
ÖĞRETMEN:
Her şey. İsteyen Yaptığı yaramazlığı yazsın. İsteyen kurduğu hayalleri. İsteyen çevresinde gördüklerini.
3. ÖĞRENCİ:
- Ben çişim geldi tuvalete gittim yazabilir miyim?
ÖĞRETMEN:
- Yaz evladım yaz. Yeter ki yaz.
4. ÖĞRENCİ:
- Arkadaşım beni itti, ben düşmüştüm onu yazabilir miyim.
ÖĞRETMEN:
- Yaz evladım yaz. Yeter ki yaz.
1. ÖĞRENCİ:
- Canım tost çekti yazabilir miyim?
ÖĞRETMEN:
Yaz evladım yaz. Yeter ki yaz
2. ÖĞRENCİ:
- Süt içtim yazabilir miyim?
ÖĞRETMEN:
Yaz evladım yaz. Yeter ki yaz.
5. ÖĞRENCİ:
- Ben ne yazayım öğretmenim?
ÖĞRETMEN:
- Sen de ‘’ Süt içtim dilim yandı.’’ yaz. Yeter ki yaz.
SEHER:
- Ben şiir yazabilir miyim öğretmenim?
ÖĞRETMEN:
- Sen şiir yazmasan şaşardım.
SENA:
- Ben de şiir yazabilir miyim öğretmenim?
ÖĞRETMEN:
Sen şiir yaz hem de farklı bir şiir. Okulu ayağa kaldıracak bir şiir.
- ÖĞRETMEN: ( Bu defa ciddi)
- Şimdi beni iyi dinleyin. Önemli olan ne yazdığınız değil neyi nasıl yazdığınız. Yazdıklarınızı öyle bir yazmalısınız ki sözcüklerin arasından su sızmasın
Öğrendiğiniz kavramları düşünün, onları cümleye dönüştürün.'' ''Deyimlerden, atasözlerinden yararlanın...
Çevrenizi iyi gözleyin. Gördüklerinizi yazın. Sözcükleri cımbızla çekin, tespih ipliğine dizer gibi dizin.
( Zil çalar, ders biter öğrenciler evine gider)
II. PERDE
( Barış çantası sırtında eve girer. Barış, bir savaş kaçkını, savaş yorgunu. Ben hüzünlü, ben boynu bükük...Annesi telaşlı)
ANNESİ:
- Oğlum niye üzgünsün?
BARIŞ:
-Yok bi şey
ANNE:
- Oğlum; bir şeyini mi kaybettin?
BARIŞ:
- ' Neyimi kaybedebilirdim ki kitaplarım, defterlerim dersen çantamda. Hem nasıl kaybolsunlar. Çantamı bir evde kitaplarımı, defterlerimi koyarken açarım, bir çıkartırken.
ANNE:
- Niye üzgün sün o zaman?
BARIŞ:
- Yok bi şey.
ANNE:
- Var bir şey.
BARIŞ:
- Yok, yok
ANNE:
- Var, var
BARIŞ:
- Başım anlıyor anne.
ANNE: ( Oğlunun saçını okşar)
- Desene yavrum ben senin bir saniye bile üzüntüne dayanamam.
( Anne hap almaya gider)
BARIŞ: ( Kendi kendine)
- Duy oğlum annen üzüntüne bir saniye dayanamam der sen her gün üzmeye dayanırsın. Her gün ödev yapmazsın. Her gün yalan söylersin. Her dakika yaramazlık yaparsın. Bu gün her şeye son ver şu ödevi ödev gibi yap annenin gözüne de gir öğretmenin gözüne de
ANNE: ( Bir elinde su, bir avucunda hap)
- Al iç şu ağrı kesiciyi, başının ağrısı hemen geçer. Ben hemen yemeğini de hazırlarım Canım oğlum. Annesinin bir tanesi, annen kurban olsun sana.
( Anne mutfağa gider, Barış damağına sıkıştırdığı hapı çıkartır atar. Defterini çıkarır başlar ödev yapmaya.)
BARIŞ: ( Aklına bir şey gelmez, düşünür)
- Ne demişti öğretmen. ( O sırada bir sinek kafasında dolanır)‘’ Cımbızla çekin’’
Anneeee!
ANNE: Koşarak gelir?
- Ne var oğlum?
BARIŞ:
- Cımbız getir.
ANNE:
- Cımbızı ne yapacaksın?
BARIŞ:
- Öğretmen ödev verdi.
ANNE:
- Her gün ne yemek yapacağımdan çok öğretmenlerin ne ödev vereceğini düşünür oldum. Onlar da şaşırdı ne ödev vereceğini. Bizim zaman da öyle miydi? Neden her şey ‘’ Bizim zaman’’da ki?
BARIŞ: ‘’ Kendi kendine’’
- Ne demişti öğretmen ‘’ Su sızmasın’’
Anne su getir:
ANNE:
- Yavrum suyu yemekten sonra iç.
BARIŞ:
- İçmeyeceğim anne.
ANNE:
- Ya ne yapacaksın suyu?
BARIŞ:
- - Ödev yapacağım.
ANNE:
- Hey Allah’ım sen aklıma mukayyet ol!
( Anne mutfağa gider, barış suyu defterine döker)
BARIŞ:
- Anne, Anne, Anneeeee!
ANNE: ( Anne koşarak gelir)
- Yine ne var?
BARIŞ:
- Defterim ıslandı.
ANNE:
- Benim akıllı oğlum tabi ki su dökersen defter ıslanır.
BARIŞ:
- Ama anne, öğretmen ödev verdiydi…
ANNE:
- Hey Allah’ım aklıma mukayyet ol.
BARIŞ:
( Barış, yeni bir defter çıkartır başlar ödevini yapmaya)
- Ne demişti öğretmen ‘’ Çevrenize bakın’’ Barış pencereden bakar yazar ‘’dal-budak’’, Balkona bakar yazar ‘’saksı- çiçek. Kapı, kapının kolu, tuvaletin yolu’’
Ne demişti öğretmen ‘’ Kuş, böcek’’’ Ama ben böcekleri sevmem. Yaz ‘’ Ben böcekleri hiç sevmem.
Ne demişti öğretmen ‘’kavramlar ‘’ ‘’ Savaş’’ Yaz ‘’ ortalık savaş alanı.
‘’ Barış’’ Yaz ‘’ Benim adım Barış’’
Ne demişti öğretmen ‘’ Deyimler, atasözleri’’ ‘’ Dam başında saksağan, elinde kazması.
Yaz ‘’ Dam başında saksağan, elinde kazması, boyundan büyük kazmanın sapı. Ben demin yuttum hapı.’’
III. PERDE
( Sınıf)
BARIŞ:
( Sınıf sessiz, gelen sayısı az. Barış bakar sağına soluna kendi kendine)
Demek ki ödevini yapan cesaretli oluyor. Yapmayan korkak. Korkaklar okuldan kaçıyor. '' Demek ki ödevini yapan sessiz oluyor.'' Demek ben korkak değilim gelmiştim okula, ödevimi yapmıştım. Sessizim çünkü ben ödevimi yaptım.
ÖĞRETMEN:
(Öğretmen derse girer. Sınıfa bir göz gezdirir.)
'' Görüyorum okula gelmeyenler var, demek ki onlar ödevlerini yapacak cesareti kendilerinde bulamadılar.
BARIŞ:
. Öğretmen de benim gibi düşünüyor '' Ödevini yapan cesaretli oluyor.'' İlk defa yaramazlar listesinde birinci sırada değilim. İlk defa cesaretliler arasında birinci sıradayım..
ÖĞRETMEN:
- Yazdıklarını kim okumak ister?
SENA:
‘’BİR SES YÜKSELİYOR ÇAMÇEŞME’DEN
Bir ses yükseliyor Çamçeşme’den
Toprağa tohum saçarcasına
Bir ses yükseliyor Çamçeşme’den
Toprağı çatlatırcasına
Bir ses yükseliyor Çamçeşme’den
Toprağı sularcasına
Bir ses yükseliyor Çamçeşme’den
Gül açarcasına
Koku saçarcasına
Bir ses yükseliyor Çamçeşme’den
‘’Çamçesme’nin sokakları bize dar!’’ dercesine
‘’Kulak ver sesimize
Çamçeşme, Çakmak, Kavakpınar
Pendik- İstanbul!’’ dercesine
Bir ses yükseliyor Çamçeşme’den
‘’Aç kollarını sar bizi’’ dercesine’’
SEHER:
‘’ Biz boşuna hayal kurmadık
Görüyoruz ki hayallerimiz bu toprakları sular
Görüyoruz ki hayalleri olmayanlar tutunacak dal arar
Düştüğü kuyudan çıkmaya
Korkmayın! Sizi de biz kurtaracağız düştüğünüz kuyudan
ÖĞRETMEN:
- Oku Barış!
BARIŞ:
-
- '' Dal, budak'' Savaş meydanı. '' Elimde defterim, kalemim''
DİĞER ÖĞRENCİLER:
- Elinde silahın olmalı.''
BARIŞ:
- Saksıda çiçek…
DİĞER ÖĞRENCİLER
- Sula da solmasın.
BARIŞ:
- Saklanmayan söbe.
DİĞER ÖĞRENCİLER:
- Sıranın altına saklan.
BARIŞ:
- Benim adım Barış.
DİĞER ÖĞRENCİLER:
- İyi düşün savaş olmasın.
ÖĞRETMEN: (BARIŞ SUSAR. DEVREYE ÖĞRETMEN GİRER)
- Barış nerdesin?
Burdayım öğretmenim
ÖĞRETMEN:
- Sen burdasın da yazdıklarında seni göremedim
DİĞER ÖĞRENCİLER:
- Barış savaştan kaçtığı için burdadır öğretmenim
ÖĞRETMEN: ( Sınıfa döner)
- O sözü Barış’a değil kendine güvenemeyip dersten kaçanlara söyleyin
Barış aslanlar gibi kendine güvendi ve ödevini yaptı, aslanlar gibi de okudu.
( Barışın yüzünde gülümseme omuzlarında kabarma.)
UMUT IŞIĞI
İKİ PERDE
DEKOR: Sınıf, Konferans Salonu, Yarışmacı Masaları, Video Kamera)
KOSTÜM: Öğrenci, öğretmen kıyafetleri
KAHRAMANLAR:
I. Gurup: 5 Öğrenci
II. Grup 5 Öğrenci
III. Grup: 5 Öğrenci
IV. Grup: 5 Öğrenci
V. Grup: 5 Öğrenci
Müdür
Umut’un Annesi
İbrahim! in oğlu Osman Osman’ın kardeşi
Leyla Öğretmen
Medya Okur Yazarlığı Öğretmeni
Bilişim Teknolojisi Öğretmeni
Diğer Öğretmenler
Yarışma dışı kalan beş öğrenci
BİRİNCİ PERDE
(Leyla Öğretmen derse girer. Sınıf ayağa kalkar) .
Öğretmen Leyla:
- Günaydın çocuklar! ’
Öğrenciler:
- Günaydın öğretmenim.
Öğretmen Leyla:
- Oturun çocuklar.
(Hayrettin parmak kaldırır. Öğretmen söz hakkı verir.)
Hayrettin:
Öğretmenim vermiş olduğunuz kitabı bitirdim. Bana yeni kitap verecek misiniz?
Öğretmen Leyla:
Elbette vereceğim Hayrettin. (L eyla, Öğretmen sınıfa döner.)
- Çocuklar, sizden Hayrettin’in bir yıl önceki davranışı ile bu yılki davranışlarınızı karşılaştırmanızı istiyorum.
Yasin:
- Öğretmenim Yasin geçen yıl beni dövmüştü.
İdris:
Benim de çantamı pencereden dışarı atmıştı.
Tuncay:
- Bana da küfür etmişti.
Selçuk:
- Hep okuldan kaçardı.
- Musap:.
Okulun duvarlarına yazı yazardı.
Leyla Öğretmen:
- Peki çocuklar bu yıl Hayrettin aynı olumsuz davranışları sergiliyor mu?
(Tüm sınıf)
- Hayır öğretmenim.
L eyla: Öğretmen
- Hayrettinde’ki bu değişikliğin sebebi nedir?
Bahar:.
- Öğretmenim Hayrettin kitap okumaya başlayalı yaramazlıklarını bıraktı.
Leyla Öğretmen:
- Çocuklar, Hayrettin’in kazanmış olduğu bu olumlu davranışlar beni Bahar’ın 5 almasından beş kat daha mutlu ediyor. Bahar her zaman 5 alıyordu. Bahar’ın kazandığı yeni bir davranış yok. Ben bu konu hakkında sizlerle biraz konuşmak istiyorum.
Günümüzde dershanelerin yaygınlaşması, SBS uygulaması; sizleri okul dershane ev üçgeni kapanına sıkıştırdı. Akademik başarısı yüksek olanlarınızın velileri de olmayanların velileri de sizlerden SBS başarısı dışı hiçbir şey beklemedi. Akademik başarı seviyesi düşük arkadaşlarınız bu kapanda sıkıştı. Feryat etti. Bu feryadını anne babaları duymadı, zaman zaman bizler duymadık. Bunların feryadı arttıkça arttı. Duyan yok, dinleyen yok. Bunlar hırçınlaştı. Zarar vermeye önce kendilerinden başladı. Defterlerini yırttı, kitaplarını yırttı. Sonra arkadaşının defterini kitabını… Oysa arkadaşlık kavramının ne kadar önemli olduğunu öğrenmişti; arkadaşına zarar vermeyi bir oyun haline getirdi, zarar verdikçe mutlu oldu. Sonra okuduğu okula zarar verdi. Okulun da kutsal olduğunu biliyordu; bilmesi işe yaramadı. Sonra hayatında en çok sevdiği sevebileceği tek varlık anne babasını üzmekten hiç çekinmedi. Bunlar uzadı gitti. Bunların hepsini bir kısmınız uygulayarak bir kısmınız, izleyerek öğrendi.
Özellikle bu sınıfta akademik başarısı olmayan arkadaşlarınızın kitap okumaya yönelmesi kendilerini olumsuz davranışlardan korudu. Hayrettin kitap okumaya en sonradan katılan biri olmasına karşı en hızlı ilerleyen biri. Ben Hayrettin arkadaşınızı bir kez daha kutlar sizden alkışlamanızı istiyorum.
(SINIF ALKIŞLAR)
LEYLA ÖĞRETMEN:
- Sınıfta kitap okuma alışkanlığı edinememiş çok az SAYIDA ARKADAŞINIZ KALDI
HAZMA:
- Onlardan biri Ozan arkadaşımız mı?
- LEYLA ÖĞRETMEN:
- İsim vermeyelim hem Ozan arkadaşınız da okuyacaktır. Ben okuyacağına inanıyorum.
OZAN:
- Öğretmenim ben aslında yaramaz değilim. 5. sınıfa kadar derslerimde başarı, davranışlarımda olumluluk sergiledim. 6. sınıfta ben de arkadaşlarımıza benzemek istedim ya da benzemek zorunda kaldım. Yaptığımız her şey bize bir oyun geldi. Hatta kolumu kıran arkadaşıma bile hiç kızmadım. Size söz veriyorum ben de kitap okuyacağım, yaptığım olumsuz davranışların hiçbirini sergilemeyeceğim.
LEYLA ÖĞRETMEN:
- Çocuklar sizden iki şey istiyorum. Biri yapacağınız, biri yapmayacağınız şey. Asla yalan söylemeyin, sadece yapabileceğiniz şeylere söz verin. Şimdi Ozan arkadaşınızı da aramıza katıysak bu güzellikler sınıfta kalmamalı, öyle bir etkinlik yapmalıyız ki bütün sınıflar duymalı hatta velileriniz de duymalı. Ozan sen geç yerine. Yapacağımız etkinliği tartışalım.
BAHAR:
- Öğretmenim biz nasıl duyuracağız, ancak siz dersine girmiş olduğunuz sınıflara derste söyleyerek, öğretmenlere söyleyerek duyurabilirsiniz.
LEYLA ÖĞRETMEN:
- Benim söylemem de önemsiz kalır, farklı söylemeliyiz.
HAYRULLAH:
- Öğretmenim, yazı hazırlayıp panolara asalım.
LEYLA ÖĞRETMEN:
- O DA DİKKAT ÇEKİCİ OLMAZ.
BUSE:
-ÖĞRETMENİM, EN ÇOK KİTAP OKUYAN SINIF SEÇELİM?
LEYLA ÖĞRETMEN:
- Onu da yapabiliriz ama benim aklıma gelen ilginç bir fikir var?
Tüm sınıf:
- söyleyin öğretmenim.
LEYLA ÖĞRETMEN:
Şimdi arkadaşlar, beşer kişilik gruplar oluşturacağız. Her grup kendi içinde iş bölümü yapacak. 1. Kişi kitabı bulacak, 2. Kişi kitabı tanıtacak 3.-4 kişi kitabı özetleyecek 5. kişi kitabın en ilginç yerini dramatize edecek. Böylece beş grubun hazırlamış olduğu sunumları konferans salonunda başta 8. sınıflara daha sonra ihtiyaç duyarsak tüm sınıflara sunacağız. Gruplardan en iyi sunumu I. Seçeceğiz, ayrıca ders içi performans notu olarak en yüksek notu vereceğiz. Böyle bir çalışmaya evet diyenler parmak kaldırsın.
(Herkes parmak kaldırır.)
LEYLA ÖĞRETMEN:
- O zaman size bir hafta süre veriyorum, kendi aranızda grupları oluşturun. Grubunuza kendiniz bir ad bulun. Kitap seçimini size bırakıyorum. Siz yarına grup listelerini bana verirseniz ben de müdürden izin alırım.
(Teneffüs zili çalar, sınıf teneffüse çıkmaz, liste hazırlar. Her grup, grup ismini yazar Hayrullah’a verir.)
HAYRULLAH:
- Arkadaşlar kura çekimi ile grup sıralamasını belirleyeceğiz, böylece kimseye haksızlık yapılmamış olacak. Her grubun sözcüsü birer tane çekecek. Kendi grubumuzun sözcüsü olarak kurayı ben çekiyorum. ‘’İntikam Grubu’’ nu çektim I.sıraya yazıyoruz. Semih: ’Kartallar Yüksekten Uçar’
2. Sıraya yazıyorum. Mehmet:, ‘’Beyin Gücü’’. 3. Sıraya yazıyorum. Tuğba: ‘’Okumak Namustur’’ 4. sıraya yazıyorum. V. Gruba da Umut Işığı yazıyoruz.
(Öğrencinin bir kısmı sahnede bir kısmı yerine oturmuş durumda. Zil çalar Medya Okur Yazarlığı öğretmeni içeri girer. Yerine geçmeyen öğrencileri görür ve sorar.)
- Çocuklar hayırdır?
Öğretmenim Türkçe öğretmenimiz 5 grup oluşturmamızı istedi oluşan beş grup 5 ayrı kitabı tanıtacak. 1. Kişi kitabı bulacak, 2. Kitabı tanıtacak 3.-4 kişi kitabı özetleyecek 5. kişi kitabın en ilginç yerini dramatize edecek.
MEDYA OKUR YAZARLIĞI ÖĞRETMENİ:
- O zaman bu ders grupları tanıyalım, nasıl yapacağınızı konuşalım. I. Gruptan başlayalım.
Hayrullah:
- Bizim grup: İntikam Grubu, Yılkı Atı’nı tanıtacağız. Ali kitabı bulacak, Zeynep ile Ahmet özetleyecek, Ferudun dramatize edecek ben tanıtacağım.
TUĞBA:
- Bizim grup:, Kartallar Yüksekten Uçar, Martı kitabını tanıtacağız. Hamza kitabı bulacak, Rıdavan ile Tuçe özetleyecek, Mehmet Ali dramatize edecek ben tanıtacağım.
SEMİH:
- Bizim grup: Beyin Gücü, Çelik Böyle Setleşti kitabını tanıtacağız Betül bulacak, İrem ile Görkem özetleyecek, Aytaç dramatize edecek, ben tanıtacağım.
Mehmet:
- Bizim grup: Okumak Namustur Sefiller kitabını tanıtacağız,Direniş kitabı bulacak, Hüseyin İle Ferda özetleyecek Mehmet Yücel dramatize edecek ben tanıtacağım.
BAHAR:
- V -Bizim grup: Umut Işığı, Umut Işığı kitabını tanıtacağız. Gamze kitabı bulacak, Alev ile Oazan.özetleyecek Umut arkadaşımız dramatize edecek ben tanıtacağım.
MEDYA OKUR YAZARLIĞI ÖĞRETMENİ:
- Öğretmeniniz güzel bir etkinliğe karar vermiş. Sizlerin başaracağına inanıyorum. Ben de sizlere yardımcı olacağıma söz veriyorum.
Öncelikle şunu belirtiyim kitap sevgidir, dokunmak, açıp okumak, içinde kaybolmak. Düşünün bir kere; insan sevmediği bir şeye dokunmaz. Sevmediği bir yerde gezinmez. Hayran olmadığı bir şey karşısında kendinden geçip kaybolmaz. Burada görüyorum ki siz o sevgiyi çoktan kapmışınız. Kitap iğne ile kuyu kazmaktır, iğne ile kazıp bir maden bulmaktır. Her satırında, her sözcüğünde bir maden gizlidir. Kazdıkça kazılan, her kazışta yeni bir maden… Meyvesini bir dokunuşta, bir okuyuşta vermez, yalnızca okuyucusunu cezbeder, kendine aşık kılar. Okuyucusuna küçücük aralıklardan ışık sunar. Düşünelim bir kere karanlık bir odadan toplu iğne deliği kadar bir delikten dışarı baksak; koca bir dünya görürüz. Tersini düşünsek o delikten içeri; karanlığı aydınlatacak bir ışık sızar. İşte okuyucu okuduğu kitaptan yakaladığı küçücük bir ışığı koca bir dünyaya sunar. Kitap tanıtmak, pazardaki bir ürünü tanıtmak gibi değildir. Önemli olan sakladığı ışığı bulabilmek onu bir başkasına sunabilmek aynı zamanda kendi dünyamızı aydınlatabilmektir. Tanıtımlarınızda sizi dinleyen, izleyen arkadaşlarınıza mutlaka ve mutlaka en az bir ışık ışıldatabilmelisiniz, birden çok ışık sunabilirseniz siz başarmışsınız demektir.
(Zil Çalar, öğretmen çıkar)
I. Grubun Sözcüsü:
– Arkadaşlar, Medya Okur Yazarlığı Dersi Öğretmenimizin konuşmalarını hatırlayın. Amacımız kazanmak değil bizi izleyen bütün öğretmen ve öğrencilere ışık sunabilmektir, bunu yaparken de yarışmadan fazla uzaklaşmamak gerekir. Aksi taktirde yarışmaya gölge düşürür. Tanıtım yapan gruba diğer gruplar anlamlı soru sorabilmeli, yer yer de eleştiriler getirebilmelidir. Eleştiriler oluştururken karşı grubu incitecek eleştirilerden kaçınmalıyız. Anlaştık mı? (Hepsi anlaştık der.)
(PERDE KAPANIR.)
İKİNCİ PERDE
(İzleyici öğrenciler salonda, Yarışmacı öğrenciler, sahne genişliğine göre 5 grup sahnede yer alır. Sahne yeterli değilse yarışmacı gruplar sırası geldikçe sahnede yer alır.)
TÜRKÇE ÖĞRETMENİ LEYLA:
- Sayın Müdürüm, değerli meslektaşlarım ve sevgili öğrenciler, 8/D
Sınıfı öğrencileri beşer kişiden oluşan beş ayrı grupla 5 kitabın tanıtımını yapacaklar. Sunum sonu sizin alkışlarınızla I. Grup belirlenecek. Birinci gelen grup kitapla ödüllendirilecek ayrıca en yüksek ders içi performans notu verilecek. Sevgili 8. sınıf öğrencileri, sunumu yapan 8. sınıf öğrencileri yani sizin kendi arkadaşlarınız. Arkadaşlık kavramı sizce önemli ise sunum sonuna kadar arkadaşlarınıza saygısızlıkta bulunmazsanız hem kendinize hem arkadaşlarınıza saygı duymuş olacaksınız, aynı zamanda öğretmenlerinizi de mutlu etmiş olacaksınız. Şimdi sizlerin alkışları ile yarışmacı grupları sıra ile sahneye alıyorum.
(I. Gurup: İntikam Grubu.’’ Güçlü bir alkış sesi eşliğinde intikam grubu sahneye geldi, salonu selamladı belirlenen yerlerine oturdu. Masaları I. Masa. Salondan okunacak şekilde önünde ve üstünde: ‘’İntikam Grubu’’ yazıyordu.)
(Öğretmen Leyla, alkışlara teşekkür etti. II. Grubu duyurdu: ‘’ Kartallar Yüksekten Uçar’’ II. Grup yine alkışlar eşliğinde yerini aldı. II. Grubun masasında ‘’Kartallar Yüksekten Uçar’’ yazılı idi. Aynı şekilde III.Grup, IV., V. Gurup yerini aldı.
III.Grup: Beyin Gücü
IV.Grup: Okumak Namustur
V. Grup: Yeter ki Umutlar Yitirilmesin)
(Sunuma I. Grup, İntikam Grubu Sözcüsü Hayrullah ‘ın konuşması ile başlandı.)
- Bizim grup: İntikam Grubu, Yılkı Atı’nı tanıtacağız. Ali kitabı bulacak, Zeynep ile Ahmet özetleyecek, Ferudun dramatize edecek ben tanıtacağım.
HAYRULLAH:
- Sayın Müdürüm, Sayın öğretmenlerim ve değerli arkadaşlarım ‘’intikam Gurubu’’ olarak bizim sunumunu yapacağımız kitap: Yılkı Atı’’ yazarı Abbas Sayar. Kitap120 sayfalık, bir çırpıda okunabilecek bir roman. Abbas Sayar, ilk romanı olan bu romanı ile TRT 1970 Sanat Ödülleri yarışmasında başarı ödülü almıştır. Roman sinemaya uyarlanmıştır. Arkadaşlarım sizlere özetini sunacak. Kitabın en ilgi çekici yönlerinden biri sahibine birincilikler getiren yıllarca hizmet eden bir atın, ihtiyarladığı zaman dağlara terk edilmesine, kurtlara yem olmasına göz yumulması; bizlere sanat dünyasında yüzlerce esere imza atan sanatçıların, bilim adamlarının, siz öğretmenlerin, gazilerin yaşlılıklarında sokağa huzurevlerine terk edilmelerini anımsatması olmuştur.
HAYRULLAH:
- Arkadaşlar, kitabın her satırı ayrı bir değer burada biz baştan sona tanıtım yapmaya kalsak diğer gruplara sıra gelmez, ayrıca sizleri de sıkmama adına kitaplardan kısa kesitler vereceğiz. Diğer gruplar da aynı şekilde yapacak. Ben kitaptan 2. bir tespite yer verip sözümü tamamlayacağım. Kitapta dağlara terk edilen Yılkı atı Dorukısrak ile Çılkır’ın doğa şartlarına, düşmanlarına karşı vermiş oldukları mücadelede dayanışmaları, bir birlerine duydukları saygı; bizlere grup içi ve diğer gruplarla dayanışmamıza, grup içi ve diğer gruplara saygı duymamıza en büyük ilham oldu.
Arkadaşlar, şimdi ben sözü grubumuz adına kitabın özetini yapacak arkadaşlarımızdan ilki Ahmet’e veriyorum.
AHMET:
- Arkadaşlar; Yılkı Atı adlı romanın baş kahramanı Dorukısraktır. Doru kısrak Köyün en iyi tayı sekilmiş sonradan koşu yarışmalarına katılmış birincilikler almıştır. Atın sahibi İbrahim, köyün en güzel en değerli atına sahip olmakla övünmüştür. Burada ayrıcalıklı değere sahip olmanın vurgulaması yapılmıştır. (Medya Okur Yazarlığı Öğretmeninden 1. ışık işareti gelir.)
İbrahim, Anadolu’nun yoksul köylerinden birinde yaşamaktadır. Her yaklaşan kış yoksul köylüleri hayvanların yemini. Samanını, kendi yiyeceğini düşünmeye sevk eder.(Işık 2: Anadolu gerçeği) Dorukısrak son döneminde sahibine bir tay vermiştir. Yaklaşan kış her köylü gibi İbrahim’i de zorlu düşünmeye sevk etmiştir. İbrahim hayaller kurar: bir harman dolusu buğday, saman, atlar, konaklar…. Çalışanın hakkını bol bol vermeler.(Işık 3: zor durumda kalan Anadolu köylüsünün hayallerinden başka sığınağı olmadığı)
İbrahim yaklaşan kış; çözüm olarak ‘’Dorukısrağ’’ı dağlara terk etmeyi bulur. Oğluna atı dağa bırakmasını söyler.(Işık 4: Hayallerle gerçeklerin bağdaşmadığı) Dorukısrak, her gün gelir tayını görmek için ahırı tekmeler. İbrahimin oğlanları taşlayarak kovalar. (Işık 5: Anne sevgisi)
Dorukısrak gündüzleri sürüye karışarak tayını gizlice sever, akşamları dağlara kaçar. (ışık 6: Değişik çözüm yolu üretme)
Dorukısrak, Aygır, Çılbır ile kaynaşır güneyde kendilerine otlak bulur. (ışık 8: yeni ortama uyma.) dedikten sonra.‘’ Arkadaşlar olayın buradan sonrasını sizlere Zeynep arkadaşımız sunacak.
(Zeynep Akmet’e teşekkür ederek konuşmasına başlar.)
ZEYNEP:
-Arkadaşlar, Dorukısrak ile Çılbır arasında bir yakınlaşma olur, bunu çekemeyen Aygır ile Çılbır dövüşmeye tutuşur, aygır yenik düşer. (ışık1: kıskançlık)
Çetin geçen kış şartlarında atlar kurtların saldırısına uğrar. Atların hepsini Aygır kurtarır.(Işık 2: Zorlu günlerde kırgınlıklar unutulur.’’ Kış uzun sürer atlar yiyecek bulmakta güçlük çeker. Dorukısrak hastalanır, uzaklara gidemez. Köylünün biri ahırına alır ve besler. (Işık 3: acıma duygusu)
Diğer atlar, kurtların saldırısına uğrar. Çılbır ölür. Bahar yaklaşır, Dorukısrak, dağlara bırakılır. Çılbırın öldüğünü duyar çok üzülür. At tüccarları sağ kalan atları toplamaya başlar. İbrahim Dorukısrağı bulmak için dağlara çıkar, bulur yakalayamaz. Tayı ile yakalayabileceğini düşünür. Tayı annesine salar. Tayına kavuşan Dorukısrak uzaklara kavuşur.
Arkadaşlar, dikkatinizi çekmiştir burada: Yapılan kötülüğün asla unutulamayacağına dikkat çekilmiş, yine küçük hesaplar peşinde koşanların ellerindekini de kaybedebileceklerine dikkat çekilmiştir. Ayrıca çıkar ilişkisinin çarpıklığına da dikkat çekilmiştir. Atın getiri dönemi değerli oluşu, sonrası dağa terk edilişi.
(Burada 2. Guruptan Semih söz alır.) ı
- Buna örnek olarak karne yağlaştığı dönem öğretmenlere yakınlaşmamızı, 5 vereni sevmemiz, kısa sürede unutup farklı davranmamızı örnek verebilir miyiz?
ZEYNEP:
- Tabi ki hayatımızın her alanından örnekleri çoğaltabiliriz. Siz de bilirsiniz ki zamanımız yetmez. Ben burada bizleri dinleyen tüm arkadaşlarıma, tüm öğretmenlerime teşekkür eder, dramatize için sözü Ferudun arkadaşımıza veriyorum.
FERUDUN AT:
(Kostümü ile sahneye çıkar, hızlı şekilde ellerini yere koyarak at kostümü ile sahneyi turalar. Sahneye karşı güçlü bir şekilde kişnemelerde bulunur. Hayrullah atın sahibi olmuştur. Ata biner. Sahnede bir iki tur atar. İner sahneye döner.)
- Var mı köyde ‘’’’Dolukısrak’’ gibi bir at. Köyün en güzel atı benim. Ona verdiğim arpa, saman helaldir.
(Sahnede bir iki tur atar.)
- Zaman ne çabuk geçiyor değil mi? Benim saçlar ağardı, ‘’Dorukısrak’’ın kemikleri sırtardı. Artık ‘’Dorukısrak’’ın yediği saman haramdır. Kış da yaklaştı. Oğlum Osman:
- Buyur baba(Ahmet Osman rolünde)
- Kardeşin Mehmet’i de al, ‘’Dorukısrak’’ı dağa bırakın gelin
- Ama baba atımızı kurtlar yer.
- Biz de kutlar yesin diye dağa bırakacağız herhalde anladın mı şimdi.
- Tamam baba.
(Osman atı çekiyor, Mehmet arkadan dipçikle vurarak sahneden çıkar..
Ertesi gün akşam Osman babasına seslenir.)
- Baba! Baba! Kurt Uluyor.
BABASI İBRAHİM:
- Daha iyi kurt ‘’Dorukısrak’ı’’ yerse kurtulduk demektir.
(Ertesi gün akşam) OĞLU OSMAN:
-Baba ‘’Dorukısrak’’ ahır kapısını tekmeliyor.
BABASI İBRAHİM:
- Taşlayın gitsin. Öyle taşlar vurun ki bir daha geri gelmesin.
Üç ay sonra OĞLU OSMAN:
- Bababa! Baba! ‘’Dorukısrak’’ Tayımızı peşine takmış kaçmış.
(Osman şakın şaşkın bakarak bitkin bir halde: ‘’ Şimdi ben öldüm.’’ Diyerek sahneye yığılır kalır.)
I. GRUBUN SÖZCÜSÜ HAYRULLAH:
-’Arkadaşlar, bizim sunumumuz burada sona eriyor. Ben grubum adına diğer gruptaki arkadaşlara başarılar diliyor, bizleri dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.
(Salonda bütün öğrenciler:’’ İntikam! İntikam! İntikam! ’’ diyerek alkışlar.) .
LEYLA ÖĞRETMEN:
- Arkadaşlar, ‘’İntikam Grubu’’ nu dinlediniz. ’İntikam Grubu’’nu bir de benim adıma alkışlayın, ardından sözü ‘’Kartallar Yüksekten Uçar’’ grubuna verelim.
(Salondan bu defa daha güçlü seslerle: ’’ İntikam! İntikam! İntikam! ’’ diyerek alkışlar yükselir) .
(Leyla Öğretmen, salona dönerek)
-’Ben sizlere ilgi ile dinlediğiniz ve bu güçlü alkışlarınız için teşekkür eder, ‘’ İntikam Grubu’’’nu başarılı sunumlarından dolayı kutlar, onlara teşekkür ederek sözü ‘’ Kartallar Yüksekten Uçar’’ grubuna veriyorum.
Kartallar Yüksekten Uçar Gurubunun sözcüsü TUĞBA:
-Arkadaşlar I. Grubu dinlediniz kendilerini kutlarım, güzel bir sunum yaptılar. Hayat sürecinde alabileceğimiz tespitler verdiler. Yalnız dikkat edin biz daha yolun başındayız. O nedenle bizim tanıtımını yapacağımız kitap ‘’Martı’’ öğrenci olarak bizleri daha yakından ilgilendiriyor. Kitabın yazarı: RICHARD BACH, Baş kahramanı Jonathan (martı)
Martı; Umut, direnç, özgürlük kavramları üzerinde duruyor. Sorarım size hayatında bu kavramlara yer vermeyen var mıdır? Eğer ki varsa kitap onların yaşam felaketini de gözler önüne seriyor. Özellikle ben ‘’Umut kavramı üzerinde duruyorum. Bütün öğrenciler gelecek için iyi bir umut besler. En yüksek mevkilerde iş yapmak, en yüksek kazanç elde etmek…. Sonra hayal kırıklığı. Niye mi karnesinde spor Toto oynayanların erişeceği hedef bu…
Kitap bize bunu öğretiyor. Kitabın kahramanı Jonathan en yüksek hayalleri kuruyor; kartalların en yüksek uçanı olmak, denizlerin en derinine dalıp, en leziz balıkları yiyeni olmak. Bize bu hedeflere nasıl erişileceğini gösteriyor. Jonathan, önce bir günde en yüksek uçağı yüksekliği belirliyor; sonra hedefine ulaşıyor. Diğer günler bir gün önceki yüksekliğin üstüne uçabilmek… Hedefe uçuyor. Her gün yeni bir hedef. Sonra erişilmesi hayal edilmeyecek kadar yükseklere uçmayı başarıyor. Ben sözümü burada kesiyor devamını sunacak Rıtvan Arkadaşıma veriyorum.
(Medya Okur Yazarlığı Öğretmeni her cümlenin sonunda ışık ve başarı işaretlerini vermeyi sürdürür.)
RITVAN: -
- Arkadaşlar, Tuğba arkadaşımızı dinledik. En son sözünde ‘’erişilemeyecek hedef yoktur’’ dedi yalnız hedefe erişmenin bir yolu var; her oyunun bir kuralı olduğu gibi. Yani hedefe direnç, bilinç plan ile erişilir. Bütün dersleri bir yana bırakıp karneleri birle dolduran arkadaşlarımızın başarı hedeflerine ulaşması hayalden öte gitmez. Jonathan gibi her yıl bir önceki başarı grafiğinin üzerine çıkartırsak her yılımız başarılı olur; ulaştığımız hedef yüksek olur. Bir alanın Takdir hedefi yerine önce 2, sonra 3, sonra 4, sonra 5; sonra Takdir almayı hedeflemesi ‘’Takdir’’i kaçınılmaz kılar.
Kitapta hedefi, direnci, özgürlük tutkusu olanların erişebileceği hedefleri; yaşayabilecekleri mutlulukları, hiçbir tutkusu olmayan başıboş amaçsız insanların nasıl bir yaşam sürdüreceği gözler önüne serilmiş.
Martı Kitabı’nda Jonathan, hedefi, direnci, özgürlük tutkusu olan insanları temsil ediyor. Biz ‘’ Kartallar Yüksekten Uçar Grubu’’ olarak martı olmaya; Jonathan olmaya karalıyız. Yerinde sayanlara bu kitabı okumalarını; uçmaya karar vermelerini tavsiye ederiz. Son olarak da diyoruz ki: ‘’ Kartallar Yüksekten Uçar’’
(Işık işareti ve başarı işaretleri burada da verilir.)
(Salon Kartal! Kartal! sesleri ile inletir.)
RITVAN:
- Şimdi Mehmet Ali arkadaşımız, sizlere kitaptan kısa bir canlandırma sunacak. Ben sizlere dinlediğiniz için teşekkür eder iyi seyirler dilerim.
(Mehmet Ali, kartal kostümü ile sahnede yerini alır.)
- Ben bir kartalım, hayatta tek yapacağım iş uçmak, uçmak… yine uçmak. En yükseklere uçmak. Denizlerin en derinine dalmak. Balıkların en lezizini yemek. Uçmak.. Uçmak.
(Önce sahnede boydan boya uma gösterileri yapar.)
- Daha yükseğe uçmalıyım.
(Sandalyenin üstüne çıkar.) (Uçar. Uçar…) Daha yükseğe, daha yükseğe uçmalıyım. (Sandalyeyi masanın üstüne alır) . Uçar… Uçar..) Daha yükseğe, daha yükseğe uçmalıyım. (Sandalyenin üzerine bir tabure koyar. Üstüne çıkar.) Uçar… Uçar…) Yükseğe, daha yükseğe uçmalıyım.. (Son uçma hamlesinde ölür.)
GRUBUN SÖZCÜSÜ TUĞBA:
- Arkadaşlar, canlandırmayı izledik. Tek bir hedefe odaklanmak. Kuşların en iyisi olmak, en iyisi olarak yaşamak ve o uğurda ölüp en iyi olarak anılmak. Biz bundan böyle ‘’ Kartallar Yüksekten Uçar Grubu’’ olarak öğrencilerin en iyileri olmak, en iyileri arsında yer almak; yaşadığımız süre içerisinde yaptığımız işi en iyi yapanı olmak yolunda ant içtik. Bir kişinin kendine verebileceği bundan büyük bir söz olamaz. Sizleri de hedefi olan, hedefine odaklanan olarak ant içmeye; uçmaya davet ediyorum. Hazır mıyız?
(Salondan salonu inleten hazırız yankıları…)
TUĞBA:
- O zaman ben söylüyorum sizler tekrarlıyorsunuz. Öğrencilik hayatım boyunca en iyi öğrenci olmaya, öğrencilik sonrası yaptığım işin en iyi yapanı olmamaya, bu yolda bir saniye durmamaya, hiçbir engelde yılmamaya ant içerim.’’
(Salonun coşkusunu gören Tuğba) Arkadaşlar, ne dersiniz bir daha tekrarlayalım mı’’
(Salondki öğrencler:Bir daha, bir daha!)
TUĞBA:
- Öğrencilik hayatım boyunca en iyi öğrenci olmaya, öğrencilik sonrası yaptığım işin en iyi yapanı olmamaya, bu yolda bir saniye durmamaya, hiçbir engelde yılmamaya ant içerim.’’
II. GRUP: FİKİR GÜCÜ. SÖZCÜ: SEMİH:
(Semih, daha önceki konuşmacılara ve dinleyicilere teşekkür ederek konuşmasına başlar.)
- Arkadaşlar bizim sizlere tanıtımını yapacağımız kitap: Çelik Böyle Sertleşti. Yazarı: Nikolay Ostrovski. Bizler bu kitabı öncelikle seçtik. Sunum sonu seçmemize siz de hak vereceksiniz. Mareşal Vasili Çuikov, Nikolay Ostrovski’nin Çelik böyle Sertleşti kitabı için;
‘’İnsanın en paha biçilmez varlığı hayatıdır. Hayat bir kez verilir insana ve bu hayatı öyle yaşamalı ki, hiçbir amacı, olmadan yaşanan yıllar için insan utanç duymasın, miskin, pis pis heveslerle geçen günler için insanın yüzü kızarmasın ve hiç değilse ölürken kendi kendine diyebilsin ki; Ben ömrümü, bütün gücümü dünyada en mükemmel şeye. İnsanlığın özgürlüğe kavuşması için mücadeleye adayarak yaşadım.’’ diyor. Bu sözlerden sonra kendi kendimize şu soruyu sormalıyız: ‘’ Hayatımızın önemine hiç dikkat ettik mi, hayatımızın bizim için; bir başkası için önemini kavrayıp bir hizmette bulunduk mu? ’’ Eminim bulunduk diyen biri 6 ders saatini, ders kaynatmakla meşgul olmaz. Eminim ki öğrencilik hayatını boşa harcamaz. Öğrencilik dönemi yaşamını boşa geçirmez. Yine bu sözlerde boş geçen günler için yüz kızarma söyleminde bulunuyor. Zamanını boşa geçiren arkadaşlarımızın yüzü kızarmıyorsa en azından bu sözlerin önemine dikkat etmeleri kendi yararlarına olacaktır. (Medya Okur Yazarlığı Öğretmeninden başarı işaretleri.)
(Salonda azınlıkta olsa da bazı başlar öne eğer. Bir kişi; ‘’ Bu söz benim için söylenmiş’’ der.)
(Semih, alkışlara teşekkür eder, sözü İrem’e verir.)
İREM:
- Arkadaşlar, Nikolay Ostrovski, daha yirmi yaşındayken ülkesinde yaşanan iç savaş cephelerinde aldığı ağır yaraların etkisiyle kötürüm ve kör olmuştur. Doktorların ümit vermediği Nikolay Ostrovski,hayata küsmemiş, sevgisini yitirmemiş, mücadele gücünü kaybetmemiştir. Güçlü iradesi sayesinde hayatta kalmayı başarmıştır. Bu mücadelesi ile milyonların umut kaynağı olmuş: yaşamanın her şeye karşı güzel olduğu gerçeğini ortaya koymuştur. Biz de diyoruz ki yaşamak her şeye rağmen güzeldir yaşamasını bilene… (Başarı işareti.)
Nikolay Ostrovski, bu özelliği ile azmin, ve başarının kahramanı olarak bilinir.
(Sözü Görkem‘e veriri.)
GÖRKEM:
- Arkadaşlar, Güçlü iradesi sayesinde hayatta kalmayı başaran Nikolay Ostrovski, omzuna yerleştirdiği aygıtlar yardımı ile kalem tutmayı başarmış ve bu kitabı yazmıştır. Kitapta; savaşta kendi ve arkadaşlarının yaşamış olduğu zorlukları anlatmıştır. Kitap Dünya Klasikleri arasında ilk sıralarda yerini alır.
Kitapta dikkat etmemiz gereken noktalardan biri de hangimiz var olan ayaklarımızın, ellerimizin farkına varabildik… Hangimiz kendi adımıza, insanlık adına yeterince kullanabildik. (Başarı işaretleri gelmeye devam eder.)
(Görkem sözü Aytaç’a verir.)
(Aytaç diz kırılarak ayaklar arkaya bağlanmış, kollar içerde bir gömlek giymiş; ayak ve kollar yok görünümündedir.)
- Ben Nikolay Ostrovski. Ey siz insanlık düşmanları, bütün maddi varlığımı aldınız, bedenimi aldınız, bir tek beynimi alamadınız. Beynimle sizlere savaş açmaya devam ediyorum.
(Sahneden güçlü alkış sesleri…)
(Semih devreye girer)
- Arkadaşlar, biz Beyin Grubu olarak bundan böyle hayıtımızı şahsımız adına, insanlık adına adamaya ant içtik. Bizimle ant içmek isteyenler bir parmak kaldırsın.
(Tüm salon eksiksiz parmak kaldırır.)
SEMİH,
-Arkadaşlar, o zaman hep birlikte ant içiyoruz. Ben söylüyorum siz tekrarlıyorsunuz.
Bundan böyle hayıtımızı şahsımız adına, insanlık adına adamaya ant içtik.’’
OKUMAK NAMUSTUR GRUBU, GRUBUN SÖZCÜSÜ MEHMET:
- Arkadaşlar, bizim Tanıtımını yapacağımız kitabın adı Sefiller: Sefiller’i niçin seçtik: Sefiller: ‘’Birey mi toplumu suça iter, toplum mu bireyi suça iter? ’’ Sorusunun en güzel örneği. Jan Jak Russo’ya göre toplum bireyi suça iter. Toplum bireyi önce aç bırakır, ekmek çaldırır; sonra bireyi cezalandırır. Sefiller’in kahraman Jan Valjean, sadece bir ekmek çaldığı için 19 yıl kürek cezasına mahkum olmuştur. Bizler de yaşadığımız toplumda Jan Valjean’lar olmasın istedik; hiç birimiz de asla.. (Burada Medya Okur Yazarlığı Öğretmeninden işaretler gelmeye başlar.) Kitabın detayını sırası ile size arkadaşlarımız tanıtacak. Şimdi sözü Hüseyin arkadaşımıza veriyorum.
HÜSEYİN:
- Arkadaşlar, Sefiller kitabını niçin seçtik? Sefillerin yazarı VİCTOR HUGO, bu romanı çocuk denecek yaşta yazmıştır.Burada bizlerin de kendimizi küçümsemeyerek biz yaşta insanların büyük işler başaracağına dikkat çekmek istedik (Medya Okur Yazarlığı Öğretmeninden ışı başarı işareti…)
VİCTOR HUGO, çocuk yaşta bu romanı yazar. Bu günkü teknolojik ortam yok. Yazdıklarını çuvala doldurur; matbaa matbaa dolaşır. Çocuk diye hiçbir matbaa ciddiye almaz. Yalnız bir tek matbaa sahibi: ‘’Okuyup karar vereyim.’’ der, okur; VİCTOR HUGO’ya: ‘’Bu kitapta aşk sahnesi yok, basılırsa okuyucu okumaz. İçine aşk sahneleri koyalım.’’ der. VİCTOR HUGO, meşhur sözünü söyleyerek: ‘’ Kitap basılacaksa bu şekilde basılacak.’’ der. Bu da bize bir şık olmalı. Doğrularımızdan taviz vermemeliyiz. (Medya Okur Yazarlığı Öğretmeninden ışı başarı işareti…) Kitabı ana hatları ile Ferda arkadaşımız size özetleyecek. Ben sözü Ferda, arkadaşımıza veriyorum.
FERDA:
- Arkadaşlar, Kitabın kahramanı Jan Valjean ekmek çalar; ekmek çaldığı için 19 Yıl kürek mahkumu olur. Anlayacağımız çaresizlik insanı her türlü suça iter. Biz burada sizlere çaresiz duruma düşüp suç ortamına itilmemek için kendi çarelerimizi yaratmaya mecbur olduğumuzu vurguluyoruz ve bizler için okulların bir oyun alanı değil çare arama alanı olduğunu vurgulayarak, okulu sadece oyun alanı gören arkadaşlarımızın uyanmasına yardımcı olmayı hedefliyoruz. Bizler diyoruz ki okullar en büyük çare arama yeridir. Okullarda kaçıracağımız fırsatları hayatımızın hiçbir alanında bulamayız. Sözümüzün doğruluğuna inanan arkadaşlarımızın elini havada görmek istiyorum. Doğru diyenler?
(Yarışmacı gruplar ve izleyiciler parmak kaldırır.)
Jan Valjean, tutukluluk sürecinde defalarca kaçmıştır. Her kaçışında ceza katlanmıştır. Her kaçışında yerine isim benzerliliğinden başka biri tutuklanmıştır. Jan Valjean, bir başkasının işlemediği suçtan tutuklanmasına razı olamadığı için her defasında teslim olmuştur. Burada bizim işlediğimiz suçun cezasını bir başkasının çekmemesi gerçeğini; dürüstlük kavramının önemini vurguluyoruz ve diyoruz ki yaşadığımız sürece haksızlığa göz yummaya, yalan söylemeye yer vermeyeceğiz..(Medya Okur Yazarlığı Öğretmeninden ışık işareti. Başarı işareti…)
Jan Valjean, tutukluluk süresi bittikten sonra bir süre topluma küsmüş düşman olmuştur. Sefillik ve yalnızlık içerisinde kalır. Anlıyoruz ki topluma küsen kendine küser. (Medya Okur Yazarlığı Öğretmeninden ışık işareti. Başarı işareti…)
Jan Valjeanın, piskopos’dan gördüğü iyilikle ruhu aydınlanır. Hayata ahlak ve fazilet sahibi iyiliksever bir insan olarak yeniden başlar.
Burada da yardımlaşma ve insanın değişebileceği gerçeğini anlıyoruz.
Jan Valjean, kendini iyiliğe adar. Yoksul bir kız olan Cosette’i evlat edinir; büyütür evlendirir. Kasabanın sevgisini kazanır. Yaşadığı kasabanın belediye başkanı olur.
Anlıyoruz ki iyilik eden, topluma hizmet eden toplum tarafından yüceltilir. Yücelmeye aday olduğumuzu ve inançlı olduğumuzu buradan ilan ediyoruz, sizler de bizlerle var mısınız?
(Salondan coşkulu: ‘’ Varız! Varız! ‘’ çığlıkları…)
Medya Okur Yazarlığı Öğretmeninden ışık işareti. Başarı işareti…)
Ferda: ‘’ Şimdi Mehmet arkadaşımızın dramatizesini izleyelim.’’
(Mehmet Yücel Matbaa sahibi rolüne geçmiştir. Masa üstünde birkaç kitap, kağıt ruleleri. Mehmet kulisten gelir masaya yaklaşır.)
- Kitabımı incelediniz mi?
MEHMET YÜCEL:
- İnceledim. İçinde aşk yok; bu şekilde basarsak okunmaz. İçine biraz aşk sahnesi koysak.
MEHMET ANT:
- Basılacaksa yazıldığı gibi basılacak.
Mehmet Yücel:
- Jan Valjean’nın 20 Yıl birlikte yaşadığı bayanın elini bile tutmaması sence garip değil mi?
MEHMET ANT:
- Bence garip olsaydı, garip diye yazardım.
MEHMET YÜCEL:
- En azından ikisini el ele tutuştur baskısını yapalım.
MEHMET ANT:
- Kitap basılacaksa bu şekil basılacak ve de yer yüzünde parasızlık yüzünden erkeğin cahil, şerefsiz; kadının namussuz olduğu sürece bu kitap değerinden hiçbir şey kaybetmeyecektir.
FERDA:
- Arkadaşlar, Mehmet arkadaşımızın canlandırdığı ve söylediği sözler kitabın yazarı Victor Hugo’ya aittir. Üzerinden yaklaşık 2 yüzyıl geçmiş olasına rağmen sözünde de belirttiği gibi kitap Dünya Klasikleri arasında ilk sıralarda yer almaktadır. Sanırım Grubumuzun adının niçin ‘’ Okumak Namustur’’ olduğu anlaşılmıştır.
MEHMET YÜCEL:
-Arkadaşlar, diğer grupların almış olduğu kararların doğruluğuna bizler de inanıyor destekliyoruz. Sadece diyoruz ki kararlardan bir kısmı soyut ya da uzun vadeli. Biz daha somut, daha kısa vadeli bir eylem ortaya koyuyoruz. Hemen bu salondan çıktıktan sonra uygulayabileceğimiz bir eylem.
Arkadaşlar içinizde kitap okuyanlar bir parmak kaldırsın.
(Herkes parmak kaldırır.)
MEHMET YÜCEL:
- Evinde kitabı olanlar parmak kaldırsın.
(Herkes parmak kaldırır.)
MEHMET YÜCEL:
- Bu salondan çıkınca en sevdiğiniz kitabı en sevdiğiniz kişiye verip okumasını isteyeceksiniz. Verdiğiniz kişiye de bir kitabı bir başkasına okutmasını. Bu eylemi bugün biz başlatırsak; bu eylem sürer gider.
Ben Sefiller Romanı’nı kim okumadı ise ona vermek istiyorum.
(Salondan ilk fırlayan öğrenciye kitabı verir)
- Eve gittiğinde bu eyleme katılacak arkadaşlar bir el kaldırsın.
(Bütün eller havaya kalkar)
MEHMET YÜCEL:
- Değerli arkadaşlar, şu ana kadar biz konuşmacıları alkışladınız. Şimdi kendi kendinizi alkışlayın.
(İlk alkışı Mehmet Yücel kendisi, sonra konuşmacılar, öğretmenler, bütün salon… Alkış üstüne alkış.. Mehmet YÜCEL konuşmasını sürdürmek için bir süre bekler. Leyla Öğretmenin el işaretleri ile alkışları durdurur.)
MEHMET YÜCEL:
- Arkadaşlar, okumanın namus, okumanın şeref, okumanın, iş -servet, şan -şöhret olduğu bilinci ile okumaya; önce kendimizi, sonra çevremizi aydınlatmaya ant içeriz. Bizimle ant içmeye var mısınız?
(Diğer grup öğrencileri ve izleyici öğrenciler: Bir yandan alkış bir yandan: ‘’ Varız! Varız!)
Hep birlikte söylüyoruz o zaman.: ‘’Okumanın namus, okumanın şeref, okumanın, iş -servet, şan -şöhret olduğu bilinci ile okumaya; önce kendimizi, sonra çevremizi aydınlatmaya ant içeriz.’’
(Mehmet alkışlara teşekkür eder, sözü V. Grubun sözcüsüne verir)
- Arkadaşlar; ‘’ Umut Işığı ’’ bizim grup adımız olduğu gibi aynı zamanda tanıtacağımız kitabın adı. Yazarı İbrahim Şahin. İbrahim şahin, bütün başarıların umuda bağlı olduğunu ortaya koyarken umudunu yitirenlerin, hiç umudu olmayanların yaşam şartlarının zorluğu karşısında yenilgi üstüne yenilgi aldıklarını, yenilgiler sonucu hayata küstüklerini, gözler önüne seriyor. Bizler grup olarak belirleyeceğimiz her hedefin bize bir umut ışığı olacağına inanıyoruz. Hedefimiz okullarda elde edeceğimiz başarılarla kendi geleceğimizi belirlemek; içinde bulunduğumuz topluma yararlı hizmetlerde bulunabilmektir. Ben sözü Alev arkadaşıma veriyorum.
ALEV:
- Arkadaşlar, İbrahim Şahin kitabında bizi sadece çanta taşıyan olarak görmüyor, tek bir birey olarak görmüyor; geleceği aydınlatacak ışığın kaynağı olarak görüyor. Tek bir kıvılcımın, tek bir ışığın bütün toplumu aydınlatabileceğini en ilginç örneklerle bize sunuyor. Biz bu kitabı okuduktan sonra kendi içimizdeki keşfedemediğimiz gücü keşfettik; gücümüzün bize yeteceği gibi yüzlere binlere güç katacağı inancına vardık. İçinizdeki gücü keşfetmeye var mısınız?
(Salondan varız alkışları….) Ozan arkadaşımız kitabı tanıtmaya devam edecek
OZAN:
- Arkadaşlar, İbrahim şahin, bütün büyük başarıların küçük basit merdivenlerden ilerleyerek kolayca elde edildiğini vurguluyor. Ona göre öğrencilik hayatı da hedefe, başarıya götüren merdivendir. 1. Sınıftan başarı ile başlayan bir öğrencinin, aynı başarılarla sınıf sınıf atlayarak öğrencilik hayatını tamamladığında en yüksek hedefe erişebileceğini belirtiyor. Hedef basamaklarında birini atlayarak diğerine geçiş yoktur örneğin 7. sınıfı okumadan 8. geçmek gibi. Doruktaki başarı için merdivenin önemsiz basmağı yoktur. Lisedeki bir başarı için; içinde bulunduğumuz basamağın önemi olabileceği gibi. Kısacası birçoğumuz bugünkü basamağın önemini kavrayamadık. Daha önceki dönemlerde olduğu gibi. Önemli olan her basamakta yeni bir basamak oluşturabilmektir. Çıkacağımız merdiven basamaklarını yükseltebilmektir. Başarıya giden yolda bir merdiven ve bir ışık; başarının olmazsa olmazları.
İbrahim Şahin, ‘Kitapta umudu bir yıldıza benzetmiş. Umudu kaybetmek ışığın söndüğüne inanmak ve karanlığa bürünmektir.
III. GURUBUN SÖZCÜSÜ:
- Sizin Umut kayıp, o zaman siz karanlığa mı büründünüz?
OZAN:
- Merak etmeyin, kitapta o sorulara da cevap var. Kapanan her kapı, umuda açılmış yeni bir kapıdır.
II. Gurubun sözcüsü:
- Sizin Umut kapınız hepten kapalı.
(Salondan sadece Umut’un arkadaşları gülmeye başlar. Leyla Öğretmen devreye girip susturur.)
ALEV:
- 10 sayısının 3’e bölümünü ele alalım: Böldükçe bölünür. Umut onun gibidir. Böldükçe bölünebilen, çarptıkça çoğalabilen… Yeter ki bölebilelim, yeter ki çarpabilelim.
II. GRUBUN SÖZCÜSÜ:
- Onun için mi sizin Umut her an her yerde, dersin her anında… (Bu ders hariç) Sınıfta bütün sıralarda, dışarıda bütün duvarlarda Umut yazılı. Nerede bir olay, orada Umut…
Öğretmen yine devreye girdi: ‘’Arkadaşlar, Umut arkadaşınız yanlış davranış sergileyen bir arkadaşınız olabilir. Sunumu bir tek kişiye indirgemeden sürdürürsek şu ana kadar sergilemiş olduğunuz olağanüstü güzellikteki sunuma gölge düşürmemiş olursunuz..’’
III. GRUBUN SÖZCÜSÜ (TUĞBA YILDIRIM) :
- Öğretmenim, arkadaşların anlattıklarına saygı duyarım. Amacım, Umut arkadaşımızı kötülemek, konuşmacı arkadaşın anlattıklarına karşı gelmek değil. Sunumlarımız uzadı. Bizi izleyen arkadaşlarımızdan sıkılanla biraz gülsün diye Umut arkadaşımızın olmamasını ‘’Umut yitirmek olabilir mi? ’’ şeklinde sorarak sunumu tek düzelikten çıkarıp tartışma havası vermek istedim. Ben Eminim ki ‘’Umutlar Yitirilmesin’’ grubu Umut arkadaşımızın yokluğunu hissettirmeyeceklerdir.
OZAN:
Bizler ’Umutlar Yitirilmesin’’ grubu olarak önce kendimizi, sonra toplumu aydınlatmaya ant içtik. Kendini ışık kaynağı olarak gören, toplumu aydınlatabileceği olan arkadaşlarımız bizimle ant içmeye var mı?
Salon öğ.:
-Varız, varız
Ozan Salon öğ. ‘’ Varız, Varız! ’’ (Ozan söyledi salondaki öğrenciler tekrarladı) ‘’ Önce kendimizi, sonra toplumu aydınlatmaya ant içeriz.
Arkadaşlar Bizim gruptan Umut kaçtığı için Dramatize yapamıyoruz.
SALONDAKİ ÖĞ.:
-Umut, Umut, Umut
Korkak Umut, kaçak Umut
Ko-ko, koş, ka-ka, kaç
A-aa, avucunu ya- ya, yala
U- u umut, birinciliği u- u, unut
(Kapı açıldı, Umutla göz göze geldi. Umut içeri girdi. Yine sadece Umut’un arkadaşlarından alaycı bir bakış; gülümsemeler…)
LEYLA ÖĞRETMEN:
- Sen niçin zamanında gelmezsin? Arkadaşlarına bunu nasıl yaparsın?
Umut’un annesi: (Salondan ayağa kalkar)
- Hay ağzına sağlık öğretmen hanım. Bana Müdür yardımcısı yarışmada görevli olduğunu söyledi. Ben buraya onun için gelmiştim, buraya gelip gözlerimle görmesem; bana yarışmada olduğunu söyleyecekti.’’
NÖBETÇİ ÖĞRETMEN;
-Susun vereceği cevabı bizde bekliyoruz.
UMUT:
- Öğretmenim, benim görevim: ‘’ Umutlar yitirilirse ne olur’’ onu göstermekti. Umutların yitirilmesi bundan güzel anlatılamaz ki… Burada 5 grup var, bir grup kazanacak 4 grup kaybedecekti ama hiç biri umudunu kaybetmeyecekti. Böyle bir durumda sadece bizim grup umudunu da kaybedecekti ve ben ömür boyu arkadaşlarımın sevgisini. Ben onu sergilemek istedim. Burada yarışmayı kaybetme durumunda, (ki kaybedersek) arkadaşlarımın sevgisini kaybetmeyeceğim. O duygu yeter bana. Karar sizin.
(Öğretmenin şaşkınlığını gören Umut konuşmasını sürdürür) :
- Siz beni bugüne kadar dersi dinlemeyen, hiçbir etkinliğini yapmayan, dersten kaçan olarak tanıdınız. Artık o ben, ben değilim. Ben bugünden sonra yeni bir benim. Umuttan umuda koşan, Umut. Yılmayan, umuda doymayan Umut. Bu konuşmamı bizim grubu birinci yapmanız için yapmıyorum, artık küçük hedeflerin sadece büyük umutlara bir basamak olduğunu biliyorum. Ben o basamağı çoktan geçtim.
LEYLA ÖĞRETMEN: (Öğretmen şaşkınlık içerisinde)
-Bu büyük değişim kararının sebebi nedir? :
UMUT:
- Öğretmenim, kitapta depremde göçük altında kalan bir çocuğun bir ömür değil, bir gün değil, sadece bir dakika daha fazla yaşama umudu ile 17 gün nasıl çığlık attığı ve 17 gün sonra göçük altından çıkınca hayata nasıl dört elle sarıldığı yüreğimi parçaladı, rüyalarıma girdi. Eşini kaybeden birinin, eşinin öldüğünü bir daha geri gelmeyeceğini bile bile çocuklarına her gün; ‘’akşama babanız gelecek’’ demesi, her kapı çalışta gelecek umudu ile kapıyı açması… Çocuklarını babasızlık duygusundan uzak büyütmesi… Kendisini yalnızlık duygusundan uzak büyütmesi… (Son cümle alır götürür öğretmeni farklı dünyalara.. Yanağında iki damla yaş belirir.) (Umut konuşmasını sürdürür)
- Bugün hiç farkına varmadığımız bayrağın, okullara gelip gitmenin, yıllar önce yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kaldığında bir tek umut ışığı ile nasıl dalga dalga büyüdüğü, bugünlere gelindiği anlatılmış. Annem babam, benden vatanı kurtarmamı istemiyor. Göçük altından çıkmamı istemiyor. Karnemde ‘’bir tek beş’’ görmek istiyorlar ve ben onu gösteremedim. Düşündüğümde bir tek beş almayı başarabileceğime inandım, bir de öğretmenlerimden ‘’bir tek’’inin sevgisini kazanabileceğimi. Okuduğum kitap bana bunu gösterdi ayrıca ‘’bir tek’lerden koskoca bir dünyanın oluşabileceğini…
(Anne salondan sahneye fırlar.)
: -’ İşte benim Umut deyeceğim Umut, işte benim oğlum deyeceğim Umut! ’’ (Umut’u bağrına öper, koklar… Salona döner: ‘’) Bir annenin, çocuğundan duymak istediği en büyük sözleri duydum, bugün burada. Anneleri en mutlu eden an, çocuklarının başarılarını gördüğü andır. Diğer konuşan çocukların anneleri burada olsa onların da aynı duyguları duyacağından eminim. Yine eminim ki onlar da duyacaktır; duydukları an aynı duyguları tadacak ve doya doya öpecektir.
ÖĞRETMEN LEYLA:
- Öğretmenlerin de en mutlu olduğu an öğrencilerin başarılarını gördüğü andır; öğrencilerinde gördüğü büyük değişimi gördüğü andır. Öğrencilere verdiklerini geri aldığı andır. Bütün konuşmacı arkadaşlarınız bugün burada bize o duyguları yaşattı. Konuşmacılar içerisindeki Umut’taki olumlu değişiklikler asıl alkışlanması gereken bir başarı diyorum. Diğer gruplar alınganlık göstermez, sizler de uygun görürseniz ‘’ Umut Işığı Grubu’’nu I. seçelim.
(Diğer grupların onayını alır, Umut Grubunu I.ilan eder, Umut’a döner.)
Sevgisini kazanmak istediğin tek öğretmenlerden ilki ben oldum ve ilk 5’i veren öğretmen. Sen çoğulların peşinde koş bugünden sonra. Senin çoğulları yakalayacağından koskoca bir dünya kuracağından eminim.
.(Bütün yarışmacılar, salonun önüne selam sırası ile dizilir, yazmış oldukları okul andını okur.)
UMUT ŞIĞI OKUL ANDIMIZ
Öğrenci olarak,Öğrencilik hayatım boyunca en iyi öğrenciler arasında yer almaya, umutları bölüp paylaşmaya, çarpıp çoğaltmaya; arkadaşlarımı, öğretmenlerimi sevmeye, öğrencilik sonrası yaptığım işin en iyi yapanı olmaya, bu yolda bir saniye durmamaya, hiçbir engelde yılmamaya, okulları başarıya- hedefe taşıyan bir merdiven olduğu bilinci ile her basamağına önem vermeye, her basamağını atlamadan tek tek çıkmaya, en küçük hedeften en büyük hedefe koşmaya, okullarda kaçırılan fırsatları hayatımın hiçbir evresinde bulamayacağımı bilerek hiçbir fırsatı kaçırmamaya; okulun, kitapların verdiği ışıklarla kendimi aydınlatmaya daha sonra içinde bulunduğum toplumu aydınlatmaya, bu uğurda hayatımı adamaya ant içerim.(Gurup sözcüsü Müdürü Sahneye davet eder.)
MÜDÜR:
- Sevgili öğrenciler, sizlerden bir tek şeyi önemle bilmenizi isterim; burada görmüş olduğunuz öğretmenlerden bir kısmı emekliliği gelmiş öğretmenler, bir kısmı mesleğinde emekliliğini yarılamış. Hiçbirinin sınav kazanma, meslek edinme ya da değiştirme kaygısı yok. Onların tek kaygısı sizlerin edineceği meslekler. Sizlerin kızdığı, dersini dinlemediği öğretmenlerinizin sizin boşa geçirdiğiniz zamanlara ne kadar üzüldüğünü bilmenizi isterim. Öğretmenlerin en büyük sevinci, sizlerin başarısı; sizlerden verdiklerinin karşılığını başarı olarak görebilmek. Burada verdiklerimizin karşılığını fazlası ile bize gösterdiniz, bizleri mutlu ettiniz. Bizleri mutlu ederken kendinizi de anne babalarınızı da fazlası ile mutlu ettiniz. Bu mutluluğun altını çizerken bir kez daha vurguluyorum; nasıl ki başarılarınız sadece size bağlı kalmıyor bir başkalarını da mutlu ediyorsa başarısızlıklarınız, olumsuz davranışlarınız da aynı. Olumsuz davranışlarınızın siz farkına varmasanız da önemsemeseniz de anneniz babanız, biz öğretmenleriniz önemsiyor üzülüyoruz. Olumsuz davranışlarınızı sizlerin de önemseyip üzülmenizi daha doğrusu üzülmemeniz, bir başkasını üzmemeniz için yapmamanız gerektiğini bilmenizi isterim.
Nasıl ki başarı ve başarısızlık bir başkasını etkiliyorsa, bir umut ışı bir ulusu; bir ulusu aşarak tüm insanlığı aydınlatır. Burada yarışmacı arkadaşlarınızın hepsinde bu ışığı gördüm. Bu ışığı ömür boyu taşıyacağınızdan hiç kuşkum yok.
Okuduğunuz Sosyal Bilgiler Derslerini hatırlayın; bir çağdan bir çağa geçişi sağlayan tek bir kişi olabiliyor. Fatih Sultan Mehmet’i hatırlayın. Bir toplumdaki değişim rüzgârını bir tek kişi estirebiliyor. Bir Mustafa Kemal Atatürk’ü hatırlayın… Burada her birinizin büyük değişiklilerin öncüsü olacağını görüyorum.
Bir çiçeği düşünün, bir tek çiçeğin tohumları… Koskoca bir bahçeyi güle donatır. Bir bahçe çiçeğin tohumları, binler bahçeyi güle donatır. Burada her birinizin toplumun geleceğini güle donatacak güçte olduğunu gördüm. Sizin adınıza, toplumun geleceği adına mutlu olduğumu, bütün öğretmenlerinizin aynı duygular içerisinde olduğunu bilmenizi isterim. Bir tek şeyi daha bilmenizi isterim: ‘’Bu vatanın sizin gibi gençlere ihtiyacı olduğunu.’’
Gurup Sözcüsü:
- Sayın müdürüm, burada her ne kadar ‘’ Umut ışığı Grubu I. seçilse de biz hepimiz kendimizi birinci görüyor, sizlerden okul andımızın, isimlerimizin ayrıca öğretmenimiz İbrahim Şahin’in Umut Işığı kitabını okulumuz şeref köşesinde sergilemeniz istiyoruz
- MÜDÜR:
- İsteğinizi yerine getireceğim, ayrıca çekilen video Okulumuz Web Sitesinde yayınlanacak. Sizleri de Onur belgesi ile ödüllendireceğim.
(Yarışmacı gruplar sevinç gösterisi yapar. Müdüre teşekkür eder. Perde kapanır.)
İSTİKLAL MARŞI BÖYLE YAZILDI
TEK PERDE
ŞAHISLAR:
1- Atatürk
2- Hamdullah Suphi TANRIÖVER
3- Mehmet Akif
4- Jüri üyeleri (3)
5- Yarışmacılar (5)
6- Sunucu
7- Hamdullah Suphi’nin yaveri
8- Sekreterler (3)
(Masada Hamdullah Suphi, Radyoda çalmaktadır.)
SUNUCU:
- Sayın dinleyiciler 25 Ekim 1920 İzmir'in Yaprakları şarkısı ile yayınımıza başlıyoruz.
RADYO:
İzmir'in kavakları
Dökülür yaprakları
Bize de derler çakıcı
Yar fidan boylum
Yakarız konaklar
SUNUCU:
- Sayın dinleyiciler, Yurttan Sesler yayınımıza ara veriyoruz. Bir son dakika haberi: Milli eğitim bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver milli birlik ve beraberliği sağlamak,, Türk ordusuna moral kazandırmak amacı ile bir '' Millî Marş '' yarışması düzenlediğini duyurdu. Milli Marş olarak seçilen şiire 500Tl. Para ödülü verilecek.
(Hamdullah Suphi sahneden çıkar, tekrar girer radyoyu açar.)
SUNUCU:
- Sayın dinleyiciler 27 Aralık 1920 Zeybek havası ile yayınımıza başlıyoruz
RADYO:
- Sarı zeybek aman şu dağlara yaslanır aman
Yağmur yağar silahları efem ıslanır
Bir gün olur aman deli gönül uslanır aman
Eyvah olsun tellide doru efem şanına
Eğil bir bak mor cepkenin efem kanına
SUNUCU:
- Sayın dinleyiciler, Yurttan Sesler yayınımıza ara veriyoruz. Bir son dakika haberi:
Bize gelen bilgilere göre şu anda TBMM'de Millî Marş için başvurusu yapılan şiirlerin değerlendirilmesi yapılıyor. Yarışmaya 724 şiirin katıldığı gelen bilgiler arasında.
(Masada Hamdullah Suphi, masa önünde jüri üyeleri. Yarışmacılar şiirlerini sıra ile okur)
BİRİNCİ YARIŞMASI:
‘’Can vere vere çıktık savaştan
Haber aldım geldim yarıştan
Ben Mehmet oğlu Osman
Eğer birinci çıkarsam yarıştan
Benimdir on dönüm bostan
Yan gel, yat oğlum Osman’’
İKİNCİ YARIŞMACI:
TÜRKİYE
Gürler akar derelerin
Kapanır derin yaraların
Gerçek oldu rüyaların
Gör aydınlık yarınların
ÜÇÜNCÜ YARIŞMACI:
‘’Görülmemiş bir Savaş başladı
Top-tüfek güm güm patladı
Kır atım kiş kiş kişnedi
İndim attan, diktim al yıldız bayrağı’’
DÖRDÜNCÜ YARIŞMASI:
‘’Yıldız girdi ay koluna
Baş koydum yoluna
Öptüm koydum başıma
Al yıldızlı şanlı bayrağım’’
BEŞİNCİ YARIŞMACI:
‘’Geldi bahar, ağaçlar aştı çiçek
Gönüller hep dolup taşacak
Yazdığım bu şiir birinci seçilecek
Garip gönlüm bundan gayrı neşelenecek’’
KADINLAR KOROSU:
‘’Biz dirlik
Biz birlik
Biz yoksak
Boş kalır
Boyunduruğun öbür yanı
Bu vatan
anaların omzunda yükselir
Dalgalansın al yıldız bayrağım
Güle donansın vatan toprağım ‘’
ANADOLU KADINI:
‘’Bağrı yanık anasıyım vatanın
Anadolu’m, çorapsız çarık giyenin
Sabah akşam koyun inek sağanın
Uşağını cepheden cepheye salanın
Haber alıp yarıştan, huzruna gelenin
Her bir şehidine bin ağıt yakanın
Al yıldız bayrağında şen gülenin
Ben bağrı yanık anasıyım bu vatanın
Geldim bu yarışa şehit düşen binler için
Geldim bu yarışa kan kokar vatanım için
Geldim bu yarışa al yıldız bayrağım için’’
ÇOCUK YARIŞMACI:
‘’ Yarından tez savaş bitecek
Babam evimize hemencik dönecek
Evimiz düğün bayram şenlenecek
Ya ya, şaşa Mehmetçik amca çok yaşa
KADIN YARIŞMACI:
‘’Savaş bitecek
Okullar açılacak
Çocucağım okula gidecek
Uyusun da büyüsün ninni’’
(Yarışmacılar gider, Jüri kendi arasında konuşur)
RAYO:
‘’Havada bulut yok bu ne dumandır
Mahlede ölüm yok bu ne figandır
Şu Yemen elleri ne de yamandır
Ah o Yemen'dir, gülü çemendir
Giden gelmiyor, acep nedendir
Burası Muş'tur, yolu yokuştur ‘’
SUNUCU:
- Sayın dinleyiciler, Yurttan Sesler yayınımıza ara veriyoruz. Bir son dakika haberi:
Millî Marş yarışmasına katılan 724 şiir içerisinde Millî Marş niteliği taşıyan bir şiirin tespiti yapılamadı. Hamdullah Suphi Tanrıöver çare peşinde.
1. JÜRİ:
Hiçbiri milletin ruhunu yansıtmıyor.
2. JÜRİ: Hiçbiri coşku vermiyor
3. JÜRİ:
Hiçbiri milli marş özelliği taşımıyor.
HAMDULLAH SUPHİ:
Doğru söylüyorsunuz. Ben nasıl çıkarım paşanın huzuruna ‘’ Millî Marşımız bu.’’ diye. Bir çare bulmalıyız.
2..JÜRİ:
- Ödül miktarını arttırsak.
1.JÜRİ:
- Şiir yazmak bir kabiliyet. Para ile kabiliyet geliştirilmez.
HAMDULLAH SUPHİ:
- Ben onu bunu bilmem, bir çare bulmalıyız. Yalvarıyorum size, sabaha kadar gerekirse uyumayın, sabaha bir çare bulun, dileyin benden ne dilerseniz.
(Seyirciye döner)
- Eş dost, akraba, eli kalem tutan kalbi vatan aşkı ile atan biri varsa tutun elinden bana getirin.
(Jüri çıkar, telefon çalar. Arayan Atatürk)
HAMDULLAH SUPHİ:
- Buyurun paşam.
ATATÜRK:
- Yarışma ne oldu, Millî Marşımızı sabırsızlıkla bekliyorum. Tanırsın ben beklemeye gelmem.
HAMDULLAH SUPHİ:
- Paşam, Millî Marş niteliği bir şiir bulamadık.
ATATÜRK:
- Hamdullah Bey, Hamdullah Bey! Siz kiminle konuştuğunuzun farkında mısınız?
HAMDULLAH SUPHİ:
- Farkında olmaz olur muyum paşam, sizi, bırakın sesinizi duymayı, telefonun çalışından tanırım.
ATATÜRK:
- Hamdullah Bey, ne yazık ki siz beni tanımamışsınız.
HAMDULLAH SUPHİ:
- Aman Efendim, sizi dünya tanıdı, ben nasıl tanımam?
ATATÜRK:
- Tanısaydın benimle nasıl konuşulacağını bilirdin.
HAMDULLAH SUPHİ:
- Aman Efendim, bir kusurum olduysa affedin, dilim sürtüşmüştür.
ATATÜRK:
- Bana bak Hamdullah Bey! Bu millet savaşa girerken, silahımız yok demedi. Silah bulamadık demedi. Makûs kaderini bertaraf eden bir millet, kendi bağrından Millî Marşı yazdıracak birini çıkartır. Onu bulup çıkartmak benim işim değil. Bu benim şahsi meselem olsa alırım kalemi elime.
HAMDULLAH SUPHİ:
- Paşam, kaleminizin kılıçtan keskin olduğunu bilmeyen var mı?
ATATÜRK:
- Hamdullah Bey, bu bir Millî Marş davası. Millî Marş milletin bağrından çıkar. Benim kalemimden değil.
HAMDULLAH SUPHİ:
- Haklısınız Paşam.
ATATÜRK:
- Bak Hamdullah Bey, bu milletin mazeretlerin ardına sığınmak gibi bir lüksü asla ve asla olamaz. Meclisin açılış gününe Millî Marş hazır hale gelmezse makamınızı terk ediniz. Bu meclis silahların gölgesinde temelini attı, Millî Marşı ile açılmayı çoktan hak etti. Bu millete bu meclise bir özür borçluyuz.
HAMDULLAH SUPHİ:
- Paşam, milletim adına sizden özür dilerim. Emriniz yerine getirilecektir.
(Hamdullah Suphi yaverini çağırır. Yaver gelir.)
- Abdullah, bana Mehmet Akif’i bulup gelmelisin. Yerin dibine de girse, bul getir! Bulamazsan sakın gelme! Yerin dibine kendin gir!
ABDULLAH:
-Anlaşıldı Efendim. Mehmet Akif’i kendi elimle koymuş gibi bulup geleceğim.
(Mehmet Akif, Hamdullah Suphi)
MEHMET AKİF:
- Beni emretmişsiniz.
HAMDULLAH SUPHİ:
- Aman Efendim, ne emri? Başımızın üstünde yeriniz var. Hoş geldiniz. Geçin oturun. Bir nefes alın.
MEHMET AKİF:
- Hamdullah Efendi, lafı dolaştırmayı hiç sevmem. Hele hele lafı dolaştıranı hiç sevmem. Sonuca gelin.
HAMDULLAH SUPHİ:
- Mehmet Beyim, abim, üstadım. Kurtuluş savaşından alnımızın akı ile çıktık. Millî Marşta ayağımız takıldı. Bizim bu müşkilimiz sizin için bir besmele çekmek.
MEHMET AKİF:
- Benden isteğiniz nedir?
HAMDULLAH SUPHİ:
- Fazla değil bir şiir.
MEHMET AKİF:
- Sizin ‘’ Bir şiir’’ dediğiniz koskoca bir milletin Millî Marşı. Millî Marş parayla alınmaz, para ile satılmaz. Satılırsa Millî Marş olmaz. Ben böyle bir yanlışlığın içinde yer alamam.
HAMDULLAH SUPHİ:
- Biliyorum üstadım. Bu milletin Millî Marşı olmayışı derdinde yer alırsınız. Hatta Adına Millî Marş deyip millete hitap etmeyen bir şiirin karşısında duran kişilerin en önde geleni siz olursunuz.
MEHMET AKİF:
- Bu sözünüze diyeceğim yok.
HAMDULLAH SUPHİ:
- O zaman yazacaksınız.
MEHMET AKİF:
- Yazmayacağım.
HAMDULLAH SUPHİ:
- Aman üstat, sizin derdiniz, sizi kemirir. Benim koltuk devrilir, milletin hali Allah’a havale. Gelin işi yokuşa sürmeyelim. Suyu akışına verelim.
MEHMET AKİF:
- İşin içinde millet oldu mu akan sular durur. Marşı yazmasına yazacağım. Benim de şarlarım olacak.
HAMDULLAH SUPHİ:
- Üstat, sizin şartınız bize emir. Hemen söyleyin şartınızı.
MEHMET AKİF:
- Yarışma ödülü beş yüz lira 725 yarışmacıya eşit verilecek.
HAMDULLAH SUPHİ:
-Üstat, birinci ile sonuncuyu nasıl ayırt edeceğiz? Şaka yapıyorsunuz.
MEHMET AKİF:
-Şaka yapmıyorum. Bu millet nasıl liderini seçmişse 725 kişi de Milli Marşını seçecek. Unutma! Biz bu vatanı kurtaran şehitle gazileri ayrı tartılarda tartmadık. Ayrıca bu vatan, bu millet için şiir yazan her kalem, baş tacı edilir.
HAMDULLAH SUPHİ:
- Şartınız kabul. Ne zaman yazarsınız.
MEHMET AKİF:
(Cebinden çıkarır.) Buyurun şiiriniz. Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazmayı nasip etmesin.
(Mehmet Akif çıkarken Hamdullah Suphi şiiri okur. Yüzündeki sevinç görülmeye değer.) Mehmet Akif geri döner:
- Payıma düşen miktar, her gün sokakta karşılaştığım küfeci çocuğa verilsin.
(Hamdullah Suphi yaverine Atatürk’ü çağırttır, Atatürk gelir)
HAMDULLAH SUPHİ:
- Paşam, Millî Marş hazır. Musade ederseniz sekreter kızlarımız güzel şiir okur. Şiiri onlardan sesli dinleyelim.
ATATÜRK:
- Okusunlar o zaman. Doğrusu merak içerisindeyim. Sizin koltuk henüz yerini korumuş olmuyor.
Oyuncular İstiklal Marşını şiir olarak okur.
‘’Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır parlayacak!
O benimdir, o benim milletimindir ancak!
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül... Ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal.
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal.
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar.
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar,
'Medeniyyet! ' dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın,
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.
Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.
Rûhumun senden İlahî, şudur ancak emeli:
Değmesin ma' bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!
Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım.
Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım;
Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım!
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl;
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet,
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl!
RADYO:
İzmir'in kavakları
Dökülür yaprakları
Bize de derler çakıcı
Yar fidan boylum
Yakarız konaklar
SUNUCU:
- Sayın dinleyiciler, Yurttan Sesler yayınımıza ara veriyoruz. Bir son dakika haberi:
Mehmet Akif Ersoy'un yazmış olduğu '' İstiklal Marşı ayakta alkışlandı.
ATATÜRK (Mehmet Akif’e)
Sizden ikinci bir şiir yazmanızı istesem.
MEHMET AKİF:
İkinci bir şiir; ikinci bir savaş demek. Allah bu millete tekrar bir istiklal marşı yazmayı nasip etmesin. Tek dileğim doğacak güneşin yarından tez doğması. Benim o güneşin doğacağına inancım sonsuz.
BÜYÜK FİKİRLER KÜÇÜK BEDENLERDEN ÇIKAR
(Umut, fiziksel engelli)
( Sınıf beden dersine çıkar, Semih koşamamanın top oynayamamanın ezikliği içinde)
SEMİH:( Semih ağlayarak sınıfa girer.)
- Bana top oynatmadılar
UMUT: ( Gözünün önüne top oynayan, koşan çocuklar gelir. İç çekerek )
- Topa bir kez vurmaya neler verirdim. Yarın oynayacaklarının farkında değiller
SEMİH: ( Koşarak dışarı çıkarken)
- Ben size göstereceğim.
SEMİH ( Sınıfa sessiz ağlayarak geri döner. Dayak yediği belli)
UMUT: (Kendi kendine)
- Paylaşmayı bilmiyorlar. ( Umut’un gözünde şimşekler çaktı. İlk cümlesini yazdı)
‘’Yaşadıklarımız fark edemediklerimiz yaşayacaklarımızsa fark edebildiklerimizdir.’’
(2. Ders sınıfta)
SEMİH ( Ozan’a)
- Ben senden iyi koşarım, ayağım takılmasaydı ben sana gösterirdim
OZAN:
- Ben sana gösterdim göstereceğimi.
Öğretmen susturmakta güçlük çeker)
UMUT (Parmak kaldırır)
- Bazen koştuğumuzu sandığımız koşudaki adımlar bizi geriye götürür, bazen de yerimizde saydırır biz farkına varamayız.
SEMİH:
- Laf söyledi bal kabağı.
(Öğretmen ‘’Kafayı yemek’’ deyimini cümlede kullanmalarını ister)
UMUT:
- ’ Bize kafayı yediren kafamız değil basıp ezemediğimiz saplantılarımızdır.
(Öğretmen Umut’un yanına gelir, Umut’un defterine yazdığı ‘’ ‘’Yaşadıklarımız fark edemediklerimiz yaşayacaklarımızsa fark edebildiklerimizdir.’’ Cümlesini görür. Umut’a sözü açıklayan bir yazı yazmasını söyler. Ertesi gün Umut Yazısını okumaya başladığında tüm sınıf şaşkınlığa uğrar.)
UMUT:
- Kaçımız farkında beklenmeden gelen geleceğin bize kan kusturacağının? Kaçımız farkında bizi güldürecek geleceğin avuçlarımızda saklı olduğunu?
…..
Ve ben kendi adıma diyorum ki yaşayacağım o kadar çok şey var ki her biri yaşamaya değer. Bu değerler yaşadıkça kıymet bulacak değerler. Anlatılacak, gülecek değerler değil.’’
GÖNÜL BAHÇEMİN HAS GÜLLERİ
İBRAHİM ŞAHİN
2020
DİKKAT!DİKKAT! KİTAPLAR AĞLIYOR
İbrahim ŞAHİN
ISBN: ………………..
Birinci Basım: 2020
Basım ve Yayın evi:
Numune olarak dijital ortamda 2 adet oluşturulmuştur
Bu kitabın hakları İbrahim ŞAHİN’e aittir. Tüm hakları saklıdır. Kaynak gösterilmeden kitaptan alıntı yapılamaz; İbrahim ŞAHİN’ yazılı izni olmadan radyo ve televizyona uyarlanamaz; oyun, film, elektronik kitap, CD ya da manyetik bant haline getirilemez; fotokopi ya da herhangi bir yöntemle çoğaltılamaz, yayınlanamaz ve dağıtılamaz.
DİKKAT!DİKKAT! KİTAPLAR AĞLIYOR
Çürüdü Orhan Veli mezarında
Şiirleri mısralarında ağladı
Mısralar kitaplarda
Ne sen duydun
Ne ben
Kitaplar küflendi rafta
Sana, bana bakıp raflarda ağladı
Sen, ben attık çöpe
Attığımız ne bir kâğıt parçası ne küf
Attığımız her kâğıt parçası
Bir Nazım’dı,
Bir Kemal
Bir Garip Orhan Veli
Sen,
Ben,
Yeni yeni aşk acılarına yas tuttuk
Bir başkası dizilerde ağladı
Bir başkası üzüldü kalecinin yediği gole
Bir başkası ağladı kaçırdığı göle
Kitaplar raflarda ağladı, biri yırtılan yaprağına
Biri küflenen yaprağına
Biri el değmemişliğine, kısmetsizliğine ağladı
Bir başkası vakit bulamadı
Sanaldaki bebeğe
Bebeğin açlığına ağladı
Bir başkası
Telefonun eskiyen kılıfına ağladı
Bir başkası telefonun çizilen camına
Sen,
Ben,
Arada bir kaçamak yapıp güldük
Kitaplar rafta geçen tutukluğuna ağladı
Rafta küflenişine ağladı
Çöpe atılışına ağladı
Görseydi bir Garip Orhan Veli
olurdu deli
Hortlasaydı bir garip Orhan Veli
Ne seni yazardı ne beni
Bulurdu bir deli onu yazardı
" Bir garip deli yazar kitabı aklı neylesin
Akıllı geçinen kitabı neylesin."
GÖNÜL BAHÇEMİN HAS GÜLLERİ
***
Sevgili yavrularım,
‘’Anne’’ deyişleriniz nasıl okşarsa ana yüreğini
‘’Öğretmenim ‘’deyişiniz öyle okşuyor yüreğimi
Sizler, her biriniz gönül bahçemin ayrı ayrı kokan . gülleri…
****
Boyun büküşünüzde
Nasıl yaralanırsa ana yüreği
İşte, öyle yaralanır yüreğim
Gözyaşınıza dayanmazsa ana yüreği
İşte, öyle dayanmaz yüreğim
***
Yaramazlıklarınız
Ayrı bir güzellik katıyor güzelliğinize
İşte, o yüzden kızamıyorum yaramaz halinize
Sınıflar sizinle şenlenir, bahçe sizinle dolar taşar
***
Kaleminiz kırılsın
Onu, bunu şunu kırın
Arkadaşınızı kırmayın
Kırılan kalem olsun yeter ki siz kırılmayın
***
Tek bir gül solarsa
Bülbül yasa bürünür
Gülsüz bahçe çorağa bürünür
Yarınlara sizinle yürünür
***
Tek biriniz ayrılırsa yolundan
Koskoca bir yarın karanlığa bürünür
Yolunuz açık, geleceğiniz aydınlık olsun
Gönül bahçemin has gülleri
ŞİİR YAZACAKSAN
Şiir yazacaksan eğer;
Savaştan söz etme ne olur
Korkuyorum, korkuyorum…
Uykularım bölünüyor, bölünüyor…
Bırak uyuyayım doyasıya, büyüyeyim umut dolu
Hiç değilse çocukluğumu yaşayım kendi dünyamda
Şiir yazacaksan eğer;
Masallarda uyutma beni
Bırak açılsın gözüm
Gülü, gülün dikenini göreyim çıplaklığında
Tadayım gülün kokusunu, dikenin acısını
Şiir yazacaksan eğer;
Yoğur beni çocuk oyunlarında
Saklambaç köşelerinde sakla
Kırlarda koştur
Papatyalar toplat, papatyalar koklat
Uçurtmalar uçurt
Uçurtmalarım taşır beni geleceğime
Şiirlerde atım olsun
Taşısın beni satır satır…
Aşırsın bentlerden
Tırmandırsın dağlardan
Ovalarda buğday tarlarını geçeyim
Mola vereyim bir dere kenarında
Bir kuş konsun avuçlarıma
Kuşu konduracağım bir ağacım olsun
Atımı bağlayayım
Yaslanayım gövdesine
Yıldızları seyredeyim
Yıldızlara taşıma istemem
Yeter ki yıldızlarımı gölgeleme
Ben de bir yıldızım görebilene
Yıldız bir adımdan yakındır
‘’ Ben de bir yıldızım’’ diyebilene
AĞITLARSULADIK KANLI GÖZYAŞLARIMIZLA
0kumuştum şiirlerimin en güzellerini
koca koca umut yükü minik yüreklere
daha ilk soluğumda
daha ilk sözcük ilk hecede
açmıştı yanaklarında ilk tomurcuk
0 bakışlar…
o hayranlık…
her biri suya hasret bir avuç toprak
Okudukça dolup taşıyor her biri
yırtıyor her biri kendi bendini
alıyor eline kalemi
başlıyor yazmaya
yazıyor kimi sevgiden
kimi ottan, böcekten
barıştan, özlemden
.boyundan büyük hayallerinden
Sanki her biri toprağa atılı tohum
hasret kalırsa çatlamayacak her biri
sanki her biri açmaya ramak tomurcuk
okşanmazsa solacak yaprak yaprak….
bir el, bir el…
derde derman
ilk elde önlerine serili bir beden
koca bir set
çiğner aşardı her biri
bedeni verirse el ele
çiğneyemezlerdi
çiğneyemezlerdi
bir bedendi yerde yatan
.çiğneyemezlerdi her biri sevgi kokan
Belki,
canını ateşe atmamaya sermişti bedenini yere
.bir candı yere serdiği
bin candı ateşe attığı
bilmezdi hiç biri kini, nefreti
apaydınlıktı koca yürekleri
karartıldı dünyaları bir bir…
.
alıştık ağıt yakmaya
‘’ Neden çorak toprağımız
Neden?
Neden?
Neden?
tohumları melezledik bir bir kendi ellerimizle
ağıtlar suladık bir bir kanlı gözyaşlarımızla
ANADOLU-3
Ben Anadolu; dolu dolu
Tarihlerin gizemi, dünü, bugünü
Binler medeniyetin beşiği
Binler koç yiğitlerin mezarı
Kıtalar arası köprü dediniz
Taşındınız doğu batı, yıllar yılı
Kimleri taşımadım ki…
Sultanlar, zincirli köleler
Binlerin gözdesi bendim
Binler aşkından tutuştu savaşa
Ben kimlere yarenlik etmedim ki
Düşmanım, hasmım bile koynumda
Ben ana yurdu, ata yurdu; Anadolu
Koynum altın yükü
Ovalarım bostan
Dağlarım yemişe bezeli
Ben Anadolu; dolu dolu
Bin yıllar bitip tükenmedim
Bitmem; hepinizi basarım koynuma
Siz bitirin şu savaşları, biten siz olmayın
Boynu bükük bebeler; niye yetim, niye öksüz
Niye aç, niye çıplak, aşsız mıyım bereketsiz miyim
Bırakın birbirinizi kırmayı, sürün beni, işleyin
Güle bezenir taşlarım bile, bal damlarım size
Bırakın el avuç açıp dilenmeyi
Bırakın umutsuz bel bağlayışları
Bırakın göle maya çalmayı
Maya bende, süt bende, mayalayın beni
ANADOLU-4
Medeniyetlerin beşiği, ben oldum
Evliyaların tekkesi, ben oldum
Sevgi oldum, haykırdım Yunus’ta
Hoşgörü oldum, yankıdım Mevlana’da
At oldum şahlandım Köroğlu’nda
Saz oldum, sazda tel, Dadaloğlu’nda
Aşk oldum, Karaca Kız- Karacoğlan’da
Türküden türküye, dile geldim, çalındım
Dağ oldum, Toroslar’da, Kaşkarlar’da
Zirvelendim Ağrı’da, başım göğe değer
Ova oldum, ovada tarla, ekildim biçildim
Un oldum, hamur hamur bezelendim
Irmak oldum, süzüldüm şelalelerden
Kıvrım kıvrım, kaç asır dökülürüm denize
Ne girdaplarda boğdum, onca kini
Ne köpüklü sularda taşıdım, onca sevdaları
Keklik oldum kondum taşlara
Kondum güllere, şakıdım
Kekik oldum tüttüm
Davar oldum yayıldım
Kan oldum oluk oluk
Çanakkale’de, Dumlupınar’da
Afyon Ovaları’nda Eskişehir düzünde
O açan kırmızı gülere, rengi ben verdim
Yüzler- binler şehide, mezar oldum
Yüzler- binler şehit kanı damıtık
Al yıldız bayrak oldum, semalar süsü
Al yıldız bayrak oldum, bu milletin şanı şerefi
BEN ANADOLU’YUM
ben Anadolu’yum
yeşil bağlarımla
mor dağlarımla
şırıl şırıl sularımla
beni kurutmayın
beni bırakmayın
küresel ısınma kapımda...
beni tarihimle, beni kültürümle
beni türkülerimle sevin
ARKADAŞ
Yaslan,
Sıradağlar gibi
Dik ve sarsılmaz
Sır kutusu, sırdaş
Ana kucağı, sıcacık
Göğsü; başa yastık, yumşacık
Arkadaş;
Hızır evliya
Yetişir, alır yükün
Savurur gönlün gamını
Gönül; sevgiye harman
Gözler, düşlere yolcu
Arkadaş, bütünlüğümüzün parçası
Dikliğimizin temel direği, sarsılmaz
Deniz derya,
Bitip tükenmez
Varlığı Harun
Yokluğu harebe
Arkadaş, yoldaş, sırdaş, gönüldaş
Yeri gönlümüzün başköşesi
AYDINLIKLAR BİZİ BEKLER
martılar uçurdum
ardından güvercinler
sağanak yağmur bohçada
gökkuşağına
daha çok yazacaklarımız var
noktası konulmamış
çocuklarımız olacak
adı konulmamış
biri umut
biri bereket
şimdilik çek perdeleri
karanlık sızmasın
aydınlık geleceğimize
daha bitmemiş umudumuz var
karanlıkları aydınlatacak kadar
karanlık gücünü yoğunluğundan alsaydı eğer
hiç kalırdı mumun ışığı
BAKMAYIN BÖYLE OLDUĞUMUZA
***
Üstümüz pırtık
Babucumuz yırtık
Yüzümüz soluk
Gözümüz açık
***
Yolumuz dikenliydi hep
En iyimizin başında kep
Elimiz nasırlıydı boğum boğum
Sevincimiz aynıydı gülüşümüz aynı
****
Ana kucağı bilmezdik
Koğuşta yatardık koyun koyuna
Rüyalarımız aydınlıktı
Korku nedir bilmezdik
***
Yarınlara yolcuyduk her birimiz
Yarınlara eli boş gidilmezdi
Dolu doluydu yüreğimiz
Bugünün gülüşü düne borçlu
***
Ne üstümüzün yırtık oluşundan utandık
Ne ayağımızın çıplağından, nasırından
Ne aç kalışımıza isyan ettik ne sıla özlemine
Tek, karanlık pencere olmaktan utandık
***
Ne ovaya erişince düzü unutandan olduk
Ne düne küfür savuran
Dünü bugüne taşıyan olduk
Bugünü yarına taşıyacak olanlardan olduk
BAKMAYIN ENGELLİ OLDUĞUMA
Bende de Sizin gibi bir Çocuğum
Bakmayın engelli olduğuma
Bende sizin gibi bir çocuğum
Hadi beni de alın aranıza
N’olur ben de sizin gibi oynasam.
Ben de sizin gibi bir çocuğum.
Lütfen! Böyle düşünmeyim
Ben böyle gördükçe ben üzülüyorum.
Ben de sizin gibi düşüp kalsam n’olur
Ben de sizin gibi bir çocuğum
BAŞLAMALISIN YAZMAYA
Yazmak başlatmaktır savaşı
Her sözcük bir baş kaldırıdır zulme
Her sözcük ‘’ Dur!’’ deyiştir zulme
Sakın ola ki eğme başı, kırma kalemi
Feryat figan sesleri
Zulmün yüreğine düşen yüreğin
‘’ Yandım anam’’ deyiş sesleridir
Sakın ola ki ürkütmesin seni
Yazmak bir heykel inşası
Her sözcük yükseliş
Her sözcük heykel olup dikiliş
Sakın ola ki yolundan ala koymaya taş kırıntıları
BEN ANADOLUYUM
Üstümden rüzgârlar esti geçti
Sallandı dallarım, döküldü meyvem
Fırtınalar koptu, karabulutlar çöktü
Gün geldi rüyaya döndü, yalan oldu
Kızlarım var sırma saçlı
Yiğitlerim var, boy boy
Bir birinden beter, asi evlatlarım
Hepsi, bir birini kırdı geçti
Ben Anadolu’yum, sessiz sedasız
Üstümde nice atlar tepindi geçti
Kiminin izi, kiminin nalı kaldı
Ben ‘’Ata Yurdu’’ Anadolu’yum
Ben Anadolu’yum, köklerim kelepçeli
Kırılır filizlerim, solar yaprağım
Kökler oynamaz yerinden, yerli yerince
Bir rüzgârdır eser geçer üstümden
Yiğitlerim var yol yordam bilir
Kükrer yiğitlerim, aslanlar yola gelir
Yiğidim şahlanır, meydanlar dar gelir
Acı gözyaşlarım diner, güler yavrularım
Denizlerim, göklerim, mavi
Şimşekler çakar yüreğimde
Bedenler coşar, aşka gelir
Çağlar sularım, fidelerim yeşerir
Dağlarım çiçeklerle bezeli
Bostanım bereket yüklü
Bağban ol, gir kalbime
Kâhyam ol, dikil karşıma
Ben Anadolu’yum bereket yükü
Sürüldükçe azar toprağım
Budandıkça fışkırır filizlerim
Sevildikçe coşar gönlüm
Kefensizler koynumda uyur
Hazineler yüklü bağrımda
Ben, toprağı kan kırmızı
Gül kokan Anadolu!
CEPHEDEN SILAYA MEKTUP
Oğluna seferberlik gelmiş
Boynunu büküp ağlama anam
Vatan elden gidiyor diyorlar
Duymamak, gitmemek olmaz anam
Yiğitliğin şanına sığmaz ''Yiğidim git! '' de anam
Gidip de gelmemek var anam
Ölür gelmezsem karalar giyinme
Yaslara bürünüp dövünme anam
Şehitlik vatan uğruna erişilmez mertebe
Oğul verdin vatana şehit, gururlan anam
CEPHEDEN:
Sağ salimen gelmişim birliğime
Takınmış, kuşanmışım silahımı
Çarık ayağımı vuruyor, ayağım yara
Kemalyeri kar fırtına, üşüyorum...
Yastığım, yorganım yoktur anam
Komutanım ölüm emri verdi
57. Alay öldü topyekûn, Kocadere'de
Oğlum ölmemiş diye sevinme, bel bağlama
Ölenlerden Rıza Efendi, Halit Efendi gardaşımdı
Yüreğim yandı can evinden, elim ayağım bağlandı
Hani ana koyunumuz, kuzumuz vardı
Tepelerde sürü sürü, düşman sürü sürü
Kocatepe'de, Tınaztepe'de Kumtepe'de
Kurt koyunumuzu, kuzumuzu kapardı bir bir
Düşman kapıyor, manga manga, koca tümen
Düşman burnumuzun dibinde,
Süngü dayanmış bağrımıza
Ölüm anbean yakın cana, can çaresiz
Vatanın kurtulduğunu göremeden ölürsem
Kuşun kanadında haber salın, şehitler duyar anam
ANADAN OĞULA:
Vatan kurtuldu derler, göremedin oğul
Torun verdin, kokusuna doyamadın oğul
Oğluna adını, şehidimin adını koydum duy oğul
Oğlun hür yaşar, anan hür milletin hür sayende ey oğul!
Toprağın nur, mekânın cennet olsun ey oğul, ey oğullarım
DİKKAT! ŞİİR UYUYOR
Şiirlerimde dans ediyormuş sözcükler
Hangimizin beyninde kaynamaz ki kazan
Damlamaz ki tenimize buhar damlaları
Değmez ki kırk tilkikuyruğu kırk tilkiye
Şiirlerim alır götürürmüş okuyucunu ordan ora
Hangimizi taşımaz ki hayalleri ordan ora
Hangimizi aşırmaz ki dağdan dağa
Hangimizin yolunu şaşırtmaz ki düz ovada
Şiirlerimde taş düşermiş okuyucusunun başına
Hangimizi taşımaz ki dalgalar limandan limana
Hangimizi vurmaz ki karadan karaya
Hangimiz tuz basmaz ki yaraya
Şiirlerimde kopuk kopukmuş mısralar
Hangimizin uykuları kaçmaz ki
Hangimizin rüyaları bölünmez ki
Derde tasaya hangimiz dolup taşmaz ki
Şiirlerimde okşarmış bazı bazı mısralar, sözcükler
Hangimizin yanağını okşamaz ki seher yeli
Hangimizin ayağını yıkamaz ki deniz dalgası
Şiirlerimde özlem kokarmış her sözcük
Hangimizin yüreğinde boş ki özlem köşesi
Hangimiz demez ki özlem gözlerin neşesi
Hangimiz der ki sözün var bundan ötesi
Şiirlerim boğulurmuş sessizliği bazı bazı
Hangimiz dalmaz ki uykuya bazı bazı
Hanginiz bilir ki şiirlerim uykusuz kaldı dün gece
Bırakın dedikoduyu şiirlerim uyusun bu gece
DÜNE ELVEDA YARINA MERHABA
Sorulacak hesabı yarına bırakırız
yaşanacak günü yarına
.hiç bakmayız bugünün kârına
günleri atarız bir bir dünün heybesine
her yeni gün bir dün
dünler çöp yığını
bir ayağımız batakta
batarız dibine dibine
.koşarız yarınlara kör topal
her adımda bin adım uzaklaşır dört nala yarınlar
***
yaramıza sargı
derdimize derman
her yeni gün
yarına sermaye
.atmazsak dünün çöplüğüne
yeni gün
‘’Düne elveda, yarına merhaba!’’ diyenlerin günüdür
.düne elveda, yarınlara merhaba!
GOOD BYE MEMEDO
Karamanoğlu Mehmet
Bekleme bizden hürmet
İhanet üstüne ihanet ettik
Lanet üstüne lanet okumasak da
Emanetlerine ihanet ettik bir bir
Dergâhlar, bargâhlar çoktan unuttu adını
Welcome yazdık giriş çıkışına
Hello memo, good bye memo der olduk
Sultan-ı Azam emniyetle geçilmek üzere
Toroslar’ın kaderini bağlayan
Bir köprü emretmişti hani
Yusuf Usta yapmıştı bin bir aşkla
Gezmeli değil, görmeli demişti ustasına
Adı destan olmuştu Görmeli Köprüsü diye
Yüz yıllar direnmişti en azgın sulara
Ne göçler taşımıştı deve kervanlı
Bardat’tan Barcın’a
Köpek havlamalı çan sesli sürüler
Koçaş nuru ladin kokulu kamyonlar
Azığı bel kuşağında gurbet yolcuları
Şimdi sorma
Yüreğim sızlar
Kalemim kan damlar
Bunu sana nasıl yazarım
Vefasızlığımıza boyun büktü
Kendini sulara gömer diye
Gurur abidesi kitabesini
Utanç madalyası olarak saklayacağız
Bağışla bizi demeye yüzümüz mü var
Bin bir utançla özür dileriz senden
İhanet üstüne ihanet ettik bilge insan
GÜL BAHÇENE
HAŞERE DADANIYOR
Bir dinle çocuğum,
Sevgiye açsın, besbelli her halinden
İliklerine kadar susuzsun da be çocuğum
Kurumuş kapanmış göz damarların
Kör karanlık sarmış ufkunu çocuğum
Yazık korkuyor, bağırıyorsun avaz avaz
Vuruyor, kırıyorsun; masa- sandalye ne varsa
Bunlar doyurmaz açlığını, aydınlatmaz dünyanı
Defterini kitabını
yırtıyorsun sayfa sayfa
Uçaklar yapıyorsun boy boy
Belki taşır sanıyorsun korkularını
Fırlatıyorsun bir bir…
Ama bunlar taşımaz ki korkularını çocuğum
Kimini bohça bohça yapıyor, sarıyorsun korkularını
Saklıyorsun sıra gözlerine, sıra altlarına tomar tomar…
Bir bilsen korkular yüreğinde
Silahı beynine giden yolda saklı…
O yolu bulmalısın bilgi denen yolda
Diş biliyorsun öğretmenlerine
Neler neler söylüyorsun içten içe
Öğretmenlerinin seni anlamadığını sanıyorsun
Yaklaş iyice bak şu saçlarıma
Bunları değirmende mi ağartım sanırsın
Kimleri dinlemedim, kimleri anlamadım ki ben
Ah be çocuğum
Senin karnın da aç
Al hele şu parayı
Bir simit al, doyur karnını
Sonra, dinle be çocuğum, dinle
Bak! Üstün başın da yırtık
Toz toprak içerisinde
Hırçınlaştıkça yırtılıyor
Yuvarlandıkça kirleniyor
Ama be çocuğum
Hırçınlık yama atmaz ki söküğe
Yırtık büyüdükçe sayılıyor eğeler
Dinle be çocuğum, dinle!
Sen bilgiye daha da açsın
Sen önce bilgiyi tat, doyur açlığını
Bilgi yama atacak her söküğe
Her bilgide kapanacak bin ayıbın
Dinle!
Dinledikçe bir damla düşecek ufkuna
Her damlada bir kökü çürüyecek kötülüğün
Birikecek damla, kabaracak umman
Dalgalar okşayacak bedenini
Dalgalar kıracak kötülüğün dalını kolunu
Dallar tomurcuğa, tomurcuk güle saracak
Dünyan gül bahçesine dönecek be çocuğum
HAYAT BİR PERDELİK OYUNDUR
Önce
apalamayı,
sürünmeyi öğretir
sonra
yürümeyi
koşmaya başladığınız an kapanır perde
Hayat bir perdelik oyundur
önce acıkmayı, açlığa dayanmayı öğretir
tokluğa özlem kurmayı, sabrı
doymaya başladığınız an kapanır perde
Hayat bir perdelik oyundur
önce
dolandırılmayı öğretir
ardından bir bardak su içmeyi
tedbir almaya başladığınız an kapanır perde
Hayat bir perdelik oyundur
ağlamayı öğretir, acıya dayanmayı
gülmeye düş kurmayı
gülmeye başladığınız an kapanır perde
Hayat bir perdelik oyundur
yaşamayı öğretir
yaşamaya başlamak isteseniz de başlayamazsınız
oyunun sonu gelmiştir, kapanır perde bir daha açılmamasına
Hayat bir perdelik oyundur
dalında tomurcuk solanlar oyuna yetişemeyenler
dalında düşen ham meyveler felek vurgunu
İMZASIZ ŞİİR
.
Şiir yazacaksan
duyacaksın
sahte gülüşlerin ele verdiği yüreğin ‘’ Cız!’’ sesini
sonra
damlatacaksın bir damla
bir damla daha
sonra seyrine dalacaksın doyumsuz gülüşlerin
şiir yazacaksan
sileceksin umudu sönen yavrunun son damla gözyaşını
konduracaksın yüreğine koskoca bir dünya
tutacaksın elinden, koyulacaksın halaya
şiir yazacaksan
rakı mezesi değil
arayıp bulacaksın sözcüğün en okkalısını
şaplatacaksın suratına
özgürlüğün nutkunda papağan
eyleminde avcısına
şiir yazacaksan
‘’ Şak, Şak!’’a meyilsiz
kurşuna hedef
varsın delinsin bağrı
bekle küllerinden açacak gülleri
şiir yazacaksan
çevireceksin yüzünü gülistandan
dalacaksın zamanın çöplüğüne
parlatacaksın zamanın çürütemediği mücevheri
arayıp bulacaksın ateşböceği yumurtalarını
yatıracaksın kuluçkaya
zamanı geldiğinde salacaksın geceye
ilk ışıyışa düğmeleyeceksin ceketi
koyacaksın şiirin noktasını
imza atmasan da olur
her ışıyış imzasıdır şiirinin
ÖĞRETMEN DOĞRU MU SÖYLEMİŞTİ ACABA
Öğretmen sınıfa girince
Bir tek şey söyleyince
Gülmüştük hep bir ağız
Öğretmen doğru söylüyordu kendince
Hiç şaşırmadı biz gülünce
‘’ Her doğan gün yeni bir hayat
Öğretmenin her sınıfa girişi
Yeni doğan bir güneş’’
Bilmiyordu
Güneş doğarken batmıştık biz
Düşmüştü öğretmen bir bataklığa
Öğretmen son bir şey söyledi
‘’ Öğretmen bataklığı kurutmasını bilendir.’’
Kurumuş sararmıştık yaprak yaprak
Her birimiz sarsılıp savrulmuştuk yaprak yaprak
Öğretmen son bir şey söyleyince
''Sanat dikene boşuna katlanmamaktır''
SENİ SEN YAPANDIR ÖĞRETMEN
Öğretmendir
kendi bendini yıkan
sana, ona, şuna, buna damla, damla akan
ne zaman doldun taştın döndün göle
‘’ Derya içinde deniz bilme balık ’’ olma sakın
.hiç düşürme dilinden adını
esirgeme bir satırcık duanı
Dur!
sakın kesme bindiğin dalı
solan çiçek sen olursun
hasada ermeden devşirilen sen
her şeyi öğrenip bir öğretmeni öğrenmemek olur mu hiç
bir şeyi eksik öğrensen ‘’ Roma’yı kim yaktı? ’’ mesela
hiç bir şey olmaz hiç..
bir öğretmeni öğrenmemek her şeyi berbat eder
Öğretmendir
pest ettiğinde diz çöküp yalvaran
.seni kanatlandırıp yola koyan
Öğretmendiryürüdüğün yolda ayağına
diken batmasın diye . dikenleri toplayan
Öğretmendir,
yürüdüğün yolda aç kalmasın diye dağarcığını dolduran
Öğretmendir
yolunu kaybetmeyesin diye sürekli ışık tutan
Öğretmendir,
seni yolundan ala koyanlara durmadan savaş açan
.sen sen ol, sakın öğretmeninle savaşan olma
kaybeden sen olursun
SOR ANNE SOR
Koş anne koş öğretmenime koş
Sınav olduk kâğıdımı verdim boş
Öğretmen bana acımadı verdi elli
Benim geleceğimle oynuyor belli
Öğretmenimin Allah belasını vere
Hemencik aklı başına gelip imana gele
Hiç değilse adımı yazdığım kâğıda yüz vere
Yok yok, benim geleceğimle oynuyor belli
De anne de çocukla çocuk olunmaz
Daha bunlar çocuktur ne yapsa yeridir
Boşuna mı söylemiş atalar '' Su akar durulur.''
Çocuk bir kez istedi diye hep zayıf verilmez
Yüz veren kalem kırılmaz
Yüz veren el yorulmaz
Yalvaran dilde tüy biter de
Şu bizim öğretmen utanmaz
De anne de yağmaz yağmur, kurur dereler
Verdiği her not açar bedenimde derin yaralar
Yazacaktım gürledi gök, çaktı şimşek
Kırıldı kalem, uçtu dağıldı aklım başım
De anne de, ne olacak benim halim
Bu öğretmenler hep mi olur zalim
Dolar alır başını gider, TÜFE tavan
Benim not hep niye yapar taban
Ah anne ah!
Süt içtim dilim yandı
Amanın aman
Döküldü ödevim-projem yandı
Amanın aman
Her öğretmen ödev vermeyeydi
Ne de yamandı
Amanın aman
Başım duman duman…
Amanın aman
Ah anne Ah! Ağrıdı başım
Çamaşır bulaşıktan çok işim
Olur olmaz gelir çişim
Neymiş sıkacakmışım, hayda!
Anla be örgetmen anla!
Anam sallar beşiğim tıngır mıngır
Her ay maaşı alırsın tıkır mıkır
Veriversen bir yüz yüreğim fıkır fıkır
SÖZÜM OLSUN ÖĞRETMENİM
Öğretmenim,
ödevlerimi coronaya sor
bana pencereden baktığım günleri sor
pencereme konan kuşlarla arkadaş oluşumu sor
.okulumun burnumda tütüşünü sor
rüyalarımı süsleyen tatlı yaramazlıklarımı sor
.beni ben yapan o tatlı yaramazlıklarımmış meğer
Öğretmenim,
Bir bilseniz kanadı kırılmış kuşa döndüm evde
Söz artık!
Gün boyu tek ayaküstü bekletseniz hiç kızmaya-cağım
TOPRAK DAYANMAZ HASRETİME
Harmanlayın beni
Başak başak buğdayım ben
Dedim ya! Başak başak buğdayım ben
Serpin avuç toprağa
Tırpana yoldaş, yabaya sılayı terk
Toprak yatsın nadasa
Dalsın uykuya
Beklesin yolumu
Elbet yine buluşururuz
Bahara güze
Ardından bayram, bayram
Yine bayram…
Ardından harman, harman
Yine harman…
Toprak dayanmaz hasretime
Doyum olmaz bereketime
Dedim ya! Toprak dayanmaz hayretime
Gökler yasımı tutar
Kuşlar ağlar, ağlar…
Aç yavrular boynunu büker yokluğuma
Eli kolu bağlı analar bağrını döver
Dedim ya! Toprak dayanmaz hayretime
Toprağı hasret bırakmayın başağıma
Başağım hasat
Başağım bereket
Başağım umut
Başağım varsa umut
Toprak talansa
Umutlar yalan
Yarınlar mahşeri arife
Dedim ya! Toprak dayanmaz hayretime
Toprak dayanmaz hasretime
UZAKTAN EĞİTİM
Ben anlatırım özne yüklem
Öğrenci der’’ Nerden çıktı bu denklem’’
Eller havada bakışlar boş
‘’Uzaktan böyle oluyor hocam’’ diyor
***
İşine geldi mi duyuyor
İşine gelmedi mi duymuyor
Sorunca ‘’ Sesin gelmiyor’’ diyor
‘’Uzaktan böyle oluyor hocam’’ diyor
***
Hepsi yer içer
Sanırsın geviş getirir
Gırgır şamataya karışır
‘’Uzaktan böyle oluyor hocam’’ diyor
***
Sıkıldıkça anne baba yer değişir
soru sordukça anne baba kaçışır
anne baba sülale boyu gülüşür
’Uzaktan böyle oluyor hocam’’ diyor
****
Bilen akıl verir
‘’Sabret sabır taşı çatlamaz’’ diyor
‘’İşler yolun da gitmiyor’’ dedikçe
‘’Uzaktan böyle oluyor hocam’’ diyor
UZAKTAYIM BAĞLANAMIYORUM HOCAM
Ayşe ip atlıyor
Oya seksek
Ali top peşinde koşuyor
Ben uçurtma uçuruyorum
Uzaktayım bağlanamıyorum hocam!
***
Dersi kaynatmanın peşindeyim
Kahkahalarım boğazımda düğümlenir
Yalnız geçen günlerimi sayıyorum bir bir…
Günler günleri, aylar ayları kovalar yetişemiyorum
Uzaktayım bağlanamıyorum hocam!
****
Annem bilgisayarın başına oturtturur
Babam başımda bekçi
Kaçamıyorum hocam!
Paralar cebimde birikti kantinden bir şey alamıyorum
Uzaktayım bağlanamıyorum hocam!
YÜKLEN GİTSİN
Aldırma omzundaki yüke
Yükün ağırlığına
Baskül basmıyorsa sol böğrüne
Heder olmaz bedenin
Kaçmaz uykuların
Eksilmez yüzünden tatlı gülücüklerin
Sol böğrün olmuşsa ağırlıkta kefe
Alıcısı satıcısı yoktur yükün
Yük ezdikçe ezer bedenini
Kaçtıkça kaçar uykuların
Kaçsan kaçamazsın
Yollar mayın döşeli
Koşsan koşamazsın
Ayakların prangada, ellerin kelepçeli
Aldırma omuzundaki yük bükse de beli
El ayak özgür
Yüzde tebessüm hep on beş yaşında
YÜCEL YÜCE GENÇLİK
Kimi esmer, üzüm karası
Kimi beyaz, gün yüzlü
Sarışın, siyah, rengârenk
Bağ gülleri, kırlar çiçeği
Kimi çocuk yüzlü, şaşkın bakışlı
Kimi genç edalı, yitik anılara sarılı
Duruşlar, bakışlar aynı, sevinçler aynı
El çırpışlar aynı, heyecan, kalp atışlar aynı
Bağ gülleri, kır çiçekleri
Bugün yollar sizinle şenlendi
Bahçeler doldu taştı, çiçeğe bezendi
Sıralar suskunluğunu bozdu, şarkı söyler sizinle
Bağ gülleri, kır çiçekleri
Kenetleyin elleri, hedef aynı
Yürüyün emin adım, yolunuz aynı
Yolunuz altın çizi, Ata’nın yoludur
Bilin ki günler su gibi akar
Bugün çocuk, yarınlarda dev
Durma, yarın için devşir bilgini
Koca bir perde arala ufuklarda
Bilin ki ananızın- babanızın ümidi
Bilin ki öğretmenizin, milletin ümidi
Sizlersiniz, gelecek de, sizinle gelecek
Gelecek sizinle yücelecek, yüce gençlik
HAKKIMI SÖKE SÖKE AL ANNE
Beslenmemi unuttuysam ne olmuş anne
Dert edip peşimden koşma
Tut ki rejimdeyim, tut ki iştahım kaçık
Dayak yemiş yarılmışsa başım
Büyütme anne büyütme
Tut ki düştüm, tut ki saksı düştü
Çocuk dediğin düşe kalka büyür
Hem sen değil miydin diyen
Yaş deri tez kabuk bağlar
Sorma anne sorma sınav tarihini
Tut ki unuttum, sonunda kıyamet yok
Ödevlerimi sorma
Tut ki yapamadım, aklım yetmedi
Kıyamet yok işin ucunda
Ama anne sor öğretmenime sor
Niye hep bana düşük veriyor
Not benim geleceğim, not benim hakkım
Al anne al, söke söke al notumu
Sen değil miydin anne
Senin için canımı veririm diyen
Göster gücünü anne, göster
BİZ ÇOCUKLARA KULAK VERİN
****
Zamanı,
bize verin durduralım
parkları bize verin dolduralım
uçurtmalarımız yarışsın güvercin kanatlarında
……………..çok mu şey istedik de burun kıvırdınız
…………….korkmayın uçurtmalarımız barut kokmaz
………………………………….. uçurtmalarımız can yakmaz
***
gökleri yıldız süsler
………………..parkları biz
………balonlarımız çarpışsın
……………………………….patlasın
………..patlatmaz kulak zarınızı
****
sokaklarda koşalım
……..kırlarda gezinelim
………………………..düşelim
………….el veririz birbirimize
yeter ki kurşun değmesin bedenimize
****
kurşun sıkmayın umudumuza
………….biz ağlarsak anamız ağlar
…………anamız ağlarsa yer gök ağlar
…….biz çocuklar güldürmeyi de biliriz ya siz?.
BİR MASAL VARMIŞ
***
Hoyrat değildi kibir
Aynı kaptan yenilir içilirdi
Yırtığa yama biçilirdi
Ayıp değildi yokluk
Ayıptı kibir, ayıptı böbür
***
Hayrattı akan çeşmeler
Hayrattı yol boyu ağaçlar
Ayıptı biri bakarken yiyip içmeler
Bir lokma bölünürdü üçe beşe
***
Hoyrat değildi ayırmacalar, kayırmacalar
Hoyrat değildi düşene çelme takmalar
Yüz yüze bakılırdı, şapka düşmezdi yere
Öpülecek ele tükürülmezdi
***
Hoyratlık şahlanmış geme gelmez
Hoyratlaşmayanın yüzü kızarır olmuş
Sohbetlere kilit vurulmuş
İnsan, insan yüzüne bakmaz olmuş
BU TOPLUM KARA TAHTALARDA YEŞERDİ
Sevgi tohumları ekildi,
en çorak, en kara tahtalarda
gönlümüzün sıcağında düştü cemre
tavını buldu, tavını sevdi, çatladı çekirdek
Çimlendi, boy boy
filizlendi dal dal,
tatlı söz bürüdü kokuya
Kör talih yitirdi kokusunu,
kapadı kapısını- bacasını
Küçük pencereler açıldı,
minik ellerde, bir hece, bir sözcük
Şimşek şimşek çaktı beyinlerde
sarsıldı beden, yırtıldı ufuk çizgisi
Işıdı gözler,
yıldız yıldız süzüldü
yıldız yıldız kaydı ufka doğru
Karanlığın tülü perdesi
dürüldü büküldü
karanlığa defnedildi
Beyinlerde
bir sözle aralandı ayrık
bir bakışta, bir okşayışta
bir tebessümde kurudu
kin- nefret, korku kökü tohumu
Çöreklendi sevgi, kök saldı yürekte
yürekten yüreğe, yürekten yurda
Umutlar yeşerdi, yüzler nura bezendi
aydınlandı karanlıklar gelindi bugüne
Umutlar yeşerdi,
kapandı karanlığın kapısı
güle oynaya gelindi bugüne
Bereket bürüdü, çorak ovalar
kervan geçmez yüce dağlar aşıldı
Caddeler işledi, dağlar dar geldi
bulutların yorganı gökler delindi
Uzaya yol göründü, uzay gel git oldu
Bir kara tahta, bir tebeşirle gelindi bugüne
DÜNYAMIZIN İÇ YÜZÜ
Aynı yoldan geldik
Yol uzun, yol karanlık
Aynı çığlıkta haykırdık dünyaya
Açılan kollar, öpüşler aynı
Ürkek bakışlarımız aynı,
gülücükler...
Memeye dokunuşta sevinçler, somuruşlar
Biberonu tutuşlar, doyunca itişler, susuşlar
Oyunacaklarla tanışmamız, oyuncak sevincimiz
Emeklemeler, tunup kalkmalar, düşmeler, düşmeler...
Ne zaman ki koştular topun peşinde, çimenlerde
Koşamadık çekildik bir köşeye, bakındık topa
Ayrıldı yollar, değişti bakışlar, dostluklar...
Elimiz yoktu, yoktu ayağımız
Koşamadık maratonda, tırmanamadık dağların tepesine
Açlığımız, susuzluğumuz, uyumamız, uyanmamız aynı
Gönüller aynı, sevinmeler, sevmeler, okşanma isteğimiz
Sevgiyle kucaklandık, sevgiyle kucakladık
Yüreğimizdeki sevgi bedenlere sığmaz
Sevgi ne el ister, ne ayak, sevgi yürek ister
Ne zaman ki esirgendi sevgi bakışları
Karardı gönül bağımız, söndü düş dünyamız
Düş dünyamız ki gel gör; yok, yok...
Kin yok, nefret yok, iyiliğin kartopu düşler
Koşanın peşinden, bakışlarda koştuk
Koşanla koştuk, sevindik; düşenle düştük, ağladık
Ne zaman ki göndere çekildi yabancı ellerde bayrağımız
Ne zaman ki söylendi ''Milli Marş''ımız yaban dillerde
Göğsümüş aynı kabarışta, seziş aynı, duyuş aynı
Dünyamızda kimler yok ki...
Dünyanızda bizlere de yer verin
Sevgi küçük, küçüçük...
Bir bedeni saracak kadar büyük
Bir cihana yetecek kadar çok
Yeter ki sevilmeyi bildiğimiz kadar
Sevmeyi bilelim, sevilmeyi bekleyen
Çatlamaya yüz tutmuş nice tomurcuklar
Işığa hasret, bir damlaya hasret
Bir bakış, bir söz yeri gelir ışık olur, bir damla
Açar bir tomurcuk, bir tomurcuk açar bir tomurcuk
HAYAT BİR PERDELİK OYUNDUR
Hayat bir perdelik oyundur
Önce
apalamayı,
sürünmeyi öğretir
sonra
yürümeyi
koşmaya başladığınız an kapanır perde
Hayat bir perdelik oyundur
önce acıkmayı, açlığa dayanmayı öğretir
tokluğa özlem kurmayı, sabrı
doymaya başladığınız an kapanır perde
Hayat bir perdelik oyundur
önce
dolandırılmayı öğretir
ardından bir bardak su içmeyi
tedbir almaya başladığınız an kapanır perde
Hayat bir perdelik oyundur
ağlamayı öğretir, acıya dayanmayı
gülmeye düş kurmayı
gülmeye başladığınız an kapanır perde
Hayat bir perdelik oyundur
yaşamayı öğretir
yaşamaya başlamak isteseniz de başlayamazsınız
oyunun sonu gelmiştir, kapanır perde bir daha açılmamasına
Hayat bir perdelik oyundur
dalında tomurcuk solanlar oyuna yetişemeyenler
dalında düşen ham meyveler felek vurgunu
UMUT YOLCULARI
Yüce Ata’nın yılmaz bekçileri
Kiminiz yolun başında
Kiminiz orta yerinde
Kimi dönemecinde yolun
Mola bitti, çıktınız yola
İlk andınızı söylediniz
Ata’nın manevi huzurunda
Sevinç uçuşur yüreğinizde
Gözünüzde yıldızlar kayar
Çocuksu aşkların sevinci
Yalnızlığı düne gömmenin
Büyümenin
Yarına bir adım daha atmanın
Bilgiyi tatmanın, bilgiye susamanın
Bilgiyi kana kana içmenin
Sevinci yansır yüzünüzde
Hüzünden eser yok
Her biri ay parçası
Gül tomurcuğu
En güzel günüz bugün
Yarınlarsa bugün kadar güzel olacak
Yeter ki bugünkü aşkla yürüyün yolunuzda
Sanmayın ki anneniz babanız işinde gücünde
Kendi derdinde, uzak sevincinizden
Onların sevinci sevinçlerin en büyüğü
Kıt kanaat bütçeden çalıp çırpıp
Sizi eksiksiz donatmanın sevinci
Sizi büyütüp bugüne getirmenin sevinci
Dünyayı sizin gözünüzde görmenin
Bütün umutları sizde yuvalamanın sevinci
Ey umut yolcuları!
Kim ki saparsa yoldan
Kim ki dönerse
O ananın babanın sevinci yasa döner
Dökülen gözyaşları, umudun sele kapılışı
O ana baba ki gizler gözyaşını ağlar gizli gizli
Bilin ki sele sizi de kaptırmak istemeyişi
Gizli gizli ağlaması, yine de çeker alır selden sizi
Unutmayın ant içtiniz, ant içmedesiniz her gün
Ülkünüz; yükselmek ve ileri gitmektir
KANADIM KIRILDI O GÜN
İbrahim ŞAHİN
2020
KANADIM KIRILDI O GÜN
İbrahim ŞAHİN
ISBN: ………………..
Birinci Basım: 2020
Basım ve Yayın evi:
Numune olarak dijital ortamda 2 adet oluşturulmuştur
Bu kitabın haklarıİbrahim ŞAHİN’eaittir. Tüm hakları saklıdır. Kaynak gösterilmeden kitaptan alıntı yapılamaz; İbrahim ŞAHİN’yazılı izni olmadan radyo ve televizyona uyarlanamaz; oyun, film, elektronik kitap, CD ya da manyetik bant haline getirilemez; fotokopi ya da herhangi bir yöntemle çoğaltılamaz, yayınlanamaz ve dağıtılamaz.
İÇİNDEKİLER:
1- KANADIM KIRILDI O GÜN
2- İSTİKLAL MARŞI NASIL OKUNUR?
3- İLK ARKADAŞIM
4- RÜYALARIM GERÇEKLEŞMEYE BAŞLAMIŞ MIYDI
5- DEYİMLERİN GÜCÜ
6- KİM KİME GÜNÜNÜ GÖSTERDİ ACABA
7- BİZ KİMDİK
8- KENDİ BULUŞU İLE BULUŞUNU YOK EDEN İLK
9- KİM DİZİNİ DÖVMÜŞTÜ DERSİNİZ
10- ALO 147 ÖĞRETMENLERE KARŞI ÖĞKALDER’İN ÇAĞRISINA KULAK VER
11- BAŞIBOŞ GEZENLERİN PLAKASI
12- DEMOKRASİ ve ÖZGÜRLÜK MÜZESİNE HOŞ GELDİNİZ
13- SİFONU ÇEKTİM
14- VİCDANIMIZ NE DİYOR ACABA
15- YETER Kİ UMUT YİTİRİLMESİN
16- ANIRMALARINA AZ KALDI
17- SINIFIN EN GÜZEL KIZI
18- BURDAYIM ÖĞRETMENİM!
19- KOYVER GİTSİN
20- ÇAĞ BÖYLE AŞILIR
21- BÜYÜK FİKİRLER KÜÇÜK BEDENLERDEN ÇIKAR
22- EYVAH GİTTİ BENİM 50 LİRA
23- 52 BUCCUK KAMİL
24- MEĞER BABAM EŞŞEKMİŞ
25- KÖRPE UMUTLAR
26- SEVİNÇ GÖZYAŞLARIM
27- VİVDANIMIZ NE DİYOR ACABA
28- HOŞ GELDİN ÖMÜRCAN
29- BETÜL’ÜN BAŞI BELADA
30-
KANADIM KIRILDI O GÜN
Ne zaman doğdum, başladım yaşamaya, o gün başladım hayal kurmaya. ..
Yürümeyi hayal ettim önce. Yürüdüm. Koşmayı hayal ettim, koştum.
Düştüm, yaralandım. O da hayal kurmanın bedeli. Öğrenmenin bedeli.
Ayağımın bastığı çimen oldum. Ezildim. Acıdı canım, yükseldi çığlığım. Acıyı öğrendim, çığlık atmayı.
Arı oldum uçtum daldan dala. ‘’ Vız,vızzz..’’ vızladım. Arı soktu ‘’sız sız’ ’sızladım.
Güneş oldum. Doğdum battım. Gece oldum, sabaha uyandım. Geceyi öğrendim. Gündüzü öğrendim. Doğup batmayı öğrendim.
Çiçek oldum kokladım kendi kokumu, çektim içime. Ter kokusunu sonradan öğrendim.
Ben büyüdüm hayallerim büyüdü…
Okula başladım. Yazı oldum. Öğrendim yazmayı okumayı.
Yazar oldum süsledim kitapları.
Doktor oldum, giydim beyaz önlüğü. İyileştirdim onca hastayı.
Pilot oldum taşıdım onca yolcuyu.
Ne oldu ise o gün oldu. Vakitsiz miydi hayalim? Yoksa basmış mıydım kuyruğuna? Ben incindim hayallerim incindi... Ben yasa büründüm, hayallerim yasa büründü….
Ah! Olmaz olası o gün. O kara gün…
Ne olduydu o gün, arkadaşım değildi beni inciten özür bekleyeyim. Arkadaşım değildi incittiğim, gidip özür dileyim.
O gün hayal kuracağım tutmuş hem de dersin orta yerinde.
Öğretmenim tahtada ders anlatıyor. Bir yandan yazıyor tahtaya’’ y-x²/5’’ bir yandan anlatıyor ‘’ X bilinmeyen değer, x ile y’nin yerini değiştirirsek…’’
Ben birden koymuşum kendimi x’in yerine, ben yer değiştireceksem kiminle değiştirecektim. X, y’nin yanındaysa benim yanımda Ayşe. Öğretmen sınıfa sırtını döndüğü an değiştirdim kendi yerimi Ayşe’yle. Problemin sonucunu Ayşe düşünsün. Yok, yok öğretmen düşünsün Ayşe’ye yazık olur.
Farkında olmadan kalem elimden düşmüş yere. Kalem de x, y kadar sessiz… Ses çıkarmadı. Demek ki o da bilerek düştü. Kalem kiminle yer değiştirmişti acaba? Gel de çık işin içinden.
Öğretmen olsaydım işin içinden çıkar mıydım acaba?
Öğretmen olsaydım merak eder miydim’’ y-x²/5’’nin sonucunu? Etmezdim elbet çünkü sonucu biliyordum.
Ben öğretmen olsaydım merak ederdim sınıfta sonucu ilk kim bilecek? Bakardım her birinin gözünün içine. Bakışlarım okşardı saçını, yüzünü her birinin. Her biri kaldırırdı parmağını tek tek… Cevapları alırdım tek tek. Yanlış söyleyenleri de okşardım bakışlarımla. Sonrası kolay sonucu verdim mi alırlardı hepsi gülümseyerek.
Yüzümde gülümseme… Bakışlarım tavanda. Yok, yok ben bulutların üstünde. Hayaller almış götürmüş beni hem de defterimi de kapamış beni götürürken.
Öğretmen gelmiş dikilmiş başıma. Bana bakmış, bakmış… Üstelik dakika tutmuş. Ee, X.Y’yi bilen, y-x²/5’’nin sonucunu bilen dakika tutmayı da mı bilemeyecek?
Öğretmen bu defa bilemedi benim bulutlardan ineceğim saati. Bu defa hesaplayamadı saati. Kızdı… Çekti aldı beni bulutların üstünden. Dikti gözünü, gözümün üstüne. Sordu ‘’ Sen kimsin?’’’’ Sen nerdesin?’’ ‘’Burdayım hocam!’’’’ Sen burdasın da kalemin, defterin nerde?’’’’ Burda hocam!’’ ‘’ Sen ne yapıyorsun sen?’’ ‘’ ‘’Hayal kuruyorum hocam!’’ Sen bırak hayal kurmayı da tahtadakileri defterine yaz.’’
’’ Sen bırak hayal kurmayı da tahtadakileri defterine yaz.’’ deyişi bir tokattı sesinin titreyişinde, bir tokattı bakışlarında suratımda şakırdayan. ‘’ Şak! Şak! Şak!..’’
Ben aldım kalemi elime, başladım yazmaya. Hayallerim küstü bana. Gidiş o gidiş… Beni terk etti.
Baktım hayallerimin ardından sanki giden bendim. El sallayamadım gidişine. Sadece iki damla gözyaşı damladı yanağıma. Aldım avuçlarıma. Onlar hayallerimden kalan son parça ya da hayallerimin geri dönüşü. Onlar da kayboldu avuçlarımdan…
Koca, koskoca bir mezar kazdım yüreğimin orta yerine. Gömdüm hayallerimi. Avuç avuç toprakla doldurdum üstünü. Suladım gözyaşlarımla.
Biliyordum o mezarda bir daha ot bitmeyecek, güller açmayacak. Kuşlar konmayacak güllerin dalına..
Öğretmenim kanadımı kırmıştı o gün. Yastaydım…
Ben öğretmen olsaydım önce hayal kurmayı öğretirdim.
Sonra nasıl olsa öğrenirdi onlar kanat çırpmayı, uçmayı.
Ben kanat çırpmaya hasret kaldım, mavilikler kanat çırpışıma
İSTİKLAL MARŞI NASIL OKUNUR?
Öğretmenimiz ‘’ İstiklal Marşı Güzel Okuma Yarışması’’na başka bir arkadaşımızı seçmişti. Seçtiği arkadaşımızı iki ay gibi aralıksız bir süre çalıştırmıştı. Okuyan arkadaşımızı önce sınıflarda okuması ile tanıtmış sonra tören alanında okuması ile tanıtmıştı.
Arkadaşımız bugüne kadar duyulmamış, işitilmemiş güzellikte okumuştu İstiklal Marşı’nı. Arkadaşımızda görülmemiş bir eda… Arkadaşımız okulun kahramanı.
Öğretmenimin başına saksı mı düşmüştü? Yoksa yaşlılığının verdiği bir yanılğı, yaşlılığının verdiği bir unutkanlık… Bana yarışmaya seni katacağım.’’ dedi. Birden özümün önüne arkadaşım geldi. Arkadaşımın kahramanlığı… Başladım titremeye. Kendimi birden tören alanında hissettim. Yarışma alanında hissetim.
Hayır, Hayır! Ben yarışmaya katılamazdım. Arkadaşımın sergilediği kahramanlığı ben sergileyemezdim. Benim yarışmaya katılmam hayatımın sonu idi. Bütün okul bana gülecekti. Ben nasıl bakacaktım onların yüzüne?
Kaçtım öğretmenden yedi ders boyu.
Arkadaşım gözümün önünde…
Tören alanında, yarışma alanında rezil oluşum gözümün ödünde… Gözyaşı damlalarım kâh avucumda, kâh yanağımda…
Yedi ders boyu bırakmadı öğretmen peşimi. Bana ‘’ Yarışmaya katılacağım.’’ dedirtmeden çıkartmadı beni okuldan.
‘’ Yarışmaya katılacağım.’’ dedirtti öğretmen sonunda bana.
Öğretmen düştü yakamdan, bıraktı peşimi. Arkadaşım kayboldu gözümün önünden.
Takıldı aklıma iki soru. Öğretmen beni niye seçti? Öğretmen bana ne yapacaktı?
İki soru ile yattım, iki soru ile kalktım o gece.
Ertesi gün sordum ilk sorumu ‘’ Beni yarışmaya niye seçtiniz?’’ Öğretmen saydı da saydı ‘’ Sendeki gırtlak…’’ ‘’Sendeki hançere…’’ ’’Sendeki diyafram..’’ ‘’ Sendeki jest, mimik…’’ Sendeki vurgu, tonlama...’’
Öğretmen saydıkça bakıyorum orama, burama. Burnumda iki delik; kimseden ne eksik ne fazla. Bakıyorum ağzıma bir dil; kimseninkinden ne uzun ne kısa. Bakıyorum gırtlağıma göremiyorum bir fark. Parmaklarıma bakıyorum, fark yok. Kaşıma gözüme bakıyorum fark yok. Yok, yok.
Bana ‘’ ‘’Oku, ilk dizeyi.’’ dedi okudum ilk dizeyi: ’Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak’’ Öğretmenim şaşkın… Sanki ben yanlış bir şey yaptım. Yanlış da yapmadım. Harf hatası yapmadım. Unuttuğum sözcük, unuttuğum bir tek hece olsun olmadı.
Birden hiddetlendi öğretmenim ‘’ Evladım, sen ne yaptın?’’ ‘’ Okudum hocam!’’ ‘’Evladım, öyle mi okunur?’’ ‘’ Vallahi hocam, okumayı öğrendiğimden beri ben hep böyle okudum her öğretmenim beğendi okumamı.’’ ‘’ Evladım, her sözcük bir dünya. Gireceksin sözcüğün içine’’ Ben bir sözcüğe baktım, bir bana, başladım gülmeye.. .’’ İşte bu! İşte bu mimik’’ bunu doğru yerde doğru sözcükte göstereceksin’’ dedi. Bir yandan gülerken bir yandan içimden ‘’ Bu öğretmen kafayı yemiş olmalı’’ demişim. Bir yandan da farkında olmadan elimi başımın üstüne götürüp ampul takar gibi, ampul söker gibi açmışım parmaklarımı, çevirmişim sağa, çevirmişim sola. Öğretmenim ‘’ İşte! bu Jest.’’’ ‘’ Bunu doğru sözcükte kullanacaksın’’ dedi. İyi de her sözcük aynı. Gel de çık işin içinden hangisi eğri hangisi doğru?
Yok, yok bu öğretmen kafayı yemiş olmalı. Kafayı yemese iki ayda yetiştirdiği hem de kusursuz yetiştirdiği öğrenciyi bırakır düşer miydi peşime?
Öğretmen kendisi başladı okumaya başladı da sadece ’Kork, kor-kor, korrrkorrrr,korrrkorrrr, korrrkma, korrrkmaaaaaaaaaaaaa!…’’ dedi durdu. Sanırsınız takıntıya uğramış plak… ‘’ ’Kork, korrrkorrrr, korrrkma, korrrkmaaaaaaaaaaaaa!…’’ ‘’ Evladım, her sözcüğün hakkını vereceksin. Düşün sözcük gaz, sen pedal. Kökleyeceksin pedalı sonuna kadar. ‘’ diyor başlıyor tekrar okumaya ….’’ Kork, korrrkorrrr, korrrkma, korrrkmaaaaaaaaaaaaa!’’ ’’ Kork, korrrkorrrr, korrrkma, korrrkmaaaaaaaaaaaaa!’’
Öğrendim gaz pedal. Bu iş tamam.
Öğretmen basıyor pedala ben’’ Kork, korrrkorrrr, korrrkma, korrrkmaaaaaaaaaaaaa!’’ diyorum. Ben basıyorum pedala öğretmen ’’ Kork, korrrkorrrr, korrrkma, korrrkmaaaaaaaaaaaaa!’’
Bir an kendimi tamirhanede sandım. Öğretmenim usta, ben çırak. Benden anahtar takımı istedi isteyecek. Bakıyorum öğretmenimin gözünün içine. Öğretmen ‘İşte! Böyle bakacaksın gözümün içine’’ diyor. ‘’ Hiçbir hareketimi kaçırmayacaksın gözünden, ağzımdan çıkan hiçbir sözcüğü kaçırmayacaksın.
Gaz pedal, gaz pedal….
Bir bakmışsın’’ Kork, korrrkorrrr, korrrkma, korrrkmaaaaaaaaaaaaa!’’ bir bakmışsın ‘’ O zaman yükselerek arşa değer belki başım.’’ dizelerindeyim
Okuyorum’’ O zaman yükselerek arşa değer belki başım’’ Öğretmen yine hiddetleniyor. Birden yaşına rağmen bir kaplan kesiliyor, yürüyor üstüme ‘’ Evladım, ne yapıyorsun sen?’’ ‘’ Okuyorum.’’ ‘’ Evladım, okumayacaksın, yükseleceksin, değdireceksin başını arşa.’’
Anladım. Öğretmen öğretmişti arşı, serhatti, secdeyi. Arş sahnenin üstü idi. Serhat salonun tüm çevresi. Bayrak sahnede sağımda. Bir zıplamışım yerimden, zıplamamla düştü sahnenin tavanından bir parça. Öğretmen bu defa şaşkın…’’ Evladım ne yaptın?’’ ‘’ Arşa kafamı vurdum hocam.’’ Evladım, kafanı tavana vurmayacaksın, jest, mimiklerinle arşa yükseldiğini hissettireceksin karşındakine.’’
‘’ Devam!’’ diyor öğretmenim.’’ Secde eder varsa taşım.’’ Öğretmen, kaş, göz ‘’ Secde, secde’’ diyor. Bir ‘’ Küt!’’ sesi. Benim kafa secdede. Öğretmen yine hiddetleniyor ‘’ Evladım, ne yaptın?’’ secdedeyim hocam.’’ ‘’ Evladım, sen değil sözcükler secde edecek, okşayacak şehitlerin ruhunu. Tamam, anladım kafamı yanlış vurdum sahnenin tavanına, tabanına da sözcükleri nasıl secdeye yatıracağım?..
…
Sadece üç günde öğrendim hepsini. Okumama öğretmen hayran, ben kendime şakın. Nasıl olur da üç günde ben bu kadar değişirdim? Nasıl öğretmenimi okumama hayran bırakabilirdim?
Üç günde kaç basamak çıkmıştım. Üç günde kaç 100 metreyi koşmuştum bir solukta…
Günün sonunda öğretmenim ‘’ Sendeki hançere olağan üstü.’’ Her sözcükte verdiğinin sözcüğün hakkını on kat, yirmi kat gösterme gücüne sahipsin. Sen artık sadece gaz pedal çalış, derste, teneffüste, her an her yerde. Gazı kökle sonuna kadar ’’ Kork, korrrkorrrr, korrrkma, korrrkmaaaaaaaaaaaaa!’’, ’’ Kork, korrr. Korrrr, korrrkma, korrrkmaaaaaaaaaaaa!’’
Gaz pedal… Doğrusu zevkli mi zevkli. Kökledikçe kökleyesi geliyor insanın.
Uzandım yatağıma. Bastım gaza… Daha pedal yarıya indi inmedi bir gürültü koptu. ‘’ Eyvah, kaza yaptık galiba’’ dedim baktım arabada değil yatağımdayım. Kalktım yatağımdan baktım yatağımın sağına soluna.
Yatağın arka tampon yerde…
Çaktırmadan dikledim, bağladım iple. Ne yapabilirdim ki kaynak yapacak halim yok ya.
Gaz pedal… Bu defa daha dikkatli. Gaz pedal…
Gaz pedal, kökledikçe köklüyorum. Arada bir sağım solumda tutunacağım bir şeyler oluyorsa vites kolu.
Çoğu kez elimde kalıyor vites kolu. Tıpkı sifon çekeceğinin elimde kaldığı gibi…
Ertesi gün ilk ders atıldım dersten. Suçum gaz pedal. Derste kaptırmışım kendimi, gaz pedal. Kökledikçe köklüyorum. ’’ Kork, korrrkorrrr, korrrkma, korrrkmaaaaaaaaaaaaa!’’Dersin öğretmeninin dikkatini çekmiş olmalı ki sordu’’ Sen ne yapıyorsun?’’ ‘’ Köklüyorum hocam!’’ ‘’ Kalk tahtada kökle’’
Yazdım tahtaya’’ Kork, korrkorrrr, korrrkma, korrrkmaaaaaaaaaaaaa!’’ Bastım gaza. Öğretmen’’ Daha yazmayı bilmiyorsun, kökü nerden bileceksin. Bir defa sözcük böyle yazılır ‘’Korkma’’ kökü de korkmak fiilinin kork- köküdür . ‘’ Korkma da olumsuz emir çekimidir. Yaptığın yanlışlar yetmiyormuş gibi bir de el kol hareketi, çıkarttığın garip ses. Çık dışarı’’
Ertesi gün çıktım tören alanına daha ilk sözcüğü’’’ Korkma!’’ okumamda, ilk gaza basmamda ’’ Kork, korrrkorrrrkorrrkma, korrrkmaaaaaaaaaaaaa!’’ tüm öğrencisi şaşkın, tüm öğretmeni şaşkın. Hepsi hayran. Alkış sesi yükseldikçe yükselmişti.
Baktım bir tek sınıftan atan öğretmenim mahcuptu.
O bana ‘’ Korkma’’ sözcüğünün ek- kök ayrılışın göstermişti, ben ona nasıl okunduğunu
İLK ARKADAŞIM
Babam iş bulmuştu. Ben üzülmüştüm. İnsan sevinmez mi babasının iş bulmasına? Ben sevinememiştim.
Babamın iş bulmasına sevinememiştim. Sevinememiştim, şehre taşınacaktım.
Oyun oynadığım sokaklar boş kalacaktı bensiz.
Bir bir ellerimle yarattığım oyuncaklarım öksüz kalacaktı. Çelliklerim, çomaklarım, çizgi taşlarım.
Babam ‘’ Üzülme, sana yeni oyuncaklar alırım.’’ diyordu. Biliyordum babamın bana oyuncaklar alacağını çünkü babam iş bulmuştu. Bir de babamın aldığı oyuncakların oyuncaklarımın yerini tutmayacağını biliyordum. Hiç biri sevincimi paylaşmayacaktı, üzüntümü paylaşmayacaktı. Paylaşsalar da paylaşacakları saman alevi olacaktı. Samanı bilmeyen bilmez saman alevini.
Taşınmıştık şehre. Başlamıştım yeni sınıfıma.
Bana arkadaş edineceklerim garip geliyordu ben onlara. Ben onlara bakıyordum garip garip, onlar bana…
.Benim suskunluğum garip geliyordu onlara. Onlarınsa her hareketi, ağızlarından çıkan her söz garip geliyordu bana. ‘’ Öğretmenim, arkadaşım kalemimi aldı. Öğretmenim arkadaşım beni yere düşürdü…’’ Biz arkadaşımızın kalemini almadan kalemimiz yoksa arkadaşımız verirdi. Kalemi yoksa verecek kalemi ikiye bölerdi, silgiyi ikiye bölerdi. Oynadığımız oyunlarda yere düşen arkadaşımızı en yakın olan kaldırırdı. En uzak olan yarışırdı yarasını sarmaya. O bakışlar… 0 bakışlar unuttururdu düşen arkadaşımıza acısını. Sargı sonrası yüzlere yansıyan gülücükler parayla pulla alınıp satılmazdı.
Bir hafta geçmeden anlamıştım babamın ‘’ İnsan iki arkadaşını unutmaz: bir ilkokul arkadaşını, bir askerlik arkadaşını.’’ Sözündeki unutulmayan ilkokul arkadaşlığındaki bağı oynanan oyunların oluşturduğunu. Bakıyorum oynanan oyunlarda arkadaş yok vampirler var, silahşörler var. Sevinçler, üzüntüler paylaşımsız. Sevinçleri ya masaya atılan bir yumruk sesi paylaşıyor ya da ağızdan dökülen bir haykırış.
Bir hafta geçmeden sevdiğim ilk şarkı Barış Manço’nun ‘’ Arkadaşım Eşek’’ şarkısı oldu.
Arkadaşım yoktu söyleyecek bir şarkım vardı hep ‘’ Arkadaşım Eşek’’
‘’ Arkadaşım Eşek’’
‘’ Arkadaşım Eşek’’
Öğretmenimiz bir ödev verdi en sevdiğiniz oyunu yazınız diye.
Ben ‘’ Yağ Satarım Bal satarım’’ oyununu yazdım.
Ödevlerimizi okuyacağımız gün, bir benim parmak hariç sınıfın parmakları yarıştı.
‘’Öğretmenim, ben ARTHUR’u yazım.’’
‘’Öğretmenim, ben HOBBİT’i yazdım.’’
‘’Öğretmenim, ben DİVİNİTY’i yazdım’’
‘’Öğretmenim, ben CALL-DİTY GHOTS’i yazdım.’’
‘’Öğretmenim, ben GUITAR HERO’yu yazdım
‘’Öğretmenim, ben VAMPİR’i yazdım.’’
‘’Öğretmenim, ben TAMPİR’i yazdım.’’
‘’Öğretmenim, ben ZIMPİR’i yazdım.’’
‘’Öğretmenim, ben TRİLEYT’i yazdım.’’
‘’Öğretmenim, ben ZIRT-PIRT’ı yazdım
Her okunan oyunda silah sesi. Her okuyan arkadaş silah sesini çıkartabilmek için insanlıktan çıkıyor. Her dinleyen arkadaş hayran hayran dinliyor. Ben hariç.
Her okuyan arkadaşta ben ürperiyorum. Her silah sesinde kulaklarımı tıkıyorum.
Her okuyan arkadaş kahraman. Alkış kıyamet. Ben şaşkın…
Her okunan oyunda bırakın oynamayı dinlemesi bile kafayı zırtlatan cinsten.
Galiba anlamaya başlamıştım sınıfta her arkadaşın kendini kaplan, arkadaşını fare görmesinin sırrını.
Oysa bizim oynadığımız oyunda herkes eşit haklara sahipti. Hiçbir oyunun kaybedeni kazananı yoktu. Daha doğrusu kazananı hep bizdik. Eğlenmeyi öğreniyorduk, paylaşmayı öğreniyorduk, saygıyı, sevgiyi öğreniyorduk. Dayanışmayı öğreniyorduk. En önemlisi arkadaşlığı öğreniyorduk.
Okuma sırası bana geldiğinde sanki sınıf değişikliği olmuş gibi. Okuyanı hayran hayran dinleyenler gitmiş her sözcüğe atılan kaplanlar gelmişti.
Ben ‘’ Yağ satarım’’’ demeden ‘’ Kaça?’’ diyenler, ‘’ Ekmek yok mu ekmek, ekmeğe sürelim.’’ diyenler, kahkaha atıp gülenler…
Oynarken biz de gülerdik. Bizim gülüşümüz; sevgi içeririrdi. Her gülüşümüz okşardı gönülleri.
Onların gülüşü bir silahtı. Aşağılayıcı idi, alaycı idi.
Yazdıklarıma bir öğretmenim gülmemişti, dinlemişti can kulağıyla. Hayran hayran bakmıştı bana. Bakışları gönlümü okşamıştı. Sanırım ilk arkadaşım öğretmenim olmuştu.
Çok geçmeden öğretmenlerimle birlikte sınıfa oynatmıştık aynı oyunu.
Arkadaşlarım da öğrenmişti gülmeyi.
Arkadaşlarım da öğrenmişti beni aralarına almayı.
RÜYALARIM GERÇEKLEŞMEYE BAŞLAMIŞ MIYDI
İlk defa öğretmenin tahtaya yazdığı bir cümleyi okumuştum üstüne üstlük öğretmen bana okutmuştu’’ Yıldız bir adımdan yakındır. ‘’ Ben de bir yıldızım diyebilene.’’’’
Kafamda şimşekler çakıyordu ‘’ Ben yıldız olabilir miydim?’’ ‘’ Ben de bir yıldızım diyebilir miydim ?’’ demeye kalmadan içimdeki ses çoktan demiş ‘’ Ben de bir yıldızım.’’ Öğretmen gözümün içine bakıyor ‘’ Güzel!’’ diyor. Yoksa öğretmen duymuş muydu içimdeki sesi. Öğretmen bana bakıyor, ben öğretmene…
Peki, ben nasıl yıldız olabilecektim? Öğretmen gözümün içine bakıyor ‘’ Önemli olan sorular oluşturabilmek.’’ diyor . Öğretmen bunu da mı duymuştu şaştım kaldım. Öğretmen gözümün içine baka baka’’ Beynimizde sorular oluşmuşsa beyin cevabını bulur, şaşırmayın.’’ diyordu. Gel de şaşırma beynimdeki sorulara ben değil öğretmen cevap veriyordu.
Sorular, sorular…
Sorular mı doğru söylüyordu, öğretmen mi? Anladığım bir şey varsa o da sorular beni oradan oraya sürüklüyor. Allah vere de eve sağ salim varabilsem.
Şükür, eve sağ salim gelmiştim gelmesine. Sorular peşimi bırakmıyordu.
Gece çabucak bitmişti. Uyumak istiyordum, sorular izin vermiyordu uyumama. Annemin ‘’ Yat oğlum !’’sesi yetişti imdadıma. O da uzun sürmedi. Sorular peşime yine takılmıştı. Bırakmıyor ki uyuyayım.
Soruları nasıl alt etmişsem uyumuşum. Ne zaman nasıl uyumuşsam uyumuşum. Dalmışım rüyaya. Rüyamda Süpermen olmuşum göklerde uçuyorum. Yıldızlar beni selamlıyor, ben yıldızları.
Sınıftayım. Her soruya parmak kaldıran ben. Her cevapta alkışlanan ben. Omuzlardan inmeyen ben.
Sokaklarda yürüyemiyorum. İmza isteyen isteyene. Selfie çektiren çektirene.
Rüyada gördüklerim rüya da olsa güzelin çok çok ötesindeydi. Kafamda yeni yeni sorular’’ Rüyalar gerçek olabilir miydi?’’ Olabilirdi Sınavlardan 50 almak benim için bir rüya iken sınıfta çok arkadaşın gerçeği100'dü.
İlkyazımı yazmıştım ‘’ Rüya ile avunanlardan mısınız, rüyasını gerçeğe çevirenlerden misiniz?’’
Yazımı sınıfta okudum. Bu defa şaşıran öğretmendi, sınıftı... Öğretmen sınıfa dönüp ‘’ Alkışlayın arkadaşınızı. ’’demişti.
Kafamda yeni bir soru ‘’ Rüyalarım gerçek olmaya başlamış mıydı ?’’
DEYİMLERİN GÜCÜ
Neydi ‘’Duvara toslamak’’?
O güne kadar ne ‘’Duvara toslamak’’ deyimini düşünmüştüm ne de anlamını. ‘’Bana ne deyim, bana ne anlamı’’ demiştim belki de.
Öğretmenimiz sınıfta kimine yazı yazdırır, kimine şiir okutur, kimine tiyatro çalıştırırdı o güne kadar.
Biz öğlenciydik öğretmenimizde öğlenci. Öğretmenimiz sabahtan gelirdi. Hep peşinde üç beş öğrenci. Boş derslerinde peşinde üç beş öğrenci.
Her gün üç beş öğrenciden biri kahraman. Ya tören alanında ya sınıfta. Ya yazılarını okuyor ya gösterilerini yapıyor. İzleyen herkes-Arkadaşım ve ben hariç-hayran. Alkış kıyamet. Biz kendi dünyamızda. Ağzımızda çiklet, elimiz saçımızda, başımız yerde, başımız başımızın üstünde. Arada bir gülücük. Arada bir ayağa kalkıp sınıfın en arkasından en önüne bir volta atış. Yürüyüşümüzde bir eda… Omuz dik. Adım atış başka. Kol sallayış başka. Üstüne bir gülücük, bir öpücük…
Öğretmenin bitmeyen uyarıları. Öğretmenin bitmeyen öğütleri.
Hangi etkinlik olursa olsun cümlenin öznesi biz, cümlenin yüklemi biz.
‘’Tatlı sözcüğünü cümlede kullanın.’’ Öğretmen başlıyor açıklamaya. Oluşturacağınız cümle üç sözcükten olmasın. Öyle bir cümle kurun ki özdeyiş olsun, işlesin ruhunuza. Cümleniz rehberiniz olsun, yolunuz olsun. Örnek:’’ Boş hayaller ne kadar tatlı ise gerçek bir o kadar acı.’’ Düşünün bazı arkadaşlarınızın her gün bıkmadan 7 ders boyu kesintiye uğratmadan sergilediği boş gülüşleri… Arkadaşlarınız bir ceza aldığında, velisini çağırıp durumlarını velisine anlattığımızda arkadaşlarınızın boyunlarını büküşü, yanağına düşen iki damla gözyaşı gelmiş geçmiş bütün boş gülüşlerini sele katıp götürür. Götürür hem de bir saniyede.
Tüm sınıfın bakışı üstümüzde. Bizde tüm sınıfa bir gülücük, bir öpücük. Biz de boş değiliz herhalde.
Saniyelerin önemini düşünün. Düşünüz benim 5 saniyede yazdığım şiirleri. Düşünün bir günde kahramanlıklara imza atan arkadaşlarınızı.
Tüm sınıf- Biz hariç-göç etmiş düşüncelere….
Bizde değişiklik yok. Ağzımızda çiklet, elimizde oyuncaklarımız. Yanağımızda gülücükler, dudağımızda öpücükler.
Sınıfta her gün bir değişiklik. Her gün yeni bir kahraman. Her gün- Biz hariç- bir adım on,adım ilerleyiş.
Bizde değişiklik yok ta o bilmediğimiz dakikaya, bilmediğimiz dakikanın salisesine kadar.
Ne olduysa o bir salisede oldu. Ne olduysa bir saniyede döküldü öğretmenimin dilinden beni duvara toslayan o cümle.
Neydi o bir cümle? Duymakla iyi mi ettim yoksa kötü mü? Ben cevap verecek durumda değilim.
‘’ Bir saniyede neler öğrenebileceğimizi hep bizler öğrettik sizlerse bir saniyede neler kaybettiklerinizi yaşayarak öğreneceksiniz bir bir.. . Düşünün bir araba kazasını uzmanlar hesaplayamıyor kazanın salisesini. Salisenin %’sini. Ne yazık ki yüzlercesi o bir saliseye sahip çıkamadığı için hayatını kaybetti. Nice depremzede depremlerde saliselerle baş başa kalınca çok iyi tanıdı saliseleri.’’
Ne olduysa o bir salisede oldu…
O bir salise….
Kaza yapan amcam geldi gözümün önüne. Kazada canını kaybeden amcam, yengem, kuzenlerim..
O bir salisede kuzenlerimle oynadığım oyunlar, birlikte yediğimiz yemekler, yemekteki lezzetler. Kuzenlerimle gezdiğim parklar, kırlar, uçurttuğum uçurtmalar…
İlk defa kitabımı açtım gözümün önünde ‘’ Duvara toslamak’’ deyimi koca bir duvar ben bir sinek. İlk defa tahtaya baktım ‘’ Duvara toslamak’’
Sadece, sadece bir deyim öğretmişti bütün öğretmenlerimin öğretmek isteyip de öğretemediğini. ‘’Duvara toslamak’’….
O gün o salise ben duvara toslamıştım.
Acaba bütün deyimler böyle midir?
KİM KİME GÜNÜNÜ GÖSTERDİ ACABA
Her gün yüceliyorduk. Daha doğrusu yüceldiğimizi sanıyorduk.
Her gün velilerimiz okula geliyordu. Biz bir kez velilerimiz çoğu kez, saat başı... Her biri öğretmen dersten çıkarken kafasını uzatırdı, ‘’ Ne oldu? ‘’ Bizde cevap hazır. Bizde cevap binler.
Öğretmen her gün aynı. Dersi dinlemeyenlere, defterini kitabını uçak yapıp uçuranlara ‘’ O uçakla geleceğini yolcu ettin biliyor musun?’’ diyordu. Uçak iniyor kalkıyor öğretmenden her iniş kalkışta bir söz ‘’ Oynarken neler kaybettin biliyor musun?’’ Uçaklar çoğu kez öğretmenimizin kafaalanına iniş yapıyordu. Biz öğretmenin kızacağını beklerken öğretmen ‘’ O davranışın hata olduğunu söylemek zaman kaybıdır. O davranışı yapan o davranışın kendisine bir getirisi olmadığını bilseydi, o davranışı yapmazdı. Onlar kendi zamanlarını çalabilir ama dersi dinleyen üç beş arkadaşının zamanını asla. Ona izin vermem.
Yolculuk molası.
Annelerimiz ‘’ Ne oldu, öğretmen ne dedi?’’ Sormazlardı derste ne yaptın?’’ Tek sordukları ‘’ Öğretmen sana ne dedi?’’ Biz sıralardık öğretmenin demediği, annemin duymak istediği sözleri’’ Öğretmen bana geri zekâlı dedi, ben anlatsam da anlamazsın dedi hatta tüm sınıfa abdalsınız.’’ dedi. Bütün anneler ‘’ Biz ona gösteririz gününü.’’ Annelerimizin hepsi soluğu müdürün odasında alıyordu. Müdür annelerimizi bir şekilde yolcu ediyordu. Tabi annelerimizin yolu kısa. Sınıfın kapısına kadar. Bekleyişler sürüyordu. Meraklı bakılışlar, meraklı sorular…
Öğretmen sadece uçaklarımıza laf atmıyordu. Daha doğru öğretmen bize laf atmıyordu, biz attı olarak algılıyorduk. Bir defa anne- babalarımız tarafından güdülenmişiz. Her birimiz ayarlı bir kompüter susmak bilmiyor öğretmeni şikâyetimiz. Öğretmen defteri, kitabı açmamıza, deftere kitaba yazmamıza, sorulara cevap vermemize, sınıfa girişimize, çıkışımıza da laf atıyordu.
Öğretmen laf atmasa da biz attırıyorduk daha doğrusu atmış gibi anlıyorduk.’’ Anne öğretmen bana koridorda manalı manalı baktı.’’ Annem atılıyor devreye ‘’ Ben anlarım onun ne diyeceğini, şu tipe bak şu tipe. Tıpkı mal tipi demiştir. Ben onun hesabını sorarım.’’
Öğretmen bazı arkadaşlarımıza sınıfta bir şey demez, teneffüste köşe bucak çeker ‘’ Yaptığın davranış doğru değil, davranışlarına dikkat et.’’ derdi Öğretmen arkadaşlarımızla konuşurken konuşmaları duymazdık ama görürdük. Öğretmenimizin konuştuğu arkadaşımız annesine ‘’ Öğretmenimiz beni merdivenin altına çekti.’’ Görenler ‘’ Anne öğretmenimiz Ayşe’yi, Fatma’yı merdivenin altına çekti’’ derdi. Kopardı kıyamet ‘’ Öğrenciyi, hem de kız öğrenciyi merdiven altına nasıl çeker, görür o gününü.’’
Öğretmen geri adım mı atmıştı, dersini almış mıydı anlamadık. Öğretmen artık dersi dinlemeyenlere değil dinleyenlere kızmaya başladı. Ödevi yapmayanlara değil yapanlara.
Ben huzursuz, tüm sınıf huzursuz. Annemiz sorarsa ne diyecektik. Her gün annemizin okula gelişi bizi kahramanlaştırıyordu. Sınıfta bir asaletimiz, evde bir asaletimiz vardı. Bulduk çaresini. Biz dersi dinlemeye, ödevi yapmaya, öğretmen bize kızmaya başladı. Velilerimiz görevi başında. ‘’ Bu nasıl öğretmen çocuğum dersi dinlemese de suç, dinlese de.’’
Şikâyetler bir türlü bitmedi, yıl bitmişti. Sınıfta Takdir-Teşekkür almayan bir öğrenci yoktu ve ilişikte bir not ‘’ Beni şikâyet edebilirsiniz.’’
Velilerimiz eksiksiz yine okula gelmişti bu defa yalnız müdüre değil hem müdür hem öğretmene. Hem müdür hem öğretmene özür dilemeye ama hiç birinin aklına çocuğundan özür dilemek gelmedi.
BİZ KİMDİK
O güne kadar biz sınıfın susturulamayanları idik. Her an her yerde görülen, her ders adı anılan. Bu bizim hoşumuza gitmiyor değildi.
Bizi susturmak için hemen hemen her öğretmenin denemediği metot, başvurmadığı çare kalmamıştı. Biz hep kazanandık, biz hep üste çıkan, omuzları kabaran kahraman yiğitler…
O gün öğretmen tahtaya bir cümle yazdı’’ Konuştuklarımız bizi yansıtır.’’ Cümleyi yazdı özellikle bize tek tek bakarak’’ Buyurun başlayın yazmaya’’ dedi. Ben arkadaşıma sordum, arkadaşım arkadaşına ‘’ Biz ne konuşmuştuk, ne konuşurduk?’’ Arkadaşım bana, ben arkadaşıma, arkadaşı arkadaşına ‘’ Hiç!’’ dedi. Kâğıda hiç yazamazdık. Peki, kâğıda ne yazacaktık. Yok, yok… Kafamda uçuşan sorular’’ Biz hiç miydik, biz yokluk muyduk? ‘’
Biz susmuş sınıfın çoğu yazıklarını okuma yarışmasına girmişti. Zeynep ‘’Konuşmak; içimizden gelen sese kulak vermek, içimizdeki sese tercüman olabilmektir. ’diyordu İçimi dinledim. İçimde sesler garip, bağırsaklarımda bir gurultu. ‘’Gel de tercüme et.’’ dedim kendi kendime. Öğretmen ‘’ Neyi?’’ dedi, ben ‘’ Ne, neyi?’’ Öğretmen ‘’ Neyi tercüme edemedin?’’ dedi. Meğer ben düşündüklerimi yazmamış yansıtmışım. Benim bu duruma hiç sevmediğim Ahmet’ten yanıt geldi ‘’ Düşündüklerimizi süzgeçleyemezsek;düşündüklerimiz bizi uçurumdan uçurur.’’ Ahmet’tin sözünü Mehmet ‘’ Boş teneke tıngırdar.’’ Sözü ile destekledi. Ben durur muyum ben de karşılık verdim ‘’ Oynayan şıngırdar.’’ Zuhal atıldı söze ‘’ Oyun yer ve zamanında oyundur, düğünde oynayan kollar cenazede bağlanır.’’ Ben sustum, onlar susmadı.
Keriman’’ Susmak mola vermek değildir, konuşacaklarımızı arayıp bulmaktır, bazen de yol vermektir bizim konuşmamıza bayrak konuşmalara bazen de bizim konuşmalarımıza çamur gölge konuşmalara.’’ diyor, Keziban ‘’ Konuşmak melodisini tutturabilmektir konuştuklarımızın.’’ diyor. Gülizar konuşmak; konuştukça çamura batmak değildir, konuştukça çamurda yeşermek, gül olup açılmaktır, gül koklar gibi hayranlık uyandırmaktır.’’ diyor.
Onu bunu bilmem, arkadaşlar ne yaşadı hiç bilmem. Tek bildiğim sustukça çamura batıyorum, konuştukça çamura. Yazan arkadaşların yazdıklarını dinledikçe çamura batıyordum.
Uzun sözün kısası arkadaşlarım beni çamura soktu çıkardı, çıkardı soktu. Şükür en azından çamurdan heykelimi yapmadılar.
KENDİ BULUŞU İLE BULUŞUNU YOK EDEN İLK
Evet, kendi buluşu ile buluşunu yok eden ilk insan. Bu unvanla bilim tarihine adını yazdıran ilk bilim adamı.
Henüz on beş yaşında.
Bir Türk.
ZebuzittinZapzap.
Zebuzittin Türkiye’nin gündemi.
Zebuzittin Türkiye’nin gururu.
Zebuzittingazelerde manşet.
ZebuzittinTV’Lerde konuk.
Zebuzittin TV’lerde flash.
Zebuzittin, Uluslar Arası Bilim Teknoloji Proje Yarışması’nın Türkiye temsilcisi.
Zebuzittin, Türkiye’de katıldığı bütün yarışmalarda finalistleri rakipsiz elemiş Türkiye’yi temsile hak kazanmıştı.
Büyük güne ramak kala Zebuzittin Seul yolcusu.
Gastelerde boy boy resimler…
Zebuzittin’de Türkiye’ye dönüş hayalleri..
ZebuzittinZeul Protokolünce karşılanan ağırlanan.
Zebuzintin, yarışmanın yapılacağı alana ilk gelen.
Zıp zıp zıplayan. Zapzap kükreyen.
Zaplamalar, zıplamalar zamanın akışını sağlamıyor, çektiği sıkıntı Zebuzittin'in ikinci buluşu zamanı akıtacak bir buluş gözüküyor.
Zebuzittin iki zıpzıp, iki zapzap, iki yumruk bir tepik yarışma salonunun kapısına. Kapı açılıyor, içerisi boş. Zebuzittin kendisine ayrılan masayla göz göze geliyor, zıplamadan yayılıyor masaya. Başlıyor beklemeye.
Zebuzitin Uluslar Arası Bilim Teknoloji Proje Yarışması heyetin huzurunda. Yarışmacı sırasında listenin sonunda.
Rakibi finalistler tek tek projelerini sergiliyor. Projelerin her biri bir buluş. Her biri bir birinden ilginç olsa da hiç biri Zebuzittin’e rakip olacak ölçüde değil.
Projeler:
Suda balığa takla attırmalar.
Suyu yokuşa akıtmalar.
Yokuşu düze çevirmeler.
Düzü yokuşa çevirmeler
Halıyı uçurtmalar.
Halıyı dürmeler, katlamalar.
Halıya kendi kendine duş aldırmacalar.
Parayı hiç etmeler.
Hiçi paraya çevirmeler… meler. Meler…
Her gösteride Zebuzittin yerinde duramıyor, zıp zıp zıplıyor. Haykırıyor ‘’ Ödül Zebuzittin’in, Zebuzittin Türkiye’nin. Türkiye, Türkiye!’’
Nihayet sıra geliyor Zebuzittin’e. Zebuzittinin her sunumu seyircisini, jürisini şaşkına çeviriyor. Jürinin ağızları kulaklarında. ‘’ Türkiye, Türkiye!’’ tezahüratları nerdeyse Türkiye’den duyulacak.
Zebuzittin ‘’ Kalem.’’’ diyor, kalem eline geliyor. ‘’ Yazı!’’ diyor, kalem ‘’ Zebuzittin rakipsiz.’’ yazıyor. ‘’ Kitap!’’ diyor, kitap eline geliyor, ‘’ Oku!’’ diyor, kitap kendi kendini okuyor İngilizce. Zebuzittin kitabın okuduğunu anlamasa da jüri anlıyor ve gülümsüyor kitap ne dediyse.
‘’ Işık!'’’ diyor, ışık saçılıyor. ‘’ Karanlık!’’’ diyor, karanlık basıyor. Jüri korkmuş mudur bilinmez müdahil oluyor ‘’ Sonuca gel!’’ diyor.
Zebuzittin sonuca geliyor gelemiyor. Son gösterisi kapı. ‘’ Kapı!’’ diyor, kapının kolu eline geliyor,kapıda hareket yok. Bütün bakışlar kapıda. Zebuzittin ‘’ Kapı!’’ diye diye kapıya yöneliyor, bütün bakışlar Zebuzittin’e yönelik. Zebuzittin kapıya iki zıpzıp, iki zapzap. Kapı açılıyor. Zebuzittin salonu terk.
Zebuzittin dünya gündemi. Zebuzittin Türkiye’ye gelmeden haberi geliyor.
‘’ Kendi buluşu ile kendi buluşunu yok eden ilk mucit.’’
……
Yıllar, yıllar sonrası, asrı evvel bir ilk:
‘’ Kendi buluşu ile kendi buluşunu yok eden ilk mucit’in sırrını bir Türk kapıcısı keşfetti.’’
KİM DİZİNİ DÖVMÜŞTÜ DERSİNİZ
( İntihar eden benim de babamdı. Nerede boynu bükük bir yetim görsem o bendim. O ben...)
Okulun ilk günüydü.
İlk dersimiz Türkçeydi. Türkçe Öğretmeni dersi sevdirmekle kalmamış, okulu sevdirmişti. Yetmedi kendimi sevdirmişti. Yaşıtlarım, yaşıtları ile kaynaşma çabası gösterirken ben gelecekle ilgi hayaller kuruyordum.’’ Başarı! Başarı! Zirve, Zirve!..
İlk etkinliğimiz deyimler.
Deyimleri anlamak.
Deyimleri cümlede kullanmak.
Ben ilk parmak kaldıran, hiç düşünmeden ‘’ Babam beni dövmedi, dizini dövdü.’’ deyiverdim. Tüm sınıf güldü. Bir tek öğretmen gülmedi. Beni kutladı. 100 verdi. Sınıfa döndü anlattı da anlattı.’’ Buradaki dövme dövme değildir. Kız hiç değildir. Sadece kız babaları dizini dövmez herkes ama herkes dizini döver. Sizler de ilerde çok dizinizi döveceksiniz. İşte, ilerde dizinizi dövmemek için düzenli çalışmayı, kitap okuma alışkanlığı edinmeyi, dersi dinlemeyi, arkadaşınız gibi derse katılmayı öğreneceksiniz.’’ diyordu. ‘’ Arkadaşınız gibi’’ derken gözümün içime bakıyordu. Öğretmenimin her anlattığını anlamış gibi yapıyordum. Her anlattığına kafa sallıyordum. Ne de olsa 100 almıştım. Sınıfta bir ayrıcalığım olmalıydı. Her kafa sallayışımda öğretmen gözümün içine bakıyordu. Her bakışında yüzündeki yaşlılığın verdiği kırışıklara tebessümün verdiği kırışıklardan bir yenisi, bir yenisi daha ekleniyordu. Dersimizin başındaki yaşlı yüzleri buruşuk sevimsiz öğretmen gitmiş dünya harikası bir tablo gelmişti. Hayran hayran izliyordum. Açık arttırmaya sunulsa resmin ilk alıcısı ben olurdum. Parayı nereden bulacaksam… Çok çalışırsam onu da bulabilecektim. Bunu da aşılamıştı öğretmenim
Dünya harikası tablo….
O yüzdeki tebessüm çizgilerini her önüne gelen anlayamazdı. Her biri bir fırça darbesi. O kadar çok şey anlatıyorlardı ki anlattıklarını anlasa anlasa bir ben anlardım Ee, ne de olsa yüzlük öğrenciydim.
Gün bittiğindeki eve koşuş sevincim kapıdan içeri ilk adımımı atana kadar sürdü. Oysa babama, anneme sarılacaktım ‘’ Ben yüz aldım!’’ diye haykıracaktım. Annem, babam benimle gurur duyacaktı. Ne büyük sevinçti okulun ilk günü...
Sarılamadım. Öpemedim. ‘’ Ben 100 aldım!’’ diyemedim.
Diyemedim.
Diyemedim…
Babam dizlerini dövüyordu.
Annem sessizdi. Bana bakışları ürkek. Ben ne suç işlemiştim? Annem babamın beni dövmesine üzülüyordu belli. Babam beni dövemiyordu. Dizlerini dövüyordu.
Babam her odadan çıkışta, gözlerim üstünde. ‘’Eyvah! Sopa almaya gidiyor.’’ diyordum. Babam odaya her girişinde eli boş giriyordu. Ben meraktan çatlıyordum. Babam hop oturup hop kalkıyor. Her kalkışında bende bir irkilme. Babamın her kalkan eli terini siliyor. Ter tarifsiz. Tere bakılırsa suçum büyük, tere bakılırsa dayak okkalı.
O gece dayak yemedim.
Dayak yemedim. İçim içimi kemirdi. Suçum neydi acaba? Dayağın ölçüsü neydi?
Ertesi gün sınıfın kapısını çalan her nöbetçi öğrencinin beni çağırmasını bekledim. Çağıran olmadı. ‘’ İçimden ‘’Çağrılsam da kurtulsam! ‘’diyorum, çalınan her kapıda çağrılan bir başkası, bir başkası...
Yeni bir deyim öğrendim. ‘’ Ölüp ölüp dirilmek.’’ Öyle güzel anladım, öyle güzel anladım ki hakkım 100 değil 1000'di. . Demek ki deyimler sözlükten değil yaşayarak öğreniliyor.
Eve geldim. Babam yine dizlerini dövüyor.
Annem yine sessiz. Annem yine şaşkın...
Olanca cesaretimi topladım geçtim babamın karşısına ‘’ Hiç değilse suçumu öğrensem.’’ dedim.
Babam ‘’ Senin suçun yok, benim suçum var.’’ dedi. Babam gözyaşlarına boğuldu. Sözcükler boğazında düğümlendi, düğümlendi. Düğüm düğüm ‘’ Kızım, dün ben sana yalan söyledim, bugün yalanı bile söyleyemedim.’’ dedi. Yeni bir deyim öğrendim ‘’ Meraktan çatlamak’’.
‘’Meraktan çatlamak’’ deyimi bendim.
Neydi babamın yalanı?
Yeni bir deyim daha öğrendim ‘’ Güç bela öğrenmek''
Güç bela öğrendim babamın yalanını. Babam dün bana
İstediğim telefonu alacağını söylemişti. Alamamış. Alamayınca da yalan söylemiş. Bugünde alamamış. Yarın da alamayacakmış. Ben de bir gülme tuttu. İyi de bunun ‘’ Dizini dövmek’’ deyimi ile ilgisi ne? Onu da çok geçmeden anladım.
İlk defa televizyonda bir haber dikkatimi çekmişti. İlk defa bir haber beni derinden yaralamıştı. Meğer ben ne çok deyim biliyormuşum ‘’ Derinden yaralanmak.’’
Haberde çocuğuna istediği oyuncağı alamayan bir babanın intihar ettiği yer alıyordu. O haberden sonra dizini döven ben oldum. Ya benim babam da böyle yaparsa? İlk defa kendimi haberde yer alan çocuğun yerine koydum. Onun yerine ağladım, ağladım…
Babamın dizini dövmesi uzun sürmedi. '' Ben telefonu unuttum. ‘dedim. Ben telefondan daha değerli hediye aldım.'' dedim.'' 100 aldım.'' dedim. Ben babama sarılamamıştım, babam bana sarıldı.
Babamın dizini dövmesi bitmişti bitmesine de benim babası intihar eden çocuğun yerine ağlamam bitmedi. İntihar eden benim de babamdı. Benim de.
İşin en kötüsü o baba ya da anne ben olabilir miydim?. Olmamalıydım. Yeni bir deyim öğrenmiştim '' Dağ kadar sorumluluğun altına girmek''.
Ağladım. Ağladım...
Ağlamam engel değildi dağ kadar sorumluluğun altından kalkmama.
Babalar ağlamamalıydı. Çocuklar ağlamamalıydı. Gülmeliydi. Gülmek çocukların haklarıydı.
Gülmek için hep ağladım, hep ağladım.
Ağladım...
ALO 147 ÖĞRETMENLERE KARŞI ÖĞKALDER’İN ÇAĞRISINA KULAK VER
Bugüne kadar böylesi bir gündem ne görüldü ne duyuldu. Bu güne kadar basının tek ses olduğuna bu gündemle şahit olduk.
Bu gündem bütün gündemleri alt üst etti. Operasyon haberleri rafa kalktı. İşsizlik- yolsuzluk haberleri uykuya yattı. Seçim anketleri kapana sıkıştı. Oy kapma ayak oyunlarına çelme takıldı. Mecliste 10 dakika aralar masal oldu. Danışma kurulları, bakanlar kurulu, müsteşarlar sözcüler değirmene su taşırcasına çözüme çare peşinde.
Hangi kanalı açsanız aynı söylem ‘’ ÖĞKALDER’in ALO 147’ye başvurduğu şikayet dilekçesinin tam metni ilk defa……. Kanalda.’’‘’ Şikayet dilekçesini kesintisiz yayınlıyoruz.’’
İlklerden biri daha. Hiçbir haber kanalı araya reklam girmiyor.
İlklerden bir başkası; Tüm Türkiye yediden yetmişe ekrana kilitli.
Bir başka ilk; TV kanallar rafting yarışının peşinden koşmuyor.
Doğrusu benim de ilkim. İlk defa bilgisayarın başından kalktım. İlk defa elime kumandayı aldım, tıkladım rastgele bir kanal. Karşımda sunucu. Haberden çok sunucunun sevinci, heyecanı dikkatimi çekti. Sunucu metni okurken sanırsınız insanlığım görülmemiş bir buluşunu anons ediyor. Dünyada savaş bitmiş, Dolar sıfırlamış. İnsanlar işe- aşa kavuşmuş.
‘’ Sayın seyirciler, ÖĞKALDER Federasyonu’nun şikâyet başvurusunu, yorumsuz kesintisiz yayınlıyoruz.
Şikayet başvuru dilekçesi:
‘’ Malum olduğu üzre cumhurbaşkanımızın önerisi bizim için emir, bizim önerimiz cumhurbaşkanımız için görev niteliği taşıdığını bildiğimiz için cemiyetlerimizin tespit, şikayet ve istemlerini federasyon olarak ortak bir rapora dönüştürdük.
Öncelikle cumhurbaşkanımızın ’’ En az üç çocuk!’’ emrini yerine getirdik. Endazeyi tutturamayıp üç- beş yapanlar oldu. Noktayı koyan koydu, koyamayan virgül aralıklarında.
Çocuklar büyüdü, serpildi. Okullu oldu. Çocuklarımız güle oynaya okula gitti. Sınavlara gülerek girdi. Sınavlardan gülerek çıktı. Bir kez olsun ‘’ Sınavım kötü geçti.’’ diyen olmadı. Ne zaman sınavlar açıklandı çocuklar ağlayarak geldi. Çocuğun sınavdan düşük almasından geçtik, ağlamasından geçtik öğretmen sınıf içinde örgüt kuruyormuş. Birkaç öğrenciye 100 veriyormuş, yüz alanları düşük alanlara güldürtüyormuş, alaycı alaycı baktırıp alay ettiriyormuş. Bu durum çocuklarımızın psikolojisini bozdu diyemiyorum, önce çocuk, ardından anası, babası. Aile saadetimizin tehlikede olduğunu görür görmez harekete geçme inancına sığındık. Toplum tehlikeye doğru gidiyor.
Ne zaman çocuklarımızla bırakın lafın belini kırmayı ‘’ Nasılsın?’’ bile diyemez olduk. Ya ödev yapıyordur, ya sınav çalışıyordur. Peki, çalışmalarının sonucunu alabiliyor mu? Öğretmenler vermiyor ki alsınlar. Sırf öğretmenler çocukların anne babalarıyla olan diyalogunu kesmek için eften püften ödev veriyor. Yaptıkları ödev ne notlarına yansıyor ne de çocuğun, ailesinin mutluluğuna bir nebze de olsa katkı sağlıyor.
Her çocuğun on öğretmeni var. Yedi çocuğu olan bir vatandaş Yetmiş öğretmenle mücadele etmek zorunda kalıyor. Yetmiş olsa iyi bunun yanında müdürü var, müdür yardımcısı var, Müdür başyardımcısı var. Okulun bekçisi, temizlikçisi var da var…
Malum sebepler gereği yurt sathında cemiyetlerimizi kurduk. Üst kat komşumuz …………..Hanım ÖĞRENCİ GÖZYAŞI SİLME DENEĞİ başkanı, Benim Hanım ‘’ ÖĞRENCİ TESELLİ NİNNİCİLER DERNEĞİ başkanı, mahalleden Dul Nebehat ÖĞRETMEN DEDİKODU TOPLAMA ÜRETME YAYMA DERNEĞİ başkanı, Avukat olan bacanağım ÖĞRETMENLERİN DÜŞÜNCESİNİ OKUMA FİŞLEME ŞİŞLEME DERNEĞİ başkanı,Kabadayı Ekrem ÖĞRERETMENLERE HATTİNİ BİLDİRME DERNEĞİ başkanı, kaynanam DIRDIR KAYNATMA DERNEĞİ başkanı, kaynanamın kaynanası TASAYI UNA BELEYENLER DERNEĞİ başkanı, görümcesi DUACILAR DERNEĞİ başkanı, kapıcımız mendil tutanlar derneği başkanı, ben deniz ÖĞRENCİKALKANI FEDERASYONU başkanı.
Federasyon olarak cemiyetlerimizden gelen dedikoduları eledik savurduk. Avukatımızın yoğun çaba ve derin bilgileri yardımı ile soyut delillere somut delil kılıfları ölçtük, biçtik, yamadık. Federasyonumuzun talepleri toplumumuzun yarı niteliğindedir.
TALEP VE ÖNERİLERİMİZ:
1- Öğrencilerimizin psikolojisini bozmak aile saadetimizi zedeleyerek toplumumuzun geleceğini uçuruma yuvarlamaya çalışan öğretmenlerin görevine men, vatandaşlık haklarının elinden alınması, vatan haini olarak ilan edilmesi.
2- Öğretmenlerin maaşından derneğimizin giderlerini karşılamak üzere fon kesintisi uygulanması
3- Dernek üyelerimizin çalışmalarının dikkate alınarak iş ve zaman kaybının kıdem tazminatlarına yansıtılması
4- Öğretmenlerin sınav yapma yetkisinin ellerinden alınması, öğretmenlerin sınava tabi tutulması.
5- Öğretmenleri değerlendirme yetkisinin veli üzerine bırakılarak öğretmenle veliyi karşı karşıya getirilmesinin önüne geçilmesi, değerlendirme yetkisinin bakanlığa devri
6- Öğrenci değerlendirme notu olarak % 15 öğretmenin aldığı not, % 40 babasının verdiği not, % 45 annesinin verdiği not. ( Bilimsel araştırmalar sonucu bir çocuğu annesinden iyi hiç kimse tanıyamaz, hiç kimse annesinden iyi değerlendiremez.)
7- Öğretmen öğrenci ev ziyareti uygulamasına derhal son verilmesi
8- Öğrenci öğretmen ev ziyareti uygulamasının ivedilikle başlaması
9- ‘’ Öğretmenler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır.’’ sözünün millileştirilmesi
10- Bir harf öğretene köleliğin kaldırılması
11- ‘’ Haydi kızlar okula’’ kampanyasının durdurulması, ‘’ Kızları anasının dizinin dibinde oturtma ‘’ kampanyasının başlatılması
12- İŞKUR’un kızlara koca bulma, kocalara yardım kuruluşuna dönüştürülmesi
13- Velilere eğitmenlik, denetmenlik sertifikası verilmesi öğretmenlerin ek ders ücretinin kesilmesi, velilere denetmenlik ücreti ödenmesi.
14- Velilerin öğretmenlere karşı işlediği her türlü şiddet, cebir ve eylemin cezai müeyyiden muaf tutulması,
15- Çocuklarımızın geleceği için her güne bir saatlik dua dersinin konulması
iMZA:
ÖĞRENCİ GÖZYAŞI SİLME DENEĞİ
Bşk
ÖĞRENCİ TESELLİ NİNNİCİLER DERNEĞİ
Bşk. .
ÖĞRETMEN DEDİKODU TOPLAMA ÜRETME YAYMA DERNEĞİ
Bşk.
ÖĞRETMENLERİN DÜŞÜNCESİNİ OKUMA FİŞLEME ŞİŞLEME DERNEĞİ
Bşk.
GÖZYAŞI SİLENLER DERNEĞİ
Bşk
KAYGIYI UNA BELEYENLER DERNEĞİ
Bşk. DIRDIR KAYNATMA DERNEĞİ.
Bşk
MENDİL TUTANLAR DERNEĞİ
Bşk
DUACILAR DERNEĞİ
Bşk.
ÖĞKALDER FEDERASYONU
Bşk.
Sunucu bir meclise bağlanıyor, bir sokağa.
‘’Sayın seyirciler, her zaman olduğu gibi bir provokatör 147 Uygulamasını bulanı suçlama densizliğinde bulundu. Şimdi 147 Uygulamayışısın bağlanıyoruz.’’
147 uygulamacısının yaptığı açıklama şaşkınlığından şaşkın ‘’ Ben kuyuya bakar geçerler dediydim, ben nereden bilecektim kuyuya taş atacaklarını.’’
Akil adamlar devreye giriyor ‘’ Kuyunun dibinde nitel aranmaz. Nicele kulak vermek gerekir.’’
Sunucu ömründe yapmadığı sunuculuğu tadıyor, heyecan dorukta. ‘’ Sayın seyirciler, ÖĞKALDER’İN üye sayısı bütün sivil toplum örgütlerin üye sayısından kat kat fazla..
Meclis çatısı altında, basında yeni bir gündem konusu ‘’ Nicel mi, Nitel mi?’’
Sadece tek bir kanalda küçük puntolarla alt yazı '' Öğretmenler çare arayışında. ÖĞRETMEN YARDIMLAŞMA DERNEĞİ kurarak öğrencilerin kağıdının nerelerine ne not verilebilir fikir alış veriş peşinde.''
Aynı kanalda ikinci bir alt yazı ''' Öğretmenler yeni bir dernek kurdu, YANDIM ANAM YANDIM DERNEĞİ.''
Diğer tüm kanallarda ÖĞKALDER'İN öğretmenlere karşı yeni bestesi çalıyor:
Yananı Allah görür
Allah, Allah maşallah
İşler daha iyiye gider
İnşallah, in in, inşallah,
Milli eğitim bakanlığı yeni müfredatta değişiklik çabasında. Bakanlar Kurulu KHK çıkartmanın telaşında.
Basın duyurma çabasında. Basının nicelliği de niceli doğrular boyutta.
BAŞIBOŞ GEZENLERİN PLAKASI
Yusuf ailenin tek çocuğu, tek derdi. Yusuf, Yusuf, Yusuf…
Annesinin Yusuf’u okula bırakıp eve dönmesi an meselesi. Hep çağrılıyordu annesi okula. Yusuf ya arkadaşlarından dayak yemişti ya arkadaşları Yusuf’tan dayak yemişti.
Sebep ne olursa olsun çağrılıyordu annesi. Sebep ne olursa olsun Yusuf hep haklıydı, ‘’ Ama anne, arkadaşlarım çantamdan beslenmemi almış yerine ot koymuştu. Bir de ‘’ Eşekler ot yer; salam, sucuk yemez’’ dedi. Sen olsan dövmez misin anne?’’ diyordu. ‘’ Döverdim. ‘diyemiyordu annesi.
Yusuf’un annesi haftanın tek günleri okulda, çift günleri hastanede, psikologda. Boş zamanlarında mutfakta. Geri kalan zamanlarında Yusuf’u dinlemede, Yusuf’a nasihatler vermede.
Baba işte güçte. Kendi derdinde. Olan bitenler karşısında kullandığı tek bir cümle. Cümle yalın, cümle kısa. Cümle kolay anlaşılır. Hanımına ‘’ Sen ne yapacağını bilirsin, sen doğru olanı yapmışsın.’’
Yine her zamanki gibi eve ağlayarak gelmişti Yusuf. Bu ağlaması farklıydı, susmak bilmiyordu. Mahcup değildi.
Annesi soruyor da soruyordu, ‘’ Yine kimden dayak yedin, ne ceza aldın? Yusuf ‘’ Param’’’ diyor başka bir şey demiyordu.
Annesi ’’ Paranı mı çaldırdın?’’ diyor, Yusuf ‘’ Keşke…’’ diyor. Annesi ‘’ Düşürdün mü?’’ diyor, Yusuf ‘’ Keşke…’’ diyor. Annesi kızdıkça kızıyor ‘’ Çıldırtma, o zaman; söyle, parana ne oldu?’’
Yusuf ‘’ Cezamı ödedim’’ diyor. Annesi şaşkın. Öğrencinin para cezası mı olurdu? Cezalardan duymadığı kalmamıştı. Para cezasını ilk defa duyuyordu. Soruyordu ‘’ Ne cezası?’’ Yusuf ‘’ Kırmızı ışık.’’ diyordu. Annesi ‘’ Hangi kırmızı ışık?’’ Yusuf ‘’ Okulun önünde karşıya geçtiğimiz kırmızı ışık. ‘’ diyordu. Annesi ‘’ Ne yaptın kırmızı ışığa?’’ diyordu. Yusuf ‘’ Bir şey yapmadım, sadece karşıya geçtim.’’ diyordu. Annesi ‘’ Sadece kırmızı ışıkta geçen arabaların plakasına ceza yazılır, senin plakan mı var?’’ dediğinde Yusuf ‘’ Anne önce plaka taktılar sonra ceza yazdılar.’’ deyip ardını döndü. Doğruydu ardına plaka takılmıştı, plakada ‘’ 686 YUSUF’’ yazılıydı.
Baba eve geldi, öğrendi olan biteni. Baba ilk defa uzun bir cümle daha doğrusu cümleler kurdu.’’ Oğlumun plakası okul numarası. Acaba ne yaptığına şeytanın bile aklının ermediği kişilerin, sokaklarda başıboş gezen eşeklerin plakası kaçtı? Plakalarına ceza yazılmış mıydı?.
DEMOKRASİ ve ÖZGÜRLÜK MÜZESİNE HOŞ GELDİNİZ
Demokrasi… Özgürlük… Söyleyişi bile okşuyor insanın gönlünü tıpkı insanın birinden ‘’ Seni seviyorum.’’ sözünü duyması gibi…
Ozanlar değil midir en güzel sevgi sözünü söyleyenler? Ozanlar değil midir en güzel değerlere gönül verenler? İşte, ozan dememiş miydi ‘’Adını dağlara, taşlara yazarım/ Hey özgürlük! ’’
15 Temmuz gecesinde inlemişti dağ taş ‘’ Özgürlük’’’ sesiyle. Caddeler dolmuş taşmıştı. Gündüz boşalmış, geceler bir daha bir daha dolmuş taşmıştı. Bir başkaydı özgürlüğün sesi gecelerin yelinde, bir başkaydı yıldızların altında. Her gece, katlandıkça katlanıyordu tadı, kokusu. Mırıldayan her dudakta aynı terennüm’’ Hey özgürlük’’ Kaybedilişinde anlaşılan bir değer gibi 15 Temmuz’un kertiğinde katlandıkça katlanıyordu değeri.
Yarınlara bu duyguyu en iyi ben anlatmalıydım. Yarınlara, çocuklarıma, torunlarıma… İyi de nasıl anlatmalıydım? Belki de bugünden başlamalıydım anlatmaya.
Anlatacaktım anlatmaya, fırsat verse ikizim. Atılıyor lafa ‘’ Hangi saniye benden ayrı idin? ’’ Benden yanıt yok. Sorular diziliyor ‘’ Anlatacaksak birlikte anlatacağız. Ben yok, biz var. Biz demek; birlik demek. Birlik demek; güç demek, başarı demek.’’ Susmak bilmiyor. Veriyorum kalemi eline. Yazıyor, siliyorum. Alıyorum kalemi elime yazıyorum, siliyor…
Olmuyor, olmuyor. İçimden bir ses ‘’ Öykü öyle yazılmaz. ’diyor. Gözlerim ışılıyor. Birden öğretmenimin ‘’ Yazdıklarınızı içten yazınız, içten yazmak için içinizdeki sese kulak verin.’’ sözü çınlıyor kulaklarımda. Oldu bu iş. İçimden, ses geldi. Kendimi teslim ettim içimin sesine. Söylediklerini yazmaya, yazdıklarını okumaya başladım.
Aman Allah’ım, o da ne? Ben yaşlanmışım. Saçlar beyaz, gözde gözlük. Bel kambur, elde baston. Tekrarlıyorum aynı sözü ‘’ Dünyaya gözümü yummadan, toprağı öpeceğim.Çeşmeden bir su içeceğim. Köyümün derelerinde ayağımı serinleteceğim. Torunum soruyor ‘’ Toprak ne, çeşme ne? Dere ne? ’’ Ben ‘’ iniş takımlarınızı takının yerküre iniyoruz.’’ diyorum. ‘’ Takımlarımıza …..koordinatlarını yükleyin’’ diyorum. ‘’ Hazır! Butona basın.’’ diyorum.
Butona basılmış, inmişiz odak koordinata. Kanatlar katlanmış, ayağımız yere basmış. Karşımızda bir yazı ‘’ DEMOKRASİ - ÖZGÜRLÜK PARK VE MÜZESİ’’ Yaklaşıyoruz kapıya. Bir ses ‘’ Lütfen, butona basınız.’’ Benim torun hem çevik, hem meraklı, çoktan basmış bile butona. Yine bir ses ‘’ DEMOKRASİ-ÖZGÜRLÜK PARK VE MÜZESİNE HOŞ GELDİNİZ.’’ Bir ses daha ‘’ Lütfen, butona basınız. ‘’ Butonum, torun; ben bir şey demeden hallediyor. Bir kapı açılıyor. Köhne bir kamyon, direksiyonda siyah ferace içinde yaşlı bir kadın. Bir ses ‘’ Lütfen butona basınız.’’ Butona basılır basılmaz başlıyor kadın şoför konuşmaya ‘’ Ben Şerife Boz, 15 Temmuz demokrasinin son virajında, direksiyona el atan.
Yeni buton yeni kapı, Askeri üniformalı ‘’ Ben, Ömer Halis DEMİR, ben o gün ölümden korksaydım, o gün ölmeseydim bir başka gün yine ölecektim. Ben o gece öldüm, binlercesi ölmesin diye. O gece öldüm özgürlüğün tadı kadran olmasın diye. Aslında ben ölümsüzlüğe adım attım o gece…
Buton, bir kapı daha. Tank. Tankın altında bakışları ışık saçan biri ‘’ Ben, Metin Doğan. Bir hiç uğruna ölmektense vatan uğruna ölmeyi tatmak istedim o gece. Binlercesine ışık, binlercesine yol oldum o gece.
Erol OLCAK, Abdullah OLÇAK ‘’ Vatan sevgisi evlat sevgisi, vatan sevgisi baba sevgisi.’’ diyor baba- oğul.
Yeni müzeler, yeni kapılar. Vatanı yoktan var edenler: Anafartalar Komutanı, Seyit Onbaşı, Meçhul Askerler…
Nene Hatunlar, Hasan Tahsinler, Sütçü İmamlar, Karayılanlar…
İyi ki butonlar var. Yoksa torun ‘’ O ne, bu ne? ’’ diye diye kalan iki tel saçtan edecekti.
Parkın çıkışında yeni bir müze daha. Bu defa butonlar yok. Torun soruyor ben cevaplıyorum ‘’ Bu, kitap insanlar yıllar önce kâğıtlara yazardı. Bu, araba. İnsanlar yıllar önce sadece karada yaşardı. Bir yerden bir yere araba ile giderdi.
Torun sordukça soruyor ‘’ İnsanlar niye şehit, niye gazi oluyordu? ’’ Ben anlatıyorum ‘’ insanlar yaşam alanlarının sadece toprak olduğunu sanıyordu. O nedenle güçlü olan güçsüzün toprağını alma sevdasındaydı. Vatanı uğruna ölmeyi göze alan koruyabiliyordu vatanını tıpkı Çanakkale’de, Sakarya’da olduğu gibi 15 Temmuz’da olduğu gibi. Torun soruyor ‘’ İyi mi ettiler? ’’ ‘’ İyi ettiler tabi ki taşımış olduğumuz Y1 Belgesi onların sayesinde. Bu gün sadece G1Belgesi taşıyanlar vatanı olmayan sadece gökte barınma hakkı elde edenler. Onlar da G1 Belgesi olanlara her yönden bağlı, hakları kısıtlı.
Torun sordukça ben şakıyorum. Nerdeyse ihtiyarlığımı unutup periler gibi hünerler sergileyeceğim.
Torunun son sorusu yetişti imdadıma ‘’ İnsanlar yaşamayı, yaşatmayı bilmiyor muydu? Tek öğrendikleri birbirlerini öldürmek miydi? ’’ Susmuştum..
Ben sustum ikizim girdi devreye ‘’ Ne yazık ki insanoğlunun ‘’Demokrasi ve Özgürlük’’ ü keşfi, uzayın keşfinden fazla zaman aldı.
İkizimden geri kalamazdım, cesaretimi topladım son sözü ben söyledim. ‘’ Demokrasi özgürlük volkanların suskun hali. Uyum hali. Bir yer değiştirirse katmanlar, Yerkür’ün, Uzobir’ün cehennem hali.
SİFONU ÇEKTİM
Her anne bir Karatay… ‘’Çocuğuma ne yedireceğimi, nasıl yedireceğimi en iyi ben bilirim! ’’ diyor. ‘’ Tabağına ne koyarsam onu yer, hele bir yemesin! .. Açarsın ağzını, tıkarsın lokmayı ağzına, kaşığın sapı ile tulum peyniri basar gibi basarsın. Lokma nimettir, çocuğum yemedi diye lokmayı çöpe döken kadınlar var ya kadınlar hiç mi hiç Allah korkusu yok. Afrika’da, Somali ‘de milyonlarca çocuk açlıktan ölürken biz de milyonlarca ton yiyecek çöpe gidiyor. Yazık, Yazık! ’’ Allah sizi inandırsın daha tek lokmayı çöpe atmadım, kurban olduğum Allahım attırmasın.’’ diyor.
Her anne- baba bir Cüceloğlu… Kimi baba ‘’ Çocuğa nasıl yaklaşılır en iyi ben bilirim, testten başını kaldırdı mı basarsın sopayı. Bak bakayım bir daha kaldırıyor mu?
Kimi anne ‘’ Çocuk çalışırken işi gücü bırakacaksın. Çamaşır, bulaşık bekler. Çocuk beklemeye gelmez. Çocuğun başında nöbet tutacaksın, elin ensesinde olacak. Başını kaldırdı mı elin ensesinde olacak. Nefes aldırmayacaksın. Nefes aldırmayacaksın ki okuduğunu sindirirsin. Bir nefes aldı mı bütün okudukları uçar gider. Çocuk öküzün trene baktığı gibi bakar kalır ardından…’’ diyor.
Oldum olası derslerden anlamam. Testlerden hiç mi hiç anlamam. Tek tutkum futbol. Bir de vurdulu kırdılı filmler, az da olsa polisiye romanlar… Bunları annene gel de anlat. Anlatamadım tabi ki. Bir anlaşma imzaladım annemle. Anlaşmayı rızamla imzaladım dersem haşa yukarda Allah var, çarpar. Anlaşmayı mecburiyetten imzaladım. On teste karşılık bir sayfa roman okuyabilecek, yüz testte karşı bir saat top oynayabilecektim. On test, yüz test kolay. Topu toputopu yüz harfi yuvarlak içerisine alacaksın. Gel gelelim topu nasıl oynayacaksın? Diyeceksiniz, tutkusu olan biri top oynamayı niye dert edinir? Okuldan 3.00’te çıkıyorsun, eve gelişin 3.30. Üzerini değiştirdin, yemeğini yedin saat oldu 4.30. Yüz test çözdün oldu saat 6.30.. 6.30’da hava kararmış, sokaklar boşalmış, topu kiminle oynayacaksın.
Kendi kendime dedim ki ‘’ Testi, fazlası ile çöz, top oynamayı hafta sonuna kaydır, hafta içi haklarını da ekle üstüne, hafta sonu iki gün doya doya top oyna.’’
Okuldan eve geliyorum, geçiyorum testin başına. Dikiliyor annem başıma. Sorulara bakıyorum, sorular bana bakıyor. İşin garibi ben soruları görüyorum, sorular beni görmüyor.
Önce soruyu okurmuş gibi yapıyorum, sonra başlıyorum düşünmeye, bir yandan düşünüyorum, bir yandan her satırın altını iyicene çiziyorum. Arkadaşlar öyle yapıyordu. İyi kötü sekiz senede sekiz harf öğrenmiştim. A, B, C, D, öğrendiğim harfler arasındaydı. Düşünmeyi sindirdikten sonra gözüme kestirdiğim harfi dairenin içine alıyorum. Annem başlıyor saymaya, ‘’ Bir’’ Ben daire içine alıyorum annem ‘’ İki’’, ben daire içine alıyorum annem sayıyor ‘’ Üç, dört…….., doksan dokuz…’’ Çoğu kez yüz demeden uyumuş kalmıştır.
Ben test çözdükçe daha doğrusu çözer gibi yaptıkça annem kendini kaptırıyor. Test çözer gibi yaptıkça dedim, ben asla yalan söylemem, yalan söyleyenden hoşlanmam. Bu huyumdan değil mi sınıfta çok az arkadaşım oluşu.
Ben test çözer gibi yapıyorum annem coşuyor. Ben test çözer gibi yapıyorum annem coşuyor. Her daire içine aldığım cevap şıkkı annemde rakip takımın kalesine atılan bir gol sevinci. Test çözme oyunu nerdeyse bana top oynamayı unutturdu unutturulacak. Ben çözdükçe annem gaza geliyor ‘’Yatmadan önce on test daha çöz, aklında kalır.’’ Sabah kalkıyorum ‘’ Dur, yüzünü yıkamadan on soru çöz! ‘’ Sofraya oturacağım ‘’Oturma, on test çöz, iştahın açılır! Sıkışmışım tuvalete gideceğim ‘’Dur, sık dişini, on test çöz, dirayetini arttırır! ’’ Tuvaletten çıkıyorum ‘’ Ara verme, araya soğukluk girmesin hemen on test çöz! ’’
On test yatak duam, on test, iştah açıcım, on test isal sökücüm, on test yemek üstü sindirim kolaylaştırıcı meşrubatım, bol köpük ayranım. On test hayatım.
On test annemin sevinci. Annemin övünç kaynağı. Komşularımıza nasıl hava atar bir bilseniz ‘’ Benim oğlan var ya, benim oğlan, on test çözmeden yatağa girmez, benim oğlan var ya benim oğlan, on test çözmeden sofraya oturmaz. Benim oğlan var ya, benim oğlan on test çözmeden tuvalete gitmez. Benim oğlan on test çözmeden tuvaletten çıkmaz.
Annemin test sevinci birinci TEOG sınavına kadar katlayarak sürdü. Allahtan TEOG sınavı çabuk geliyor yoksa annemin mahallede tek dostu kalmayacaktı, anemi yolda sokakta kim görse yolunu değiştirdi ‘’ Şimdi yine başlayacak, oğlum var ya oğlum, diye.’’ diyerek.
TEOG sınavında annemin yerini kafesinden fırlayacak bir aslan aldı. Annelik dürtüsü olmasa beni tek pençede parçalayacaktı, ben TEOG’ta sıfır almıştım. Annemin ilk sözü ‘’ Bunu bana nasıl yaparsın? ’’ Beni derin bir düşünce aldı TEOG’a niçin girmiştim, anneme bir şey yapmak için mi? Cevabını bulamadım, anneme verilecek cevabı buldum. Bülbül gibi şakıdım’’ Canım annem, cicim annem, vallah billah sınav başlamadan öncede yüz test çözmüştüm, hepsi de doğru idi. Sınav başlamadan önce bir sıkıştım bir sıkıştım, koşa koşa tuvalete gittim. Tuvalete zor yetiştim. Sınava geç kalmamak için bir yandan pantolonumu çektim bir yandan sifonu. Sifonu çektim, bütün cevaplar uçup itmiş. Sınava girdiğimde hiçbir şık gözükmüyordu, soruda A, B, C, D var, cevap anahtarında küçük küçük kutucuklar var, o koca soruları ben küçücük kutucuklara nasıl sığdırılacağını bilemedim. Söz, yarın ben o sifonu kırarım. ’dedim. Annem ‘’ Sen sifonu kırmadan ben kafanı kıracağım.’’ dedi demesine. Tabi ki kırmadı, kırsaydı ikinci TEOG sınavından nasıl sıfır alacaktım?
VİCDANIMIZ NE DİYOR ACABA
Gülçin, sekizinci sınıf öğrencisi. Gülçin, okul öncesi yedi yılını, okul dönemi sekiz yılını babasının görevi nedeniyle sürekli değişik kasabalarda, değişik ilçelerde geçirdi. Kurulan arkadaşlık ilişkileri… Yıkılan arkadaşlık ilişkileri… Sürekli yeni ortamlara alışma mücadelesi…
Gülçin, evin tek kızı. Babasının, annesinin gözbebeği. Annesinin, babasının gelecek umudu. Gülçin’nin yedi yıllık süreçte gösterdiği başarı, annesinin babasının umudunu arttırdıkça arttırdı.
Gülçin’nin babasının tayini, İstanbul’a çıkmıştı. Gülçin, ilk defa eski arkadaşlarından ayrıldığına üzülmemişti. Babasının tayini İstanbul’a çıkmıştı. İstanbul; ‘’ her gün filmlerde izlediği İstanbul. Her gün haberlerde izlediği İstanbul.’’ İstanbul’u tanıyacak, İstanbul’da yeni yeni arkadaşlıklar edinecekti. İstanbullu olacaktı.
Gülçin, İstanbul’da, yeni sınıfına başladı. Birinci gün uzaktan izledi sınıftaki yaşıtlarını. Yaşıtları, birbirleri ile şakalaşıyor, kahkahalar atıyor. Gülçin arkada sessiz..
İkinci gün, üçüncü gün, yaşıtlarında şakalar, kahkahalar…. Gülçin’de sessizlik…
Geçen günler, başlayan haftalar, sınıfta şakalar, kahkahalar… Gülçin’de içe kapanış, kahkahalardan kaçış….
İlerleyen haftalarda Gülçin’e sataşmalar… ‘’ Dilini yutmuş, espriden ne anlar? Mal. Köyden indim şehire...)
Sınıf, kahkaha makinesi... Gülçin hariç, otuz dokuz kişi, aynı anda gülebiliyor, çığlık atabiliyor. Her kahkahanın sonunda Gülçin’e Ferda’dan aşağılayıcı bir söz daha..
Gülçin, ilk ayın bitiminde Ferda’ya karşılık verdi. Bütün sınıfta bir kahkaha’’ Mallar ne zaman konuşmayı öğrenmiş? Gülçin, ‘’ Yeter! ’’ çığlığı ile birlikte elini Ferda’nın ağzına götürdü.
Gülçin, disiplinde. Gülçin’e uyarı.
Aylar ilerliyor. Sınavların birincileri bitiyor, ikinciler, üçüncüler… Sınıfta Kahkaha, Gülçin disiplinde..
Dönemin sonu geliyor. Gülçin’in karnesinde birler.. Annesinin, babasının hiç görmediği ‘’Bir’’ler… Annesinin, babasının hiç alışık olmadığı ‘’Bir’’ler…
Gülçin, sınıfta dışlanan, aşağılanan. Gülçin, evde aşağılanan…
Gülçin, hırçınlaştıkça hırçınlaşıyor. Gülçin, sınıfın eşkıyası. Gülçin, her gün disiplinde. Çantası sınıfta…
‘’Masal bu ya’’ olmayıp gerçek.
Bir gün Türkçe dersinde sınıftaki kahkahalar, bir an sessizliğe, şaşkınlığa bürünmüştü. Türkçe öğretmeni,‘’ Adalet’’ konulu yarışmaya Gülçin’in katılmasını istiyordu. İlk itiraz Gülçin’den geldi:
- Yarışmaya katılmak Ferda’nın hakkıdır öğretmenim.
Sınıf sessiz, Ferda şaşkın…
Öğretmen, ‘’Dikkat ettiyseniz, Gülçin dedim.’’
Sınıf sessiz, sınıf şaşkın… Gülçin telaşlı.. Gülçin, saniyesinde üç ayda, beş ayda sınıfta olanları düşündü. Evde olanları düşündü. Yarışmaya katılmasa sınıfta olacakları düşündü, evde olacakları düşündü. Düşündü, düşünmek bile istemedi. Olacaklar korkutucuydu…
Gülçin, sessizce ‘’ Siz bilirsiniz, öğretmenim. ’diyebildi.
Gülçin, eve gider gitmez başladı yazmaya. Yazdı sildi, yazdı sildi.. Gülçin yazısını tamamladı, yattı. Gülçinin uykuları kaçtı. Uyandı, yazdıklarını sildi, yazdı… Uyudu. Uyandı, sildi yazdı... Uyumadı, sabaha kadar tekrar tekrar okudu. Yazısı tamamdı. İlk ders, ilk defa, Gülçin, sınıfa karşı, bir yazı okuyacaktı. Okuyacaktı hem de kendi yazdığı yazıyı.
Ertesi gün ilk ders, Gülçin yazısını okumaya başladı. Gülçin’in ilk cümlesinde – Vicdanımızın sesini dinliyor muyuz? - başlar öne eğilmeye başladı. Başlar öne eğildi, Gülçin okumasını sürdürdü. Beyinlerde bir yandan Gülçin’in okudukları, bir yandan vicdanların sesi yankılanıyordu. Vicdanların sesi arttıkça artıyordu. Artıyordu çünkü Gülçin okumasını bitirmişti.
Başlar ağırdan ağıra kalktı. Vicdanlar sesini alkışlara bıraktı. Alkış görülmemiş cinsten… Bir süre sonra alkışlar yerini sessizliğe bıraktı.
Gülçin, öğretmene; ‘’ Öğretmenim, yarışmaya katılmak Ferda arkadaşımızın hakkıydı, izin verirseniz yazıyı Ferda arkadaşımız adına gönderelim.’’
Sınıf sessiz, Ferda şaşkın… Ferda’nın öne eğilen başında gözlerinden akan iki damla gözyaşı…
Sınıfın sessizliğini, öğretmenin bir cümlesi bozdu, ‘’ Neymiş? Adaleti önce vicdanımızda aramalıymışız.’’
YETER Kİ UMUT YİTİRİLMESİN
Türkçe dersinde sınıf beşer kişilik gruplara ayrılmıştı. Her gruba bir kitap verilmiş, her grup kendi arasında işbölümü yaparak bir sunum gerçekleştirecekti. Sunumun sonunda birinci gelen grup, kitapla ödüllendirilecek ayrıca en yüksek ders içi performans notu alacaktı. Grupta: I. Kişi kitabı temin edecek, II. - III. Kişi okuyup özetleyecek, IV.Kişi kitabı tanıtacaktı. V. Kişi ise kitapta en ilginç bulunan yeri dramatize edecekti. Hazırlık için bir hafta süre verilmişti.
Umut grubu, kendi arasında iş bölümü yapmış dramatize işini Umut’a vermişti. Sunumunu yapacakları kitabın adı: ‘’ Yeter ki Umut Yitirilmesin’’ di. Umut, sınıfın komedi dükkânı olarak anılırdı. Sınıfta, sınıfı güldürmek harici hiçbir etkinlikte yer almazdı. Bu görevi de seve seve almıştı. Diğer gruplar Umut nedeni ile ‘’Umut Grubu’nu şanslı görüyordu.
Bir haftanın sonunda, 4.ders Türkçe dersinde sunum başlamıştı. Umut Grubu panik içindeydi. İlk üç ders, sınıfta olan Umut 4. ders sınıfta yoktu. İlk dört grup sunumunu yapmış, sıra Umut Gurubu’na gelmişti. Öğretmenleri Umutsuz olarak sunumu yapmalarını istedi.
Grubun sözcüsü kitabı tanıttı.
II. Kişi özetledi. Özette: ‘’ Kitapta umut bir yıldıza benzetilmiş. Umudu kaybetmek ışığın söndüğüne inanmak ve karanlığa bürünmektir.’’ ifadesinden sonra III. Gurubun sözcüsü:
-‘’Sizin gibi mi? ’’ dedi.
II. Kişi:
- Merak etmeyin, kitapta o sorulara da cevap var. Kapanan her kapı, umuda açılmış yeni bir kapıdır.
II. Gurubun sözcüsü:
- Sizin Umut kapınız hepten kapalı.
Sınıf gülüyor, öğretmen devreye girip susturuyordu. Sınıf sakinleşince, Umut Gurubu’nun III. kişisi devreye girdi:
- 10 sayısının 3’e bölümünü ele alalım: Böldükçe bölünür. Umut onun gibidir. Böldükçe bölünebilen, çarptıkça çoğalabilen… Yeter ki bölebilelim, yeter ki çarpabilelim.
II. Gurubun sözcüsü:
- Onun için mi sizin Umut her an her yerde, dersin her anında… (Bu ders hariç)
Öğretmen yine devreye girdi: ‘’Arkadaşlar olayı tartışmaya dönüştürmeyelim, burada sadece sunumlarınızı yapacaksınız.’’
Sıra dramatize bölümüne geldi, Umut yok. Sınıf tempo tutup:
Umut, Umut, Umut
Korkak Umut, kaçak Umut
Ko-ko, koş, ka-ka, kaç
A-aa, avucunu ya- ya, yala
U- u umut, birinciliği u- u, unut
Grubun dört kişisi hükmen yenilgiyi kabul etmiş bir yandan üzüntü bir yandan Umut’a kızma duyguları içerisinde idi.
Öğretmen III. Gurubu tam birinci ilan edecekti ki kapı çalındı, Umut içeri girdi. Tüm sınıfta, alaycı bir bakış; gülümsemeler… Öğretmen sordu:
- Sen niçin zamanında gelmezsin? Arkadaşlarına bunu nasıl yaparsın?
Umut:
- Öğretmenim, benim görevim: ‘’ Umutlar yitirilirse ne olur’’ onu göstermekti. Umutların yitirilmesi bundan güzel anlatılamaz ki… Burada 5 grup var, bir grup kazanacak 4 grup kaybedecekti ama hiç biri umudunu kaybetmeyecekti. Böyle bir durumda sadece bizim grup umudunu da kaybedecekti ve ben ömür boyu arkadaşlarımın sevgisini. Ben onu sergilemek istedim. Burada yarışmayı kaybetme durumunda, (ki kaybedersek) arkadaşlarımın sevgisini kaybetmeyeceğim. O duygu yeter bana. Karar sizin.
Öğretmenin şaşkınlığını gören Umut konuşmasını sürdürdü:
- Siz beni bugüne kadar dersi dinlemeyen, hiçbir etkinliğini yapmayan, dersten kaçan olarak tanıdınız. Artık o ben, ben değilim. Ben bugünden sonra yeni bir benim. Umuttan umuda koşan, Umut. Yılmayan, umuda doymayan Umut. Bu konuşmamı bizim grubu birinci yapmanız için yapmıyorum, artık küçük hedeflerin sadece büyük umutlara bir basamak olduğunu biliyorum. Ben o basamağı çoktan geçtim. Öğretmen şaşkınlık içerisinde: ‘’Bu büyük değişim kararının sebebi nedir? ’’ diye sorduğunda:
Umut:
- Öğretmenim, kitapta depremde göçük altında kalan bir çocuğun bir ömür değil, bir gün değil, sadece bir dakika daha fazla yaşama umudu ile 17 gün nasıl çığlık attığı ve 17 gün sonra göçük altından çıkınca hayata nasıl dört elle sarıldığı yüreğimi parçaladı, rüyalarıma girdi. Eşini kaybeden birinin, eşinin öldüğünü bir daha geri gelmeyeceğini bile bile çocuklarına her gün; ‘’akşama babanız gelecek’’ demesi, her kapı çalışta gelecek umudu ile kapıyı açması… Çocuklarını babasızlık duygusundan uzak büyütmesi… Kendisini yalnızlık duygusundan uzak büyütmesi… Son cümle aldı götürdü öğretmeni farklı dünyalara.. Yanağında iki damla yaş belirdi.
Umut konuşmasını sürdürdü:
- Bugün hiç farkına varmadığımız bayrağın, okullara gelip gitmenin, yıllar önce yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kaldığında bir tek umut ışığı ile nasıl dalga dalga büyüdüğü, bugünlere gelindiği anlatılmış. Annem babam, benden vatanı kurtarmamı istemiyor. Göçük altından çıkmamı istemiyor. Karnemde ‘’bir tek beş’’ görmek istiyorlar ve ben onu gösteremedim. Düşündüğümde bir tek beş almayı başarabileceğime inandım, bir de öğretmenlerimden ‘’bir tek’’inin sevgisini kazanabileceğimi. Okuduğum kitap bana bunu gösterdi ayrıca ‘’bir tek’lerden koskoca bir dünyanın oluşabileceğini…
- Öğretmen:
‘’ O, bir tek öğretmen, ben oldum şimdi ve ‘’bir tek beş’’i veren öğretmen.’’ ‘’ Sen çoğulların peşinde koş şimdi.’’ dedikten sonra sınıfa dönerek:’ Ne dersiniz arkadaşlar, Umut çoğulları yakalayabilir mi sizce? ‘’ Umut gibi olanlar çoktan farklı dünyalarda arıyordu kendilerini, bu soru sanki paraşütle sınıfa inmelerini sağlamış gibi hayal dünyasından alıp çekmişti. Bütün sınıf, birincilik beklentisine kapılan III. Grup da dahil: ‘’Umut! Umut! Umut! diye alkışlıyordu.
o gün, belki de hiç sönmeyecek bir ‘’Umut Fitili’’ ateşlenmişti.
ANIRMALARINA AZ KALDI
Öğretmen eğitim diyor da başka bir şey demiyor. Eğitim, eğitim…
Öğretmene çaktırmadan bakıyorum sözlüğe. Sözlükte ‘’ Eğitim öğrenilen bilgilerin davranışa dönüşmesi.’’ diyor.
Kulağım öğretmende, gözüm arkadaşların davranışında. Arkadaşların bir kısmının elleri bağlı ayakları tepiniyor, bir kısmının ayakları bağlı elleri tepiniyor. Bir kısmı kulaklarını sallıyor. Bir kısmının ağızları bir karış açık. Say dişlerini sayabilirsen. Katlan ağız kokularına katlanabilirsen
Kim veriyordu bu eğitimi bize? Beynimde cevapsız sorular, öğretmende bitmeyen eğitim tekrarı ‘’ Eğitim evde başlar.’’
Bu davranışların eğitimini evde mi alıyorduk? Hayır, hayır olamaz. Hangimiz gördük babamızın tepindiğini, sabahtan akşama el kol salladığını. Çoğumuzun annesinin eli bulaşıktan çıkmıyor. Çoğumuzun babası elindeki yağın eldiven gibi elini kapladığını görmeye fırsatı olmuyor. Alnındaki teri silmeye vakit bulamıyor.
Sorular, Sorular…
B u defa sorular kafamda yer edinmeden öğretmen doğru söylüyor dedim. Öğretmen kazanılan davranışlar kolay kolay değiştirilemez.’’ derken arkadaşların davranışlarının bir yıl, bir yıl öncesi geldi gözümün önüne. Hiçbir değişiklik yoktu. Peki, verilen bir yıl, bir yıl eğitim nereye gitti? Çık çıkabilirsen işin içinden. Soru üstüne soru. Yanımdaki arkadaşın kâğıttan boru yapıp sınıfın en ön sırasına kâğıt parçasını üflemesi. Soru muydu, bir sorunun cevabı mıydı?
Sorular, sorular…
Öğretmenin bitmeyen eğitim tekrarı…
‘’Eğitilemeyen çocuk yoktur. Eğitilmeyen çocuk vardır.’’ Sorular, sorular… Eğitilemeyen çocuk muyduk, eğitilmeyen çocuk muyduk?
Öğretmen devam ediyor '' Bir de eğitim gördüğü halde eğitimden nasibini alamayanlar var.'' Öğretmen yine mi doğru söylemişti? Kafa sallayanlar eğitimden nasibini alamayanlar mıydı?
Öğretmenin çabası neydi? O başlı başına bir soru.‘’Eğitim evde başlar.’’ ‘’ Anne baba çocuğunu okula gönderirken ‘’ Saldım çayıra Mevla’m kayıra’’ dediyse çocuk etrafını yeşil görmeye başlar. Başlar defterinin, kitabının sayfalarını yırtıp dişlemeye.’’ Öğretmen bu defa da doğru mu söylemişti üç beş arkadaşın elinde yırtılmış kâğıt parçası...
Sorular, sorular..
Sorular dolup taşmış olmalı ki ben bile şaşırdım ağzımdan çıkan söze ‘’ Ama öğretmenim onlar anırmıyor! ’’
Öğretmen ‘’ Pek yakındır anırmaları. Anne babaları dizginleri bıraktığı an, omuzlarına ilk yük yüklendiği an başlarlar anırmaya.’’
Beynimde oluşan soruları tek bir soru susturmuştu ‘’ Yüklenen yük mü olmalıydık, yükün yükleneni, yükün taşıyıcısı mı olmalıydık? ’’
SINIFIN EN GÜZEL KIZI
Sınıfın en güzel kızı bendim daha düne kadar. Daha düne kadar...
Daha düne kadar...
Daha düne kadar sınıfın en güzel kızı bendim. Meğer güzelliğim beni ayakta tutan eğrelti bir direkmiş. Daha dün kırıldı, kırıldı. Çöktü bedenim.
Daha düne kadar ne kulağım öğretmende ne gözüm bir başkasının güzelliğinde. Varsa yoksa güzelliğim. Ellerim saçlarımda. Saçlarımın her dalgası taşıyor beni ordan ora. Ben bazen okyanuslarda tekne... Bazen bulutların üzerinde martı... Saçımın her teli ayrı bir dünya.
Daha düne kadar arkadaşların elinde kalem, defter hepsi hepsi bana bir oyuncak gözüküyordu.
Daha düne kadar her kimin elinde kalem, defter görsem gülerdim onlara. Derdim '' Ne kadar komikler.''
Daha düne kadar gözüm her kimin yüzüne takılsa derdim '' Ne kadar da çirkin surat.'' Hele ellerindeki kalem bir kat daha eklerdi çirkinliklerine bir çirkinlik.
Bilmezmişim daha düne kadar komik olanın ben olduğumu, ne kadar komik olduğumu. Bilmezmişim çirkin olanın ben olduğumu, ne kadar çirkin olduğumu...
Daha dün düştü yüzümdeki maske. Aynalar bana düşman, ben aynalara. Güzelliğime düşman, güzelliğim bana. Nasıl düşman olmam güzelliğim bıraktı beni perperişan...
Daha dün, daha dün sınıfta en çirkin dediğim kız ilk cümlesini okumaya başladığında '' İçimdeki ses'' İçimdeki güzellik'' bütün bakışların odağı.Her '' İçimdeki güzellik'' deyişinde yanağında güller açıyor, allı pembeli... Hayran olmamak elde değil. Bakan dönüp bir daha bakıyor. Ben hep...
'' İçimdeki ses'' diyorum içimde '' Çıt'' yok. ''İçimdeki güzellik diyorum içimde hiç bir seda yok.
Aynaya bakıyorum yüzümde güzelliğimden eser yok. Patlıcan gibi bir surat..
Aynayı kırdım.
Saçlarımı yoldum tel tel.
Gittikçe, gittikçe daha da çirkinleşiyordum
Kalemle göz göze geldim. Sanki '' Çare bende'' diyordu kalem.
Çare olabilecek miydi derdime kalem? Süsleyebilecek miydi içimi dışımı?
İçimde bir tek, bir tek dalgınlığımı fırsat bilip içime yerleşen '' Can çıkmamış bedenden umut çıkmaz.'' atasözü yer edinmiş.
İmdadıma yetişti kalem yazabildim ilk cümlemi'' Can çıkmamış bedenden umut çıkmaz.''
BURDAYIM ÖĞRETMENİM!
İlk defa okuldan eve yorgun dönüyordum. Omuzlarımda bedenimin kaldıramadığı, bedenimin taşıyamadığı yorgunluk. Sanki ben okuldan eve dönen okul öğrencisi değil. Ben bir savaş kaçkını, savaş yorgunu. Ben hüzünlü, ben boynu bükük...
Kapıyı çalan ben değil, bir sığınmacı. Kapıyı açan annem şaşkın... Sorular peş peşe... '' Oğlum, bu ne hal? '' Oğlum, arkadaşlarınla kavga mı ettin? '' '' Oğlum; bir şeyini mi kaybettin? '' Neyimi kaybedebilirdim ki kitaplarım, defterlerim dersen çantamda. Hem nasıl kaybolsunlar. Çantamı bir evde kitaplarımı, defterlerimi koyarken açarım, bir çıkartırken. Annemin soruları bitmiyor. Annemin her sorusuna bir '' Cık, cık! '' sözcüğü ile cevap veriyorum. Ne annemin sorusu bitiyor ne benim '' Cık, Cık! '' lar. İçimdeki ses '' Başım ağrıyor anne'' de kurtulursun diyor. '' Başım ağrıyor anne'' dememle annemin yüzünde bir gülümseme, elinde bir ağrı kesici '' Ben senin üzüntüne dayanamam.'' diyor. İçimdeki ses '' Duy, duy! '' diyor. '' Sen anneni üzmeye dayanıyorsun.'' diyor.
Hap dilimin altında, girdim odama.Tükürüp attım pencereden. Pencereyi kapadım, odamın kapısını kapadım, halimi gören duyan olmasın dercesine. Bedenimin bir yerlerinde bir pencere açık olmalı. İçimdeki ses kafasını çıkartıp çıkartıp '' Söylesene annene yarın okula gitmeyeceğim diye'' Yok, söyleyemem. '' O zaman öğretmene ödev yapmadım de'' Yok, yok diyemem. Öğretmen ne demişti? '' Ödevini yapmayan yarın okula gelmesin.'' İlk defa içimdeki sese başkaldırdım '' Ödevimi yapacağım, okula da gideceğim.'' İçimdeki ses birden sustu. Sustu, alışkın değildi kaybetmeye.
'' Ödevimi yapacağım, okula da gideceğim.'' Yazmaya başladım. Yazdığım ilk cümle öğretmenin söylediği cümle '' Yazdığınız cümleleri öyle yazmalısınız ki sözcüklerin arasına hiç bir sözcük girmeye cesaret edemesin.'' Ben düşünüyorum. Yazacağım sözcükler havada uçuşuyor. Bir yanda uçuşan sözcükler bir yanda öğretmenin cümleleri. '' Öğrendiğiniz kavramları düşünün, onları cümleye dönüştürün.'' ''Deyimlerden, atasözlerinden yardım alın...''
Deyim, deyim. Daha bugün öğrenmiştik '' Kulağından çekmek.'' Uçuşan sözcüklerden ilkinin '' Barış'' kulağını çekip yerleştiriyorum cümlemin başına. '' Savaş'' çekiyorum kulağından yerleştiriyorum kağıdın ortasına.
İlk cümleyi yazıyorum '' Ortalık savaş meydanı, elimde defter kalem.
İkinci cümlemi yazıyorum '' Amcamın adı Barış.''
Deyimler, deyimler... Deyimler yetişiyor imdadıma '' Dam başında saksağan'' Bir baltaya sap olmak''
Yazıyorum üçüncü cümleyi '' Dam başında saksağan elinde kazması. Boyundan büyük kazmanın sapı. Saksağan kazmayı kaldıramıyor.''
Kavramlar, kavramlar. Hayvanlar, hayvanlar... '' Hayvan sevgisi'' Böcek de bir hayvan.
Yazıyorum cümlemi '' Ben böcekleri sevmem. Böcekler insanları sokar.''
Dönüyorum yazdığım cümleleri sayıyorum. İşin içinden çıkamıyorum, karıştırıyorum sözcüğü cümleyi. Yazdığım sayfaya bakıyorum yarıyı geçmiş. Biraz, biraz daha deyimleri kavramları hatırlamaya çalışırsam sayfa dolacak.
Ne diyordu öğretmen çevrenizi gözleyin, gördüklerinizi yazınıza aktarın.''
Bakıyorum sağıma soluma. Yazıyorum '' Saksı, çiçek'' '' Ağaç, dal budak. '' Kapı, kapının kolu'' '' Sağım, solum'' '' Saklanmayan söbe''
Ertesi gün okula gelen sayısı azalmış. Sınıf bir sessiz, bir sessiz. İçimdeki ses susmuş ben kendi kendime konuşuyorum '' Demek ki ödevini yapan cesaretli oluyor. Yapmayan korkak. Korkaklar okuldan kaçıyor. '' Demek ki ödevini yapan sessiz oluyor.'' Demek ben korkak değilim gelmiştim okula, ödevimi yapmıştım. Sessizdim, ödevimi yapmıştım.
Öğretmen derse girdi. Sınıfa bir göz gezdirdi '' Görüyorum okula gelmeyenler var, demek ki onlar ödevlerini yapacak cesareti kendilerinde bulamadılar.'' diyor. Öğretmen de benim gibi düşünüyor '' Ödevini yapan cesaretli oluyor.'' İlk defa yaramazlar listesinde birinci sırada değilim. İlk defa cesaretliler arasında birinci sıradayım..
Öğretmen '' Yazdıklarınızı sıra ile okuyalım.'' diyor. İlk parmak kaldıran ben. Ben ilk defa kendi yazdığımı okuyacaktım.AmanAlah'ım insanın kendi yazdığını okuması yazmasından daha zormuş. Yazdıklarımı okumaya başladım. Cümlenin başına başlamadan okuyorum sonundan bir sözcük. Ortasından bir sözcük.
'' Dal, budak'' Savaş meydanı'' Elimde defterim, kalemim'' Arkadaşlar atılıyor '' Elinde silahın olmalı.''
'' Saksıda çiçek'' Arkadaşlar atılıyor '' Sula da solmasın.''
'' Saklanmayan söbe'' Arkadaşlar atılıyor '' Sıranın altına saklan'' diyor. Ben bir sözcük okuyorum, arkadaşlar bir cümle söylüyor, bir gülüyor.
Bir sözcük okuyorum, bir arkadaşlara bir öğretmenime bakıyorum. Arkadaşlar gülüyor, öğretmenim sadece beni izliyor. Öğretmenim gülmüyor. Gülmüyor, beğenmiş olmalı. Öğretmenime baktıkça bir daha bir daha okuyorum.
Yazdıklarım mı bitti yorulmuş mu olmalıyım bir an sustum. Susmamla öğretmenin '' Uslu Can nerdesin? '' sorusu yankılandı. Birden '' Burdayım Öğretmenim! '' dedim. Öğretmen '' Görüyorum sen burdasın da yazdıklarında kayıp olmuşsun.'' dedi.
Ben yazdıklarıma bir cümle daha ekledim. '' Yazdıklarıma öğretmenimin sözü ile başlamıştım yazımı bitiren yine öğretmenin sözü oldu.''
''Yazdıklarınız sizi yansıtmalı''
Yazdığımı gören öğretmenim yanıma kadar geldi, saçımı okşadı '' Öğretmeni dinlemek, söylediklerini yazmak da sorumluluğu yerine getirmektir.'' dedi.
Son sözü ne etti etti içimdeki ses kaptı '' Hadi, iyisin yine öğretmen sana da 100 verecek dedi..''
KOYVER GİTSİN
Nedense bizim sınıf farklı diğer sınıflardan. Diğer sınıflar derslerde dut yemiş bülbül. Teneffüslerde eşekler gibi koridorlarda tepinen, eşekler gibi anıran.
Bizim sınıf tam tersi. Teneffüste çıkmazdı dışarı. Otururduk yerimize çünkü yorulurduk. Ee!Kolay iş değil dersi kaynatmak, öğretmeni çıldırtmak.
Gerçi tepinemezdik eşekler gibi. Anıramazdık eşekler gibi.
Yırtar bükerdik defterin yapraklarını, kitabın yapraklarını, atardık elden ele boş dolu. Merakla açar bakardık küçük kâğıt parçalarında ne yazılı.
‘’Bana dil salla
Kulak, burun salla
Kol salla, bacak salla
Kâğıdı bana geri yolla
Kâğıt yakalatmazdı kendini dolaşırdı elden ele.
Arada bir indirilirdi elimiz. Uyarılırdı bacağımız.
Öğretmenimiz arada bir kızardı, sıkardı dişinini. Bağıramazdı bize.
Biz derdik ‘’ Oynamak bizim hakkımız, eğlenmek bizim hakkımız.’’
Öğretmen derdi’’ Eğlenerek öğrenmek esas olmalı. Eğlencemiz ruhumuzu beslemeli. Sizin ruhunuz attığınız küçücük kâğıt parçası mı ki doyurasınız o küçük kâğıt parçalarıyla.’’
Öğretmen ne derse desin biz gülerdik dediklerine. Sormazdık birbirimize ‘’Öğretmen ne dedi bize?’’
Biz ne dersek diyelim ne yaparsak yapalım öğretmenin dikilirdi iki kel saç telinden biri.
Biz ne dersek diyelim ne yaparsak yapalım öğretmenin sıkılırdı son kalan dişleri. Korkardı öğretmen biraz daha sıksa dişini, bir diş kaybına daha uğrayacak.
İşte, bizim sınıf böyle bir sınıftı ta o güne kadar.
İşte, ta o gün farksızdı sınıf, diğer günlerden. Farksızdı yaptıklarımız diğer günlerden.
Farklıydı duyduğumuz diğer günlerde duyduğumuzdan. Çok farklıydı,çook…
İşte, ta o gün ilk dersten son derse tek bir fire vermeden tek bir kaza kurbanı olmadan eğlenmiştik doya doya.
İşte, ta o gün gülmekten yıkılmıştık her birimiz. Kendini tuvalete yetiştirebilen yetiştirdi. Yetiştiremeyen kaçırdı altına.
İşte, ne olduysa o an oldu.
O, dişlerini sıkan öğretmen gülümsedi, kalktı yerinden…
O, iki kel saç teli dikleşen öğretmen düzledi iki kel saç telini, yürüdü en arkadaki arkadaşımızın yanına.
İşte, o an söyledi sözünü ‘’Kızım, tuvalette koyver gitsin, gerekirse sınıfta altına. Sen, sen ol, derste kendini koyverme!’’
Sınıf şaşkındı…
Müdür telaşlı, müdür heyecanlı…
Müdür yeni atandığı okulda daha bir öğretmenle tanışmadan, daha bir öğretmene ‘’Merhaba!’’ demeden ‘’ Merhaba!’’ demişti bir veliye, velilere…
Müdür atandığının birinci haftası, birinci günü veli toplantısında bulmuştu kendini. Sadece toplantıya katılıp ‘’ Ben okulun yeni müdürü’’ diyebilmekti tek düşüncesi. ‘’ Okulun yeni müdürü benim.’’ demek hakkıydı. Okulun yeni atanmış müdürüydü.
Müdür ‘’Okulun müdürüyüm.’’ diyemedi bir türlü. Herkes biliyordu müdür olduğunu. Masada, koltukta oturan o idi.
‘’ Okulun müdürü benim.’’ diyemedi bir türlü. Mikrofon elden ele dolaşıyordu. Mikrofonu kapmak için birbirinin omuzuna çıkanlar, koltuklara çıkanlar… En arka koltuktan en ön koltuğa koşanlar...
Toplantı salonu bazen futbol sahası, bazen at koşu hipodromu. Bazen kayak merkezi… Düşenler… Düşenleri ezip geçenler. Tek tük kaldırmaya çalışanlar.
Mikrofonu her eline alan verip veriştiriyor her öğretmene:
‘’ Bu nasıl öğretmen? Çocuğumun elini indirtmiş.’’
‘’ Bu nasıl öğretmen? Çocuğuma parmağını sallama demiş. Çocuğum parmağını da mı sallayamayacak? Çocuğum parmağını salladıysa ne olmuş? Birinin gözünü mü çıkarmış. Çocuğum parmağını salladı diye parmağını kırıp…’’
‘’ Neymiş çocuğum arkadaşına göz etmiş. Göz ettiyse arkadaşının bir yeri mi kırılmış? Namusuna zeval mi gelmiş? Yok, yok bu öğretmenlere hattını bildirmek gerekir.’’
‘’ Bu nasıl öğretmen? Çocuğuma zırt pırt tuvalete gitme demiş. Zırt pır çocuğumun çişi geliyorsa çocuğum ne yapsın? ‘’
‘’ Bu nasıl öğretmen? Çocuğuma niçin dersi dinlemiyorsun demiş. Belki çocuğumun bir sorunu var. Belki çocuğum o dersi sevmiyor. Sevmek zorunda mı? Benim çocuğumun da var sevdiği bir ders. Benim çocuğum Beden eğitimi dersini seviyor. Çocuğumuzu, nasıl Beden Eğitimi dersini seviyorsun diye dövemezsek sevmediği bir ders için dövemeyiz, azarlayamayız.’’
Alkış üstüne alkış…
‘’Benim çocuğum Resim dersini seviyor.’’
‘’Benim çocuğum Müzik dersini seviyor’’
‘’ Benim çocuğum o dersi sevmiyor:’’
‘’Benim çocuğum bu dersi sevmiyor’’
‘’ Benim çocuğum o öğretmeni sevmiyor.’’
‘’Benim çocuğum şu öğretmeni sevmiyor’’
‘’Müdür, müdür sen çocuklarımız için burdasın bunu biliyor musun?’’
Müdür sadece ‘’ Evet!’’ diyebildi.
Müdürün konuşmasına ne alkışlar fırsat verdi ne bitmek bilmeyen sorular.
‘’Müdür, müdür biz çocuklarımızın geleceği için buradayız.’’
Müdür sadece ‘’ Ben de’’ diyebildi.
‘’ Biz, gerekirse çocuklarımızın geleceği için her gün geliriz.’’
Müdür ‘’ Gelin gelin, gerekirse cumartesi, Pazar da gelin. Keşke çocuklarınızın geleceği sizin gelişinizle gelse. Çoğunuzun gelişi, geliş biçimi çocuğunun geleceğini her gelişte bir atım öteliyor.’’
‘’Müdür, müdür, boş konuşmayı bırak da müdürlüğünü göster...’’
Müdür’’ Ben müdürlüğümü sizlere değil çocuklarınıza benim oturduğum koltuğa nasıl oturabileceklerini göstermek olacak.’’
Siz sadece çocuklarınızın parmak sallayarak bir yere gelemeyeceğini bilin yeter.
Veliler susmuştu. Her biri müdürü çocuğu görmeye başlamıştı.
ÇAĞ BÖYLE AŞILIR
Hangi kanalı açsam ‘’ Eğitimde yeni model’’
‘’ Eğitimde yeni model’’ haber öncesi, haber sonrası.
‘’Eğitimde yeni model’’ dizi öncesi, dizi arası, dizi sonrası.
‘’Eğitimde yeni model’’
‘’Eğitimde yeni model’’
‘’Eğitimde yeni model’’
‘’Ha açıklandı, ha açıklanacak!’’
.‘’Eğitimde yeni model’’ eli kulağında. Benim elimde kumanda. Gel de kalk televizyonun karşısından. Sıkıysa gel de git tuvalete.
..Ben iki büklüm ‘’ Eğitimde yeni model’’… Gel de uyu uyuyabilirsen. Uyumak kolay. Yastığa başımı koymayı bırak, yastığı bir görebilsem dalacağım uykuya.
..Uykuya dalabilsem bırakmayacak ‘’Eğitimde yeni model’’ rüyalarıma girecek. Sayıklayacağım sabaha kadar’’ Eğitimde yeni model’’ Eğitimde yeni model’’…
..
Nihayet gelmişti ‘’ Eğitimde yeni model’ ’tanıtım günü. Ben Tv’den izlemeyecektim tanıtımı. Binlerce kişi içinde ben de davetliydim tanıtım toplantısına hem de en ön sırada. Hem de protokol koltuğunda.
Protokolde akiller, vekiller…
Protokolde süssologlar, sosyologlar…
Protokolde eğitimciler, bilimciler..
Seyirci locasında topallar, keller...
Protokolde akiller, vekiller; topallar, keller... Fatih’’ Çağ Açış’’ toplantında toplayamamıştı bunca kalabalığı. Toplayamazdı çünkü o çağda yoktu bu kadar akilimiz, bu kadar vekilimiz, bu kadar topalımız, kelimiz.
Tanıtım başlamıştı. Tanıtım dev bir ekrandan veriliyordu.
Eğitimde yeni model.
@SINIF
Dev bir ekran, tatlı mı tatlı bir ses ‘’ Lütvencv’nizi giriniz’’
Karşınızda animasyon Kırmızı başlıklı kız ’’ Lütfen gireceğiniz sınıfı seçiniz.’’ Açılıyor bir sınıf listesi penceresi.
@Tatil
@Beslenme
@Spor
@Uyku
@Üretim
@Tüketim
@Etkinlik
@Sınav
Liste uzadıkça uzuyor
@Temizlik
@Geçmiş
@Gelecek
Bu kadar sınıfta tek bir öğrencinin tek bir tuşu tuşlaması mümkün mü? Mümkün değil elbet.
Tuşluyorsunuz @Tatil açılıyor seçenekler. Tatil yapacağınız yer ve mekânı seçmek için tıklayınız. Tıklıyorsunuz Antalya’yı, tıklıyorsunuz; Antalya Konyaaltı’nı. Altınıza açılıyor şezlong, üstünüze açılıyor şemsiye. Elinize veriliyor içeceğiniz.
Tıklıyorsunuz Bursa’yı. Bursa’da Uludağ’ı. Giydiriliyorsunuz kışlık giysiye, veriliyor elinize kayak takımı.
Tıklıyorsunuz @ Beslenme. Zıkkımlanacak envayi seçenek. İçecek zula.
Tıklıyorsunuz @Spor. Seçiyorsunuz yapacağınız sporu. Futbolu seçmişseniz Pepe ya rakip oyuncu ya senin takımda.
Seçiyorsunuz @Uyku. Mekân ister kral dairesi seç, ister doğanın koynunda motel odası.
Seçiyorsunuz @Sınav. İster joker hakkı kullan, ister telefonla anana bağlan.
Seçiyorsunuz @Temizlik. İster duş al çık, ister hamamda keselen.
Tıklıyorsunuz @Geçmiş. Geliyor yedi göbek geçmişin. İster sen ellerini öp, ister onlar senin yanağından öpsün.
Tıklıyorsunuz @Gelecek. Belirliyorsunuz geleceğinizi.
Program bitmiş ben kendimde değil. İçimde bir öğrenme isteği. Yaşım tutsa hemen kendimi yazdıracağım herhangi bir okula. Yeni model eğitimden alacağım nasibimi.
Ben mikrofonu ilk alan ilk soruyu soran:
-Alkışlamak için hangi tuşa basacağız?
Bakan aldı eline mikrofonu ‘’ İşte akillik, işte akil adam!’’ dedi döndü danışmanına ‘’ Her sınıf uygulamasına ‘’memnun kaldıysanız alkış tuşunu enter etmeyi unutmayın’’ seçeneği ekleyiniz’’
Eve geldim. Hanımda bir iltifat, bir iltifat… Ben şakın… Hanım ‘’Ödül almışsın’’ dedi, ödülü gösterdi '' EĞİTİME KATKI ÖDÜLÜ’’
Ödül eve benden önce gelmişti.
Fatih duy sesimizi! Çağ böyle aşılır.
BÜYÜK FİKİRLER KÜÇÜK BEDENLERDEN ÇIKAR
Adı Umut’tu. Umutları Çarşamba pazarı, dünyası kör pencere kapalı kör karanlık.
Umutları Çarşamba pazarı, dünyası kör pencere kapalı kör karanlıktı ta ki Çarşamba günü beden dersine kadar.
Ne olduysa beden dersinde oldu.
Beden dersinde sınıf beden dersine çıkmış. Umut sınıfta tek kalmıştı. Umut sanki yangına düşmüş yanıyordu cayır cayır… Umut çığlık çığlığa. Biliyordu ömür boyu bir kez olsun koşamayacağını, biliyordu bir kez olsun topa vuramayacağını. Biliyordu bir kez olsun tadamayacağını gol atmanın sevincini. Oysa neler neler vermezdi bir kez koşmaya, bir kez olsun topa vurmaya, bir kez gol atmanın sevincini tatmaya. Bütün bunları düşündükçe Umut bin ölüyor, bin diriliyordu. Her dirilişte gözünün önünde aynı manzara. Sınıfın duvarlarına bakıyordu, sınıfın duvarları üstüne üstünegeliyordu.Duvarlar düşmandı. Okul düşmandı.Sokaklar, uçan kuşlar kısacası hayat denilen şey de düşmandı. Bir kurtuluş muydu ‘’ Yaşamak istemiyorum!’’ demek. Hayır, hayır! Olamazdı. O kötünün de kötüsüydü. Beterin de beteri.
Umut’un kaçıncı ölüşü, kaçıncı dirilişiydi bilinmez birden sınıfa ağlayarak koşa koşa Semih girdi. Semih bir yandan ağlıyor, bir yandan ‘’Bana top oynatmadılar.’’ diyordu. Umut’un tüm dikkati Semih’e yoğunlaştı. Umut Semih’e bakıp gülüyordu. Umut gülebiliyordu. Umut sanki yangından sağ çıkmıştı. Umut yangından sağ çıkmanın sevincini yaşıyordu. Semih’e bakıp ‘’ Koşabildiğinin farkında değil.’’ ‘’ Yarın top oynayabileceğinin farkında değil.’’ ‘’ Farkında olsaydı ağlamazdı.’’diyordu kendi kendine. Semih’in sınıfa gelişi ile çıkışı bir oldu. Koşarak giderken söylediği tek cümle ‘’ Ben size göstereceğim.’’ cümlesiydi.
Semih gitmiş Umut gülmeye devam ediyordu.Her gülüşte bir şeylerin farkına varıyor, her bir şeylerin farkına varışta gülüyordu.
Çok geçmeden Semih ağlayarak sınıfa geri dönmüştü. Bu ağlayış farklıydı. İçten sahici. İçten sessiz. Dayak yediği her halinden belliydi.
Umut fark ettiklerine bir yenisini ekledi ‘’ Paylaşamadıklarının farkında değiller.
Umut farkında olmadan fark ettiklerini yazabileceğinin farkına varmıştı çoktan da haberi yok. İlk cümlesini yazmıştı çoktan ‘’ Yaşadıklarımız fark edemediklerimiz yaşayacaklarımızsa fark edebildiklerimizdir.’’
Beden dersi bitmiş, koşmalar, oyunlar bitmiş, teneffüs bitmiş, yeni ders başlamış, tartışmalar bitmemişti.’’ Ben senden iyi koşarım, ayağım takılmasaydı ben sana gösterirdim.’’ Ben sana gösterdim göstereceğimi.’’ Öğretmen susturmakta güçlük çekiyordu. Umut parmak kaldırdı ‘’ Bazen koştuğumuzu sandığımız koşudaki adımlar bizi geriye götürür, bazen de yerimizde saydırır biz farkına varamayız.’’ Umut’un sözüne karşılı geldi anında ‘’ Laf söyledi bal kabağı.’’ Umut aldırış etmedi. ‘’ Anlamadıklarının ya da anlamak istemediklerinin farkında değiller.’’ dedi kendi kendine.
Öğretmen sınıfı susturmuş etkinliğe başlamıştı. İlk etkinlik ‘’Deyimleri cümlede kullanma’’ İlk deyim ‘’ Kafayı yemek’’ İlk parmak kaldıran Umut. ‘’ Bize kafayı yediren kafamız değil basıp ezemediğimiz saplantılarımızdır.’’ Öğretmen şaşkın, sınıf kahkahanın doruğunda. Öğretmen aldırışsız sessiz adımlarla Umut’un yanına kadar geldi. Umut’un saçını okşarken gözüne Umut’un defterine büyük harflerle yazdığı ‘’ YAŞADIKLARIMIZ FARK EDEMEDİKLERİMİZ, YAŞAYACAKLARIMIZSA FARK EDEBİLDİK-LERİMİZDİR.’’ cümlesi takıldı. Tahtaya yöneldi. Aynı cümleyi tahtaya yazdı ‘’ Yaşadıklarımız fark edemediklerimiz, yaşayacaklarımızsa fark edebildiklerimizdir.’’ Sınıfa döndü ‘’ Her birinizin bugüne kadar nelerin farkına varabildiğinizi, nelerin farkına varamadığınızı yazıp gelmenizi istiyorum.’’ dedi.
O gün eve eski Umut gitmiş yeni bir Umut gelmişti. Umut suskun, annesinin, babasının teselli yumağı değildi. Yumak çözülmüştü. Umut Anne babasının her karamsarlığında müdahildi. Mutlaka ve mutlaka birgörünmezi görür, bir çıkış yolu koyardı ortaya. Umut bir ışık yakaladığının o ışıkla kendi dünyasını aydınlandığının, birlikte yaşadığı can parçalarının dünyasını aydınlatmaya başladığının farkına varmıştı. Bu ışığın daha ne kadar, ne kadar büyüyeceğinin farkına varmıştı. Dünyaya kafa tutan kişinin, kişilerin beyinlerinin bir avuç içini doldurmadığını, dünyaya adını yazdıranların beyinlerinin bir avuç içini doldurmadığını düşündükçe koşmuyor uçuyordu o ışıktan o ışığa. Zirveye koşarak erişilmiyordu, fark ettiklerimiz bizi kollarına alıp oturtuyordu zirveye.
Umut kendi sözü öğretmeninin ödevi ‘’ Yaşadıklarımız fark edemediklerimiz, yaşayacaklarımızsa fark edebildiklerimizdir.’’ Sözünü açıklamıyor yaşıyordu birebir. Bir şeyin daha farkındaydı; fark ettiklerinin arkadaşlarının fark edemeyeceği farklılıklarda olacağı. Yazdığı ilk cümle yaşadıklarının, yaşayacaklarının özetiydi. Arkadaşları ödev yapmış olmak için yapmış olduğun farkına varamayacaktı. Hatta birçoğu ödevin bile farkına varmayıp yalana sığınacaktı. ‘’ Yazacaktım da, şimşek çaktı da, aklım uçtu da, defterim suya düştü de kalemim çatıya çıktı da, da da…’’ Bir farkına varabilseler ‘’ da’’ ların her biri kaçırdığımız trenin bir vagonu, önce lokomotifin resmini çizerler sonra dizeler peşi sıra ‘’da’’ları..
Umut çoktan çizmişti lokomotifin resmini dizdikçe diziyordu vagonları.
Umut hep lokomotifin makinisti. Umut kondüktörü vagonların.
Ödevlerin okunacağı gün gelmişti. Ödevlerin okunacağı dersin zili çalmıştı. Bir Umut farkındaydı ödevleri okuma sonrası olacakların.
Umut ilk parmak kaldıran. Umut ilk okumaya başlayan.
Umut’un ilk cümleleri havadan, sudan.
Umut soruyordu:
- Kaçımız soluduğumuz havanın farkında?
- Kaçımız düşündük su savaşı diye doyasıya eğlendiğimiz oyunlarda döküp boşa harcadığımız suyun damlasına muhtaç kaç canlı olduğunu.
- Kaçımız farkında üzdüğümüz birinin iki damla gözyaşında gönlünde koskoca bir ırmağın kuruduğunun?
Sorular uzadıkça uzuyor ‘’ Kaçımız farkında yürüdüğümüz sokakların?’’ Kaçımız farkında mevsimlerin bize sunduğu güzelliklerin?’’
Her soruda öğretmen şaşkın..
‘’ Kaçımız farkında öğrenciliğin bize sunulan en büyük fırsat olduğunun?’’
‘’ Kaçımız farkında bize altın tepside sunulan fırsatı elimizle itip, ayaklarımızla tepeleyip çöpe attığının?’’
‘’ Kaçımız farkında insanoğlunun kaç milyon yılda yazıyı bulduğunun, kaç milyon yıl sonra yazıyı sanata dönüştürebildiğinin?
‘’ Kaçımız farkında beklenmeden gelen geleceğin bize kan kusturacağının?’’ ‘’ Kaçımız farkında bizi güldürecek geleceğin avuçlarımızda saklı olduğunu?
Son soru öğretmenin yanağında iki damla yaşın düşmesine yol açtı. ‘’ Kaçımız farkında bizim hayallerimiz için anne babalarımızın hayallerini yüreklerine gömdüklerinin? Peki, sorsam kaçımızın hayalleri var, kaçımız hayallerimiz peşinde koşuyoruz?
Öğrenciler sessizliğe büründü, kimi başını eğdi.
‘’ Dersi kaynatmak için yarışanlar acaba bindiği dalı kestiklerini hiç düşündü mü ya da derse katılmak için yarışabileceklerini ?’’
‘’ Ben bir değil binlerce kez düşündüm ve dedim ki ‘’ Yaşadıklarımız fark edemediklerimiz, yaşayacaklarımızsa fark edebildiklerimizdir’’ ‘’
‘’ Ve ben kendi adıma diyorum ki yaşayacağım o kadar çok şey var ki her biri yaşamaya değer. Bu değerler yaşadıkça kıymet bulacak değerler. Anlatılacak, gülecek değerler değil.’’
MEĞER BABAM EŞEKMİŞ
Her birimizin boynu virgül olmuştu virgülü yazmaktan. Kolu virgül, parmakları virgül… Öğretmen virgül diyor başka bir şey demiyordu. Virgül, virgül, virgül…
Virgül ne çok şeymiş bir türlü aklım almadı. Trafikte arabaya yol veriyor ‘’ Geç!’’ diyor, ‘’ Dur!’’ diyor. Diyor da diyor…
Virgül her an her yerde. Evimizde. Dostumuza açılan kapı. Sevmediğimiz komşumuza kapanan perde.
Virgül kapalı yollarda çıkışa erdiren kazılı tünel. Altgeçit, üstgeçit, duble yol. Kaldırım, kaldırım taşı…
Öğretmen soluksuz yazdırıyor. Yaz babam yaz. Yazmaktan kollarım koptu kopacak. Mercimek büyüklüğü bile etmeyen virgülü nasıl olurda beynim almıyordu. Kafamda bin bir soru işareti. Soru işaretini öğretmenimiz haftaya yazdıracakmış. Öyle dedi. Soru işareti virgülün kaç katı. Soru işaretini hiç anlamayacağım kesin.
Beynimde sürekli tekrarlayan sorular ‘’ Virgül mercimekten küçük.’’ Virgül her şey.’’ Virgül her an her yerde. ‘’Virgülü kafam niye almıyor yoksa beynim mercimekten de mi küçük? Öyle ise bu koskoca kafa bana yük mü?’’
Kendimi sorulara kaptırmış, kendimi sorulara teslim etmişim, haberim yok. Öğretmen yanıma gelmiş niçin yazmadığımı soruyor. Gösteriyorum son sayfayı, çeviriyorum bir ön sayfayı, bir ön sayfayı. Öğretmen yazdıklarıma bakmıyor, gözümün içine bakıyor. Öğretmenin bakışlarını anlamıyorum. Öğretmen değiştiriyor bakışlarını, kirpikleri bir ok, fırladı fırlayacak. Hemen başımı sıraya koyuyorum, ellerimle korumaya alıyorum. Öğretmen kulağımdan tutuyor kaldırıyor başımı. Parmağını gösteriyor, parmağı bileğim kadar. ‘’ Bak!’’ diyor, ‘’ Baktım!’’ diyorum. ‘’ Ne gördün?’’ diyor, ‘’ Parmak’’ diyorum. Öğretmen yüksek sesle ‘’ Tahtaya bak !’’ diyor. ‘’ Baktım öğretmenim?’’ diyorum. Öğretmen ‘’ Ne gördün?’’ diyor. Ben ‘’ Tahta’’ diyorum. Öğretmen çıldırdı çıldıracak ‘’ Tahtada ne görüyorsun?’’ diyor. Ben şaşkınca ‘’ Yazı’’ diyebiliyorum. Öğretmen ‘’ O yazıyı oku!’’ diyor. Okuyorum ‘’ Oku da adam ol baban gibi eşek olma’’ Yazıyı okudum okumasına. Sorular saldırıya geçti. ‘’ Öğretmen ne demek istemişti?’’ Öğretmene soramazdım. Babama sormalıydım.
Eve geldiğimde ilk işim babama sormak oldu ‘’ Baba sen eşek misin?’’ Babam, baba heybeti ile doğruldu hafif kızgınlıkta gözlerimin içine baktı. Bakışlarından ben söylemiş olsaydım tek yumrukta beni halının desenleri arasına ilmikleyeceği anlaşılıyordu. Babam iyice bana yaklaştı kısık sesle ‘’ Oğlum babaya öyle söz söylenmez.’’dedi. Ben emin bir şekilde ‘’ Öğretmenim öyle söyledi.’’ dedim. Babam ‘’ Yarın ne cesaretle söylediğini birlikte öğreniriz.’’ dedi.
Beynimde yeni sorular oluştu ‘’ Yarın ne olacaktı?’’ Sorular bir türlü bitmiyordu. Benim uykum gelmiş soruların uykusu gelmemişti. Ben uyumak istiyorum, sorular beni uyutmuyordu, uykumu bölüyordu.
Ertesi sabah beni uyandıran annem değil sorulardı, peşinden babam.
Okula babamla birlikte gittik. Babam müdürün odasına girdi, beni dışarıda bıraktı. Babam eşek olamazdı. Babamı ilk defa aslan gibi kükrediğini, heybetlendiğini müdürün odasına girerken gördüm. Babam içeri girmiş babamın içeri girişi gözlerimde büyüdükçe büyüyordu. Hayır, Hayır! Babam eşek değildi. Benim babam aslandı.
Çok geçmeden öğretmenimin müdürün odasına girdiğini gördüm. Gözlerimde öğretmenimin girişi babamın girişinin tersine küçüldükçe küçülüyordu.
Yanıma sınıftan birkaç arkadaş geldi. Niye beklediğimi sorduklarında olanları anlattım. Arkadaşlar gülmeye başladı. Arkadaşlar niye gülüyordu, babamın aslan oluşuna mı, eşek oluşuna mı?’’ dememe kalmadan babam müdürün odasında anırarak çıktı. Meğer babam eşekmiş.
Beyinin ölümü Gülfidan Hanım’ın omzuna dağ gibi bir sorumluluk yığmıştı. Bu sorumluluk her gün yığılıyor, yükseliyor, altında; Gülfidan Hanım inim inim iniliyor. Gülfidan Hanım, eziliyor, günden güne rengi soluyor, saçlar beyazlaşıyor, sırt kamburlaşıyor; gençliğinden en ufak bir güzellik belirtisi kalmıyor, hayal dersen çoktan terk edip gitmiş. Gülfidan Hanım’ın tek düşüncesi oğluna babasının yokluğunu hissettirmemek, ona güzel bir gelecek hazırlayabilmek.
Gülfidan Hanım, beyinden kalan emeklilik maaşını, çarpıyor, bölüyor; topluyor, çıkartıyor. Maaş düşük olmasına düşük, hesaplamalar bir o kadar çok… Çarp böl, çıkart bir türlü bitmiyor hesaplar. Maaş ev kirasına yetiyor yetmesine ne eksik ne fazla. Denklemin bilinmeyenleri uzadıkça uzuyor; mutfak masrafı, faturalar, Ömercan’ın okul masrafları, giyim kuşam, sağlık yol parası…
Gülfidan Hanım, ev temizliğine gidiyor. Gülfidan Hanım, buldukça evinde parça başı iş üretiyor. Gülfidan Hanım yemiyor, Gülfidan Hanım giyinmiyor; dişini sıktıkça, sabrını zorladıkça denklemin bir bilinmeyenini çözüyor.
Gülfidan Hanım, her gün bir yetenek geliştiriyor; kısalmış, daralmış etekleri kesiyor ekliyor; pantolon dikiyor. Pantolonları kesiyor etek dikiyor. Adı değişik giyinmeyse o da değişik giyiniyor. Yemek kalıntılarından en ilginç çorbalar yapıyor, ekmek kırıntılarından en ilginç köfteler, pastalar…
Gülfidan Hanım denklem uzmanı, Gülfidan Hanım dekoratif, aşçı, terzi, temizlikçi, bekçi, koşucu, montajcı. Her gün yetenek üstüne yetenek, meslek üstüne meslek ekliyor.
Gülfidan Hanım’ın diğer sınıf annelerine benzer yanı, Ömercan’a giydirdikleri, Ömercan’ın beslenmesi, verdiği harçlıklar.
Ömercan’ın giyiminde arkadaşlarından fazlalığı var, eksiği yok, beslenmesinde fazlalık var eksik yok, harçlıklar dersen o da fazlasıyla. Ömercan, okulun düzenlediği tiyatro, gezi, sportif aktivitelerin hepsine eksiksiz katılıyor.
Ömercan, sınıfın örnek öğrencisi. Ömercan, Sınıfın en çalışkanı. Takdir üstüne takdir alıyor. Gülfidan Hanım’ın keyfine diyecek yok. Ömercan başardıkça babasının eksikliğini hissettirmediğine, annelik babalık görevini eksiksiz yerine getirdiğine inanarak mutlu oluyor. Mutluluk arttıkça yeni yeni denklemler kuruyor, yeni yeni denklemler çözüyor. Uyumuyor, oturmuyor, koşuyor oradan ora…
Yeni denklem:
Ömercan’a bilgisayar. Denklemin bilineni Bilgisayar, bilinmeyeni nasıl alınacak? Sonuç= Bilgisayar alınacak (?) Bilgisayar alınacak hem de yılbaşı hediyesi olacak.
Gülfidan Hanım, o gün oğlunu farklı öptü, başını göğsüne yasladı, okşadı, okşadı ve oğluna:’’Oğlum yılbaşı hediyesi olarak sana bilgisayar alacağım.’’ dedi. Ömercan’da tepki sadece şaşkın bir bakış. Bakışlara Gülfidan Hanım anlam veremedi. Gülfidan Hanım’ın bakışları daha şaşırtıcı oldu ‘’Oğlum, sen bilgisayara sahip olmak istemiyor musun? ’’ Ömercan, sessizce ’’ Sen bilirsin anne.’’ diyebildi. Gülfidan Hanım, oğlunun sevinç çığlıkları atmasını bekliyordu. Boynuna sarılıp öpmesini bekliyordu. Bir annenin tüm çabası çocuğunu mutlu edebilmektir. Bir annenin yıkıldığı an; çocuğunun mutlu olduğunu göremediği andır. Gülfidan Hanım da o anı yaşadı; olup bitene anlam veremedi. Daldı bir an, başka dünyalara. Ömercan, sessizce odasına çekildi.
Ömercan, odasında sanki film izliyordu. Filmde annesi kendisini okula götürüyor, annesi okul çıkışı almaya geliyor. Kar fırtına olanca şiddetinde. Annesinin ayakkabısı yırtık, annesinin paltosu yok; soğuktan tir tir titriyor, dondu donacak… Ömercan’dabot, mont, başlık, kaşkol, eldiven; giyim tam teşekkül. Ömercan, kendi kendine ’’ Ben bu kadının oğlu muyum? Bu kadın benim annem mi? Bu kadın benim annemse giyecek ayakkabısı yokken bana bilgisayar almasına benim vicdanım nasıl razı gelir, ben nasıl sessiz kalabilirim? ’’ Ömercan, saçlarını yoluyor, Ömercan, dişlerini sıkıyor; nerdeyse var gücüyle ‘’Hayır! ’’ çığlıkları atacak. Sıkıntıdan, sinirden terliyor, terini eli ile siliyor. Terin biri geliyor biri gidiyor. Olacağı yok, Ömercanlavobaya gidip yüzünü yıkıyor. Annesi soruyor: ‘’ Ne oldu oğlum? ’’ Ömercan, ’’Hiç’’ diyor sadece. Ömercan, çekiliyor yine odasına uzun süre aynı filmi tekrar tekrar izliyor. Yorgun bittiği an dalıyor uykuya. Uykuda aynı sahneler… Sahneler tekrar üstüne tekrar. Ömer sabahleyin uyandığında savaştan çıkmış halde. Yürümeye takatsiz. Çaresiz; okula gidecekti. Sebepsiz okula gitmemek olmaz.
Ömercan, okula gitti. Ömercan bitkin, Ömercan, sessiz. Dördüncü ders öğretmeni Türkçe dersinde; ‘’Gerçekleşmesini istediğiniz en büyük hayaliniz nedir? ’’ sorusu üzerine yazı yazmalarını istedi. Ömercan, cümleyi okudu. Ömercan, sanki sınıftan başka dünyalara taşındı, daldı, daldı… İçinden: ‘’En büyük hayalim, annemi yeni bir ayakkabı, yeni bir palto ile görebilmek diye yazamam ki…’’ diyordu. Ömercan, yine aynı sahneleri izlemeye başladı. Ömercan’ın dalgınlığını gören öğretmeni yanına kadar gelerek ‘’ Ömercan, senin hayalin yok mu? ’’ Ömercan; ‘’Var öğretmenim.’’ Öğretmeni, ‘’Varsa işte onu yazacaksın bu kadar düşünmeye gerek yok.’’ dedi. Ömercan, ’’ Tamam öğretmenim.’’ dedi.
Ömercan, kâğıda tek bir cümle yazdı: ’’ Annemin istediği gibi bir öğrenci olmak.’’ İkici ders öğretmen sınıfın en güzel yazanı olarak Ömercan’ı alkışlattı. Ömercan’ın yazdıkları üzerine bir ders konuştu ‘’ Ömercan’ı örnek alın. Her anne babanın tek dileği çocuklarına verdiği emeğin karşılığını başarı olarak görebilmek, onların en mutlu oldukları an; sizin başarınızı gördükleri andır. Ömercan, başarıyı annesine fazlası ile gösteriyor, bu durumdan annesinin mutlu olmadığını düşünmek bile imkânsızdır. Ömercan’ın, yaptıklarını yeterli görmeyip ‘’Annemin istediği gibi bir öğrenci olmak.’’ Yazması kararlılığını, daha büyük başarılar sergileyeceğini göstermektedir, ben arkadaşınızı kutlar bir kez daha alkışlamanızı istiyorum. Sınıf alkışlıyor, Ömercan, tepkisiz. Öğretmeni, Ömercan’ın sakinliğini olgunluk göstergesi olarak algılayıp Ömercan’ı bir kez daha kutluyor, bir kez daha alkışlatıyor.
Ömercan, sınıfta olanları annesine anlattı. Annesi mutlu oldu, oğlunu kutladı. Mutlu olması gereken Ömercan’kenÖmercan’ın durgunluğu annesini şaşırttı. Oğlunu sıkıntılı gördü. Oğluna sordu ‘’ Oğlum, öğretmeninin yazdıklarını beğenmesi, kutlaması, sınıfa alkışlatması hoşuna gitmedi mi? ’’ Ömercan,’’Belki’’ diyebildi. Annesi, ‘’ Belkisi var mı? Her insan başarısının başkası tarafından takdir edilmesini ister. Eminim ki sınıfta bütün arkadaşların senin yerinde olmak ister. Hepsi senin yerinde olmak için can atmaktadır.’’ dedi. Ömercan içinden, ‘’Benim de onların yerinde olmak istediğimi bir anlatabilsem.’’ diyordu.
Evde annesi, okulda öğretmeni, arkadaşları ‘’Ömercan, senin bir sıkıntın mı var? ’’ Her defasında ‘’Yok, hiç, bilmem’’ gibi anlamsız cevapları tekrarlamak Ömercan’ı fazlası ile sıkıyor, sıkıntısının katlanmasına neden oluyordu.
Yılbaşı yaklaşmış, televizyon kanalları Noel Baba haberleri sunmaya başlamıştı. Annesi oğluna, ‘’ Oğlum ister misin Noel Baba kapımızı çalsın? ’’ Ömercan, ‘’Noel Baba, kapımızı niye çalsın, nasıl çalacak? ’’ Annesi, ‘’Oğlum çocuklar en çok istedikleri hediyeyi yazar posta kutusuna atar. Noel Baba kapı kapı dolaşır o dilekleri toplar, onlar içerisinden seçtiklerine yılbaşı sürprizi yapar. Sen de yaz bakarsın bir yılbaşı sürprizi yaşamış oluruz.’’ Ömercan, bir an düşündü. İçinden: ‘’Neden olmasın’’dedi. Nihayetinde bir oyundu. Oyunu annesi başlatmıştı. Oyunun kuralına annesi de uyacaktı. Annesine yazacağını söyledi, odasına çekildi. Kâğıdı, kalemi aldı eline, en güzel şekli ile yazdı, ‘’ Sevgili aksakallı Noel Baba, annem için yeni bir ayakkabı ve bir paltoyu ne kadar istediğimi uykularımı kaçıran geceler bilir.’’
Gülfidan Hanım, oğlunu okula bıraktıktan sonra ilk işi posta kutusuna bakmak oldu. Eline aldığı zarfı açtığında ‘’ Sevgili Aksakallı Noel Baba, annem için yeni bir ayakkabı ve bir paltoyu ne kadar istediğimi uykularımı kaçıran geceler bilir.’’ yazısını gördüğünde şaşkına döndü. Oğlunun sıkıntısının kaynağını öğrenmişti bir de oğlunu mutlu edebilmek için önce kendisinin mutlu olması gerektiğini.
Ömercan, artık durgunluk sergilemiyor, ‘’ Sıkıntın mı var sorularına’’ maruz kalmıyor. O sadece yılbaşına kalan günleri sayıyor, yılbaşının gelmesini iple çekiyor.
Yılbaşı gecesi Gülfidan Hanım, sofrayı oğlunun sevdiği yiyeceklerle donattı. Oğluna karşı her günkü sevgi gösterileri, her günkü gibi hizmetler. Saat: 00,0’da olacaklardan habersizmiş gibi bir bekleyiş, saate bile gözünün ucu ile bakıyor.
Ömercan, heyecanlıydı. Ne kadar gizlemek istese de heyecanını gizleyemiyordu. Saat:00.0’da olacakları bilmiyordu. Sık sık saate bakışı gözden kaçmıyordu.
Saat: 00.0’a yaklaştıkça anne oğulun heyecanı dorukta. Kalp atışları saatin tik takları ile yarışıyor, kalp atışları saatin tik taklarına karışıyor.
Saat: 00.0 kapı zili çaldı. Her zil çalışta kapıyı açan Gülfidan Hanım, yerinden kıpırdamıdı. Ömercan, fırlıyor kapıya; kapıda Noel Baba, elinde hediye paketleri. Ömercan, buyur ediyor içeri. Hediye paketleri açılıyor, en güzel ayakkabı; annesi giyiyor sevinç çığlıkları atıyor, ikinci paket açılıyor; en güzel palto; giyiyor Gülfidan Hanım geçiyor aynanın karşısına, dönüp tekrar tekrar oğlunu öpüyor. Üçüncü paket açılıyor; Ömercan’a küçük bir hediye. Ömercan, bir an düşünüyor. Anne atılıyor: ‘’ Üzülme senin hediyen sabah geliyor, bilgisayarın siparişini verdim. Ömercan, çifte mutluk yaşıyor. Ömercan, annesini öpüyor, annesi Ömercan’ı…
Anne oğul o gece uyudular mı mutluluktan uçuştular mı belli değil…
SEVİNÇ GÖZYAŞLARIM
‘’ CESARET BAŞARIYA ADIM BAŞARIDA BAYRAK’’
Her okuduğum kitapta yazma tutkusu katlanarak büyüdü. Ne zaman kalemi elime alsam elim başlıyordu titremeye. Üstümden atamadığım ta ilkokul yıllarında okuduğum yazının ilk cümlesinde tüm sınıfın gülüşü bir türlü aklımdan çıkmıyordu. Kalemi her ele alışımda o korku geliyordu aklıma. Kaleme ben değil o korku hâkim oluyordu. Elim titremeye kalem ürkmeye başlıyordu. Doğrusu yazdıklarıma ben bile gülüyordum.
Her kalemi elime alışta aklıma gelen tek cümle ‘’ Ya arkadaşlar gülerse…’’ Yazıma başlayamazdım ‘’ Ya arkadaşlar gülerse’’ diye
İmdadıma okuduğum Çelik Böyle Sertleşti romanının yazarı yetişti. Romanın yazarı savaşta ayaklarını, iki kolunu kaybeden Nikolay Ostrovski ‘’ Ey siz insanlık düşmanları, bütün maddi varlığımı aldınız, bedenimi aldınız, bir tek beynimi alamadınız. Beynimle sizlere savaş açmaya devam ediyorum!’’ diyerek dünyaya meydan okuyordu. Nikolay’ın tek silahı cesareti idi. Cesaret beyne hükmediyordu, beyin cesaretin kılıcını sallıyordu. Artık cesaret kılıcımı kullanmayı öğrenecektim. Kılıcımı öyle önüne gelene sallamayacaktım sadece içimdeki korkuya sallayacaktım. Kalemime korkularım değil ben hükmetmeliydim.
Artık ‘’ Yazmalıyım, yazacağım, yazdıklarımı gülene inat okuyacağım.’’ Her ‘’ Yazacağım’’ deyiş korku zincirimden bir halka koparıp atıyordu. Her halka kopuş bana bir güç, bana bir hırs..
Yazmıyordum. Sadece ‘’Yazacağım!’’ diyordum. Her ‘’ Yazacağım’’ deyiş beni bir bıçak gibi biliyordu. Ben keskin kılıç. Ben özgür kuş.
Korku kırlangıçlar gibi göç etmişti yüreğimden. Beyaz güvercinler yuva yapmıştı yüreğime. Kanatlanıp süzülüyordum hayaller dünyamda. Bakışlarım değişmişti. Duyuşlarım değişmişti. Gülüşlerin yerini alkış sesleri doldurmuştu. Rüyaları değişmişti.
Bir sözcük, tek bir sözcük ‘’cesaret’’ yeni bir ben yaratmıştı benden. Artık o ben yaşatmalıydı yeni beni.
Yeni ben fırsat kolluyordu.
Okul açılalı nerdeyse iki ay oldu olacaktı. Sınıftaki birbirimize yabancı bakışlar gitmiş yerine kanka bakışları gelmişti. Nerdeyse ‘’ Ben kül yutmam.’’ diyebilecek derecede disiplinli öğretmenin dersinde bile kaş gözle, parmak ucu gösterişlerle, parmak sallayışlarla kırk dakikayı bölmeden dolu dolu sohbeti koyulaştırabiliyorduk. Enstrümantal edasıyla vücudumuzun bütün uzuvlarını kullanabiliyorduk. Kulak öğretmende, elin biri arkadaşımızın omzunda, öbürü başka bir arkadaşın sırtında; gözün biri sol çapraz, biri sağ çapraz. Bütün bunlar bana ter geliyordu. Bunlar cesaretin ürünü olamazdı.
Ben arayışlar peşindeydim. Adına ‘’ Cesaretin ürünü bu!’’ dedirtecek, cesaretin şanına yakışır bir çıkış… Benim arayışım koparmıştı beni sınıfın tatlı gülüşlerinden. Duruşuma, bakışıma gülenler vardı yine. Bu defa ben hiç birini görmüyordum, daha doğrusu görüyordum. Gördüğüm, korku nasıl başarıya bir zincirse basit gülüşler de ayak bağı.
Arkadaşların gülüşlerini duymuyor, zili duya-biliyordum. Sınıf zilin çaldığının bile farkında değil. Birden kapı açıldı Tatlı gülüşler, tatlı bakışlar bir anda buza kesti… Ders edebiyat. Ders aynı, dersin öğretmeni aynı. Dersin öğretmeninin sınıfa bakışı farklı. Her bakış nerdeyse bütün sınıfı göz merceğinde hapsedecek. Sınıfın bütün bakışları öğretmene odak. Şaşkınlık, bu değişikliğin sebebi ne diye. Meraklar öğretmenin ağzından çıkacak ilk sözde… Öğretmenin ağzından ilk söz çıktı, ‘’ Bugün edebiyat işlemeyeceğiz.’’ Sınıfın bir olan şaşkınlığı, bin oldu. Mülaim aşk gazelleri okuyan öğretmen gitmiş, yerine kahraman edaları ile kükreyen biri gelmişti. Öğretmen esip gürlüyor:
- Arkadaşlar, biliyorsunuz bu hafta Cumhuriyet Bayramını kutlayacağız. Ben sizlere bugünün kıymetini bilmeniz için, bugünlere nasıl gelindi onu anlatacağım. Yurdumuz kurtuluş savaşından yıllar yıllar önce; bölünmeye, işgal edilmeye başlanmıştı.
Öğretmen daha ‘’ Cumhuriyet’’ demeden içimdeki cesaret ‘’ Cumhuriyet cesaretin ürünü, Tanka tüfeğe kazma, kürek sapı ile gelmek cesaretin ürünü.’’ diyor. İçimdeki cesaret esip gürlüyor, saygısızlık olmasa öğretmeni durdurup ben konuşacağım.
Öğretmen Balkanlar’dan başlıyor bölünmeyi anlatmaya, iniyor Arap Yarımadası’na. Geçiyor Adalar’a. Adanın birinden birine zıplıyor.
Öğretmeni hep edebiyat öğretmeni bilmiştik. Tarihe olan ilgisi, geniş bilgisi bizi şaşırttı.
Derste öğretmenin gözüne girmeye çalışanlar atılıyor sahneye:
- Çanakkale Savaşı…
- I. Dünya Savaşı….
Öğretmen aldırmıyor, sözünü böldürmüyor, kendinden emin tavrıyla sürdürüyor,
- Balkan Savaşlarına inin, inin. diyor.
- İndik öğretmenim.
Öğretmen, enine boyuna anlatıyor, Balkan Savaşlarını.. Ömer Seyfettin’i soruyor:
- Bildik.
- Okuduk diyenler.
Ben atılıyorum devreye ‘’ Ömer Seyfettin bir tek kalemi ile hem edebiyatımızın, hem Kurtuluş Savaşı’nı başlatmıştır.’’ diyorum. Sınıfın şaşkınlığı, öğretmene şaşırmalarından fazla.
Öğretmen giriyor devreye ‘’ Arkadaşınız sözü ağzımdan aldı bende onu anlatacaktım.’’ diyor.
Öğretmenin sözünü dersi kaynatmayı cesaret bilenler kesiyor:
- Öğretmenim, Ömer Seyfettin Mareşal miydi?
Öğretmen, gayet sakin, kendinden emin, ‘’ Mareşal değildi ama üsteğmendi.’’
- Öğretmenim, savaşa üsteğmenler mi karar verir?
Öğretmen, anlamıştır soran öğrencinin üsteğmenle mareşal arasındaki farkı bildiğini, sorunun alaycı soruluşunu. Sakinliğini bozmadan, bilgisine gölge düşürmeden cevabını vermeyi sürdürür,
-Evladım, Millî Mücadeleyi Ömer Seyfettin başlatmıştır. Ömer Seyfettin başlatmıştır ama kılıcıyla değil. Millî Mücadeleyi başlatmak için kılıcını bırakmıştır hatta silahını da.
Sınıfta bir gülme… ‘’Donkişot’’ diyenler..
Öğretmenin tavrında değişiklik yok. Aynı sakinlik aynı bilgelik,
Ömer Seyfettin Donkişot gibi ata binerek de Millî Mücadeleyi başlatmadı:
- Ama öğretmenim başlatsın, zil çalacak.
Öğretmen anlatıyor:
- Ömer Seyfettin Millî Mücadele’yi kalemi ile başlatıyor. Önce Üsteğmen rütbesiyle ordudan istifa ederek ayrılıyor. Genç Kalemler Dergisi’ni çıkarıyor.
Öğretmen, derginin Millî Mücadele’deki rolünü, Millî Edebiyattaki rolünü üstüne basa basa anlatıyor.
Sınıfın alaycı girişimleri bir anda bitiyor. Yüzlerde bir suçluluk duygusu, bir mahcubiyet…
Öğretmen sakin, öğretmen bilge… Öğretmen dakik. Öğretmen ‘’Savaşı başlatsın.’’ diyen arkadaşımıza:
- Birinci ders savaşı başlattık, ikinci ders bitireceğiz. diyor ve zil çalıyor. Öğretmen sınıftan çıkıyor. Sınıf, ilk defa sınıfta. Sınıftan çıkan tek kişi, yok. Ben savaşı öğretmenin bıraktığı yerden sürdürüyorum. Diğerlerinden kimi mahcubiyetinin şoku altında, kimi mahcubiyetini bastırma adına espriler yapıyor:
- Kemalciğim, üsteğmen mi büyük, mareşal mi?
- Kemalciğim, Donkişot ata mı bindi, eşeğe mi?
İkinci dersin başlaması ile hepimiz kendimizi savaşın içinde bulduk. Öğretmen tüm cepheleri sayıyor, saymakla yetmiyor betimliyor… Alay, tabur, bölük, manga sayıyor da sayıyor. Nerde ise isim isim sayacak. Askerin elbisesine, matarasındaki suyuna, susuzluğuna, karavanada çıkan, çıkak yemeğe sayıyor da sayıyor… Şehitlerin çetelesini tutuyor. Edebiyat derslerinde öğretmenimiz dramatizeyi yazdırır anlatırken böyle değildi.
Emirler veriyor’’ Hücum! ’’ çıkarttığı top sesleri top sesinden biraz daha sahice. Sesten bazı arkadaşların başlarını sıraya koyduklarını, sıranın altına saklandıklarını söylersem durum daha anlaşılır kılınacak. ‘’Güm, Güm, gümmm!’’ ‘’Gitti on kişi, bin kişi.’’ ‘’ Bayrak göndere.’’
‘’ Çanakkale Geçilmez.’’
‘’İstanbul İşgal altında’’
‘’Geldikleri gibi giderler.’’
‘’Savaşacağız.’’
‘’Silah yok.’’
‘’ Silah bulunur.’’
Samsun- Erzurum Amasya Sivas…
İnönü, Dumlupınar, Sakarya derken arkasından 29 Ekim’de Cumhuriyeti ilan ettik.
Savaş bitti, biz bittik. Kendimi öğrenim hayatımın tamamından daha yorgun hissettim. Deyim yerinde ise öldük öldük dirildik.. İlk defa bir dersi yaşayarak böylesine beynimize kazıdık, ruhumuza yamadık.
Ben, yine atıldım devreye’’’ Öğretmenim, Çanakkale’yi geçilmez kılan başta Atatürk olmak üzere milletimizin yokluk içinde sergilediği cesarettir’’ dedim. Öğretmen beni tasdik edercesine, kutlarcasına bir kez daha baktı. Sonra savaşı kazanmış edasında bürünüp sınıfa döndü:
- Ben bu sınıftan bir tekinizin, bu yılki kutlamalar için anlattıklarımı yansıtabilecek, dinleyenlere bugünlere nasıl gelindi, yarınlara nasıl bakılmasını gerekti vurgusunu verebilecek birinin çıkmasını bekliyorum.
Öğretmenin sözünü duyanlar, öğretmenle göz göze gelmekten kaçındı, çoğu başını sıraya dayadı.
Öğretmen, yine bizi şaşırttı. İlerleyen yaşına rağmen çevikliği ile neden nasıl niçin olduğunu anlamamıza fırsat vermeden masasının üzerine zıpladı. Gözleri ile bizleri süzdü:
- Arkadaşlar sözlü yapmıyoruz, sıranın altlarında saklanmanıza gerek yok. Bu özgüven ister, gönül ister. Vatan sevgisi rica minnetle olmaz.
Öğretmenin masadaki duruşu, derste anlattıkları birden gözümün önüne Atatürk’ün Kocatepede’ki anıtını getirdi ve Nazım Hikmetin dizelerini… Kendimi tutamadım haykırdım:
- Öğretmenim Kuvâyı Milliye’den bir dörtlük okuyabilir miyim?
Kuvâyı Milliye sözünü duyan öğretmenimin yüz çehresi birden bire değişti. Gülümseyen tavır, okşayan sesiyle,
- Oku kızım.
Ben başladım okumaya,
‘’İnce uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon Ovası’na atlayacaktı...’’
Benim susmamla öğretmen başladı.
‘’Dağlarda tek tek
ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birden bire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu.
Paşalar `üç' dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun kenarına kadar,
eğildi durdu.
Bıraksalar
ince uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon Ovası’na atlayacaktı...’’
~ Nazım Hikmet RAN ~
Öğretmen, şiirini okuyup bitirdiğinde göz göze geldik. Bakışını değiştirmeden yanıma kadar geldi, kısık bir sesle ‘’ Görkem, bu yazıyı senin yazacağına inanıyorum.’’ dedi.
Zil çaldı, öğretmen gitti... Öğretmen gitti, nerdeyse aklımdan bütün anlattıkları gitti. Tek kalan,‘’ Görkem, bu yazıyı senin yazacağına inanıyorum.’’ Tek söz durmadan tekrarlıyor. Nerdeyse tutunmaya destek bulsa Görkem de gidecek yazı tek başına kalacak. ‘’ Bu yazıyı Görkem yazacak.’’
Akşam eve geldiğimde ilk iş yaşadıklarımı babama anlatmak oldu. Babamın cevabı tek ve netti. ‘’ Kızım, öğretmenin senin yazacağına inanmasa öyle söylemezdi.’’
Beynimde tekrarlayan söz iki oldu, ‘’ Kızım, öğretmenin senin yazacağına inanmasa öyle söylemezdi, Görkem bu yazıyı senin yazacağına inanıyorum.’’ Söz iki.. Söz iki ayakları üzerinde durabiliyordu. Durabiliyordu kararlı, ısrarcı hem de dimdik. Görkem de dim dikti. ‘’ Yazacağım!’’ diyordu.
Başladım yazmaya. Daha doğrusu düşünmeye. Aklıma önce öğretmenin anlattıkları geliyor bir bir… Alıyorum kalemi elime, öğretmenin anlattıklarını yazıyorum, ara veriyorum, tarih kitaplarını seriyorum yere… İnternet sayfalarını açıyorum, kapatıyorum... Tarıyorum, sayfa sayfa. Okuyorum, okuyorum.. Okuyor notlar alıyorum… Gören LYS YGS, KPSS sınavına hazırlanıyor sanır.
Yazıyorum, yazıyorum... Yazıya son şeklini babamla veriyorum,
‘’ NEMUTLU TÜRKÜM DİYENE
Aylardan Mart, soğuk demir işleyen cinsten….Toprak hendek hendek oyuk. Her toprak parçası bir cephe. Eli silah tutan koşuyor cepheye, adı Mehmet, daha adı konulmamış nicesi.. Silah bulan silahıyla, bulamayan, taşı sopasıyla..Kiminin ayağında çarık, kimi yalın ayak…
Hava soğuk mu soğuk. Mehmetçik uykusuz, Mehmetçik tir tir… Titrek el tetik. Seriliyor her teltikte düşman yere. Düşüyor arkaya yorgunluktan bir asker geri, adı şehit. An be an kurşun, dağılıyor beden; kol bacak, adı şehit. Doluyor her oyuk, doluyor taşıyor. Kan kusuyor toprak. Toprak. Toprak… Sarıyor bağrına şehidimizi, düşmanımızı koyun koyuna.
Kan kokusu sarıyor şafağın kızılını. Oluk oluk kan yıkıyor şehit bedenini. Sel sel dökülen gözyaşları…
Bir şehit, bir şehit daha… Her şehit Mehmet Akif’e yazdırıyor ilk dizelerini, ‘’ Bir hilal uğruna ya rap ne güneşler batıyor.’’
Yer gök inliyor, yer gökte top, tüfek yankısı… Top tüfek yankısı dövüyor komutanın emrini, komutanın emri dövüyor top tüfek yankısını ‘’ Ya istiklal Ya ölüm! ’’’
Her ölüm yarış, her ölüm şafağa bir adım.
Kurşun metelik. Bayrağı tutan son Mehmetçik cepte, bir komutan cepte. Son Mehmetçik bayrağı dikiyor tepeye. Son Mehmetçik, ‘’ Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak/Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak’’ dizelerinin ispatı.
Arif Nihat son dizelerini yazar,
‘’Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye
Yattığı toprak belli
Tuttuğu bayrak belli
Kim demiş meçhul asker diye’’
Mehmet Akif, dizelerini yazar,
Doğacaktır sana vaat ettiği günler hakkın
Kim bilir belki yarın belki yarından da yakın
Aylardan Ağustos, hava sıcak mı sıcak, Kasıp kavuruyor sıcak. Toprak hendek hendek yarılı. Koşuyor cepheye Çanakkale’den sağ kalan gazisi, genci ihtiyarı. Koşuyor cepheye yeni yetişen eli silah tutan tüyü bitmemişler.
Doluyor her hendek, doluyor taşıyor. Kan kusuyor toprak. Toprak. Toprak… Sarıyor bağrına şehidimizi, düşmanımızı koyun koyuna. Her ölüm yarış, her ölüm şafağa bir adım.
3O Ağustos şafağı, Şafağı saran Zafer güneşi, cihana bedel. Cihanın şanı, cihanın süsü. Tepelerde dalgalanır bayrak.
Mehmet Akif son dizelerini yazar,
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklal!
Komutan, ününe ün katan komutan, Mustafa Kemal Atatürk, emri değiştirir’’ Ya istiklal ya istiklal! ’’
Mustafa Kemal Atatürk, Ankara yolunda.
Mustafa Kemal Ankara’da, bugün doksan üç yıl önce 29 Ekim’de Zafer güneşini taçlandırılır. İstiklalin adını koyar. Adı; ’’Cumhuriyet’’
Ne mutlu Türk gençliğine, o bayrağı tutan birler, bugün binler milyonlar… Ne mutlu Türk Geçliğine Cumhuriyet gibi bir yüce değerin emanetçisi, bekçisi. Ne mutlu Türk gençliğine yıllar önce Şehitler Tepesine dikilen bayrağın gölgesinde barınır, Cumhuriyet güneşinde aydınlanır. Ufuklara aydınlık bakar.
Ne mutlu Türk gençliğine o bayrağı taşır elden ele.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal ‘’
29 EKİM
Tören alanı dolmuş, konuşma sırası bana gelmişti. Başladım yazdıklarımı okumaya içimdeki ses’’ ‘’ Başardım, başardım. Cesaretimin meyvesi birazdan alkış sesiyle toplanacak.’’
Başladım okumaya:
‘’Hava soğuk mu soğuk. Mehmetçik uykusuz, Mehmetçik tir tir… Titrek el tetik’’ cümlesini okurken ellerimin silah, ellerim Mehmetçiğin eli…
‘’Kan kokusu sarıyor şafağın kızılını. Oluk oluk kan yıkıyor şehit bedenini. Sel sel dökülen gözyaşları… ‘’ Cümlesini okurken, arkadaşlarım öğretmenlerimle göz göze geldim, birçoğunun gözlerinden damlaların süzüldüğünü dördüm. Farkında olmadan kendi gözlerimden de gözyaşlarımın okuduğum kâğıda düşüşüne şahit oldum.
Konuşmamın sık sık kesilen alkış seslerinde gözyaşlarımın durduğumu, yerini sevince bıraktığını hissettim.
……
Konuşmam bittiğinde inliyordu alkış sesi. Alkış seslerinin içinde yankıyan ‘’Görkem! , Görkem! ’’ sesleri…
Sanki;
Kurtuluş savaşını ben kazanmıştım. Her alkış top tüfek sesi…
Gözlerimden dökülen sevinç gözyaşları soruyordu bana ‘’ Aynı sevinç gözyaşlarını kurtuluşa tanık kaç Mehmetçik dökmüştür?’’
Yer gök ayaklarımın altındaydı.
Mavi bulutların aralığında cesaretin timsali Atatürk’ün silueti bana bakıp gülümsüyordu mavi gözlerde… ‘’ Cesaret başarıya böyle taşır insanı.’’ .diyordu.
BETÜL'ÜN BAŞI BELADA
Öğretmen yazmaktan başka çaremizin olmadığını söylüyor da başka bir şey söylemiyor. ‘’ Yazmamak gibi bir hakkınız yok, olmamalı da.’’diyor. Fazla değil sadece bir cümle. Yaratacağınız tek bir cümle sizi kolları ile saracak koca bir dünya. Yaşamak istiyorsanız, yaşamaktan zevk almak istiyorsanız, ‘’ Mutlu olmak benim de hakkım.’’ diyorsanız yazmaya mecbursunuz.’’ diyor.
‘’Öğretmen yazmaya mecbursunuz’’ diyor da başka bir şey demiyor. Bir de dönüp dönüp sınıfa soruyor ‘’ İçinizden ‘’ Ben yazacağım’’ diyen bir tek kişi var mı’’ Sınıfta çıt yok. Başlar öne eğik, nefesler tutulu. Öğretmen bir daha anlatıyor bir daha. ‘’ Yazmaktan başka şansınız yok.’’ Bir daha soruyor bir daha ‘’İçinizden ‘’ Ben yazacağım.’’ diyen bir tek kişi yok mu? ’’ Dilimi eşek arısı soksaydı da ‘’ Ben’’ demeseydim. Aslında ben soru sormak için ya da içimdeki korkuyu dile getirmek için parmak kaldırmıştım. Ben parmak kaldırıp daha ‘’ Ben’’ demeden sınıfın bütün dikkati bana yöneldi. Öğretmenin dikkati bana yöneldi. Bir anda sınıfın kahramanı olmuştum. Sınıfı kurtarmıştım öğretmenin ‘’ İçinizden ‘’ Ben yazacağım.’’ diyen bir tek kişi yok mu? ’’ sorusundan. Sınıf rahata erdi, benim başım belada.
Başım belada. Daha ‘’ Be ben’’ demeden öğretmen alıyor sözü ağzımdan. Beni övüyor da övüyor.
Hele şükür diyemedim ama cümlemin sonunu getirdim ‘’ Ben yazacağım da aklıma bir şey gelmiyor.’’ Öğretmen alışmış konuşmaya. Sanırsın bülbül, yok yok papağan.’’ Yazmaktan başka çareniz yok.’’ Cümlesine yeni bir cümle ekledi. ‘’ Yazacağım! ’’ demek yazmanın birinci adımı, ‘’ Ne yazacağım demek ikinci adımı.’’ Son cümlesini gözümün içine bakarak söyledi ‘’ Sen iki adım attın, kaldı bir adım.’’ ‘’ Sadece bir adım.’’
‘’Bir adım…’’ söylemesi kolay. Gel de at bir adımı. Ayaklarım sanki beni dinliyor. Resmen adımlarım geri geri gitmeye başladı. Dilim dersen başladı dönmemeye. Resmen heceliyorum aklıma takılan tek bir sözcüğü ‘’ Bi bir a adım’’ ‘’ Bi bir a adım’’
Sorular sorular? .. ‘’ Ya yazamazsam...’’ Ya yazdığım kötü olursa? ‘’ ''Ya arkadaşlar gülerse? ..'' Gülüşler geliyor birden gözümün önüne.Gülüşlerin her biri can alıcı, her biri atıyor beni ateşten ateşe. İçimdeki ses dışımdaki feryat işbirliğinde.’’ Betül başın belada.’’ diyor da başka bir şey demiyor.
Beynimde tek bir soru’’ Ya? ..’’
Dilimde bir tek hece ‘’ Ya? ..’’
‘’ Ya? ..’’lar uzadıkça uzuyor beynimde. ‘’Ya? ..’’lar tekrarladıkça tekrarlıyor dilimde.’’ Ya? ..’’ ’’ Ya? ..’’ ’’ Ya? ..’’..
’’ Ya? ..’’
’’ Ya? ..’’
’’ Ya? ..’’
Ve…
Ve uyumuşum. Beynimde tekrarlayan ‘’ Ya? ..’’lar. ‘’ Ya? ..’’ ‘’ Ya? ..’’...
‘’YA? ..'’lar köpürüyor. ‘’ Ya? ..’’lar kabarıyor. ‘’Ya? ..’’lar sürüklüyor beni ordan oraya. Öğretmeninin sesi yetişiyor ‘’İmdat! ’’ çığlıklarıma.'' Bir dal bul tutunacak.’’
Uykum bölünmüş.
Bir tek cümle yatağa düşürüyor, yataktan kaldırıyormuş.
Bütün yaşadıklarım gözümün önünde bir film şeridi. Geliyor, gidiyor... Her geliş gidiş beni getiriyor, götürüyor...
Aman Allah’ım ne zor şeymiş bir cümle yaratmak. Bu arada yeni bir deyim öğrendim ‘’ Dokuz doğurmak’’
Şimdi anlıyorum öğretmenin ‘’ O bir cümle size koskoca bir dünya yaratır.’’ Derken neyi anlattığını. Şimdi anlıyorum o bir tek cümlenin bize yürümeyi, bize konuşmayı yeni baştan öğrettiğini. Şimdi anlıyorum o bir tek cümlenin dersteki gülüşlerin boş gülüşler olduğunu öğrettiğini. Şimdi anlıyorum gülümsetmenin gülümsemeden önemli olduğunu, zor olduğunu.
Ve şimdi anlıyorum yaşadığım sancıların o bir tek cümlenin sancıları olduğunu.
Ve şimdi yazabiliyorum o bir tek cümleyi. O bir tek cümle ‘’ imdat çığlıklarıma yetişen öğretmenin sesi değil miydi?
''Hayat bir sel olup seni ordan ora sürüklemeden tutunacak bir dal bul.''
Şimdi üzülüyorum tutunacak bir dal bulamayanlar adına
SON
YETER Kİ UMUTLAR SÖNMESİN
İBRAHİM ŞAHİN
2020
YETER Kİ UMUTLAR SÖNMESİN
YAZAR:İBRAHİM ŞAHİN
ISBN: ………………..
Birinci Basım: 2020
Bu kitabın hakları İbrahim Şahin’e aittir. Tüm hakları saklıdır. Kaynak gösterilmeden kitaptan alıntı yapılamaz; İbrahim Şahin’in yazılı izni olmadan radyo ve televizyona uyarlanamaz; oyun, film, elektronik kitap, CD ya da manyetik bant haline getirilemez; fotokopi ya da herhangi bir yöntemle çoğaltılamaz, yayınlanamaz ve dağıtılamaz.
YETER Kİ UMUTLAR SÖNMESİN
SUNUŞ
Hiçbirimiz böyle büyük doğmadık. Biz de çocuktuk bir zamanlar... Anımsıyorum da, çocukluğumuzda en büyük gereksinmemiz bir tutam ilgi, bir yudum sevgiydi sadece. Gerisi boş...
Bir damla gözyaşı ve umutla yoğrulmuş sevgi, hırçın yaralı bir çocuk kalbini iyileştirip yarınları değiştirmeye yeterli miydi? İşte bu kitapta sevgi ve umudun el ele verince neler başarabileceğinin şifrelerini bulacaksınız.
Umut' un umudu hiç tükenmedi. Öğretmeninin de... Asla pes etmediler. Umuda giden ışıklı yolda, birlikte yürüyüp başardılar.
Onlar, ‘’her yüreğin kendi şarkısı’’nı söylediğini biliyorlardı... Kendi şarkılarını söylemeye devam ettiler, kimse dinlemese de…Ve bir gün baktılar ki herkes onları dinliyor ve ayakta alkışlıyor...
İbrahim Şahin, sadece şair-yazar ve öğretmen değil, aynı zamanda iyi bir psikolog ve sosyologdur da. Kalemini gerek şiirlerinden gerekse diğer kitaplarından ve çocuk öykülerinden tanırım. Kıvraktır. Çocuk ruhunun labirentlerinde gezinip çıkış yolunu bulmada zorlanmayan bir eğitimci ve bir yazardır. Bir tek kitapta, hoş bir grup çalışması ile diğer beş kitabı tanıtmak fikri hem eğitimci yanının hem de ince zekâsının ürünüdür.
Eminim, bu romanı okumak büyük keyif verecek her birinize...
Kiminiz özdeş kılacak Umut’la kendini. Kiminiz Umut’u rehber edinecek kendine.
Umut kuşlarınızın kanadı kırılmasın. Umut ışığınız hiç sönmesin. O, sizin yol gösteren kutup yıldızınız olsun...
Eğitimci Şair-yazar Naime ÖZEREN/İZMİR
Okulda fotokopi makineleri bir matbaa gibi kesintisiz çalışıyor, bütün öğretmenler birbirleri ile yarışırcasına test soruları çoğaltıyor; sınıflarda test üstüne test çözülüyordu. Öğretmen odasında tek konuşulan TEOG... Öğrencilerin aldığı TEOG puanları… Karşılaştırmalar, ‘’En yüksek not benim sınıftan, en fazla kazanan benim sınıftan.’’ diye övünmeler…
Otuzar kişilik sınıflarda günlük altı ders saati konuşulan, odaklanılan konu TEOG. Öğrenciler, sekiz yıl at gözlüğü takmışçasına TEOG dışında bir şey göremiyor, TEOG dışında hayat düşünemiyor, duygularının bile farkına varmıyordu.
Dostluk, paylaşım neydi? Dostluk paylaşım, testlerdi, testlerin çözümüydü. Kıskançlık arkadaşının senden bir puan fazla almasıydı. Güvende ölçü nottu. Korku, düşük not almaktı.
Mevsimler kitaptaki yazıldığı satırlardan ibaretti. Soyuttu. Yaşadıkları evrenin, okul dershane yolu haricini bilmezlerdi. Parkları, parklara çıkan yolları… Kuşları, kuşların cıvıltılarını...
Gece- gündüz yoktu somutlarında. Göklerin mavisi, mavilerin süsü yıldızlar yoktu. Kar fırtına yoktu. Çağlayan ırmaklar yoktu. Baharda açan papatyanın rengi yoktu gözlerinde, kokusu yoktu burunlarında, Fen Bilgisi kitaplarında bitkiler alt başlığında sadece çiçekler içerisinde adı yazılıydı papatyanın.
Sekiz tam yılda, güneşin doğuşuna, batışına ebemkuşağının rengine bir kez olsun bakan bakma gereği duyan öğrenci yoktu. Beyinlerine TEOG harici tohum serpilmemişti. Dünya ile olan tek bağları soludukları hava… Nerdeyse hiçbiri annesinin kucağına oturup saçını okşatmamıştı. Anneleri ile ilk göz göze geldiklerinde, annenin ilk sözü ‘’ Dersinin başına!’’
Sokaklar yasaktı her birine, ne zanan sokakta iki yaşıt yan yana gelse pencereden gözükür annelerin başı… ‘’ Çabuk eve!’’ Ev, ev… Pencereden bakmak yasak. Ayağa kalmak yasak. Boş duvara bakmak yasak.
Anne proglanmış günlere… Başına dikilir, başlar saymaya ‘’TEOG’a elli dokuz gün kaldı. Elli sekiz, elli yedi...’’ Sonra başlar savunma almaya ‘’ Kaç test çözdün?’’ verilen cevap tatmin etmez bir türlü. ‘’ Yetmez, çözdüğünün iki katı daha çözeceksin!’’ Anlayıp anlamadığına bakmaz, yorulup yorulmadığına bakmaz, sıkıntın, derdin hiç bakmaz. Ona göre ne sıkıntın olur, yediğin önünde yemediğin ardında. Tekrarlanan söz’’ Saçımı süpürge ettim.’’ Diyemezsin ‘’ Fidan ömrümü, koklayamadığım tomurcuğumu, hayallerinize paspas ettim.’’
Ne zaman notun bir puan düştü. Annende bir telaş, bir telaş… Kırk derece ateşin çıkmışçasına, doktora götürürcesine, tutar elinden götürür okula, diker öğretmenlerin karşısına.
Başlar konuşmaya, ne olur bir reçete yaz dercesine ‘’ Öğretmen Hanım, oğlumun notu düştü, ne olur bir çare.’’’ ‘’ Öğretmen Efendi, kızımın notu niçin düştü?’’ Sorduğu öğretmenin gözüne bir yaramazlığın takılmışsa yandın ‘’ Daha dur, bu notu aldığına şükret, bu notu da bulamayacak.’’ Kıyamet koptu kopacak. Annen bakışları ile başlar hesap sormaya ‘’ Evde bunların hesabını ben sana sormaz mıyım?’
‘’ Öğretmen Hanım...’’ ’’ Öğretmen Efendi… ‘’ Kimi, güler geçer, her gün duyduğu anlamsız sorulara. Kimi, başlar seni övmeye ‘’ Bir puan telafi edilir, bu kadar baskı yapmayın çocuğunuza.’’der. Kimi dakikalarca çalışma planı anlatır, anne anlamaz anlatılanları ‘’Öğretmenin dediklerini iyi dinle, yaz.’’ der. Anlamaz bir türlü, anlamanın, not yükselmenin demekle olamayacağını. ‘’ Ben anlamam, not yükselecek!’’ diyemezsin ‘’ Anlamadığında not düşer.’’ Aklından geçer ‘’ Benim yerime sen sınava gir, yükselt.’’ ama diyemezsin.
TEOG’un iyi yönü yok mu? Var var olmasına. İş buyrulmaz sana. İş buyurularsa ‘’ Aman, çocuğun notu düşer. ‘’ Annenin babanın yaşı ne olursa olsun atılır ‘’ Aman oğlum, aman kızım, sen dersinin başından kalkma, beynin bölünmesin, ben senin yerine yaparım.’’
O nedenle bir kez olsun hissetmemişizdir fırından alınan ekmeğin sıcaklığını. Bilmeyiz bakkalda ekmeğin fiyatını.
Kendi bahçemizdeki yeşilin, ağacın yabanıyız. Ağaç bize sevgiyle açsa da kollarını biz görmez, anlamayız. Dallar düşman gözükür bize. Kırarız bir bir.
Hemen laf yapıştırılır suratına ‘’ Okumuş çocuksun, sana yakışır mı?’’ İyi de okuduklarımızda ağacın dalı budağı yoktu ki.
Evde kapıya bacaya çarparsın, merdivenlerden yuvarlanırsın, hemen yapıştırılır suratına ‘’ Kazık kadar oldun, önüne baksana!’’
Senede bir defa bakkala gönderilirsin. Aklın testte. Paranın üstünü almazsın, alır düşürürsün, laf çarpılır suratına ‘’ Okumuş çocuksun, alacağın…. Bir onu mu hesaplayamadın?’’
Sekiz yıl böyle gelir geçer. Sekiz test sorusu çözmede geçen süreye eşit süreymişçesine.
Sekiz yılın sonunda, sınıflarda birer ikişer, bilemedin bir sınıftan en yoğun beş kişi TEOG puanı ile istediği bir okula yerleşiyordu. Diğer öğrenciler düş kırıklığı ile daha hayata adım atmadan yenilgiyi tadıyor, hayata karşı direnme, mücadele duygusu ‘’çimlenmeden ‘’sökülüp atılıyordu ruhlarımızdan…
Türkçe öğretmenimiz Leyla, bu yarışın dışında kalanlardandı. Bir de bu yıla özgü Matematik öğretmenimiz Hasan.
Hasan, bu yarışın dışındaydı, dışındaydı çünkü Hasan’ın dünyasında Umut vardı. Tek bir Umut… Dersinin çarpanı böleni… Kesirlerin payı, paydası Umut.
Hasan, nerdeyse dersin konusuna Umut, problemin bilinenine Umut, Bilinmeyenine Umut yazacaktı.
Hasan Umut’u etkisiz kılmadan problem çözemeyeceğini anladı. Umut’u karşısına alıp konuşmak istedi. Hasan tahta başında, yüzü sınıfa dönük, Umut karşısında, sırtı sınıfa dönük. Hasan daha ‘’Umut,’’ demeden daha doğrusu demeye fırsat bulamadan sınıfın en arkalarından kalkan parmaklar. Biri gözünü tutuyor’’ Umut gözüme kalem attı.’’ diyor. Biri alnını tutuyor ‘’ Bana silgi attı.’’ diyor.
Biri elinde kâğıdı gösteriyor ‘’ Bana kâğıt attı.’’ diyor. Hasan soruyor’’ Ne zaman attı?’’ hep bir ağızdan cevap ‘’Şimdi.’’diyordu.
Hasan şaşkın, nasıl olurdu, Umut karşısında idi. Bir an kendinden emin olmak istedi, elline baktı, kendi eliydi, yerindeydi. Yüzünü yokladı, yerindeydi. Kalbini yokladı, atıyordu. Karşısındaki Umut’tu.
Umut, renk vermiyor, sır vermiyor, gayet sakin, öğretmeninin gözünün içine bakıyor. Sınıfın şikâyetçi olduğu sanki Umut değil Umut’un gölgesiydi.
Umut’un arkada olan elinin biri, sınıfın bir köşesine, öbürü; öbür köşesine aynı anda atış yapabiliyordu. Hasan Umut’la konuşamadan zil çaldı. Umut sınıfta. Hasan sınıftan çıktı. Umut’un sınıfta olan bedeni. Yaptıkları, yapacakları Hasan’ın beyninde. Umut Hasan’ın gözünün önünde. Umut Hasan’ın dilinde…
Hasan, öğretmen odasında…
Hasan çayını aldı. Hasan çayına bir şeker attı’’Bir Umut.’’ bir şeker daha attı ‘’ İki Umut.’’ dedi. Çayına attığı şekerin adı bile Umut olmuştu. Hasan’ın eli çayda, gözü cama çarpan topta. Topta değil Umut’ta. Camda Umut’tun gülen yüzü… Açılan kapıda her beliren Umut… Duyduğu her nara Umut’un sesi. Üslü sayılar vardı var olmasına da Umut’un da üslü hali var mıydı?
Hasan üslü sayıları bıraktı. Düşündü, düşündü… Doluya koydu dolmadı, boşa koydu boşalmadı.
Denklemler alt üst. Problem çözümsüz… Çözümsüz problem var mıydı? Her problemin çözümü problemde gizli değil miydi? Hasan beynine yazdı, silinmez harflerle ‘’ Umut’un 2 katının 20 fazlası eşittir 3/1’ne. Üçte bir eşittir hayatın kendisi. Her zaman kurar eşitlik dengesini umut… Umut problemin payı, paydası, Eşitliğin dengesi. Umut hayatın öznesi.
Umut’un matematiksel çözümü yoktu ama bir çözümü olmalıydı nasıl ki her problemin değişik bir çözüm yolu varsa Umut’un da olmalıydı.
Hasan Umut’un çözüm formülünü buldu. Umut’u gıpta ile baktığı Leyla öğretmenin sınıfına nakledecek. Umut o sınıfta etkili öğrencilerle iyonlaşacak, pozitif etken olacak.
Leyla öğretmenin sınıfı son günlerce kendinden sıkça söz ettiriyordu. Leyla öğretmen farklı, sınıf farklı…
Sınıf sınıflar arasında farklı, kendi içinde farklı..
Sınıf kimine göre sekiz asrın mekânı… Kimine göre sekiz ayın, sekiz günün.. Sınıftaki her öğrenci farklı bir kimlik. Her biri, bir roman kahramanı.
Dilara, sınıfın yarışı bir adım önde götüreni. Dilara, ön adım güdüsünün emrinde. Emir açık, emir tekrar ‘’ Bir adım ön!’’ Dilara, sınıfın en yüksek notu alanı olmada bir adım önde. Ola ki eşdeğer notu aldı en yakın arkadaşı Öykü, başlar Dilara’da yürek sancısı, sinir harbi.
Derste Dilara, ilk parmak kaldıran, en fazla parmak kaldıran. Ola ki zilin çalması bozdu eşitliği, bir parmak boyu geçti, kendini en sevdiği arkadaşı, başlar Dilara’da yürek sancısı, sinirsel savaş…
Sınıfta eşitlik boş derslerde, teneffüslerde sağlanırdı. Her öğrencinin elinde kitap oluşu, okuyuşu eşitliği sağlıyordu.
Arada bir eşitliği Dilara’nın tebessümlü gülüşleri bozardı. Dilara, arada bir arkadaşlarının okuduğu kitaplara bakar, kendi okuduğu kitaplara bakar, arkadaşının okuduğu kitap çocuk kitabıysa, edebî değilse; bakar arkadaşına, yüzünde bir tebessüm ‘’ Okuduğu kitaba bak!’’ dercesine
Sabiha, Kazım, Sude, Sedan her biri ayrı dünya. Dünyaları kendince, defterlerinde gezinir, kitaplarında kaybolur... En büyük oyuncakları kalemleri, silgileri… Onlarla konuşur, onlarla dertleşir. Sıra arkadaşlarına bile ‘’ Günaydın.’’ deyişleri nadir. En bildikleri sorulara bile cevap verirken yanaklarındaki kızıllık ayrı bir sevimlilik yansıtır yüzlerine…
Öykü, adıyla özdeş. Özlü sözler, olgun davranış sergisi. Bakışlar yarışın ön adımı ile son adımına bakışta aynı. Kendi adımının bilicinde. Adımları doğru hedefte.
Sınıfa yeni bir kimlik geliyordu, kimseye benzemeyen. Sınıfın çoğunluğunun bilmediği. Sınıftaki dengeler, eşitlikler… Ön adımlar, son adımlar nasıl olacaktı?
Sınıfın öznesi, sınıfın bilinmeyeni Umut… Romanın belkemiği Umut.
Sınıfın bilmediği kendi içinde bilmece Umut. Umut’u en yakın arkadaşına sorsanız ‘’ En sevdiğim arkadaşım, harbidir, asla arkadaşını satmaz, istese gözümü kırpmadan canımı veririm. Umut, okula geliş nedenim, Umut okulda bekleme nedenim.’’der.
Sınıfın başarılı öğrencilerine sorsanız Umut’u, ‘’ Umut, kendini rüzgâra kaptıran, Umut kendini sele kaptıran, Umut yatağını bulamayan taşkın nehir, o nedenle kafasını sınıfın duvarlarına, penceresine, kapısına çarpan…
Taşkın suların merdiven şelalesinden yuvarladığı, kolunu bacağını kırdığı.
Başarılı öğrencilerin tespitleri doğru muydu? Umut’un sargısız okula gelmeme nedeni anlattıkları mıydı?
Annesine sorsanız yaka silker. Babasına sorsan ‘’ Ömrümde çekmediğim çileyi yaşattı bana.’’der.
Baba, haftanın iki günü iş yerinde, üç günü okulda. Her defası iş yerinden izin isterken yer yarılıyor, yerin dibine giriyor.
Çalan her telefonda eşinin ‘’ Umut, yine suç işlemiş, okuldan aradılar.’’ diyeceği korkusu ile açar telefonu. Çoğu kez eşi telefonda ‘’ Gelirken bir kilo tuz al, ekmek al…’’ diyor. Baba ‘’ Bir kilo tuz için beni arama, bir kilo tuz için ben bir kilo ter döküyorum.’’ der.
Baba yılın sekiz ayı bir maaşlı dört kişilik evin bütçesini tutturamaz. Bütçe hep açık verir. Umut’un hangi gün, okulun hangi eşyasına zarar verdiğini, kaç para ödeyeceğini bir türlü tutturamaz. Yılın kalan dört ayı, açılan bütçe açığını kapatma mücadelesi verir.
Kardeşi Aslı, Umut’u aldığı belgelerle – Ceza Belgeleri- ile tanıyordu.
Kendisinin aldığı, ‘’Onur Belgesi, Takdir Belgesi’’ne abisinin kaç ceza belgesinin karşılık geldiğini sayardı hep. Kendi belgeleri ile abisinin belgelerini aynı dosyada saklardı. Ne zaman sayısını annesine, babasına söylemek istese ‘’ Aman kızım, hatırlatma, aman kızım sen abine benzeme.’’ derlerdi.
Öğretmeni ile farklı, öğrencisi ile farklı dillere destan 8D sınıfı…
Leyla öğretmenin farkı kendine özgüydü. Sınıf farklı, kendi farklı... Öğretmen odasında çok konuşmayan kendi düşüncesi ile yoğunlaşan biriydi. Diğer öğretmenlerin gözünde içine kapanık, sorunları olan, gülmesini, eğlenmesini bilmeyen, sohbetlere katılmayan biriydi. Kısacası diğerlerine benzeme yarışının dışındaydı…
Leyla öğretmen, kendisini sohbete davet etmek isteyen sorulara ilgisini çektiği ölçüde katılırdı, ilgi alanına girmeyen konuşmalara karşısındakini kırmadan gülüp geçerdi. Biliyordu anlattıkları farklı olacaktı diğerlerinden, anlaşılmayacaktı…
Leyla öğretmen, toplumsal huzurun, toplumsal kalkınmanın, toplumsal barışın ancak ve ancak toplumun kültür seviyesinin artması ile sağlanacağı inancındaydı. Gerçi bu görüşe bütün öğretmenler, toplumun bütün kesimleri katılıyordu. Aksi iddia edilmiyordu. Kültürünün nasıl kazandırılacağı konusuna gelince çoğunluk oralı olmuyordu.
Kültür, kökü yüzyıllara dayanan, değişimi yüzyıllara varan bir değerler toplamı. Kısa vade hesaplar peşinde koşanların göremeyeceği, anlayamayacağı bir oluşum.
Leyla öğretmen, bu durumu, nadir konuşmalarında ve eksik etmediği iç dünyasında değerlendirirdi. Ona göre toplum yüzde yüzden oluşur. TEOG koşusunda ipi göğüsleyen yüzde birdir. Yüzde doksan dokuzu bu koşuya odaklamak ve sürekli kamçılamak, yeteneklerinin göz ardı edilmesine, törpülenmesine ve güvenini kaybetmesine neden olurdu. Yine ona göre yüzde doksan dokuzlarla toplumsal huzuru baltalayan, toplumsal dayanışmadan uzak, toplumsal barışa engel bir nesli sürekli topluma katmak, yaşanacak sorunları yüzyıllarca çözümsüz kılardı. Leyla öğretmen’e göre yüzde doksan dokuzu kazanmak yüzde biri kazanmaktan daha öncelikli olmalı idi.
Leyla öğretmen, yüzde doksan dokuzu mesleğinin ilk yılında kazanmayı keşfetmiş ve mesleğinin sonuna kadar ilke edinmişti. Mesleğinin ilk yılında Güneydoğu’da görev yaptığı okulda lise son sınıf öğrencilerinin yaş ortalaması, o zaman yirmi yaşında olan Leyla öğretmenin yaşına denkti. Öğrencilerinden bir kısmı evli, çocuk sahibi idi.
Öğrencilerde ders çalışma alışkanlığı, defter tutma alışkanlığı yok. Öğretmen o öğrencilerle Yazar Fehmi Başkut’un ‘’Harput’ta Bir Amerikalı’’ eserini sahneye koymak ister.
Kitap 240 sayfa, ezberletmek bir sorun. Yöneticilerin esere izin vermemesi ayrı bir sorun. Lisede bir tek kız öğrenci, babası imam, abisi mutaassıp. Bu durum kızlarının tiyatroda rol almasına engeldir.
Leyla öğretmen, bütün engellere göğüs gerer, dönem sonu eseri sahneler. Sergi sırası, kuliste kız öğrenci S...’ye sorar: ‘’S..., Nasıl gidiyor? ’’ aldığı yanıt: ‘’Hocam, hiç sormayın babam bir taraftan, ağabeyim bir taraftan fotoğrafçı arıyor, sahnede benim kızın bir fotoğrafını çekin, diyor.’’ Öğretmen öğrencisinin gözündeki sevinci görebiliyordu. Kendi gözlerindeki sevinci göremiyordu ama kalbinin sesini duyuyordu. Sevinci öğrencisinin sevincinin yüzlerce katı. .. Sergi sonu kaymakam Ç… K…: ‘’ Baştan sona önyargılıydım, Böyle başarılı bir çalışma beklemiyordum. Size bir aylık izin, öğrencilerinizle Türkiye gezisine çıkabilirsiniz.’’ demişti
Kaymakam ayrıca ‘’Masraflarınız Sosyal Dayanışma Fonu tarafından karşılanacak, ayrıca ilçeye bir tiyatro salonu kazandırma sözünü veriyorum.’’ demişti. (Kaymakamın iki ay sonra askere gitmesi ve askerlik dönüşü kısa bir süre çalıştıktan sonra başka bir ilçeye atanması sonucu tiyatro salonu sözünü yerine getirilmemiştir.)
Leyla öğretmen eserin sergiye hazırlıma döneminde, öğrencilere eseri sergilemeleri durumunda tüm derslerinden geçebileceklerini ve mezun olabilecekleri sözünü vermişti. Sergi sonu öğrenciler ‘’Ne olur bizi mezun etmeyin, biz bir yıl daha okuyup tiyatro oynamak isteriz.’’ diye yalvarmıştı.
Oyunu engellemeye çalışan okul müdürü bile ‘’Yıllardır okulun adını anan olmamıştı, madem böyle, senden derslere girmeni istemiyorum, ayda bir oyun sergilemeni isterim.’’ demişti. Bu olayın ardından ileriki yıllarda okulun kız öğrenci mevcudu artmış; kimi veliler rol verilmeyen kız öğrencisi için ‘’Bizim kıza niçin görev vermediniz? Bizim kız bilmem kimin sümüklüsü kadar rol yapamaz mı? ’’ Şeklinde baskılarda bulunmaya başlamıştı.
Küçük bir ilçe olan …’de yöneticisi, öğrencisi, velisi ile tüm halkın konuştuğu bir tek konu okul tiyatrosu idi. Okul tiyatrosu çevre köy ve kasabalarda da konuşulmaya başlanmıştı. Tiyatro faaliyetleri ile yüzyıllarca yıkılamamış ‘’Kızlar okula gitmemeli, kızlar sahneye çıkmamalı! ’’ gibi geleneksel düşünceler bir çırpıda yok olmuştu.
Öğrencilerin klasik eğitim öğretim yolu ile kazanamadığı yüzlerce olumlu davranışın tiyatro yolu ile edinmeleri ayrı bir kazanım. Yüzdelik hesabı böylece yüzde doksan dokuzun üstüne taşındığı gibi yüzde yüzün üzerine kısa sürede çıkılmıştı. Öğretmenin duymuş olduğu mutluluk ise işin bonusuydu, ömür boyu yetecek kadar bereketli.
Leyla öğretmen, kısa sürede gerçekleştirmiş olduğu bu değişikleri gördükçe bir kez daha anlıyordu Atatürk’ün: ‘’ Öğretmenler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır.’’ Sözünü niçin söylediğini, bu sözde ne anlatmak istediğini. Bir tek ideali vardı; ‘’Atasına layık bir öğretmen olmak.’’
Leyla öğretmen, görev yaptığı son okulunda da ilkelerinden taviz vermeden çalışıyordu. Derse ilgi duymayan öğrencilerine ders için baskı yapmaz, onların ilgisini çekecek öyküleri bulur, öğrenciye derste ‘’Sen bunu oku, eminim ilgini çekecek, beğeneceksin’’ der. Okuduğunu gördükçe her gün bir başka yazı bulur, getirir verirdi. O tür öğrenciler teneffüslerde peşine takılırdı.
Öğretmen teneffüslerde öğretmen odasına uğramaz, koridorun kıyısında köşesinde üç beş öğrenci ile konuşur olurdu. Sabah dersine girer, öğleden sonra bir kısmı ile tiyatro çalışır, bir kısmı ile şiir okuma çalışması, bir kısmı ile de yazınsal çalışmalar yapardı.
Yetenekli öğrencilerin yazılarını dergilerde, Internet sitelerinde yayınlardı. Bir öğrencinin yazısının yayınlandığında duyduğu mutluluk, başka bir öğretmenin bir öğrencinin TEOG’de aldığı puandan kat kat fazla idi. Hele tiyatro sergilerinde aldığı alkış... Okulun en yaramazlarını bir araya getirerek bir eser ortaya koyması, idare ile işbirliği yaparak onlara onur belgesi vermesi… Onlara bir kişilik kazandırması…
Olumsuzluk gösteren bir öğrencinin olumlu bir davranış kazanması durumunda sınıfta “Arkadaşınızın kazanmış olduğu bu davranış, benim için beş alandan beş kat daha değerlidir.’’ derdi. Hayrullah, bunlardan biri idi.
Hayrullah, yedinci sınıfa geldiği halde okuma yazmayı kazanamamış biri idi. Yaşça sınıftan bir yaş ileri. İlgi alanı oluşturamadığı için sürekli sınıfta arkadaşlarına güç kullanan, okulun kapı, penceresini kıran, her teneffüs idarece sorgulanan biri. Hayrullah’ın kitaba bakarak yazdığını keşfeden Leyla Öğretmen ona ‘’ SENİ SEVİYORUM’’ cümlesini yazarak verir. Bu cümleyi ‘’Her gün birer sayfa yazıp bana getireceksin.’’ der. Hayrullah yazar getirir. Hayrullah, zaman içerisinde harfleri, heceyi, heceleyerek okumayı gerçekleştirir. Dönemin sonunda Hayrullah, okuryazar olmuştur artık.
Leyla öğretmen, Hayrullah’ın sekizinci sınıfta kitapçılardan 500 sayfalık kitaplar aldığını görür. Kitaplar seviyesine uygun değil.
Bir de Hayrullah’ın ekonomik durumu… Hayrullah’ın Halk Kütüphanesine üye olmasını sağlar. Hayrullah’a haftalık alacağı kitabın ismini verir, kendisi evinden getirir verir. Hayrullah’ın artık sınıf içinde arkadaşını dövmesi, okul araç gereçlerine zarar vermesi sona ermiştir. Öğretmen sürekli sınıf içinde Hayrullah’ı örnek gösterir, sözleriyle onu ödüllendirir. Sınıfta Hayrullah’a, kitaba, bir ilgidir alır başını gider. Sınıf için ‘’Kitap Kurdu’’ denilmeye başlanmıştır.
…
Umut yeni sınıfında.
Yeni sınıf ;‘’Kitap Kurdu’’
Umut kime baksa elinde kitap… Umut espri yapmaya çalışır. Karşılık verip gülen yok.
Umut kime yaklaşsa yaklaştığı kendinden uzaklaşıyor. Umut inadına yaklaşıyor, inadına espri üstüne espri yapıyor. Aldığı tepkiler alışık olmadığı tepkiler ‘’ Kitap okusaydın espri anlayışın değişirdi.’’ Umut savunmasız…
Küfür etseler küfürle karşılık verecek, yumruk atsalar yumrukla. Yok, yok böyle olmayacak, Umut ilk önüne gelene ilk çelmeyi takar. Aldığı tepki ‘’Sana bu davranış yakışabilir, aynı şekilde sana karşılık vermek bana yakışmaz, özür dilerim .’’
Umut şaşkın ‘’ Bana küfür edeceği yerde özür diliyor, bu nasıl iştir anlamadım.’’ Cevap gecikmeden gelir ‘’ Okusaydın anlardın.’’ Umut şaşkın… ‘’ Bunlar benim aklımdan geçeni de okuyabiliyor.’’ Umut çaresiz… Umut geçer arka sıraya, tek başına oturur. Umut sıkılır, çıkar dışarı. Umut bir ders içerde bir ders dışarıda. Umut bir gün okulda üç gün dışarıda…
Umut ne zaman bir yaramazlık yapmaya kaksa bir tokat gibi çarpar ‘’ Sana bu yakışırdı.’’ sözü. Bir söz bu kadar mı ağır olur, adamı tekmeden, tokattan beter çarpar.
Umut düşüncede, Umut arayışta… Sınıf kitapların sayfalarında…
Umut, uykuda...
Umut, uykuda. Umut, rüyada… Umut, öğretmenlerinden azar işitmiyor. Umut tahtada tek ayak üzerinde beklemiyor… Umut, sınıftan dışarı atılmıyor.
Umut, disiplinde beş öğretmenin karşısında boyun bükmüyor, buram buram ter dökmüyor… Umut, arkadaşlarının ‘’ Çantam karıştırılmış, defterlerim kitaplarım karalanmış, sayfaları yırtılmış.’’ çığlıklarını duymuyor.
Umut’ anne babası ‘’ Yine ne yaptın? Bu kaçıncı? Sen akıllanmayacak mısın?’’ demiyor.
Umut, arkadaşlarını tokatlamıyor, Umut’u arkadaşları tokatlamıyor... Umut’u kitabın sayaları sorguluyor ‘’ Okuyacak mısın?’’ Arkadaşlarının ‘’ Okusaydın.’’ sözleri tokatlıyor. Sorgulamayı gündüzler bırakmış, geceler devralmıştı.
Umut iyonlaşıyor… Umut mutasyonda.. Bölünüyor, bölünüyor, mikro parçalara bölünüyor… Her parçada ‘’Okusaydın.’’ yazılı.
Atmosfer soğuk mu soğuk, tir tir titriyor Umut… Ekvator sıcak mı sıcak, dökülen terler kırk ikinci yağmuru desen değil. Kırk ikinci yağmurunu Umut nereden bilecek. Dökülen ter olsa olsa Umut ikinci yağmuru idi. Umut’a sorsan ne Umut ikinci yağmuru, binli milyonlu ikinci yağmurlarıydı.
İklim kar fırtına, savruluyor Umut, bir beden ölçüsü yatakta. Yatak bir beden ölçüsü, savrulmanın sonu yok. Umut ufuksuz çölde. Umut esir kampında…
Umut’ta çığlık peş peşe ‘’ Yeter artık!’’ Yeter!’’ Umudun son çığlığı ‘’ Okuyacağııımmm!’’ Umut ‘’ Okuyacağım’’ çığlıkları ile uyandı. Annesi şaşkın. Oğlundan alışık olmadığı sözler duyuyordu. Oğlunun başına geldi duasını okudu, tükürdü Umut’un yüzüne, okşadı başını.
Umut, kahvaltısını yaptı. Umut vitrinde bulunan kitabı – Vitrinde bulunan tek kitap- aldı, tuttu okulun yolunu. Umut’un aldığı kitap annesinin kupon biriktirerek aldığı yemek kitabıydı. Umut farkında değildi elindeki kitabın.
Umut sınıfta.
Umut çevresine bakıyor… Her kime baksa elinde kitap… Umut, aldı eline kitabını. Baktı kitaba. Kitap ‘’ MUTFAKTAKİ YARDIMCINIZ’’ Umut, kitabı kimseye göstermeden sıranın altına koydu.
Zil çaldı, gelen; Leyla öğretmen derse bir göz attı. Herkesin elinde kitap, Umut’ta sessizlik, meraklı bakış… Leyla’nın gözü Umut’a odaklı. Leyla’nın gözü avcı gözü, gözlerine yansır, avını kapana düşüren avcının sevinci…
Leyla’ya fırsat… Leyla bu ders Umut’u yoğurmaya kararlı. Sınıfa bir şey belli etmez. Leyla farkı ile planını devreye sürer.
Her zaman ki gülümseyen tavrı okşayan sesi artı yeni avın sevinci ile,
- Günaydın çocuklar! ’
- Günaydın öğretmenim.
- Oturun çocuklar.
Öğrenciler yerlerine oturdu. Öğrenciler pür dikkat, gözler öretmende. Öğretmenin gözündeki sevinç gözlerinden kaçmaz, meraklar öğretmenin ağzından çıkacak sözde…
Sessizliği Hayrettin’in sorusu bozar ‘’ Öğretmenim vermiş olduğunuz kitabı bitirdim. Bana yeni kitap verecek misiniz?
- Elbette vereceğim Hayrettin.
(Leyla öğretmen, sınıfa döner.)
- Çocuklar, sizden Hayrettin’in bir yıl önceki davranışı ile bu yılki davranışlarınızı karşılaştırmanızı istiyorum.
Yasin,
- Öğretmenim, Hayrettin geçen yıl beni dövmüştü.
Öğretmen, her soruda bir sınıfa, bir Umut’a bakar. Her soru, her cevapta Umut can kulağı…
Şafak,
- Benim de çantamı pencereden dışarı atmıştı.
Her konuşmacının her konuşmasında Umut kendini bulur, baş eğilir, yüz hatları gerilir, beliren ter damlacıkları…
Her konuşmacıda, Umut’un yanağındaki her damlada, öğretmen, hedefe bir adım daha yaklaştığını görür, sevinci de bir kat, bir kat daha artar…
Duygu,
- Bana da küfür etmişti.
Kıvılcım,
- Hep okuldan kaçardı.
Alev,
- Okulun duvarlarına yazı yazardı.
Leyla öğretmen,
- Peki, çocuklar bu yıl Hayrettin aynı olumsuz davranışları sergiliyor mu?
Tüm öğrenciler hep bir ağızdan,
-Hayır, öğretmenim.
Leyla Öğretmen,
- Hayrettin’deki bu değişikliğin sebebi nedir sizce?
Damla,
- Öğretmenim, Hayrettin kitap okumaya başlayalı yaramazlıklarını bıraktı.
- Çocuklar, Hayrettin’in kazanmış olduğu bu olumlu davranışlar, beni Dilara’ın 5 almasından beş kat daha mutlu ediyor.
Dilara, her zaman 5 alıyordu. Dilara’nın kazandığı yeni bir davranış yok. Ben bu konu hakkında sizlerle biraz konuşmak istiyorum.
Günümüzde dershanelerin yaygınlaşması, TEOG uygulaması; sizleri okul dershane ev üçgeni kapanına sıkıştırdı. Akademik başarısı yüksek olanlarınızın velileri de olmayanların velileri de sizlerden TEOG başarısı dışı hiçbir şey beklemedi. Akademik başarı seviyesi düşük arkadaşlarınız bu kapanda sıkıştı.
( Öğretmen konuşmasını sürdürürken Umut’u gözden kaçırmıyordu. Son cümlede umut kafese girmişti.)
Umut, öğretmenin anlattıklarında kendini buldu, ilk defa içinde, bir öğretmene karşı sevgi çimlenmeye başladı.
Öğretmen, konuşmasını sürdürdü ‘’ Bu arkadaşlarınız feryat etti. Bu feryadını anne babaları duymadı, zaman zaman bizler duymadık. Bunların feryadı arttıkça arttı. Duyan yok, dinleyen yok. Bunlar hırçınlaştı. Zarar vermeye önce kendilerinden başladı. Defterlerini yırttı, kitaplarını yırttı. Sonra arkadaşının defterini kitabını…
Oysa arkadaşlık kavramının ne kadar önemli olduğunu öğrenmişti, öğrenmesi işe yaramadı, arkadaşına zarar vermeyi bir oyun haline getirdi, zarar verdikçe mutlu oldu.’’
Umut yerinde duramıyor, Umut duruyor kalbi durmuyor.. Kendine özgüveni olsa haykıracaktı ‘’Doğru söylüyorsunuz öğretmenim!’’ Umut farkında değildi, öğretmeni gözlerinden okuyordu ne demek istediğini. Umut’a bakarak gülümsedi. Öğretmenin gülümsemesi okşadı Umut’u. Umut’un duyduğu rahatlama dolup taşıyor yüzünden… Öğretmen Umut kadar mutlu, mutluğu yansıyor konuşmasına. Devam ediyor konuşmaya’’ Bu arkadaşlarınız sonra okuduğu okula zarar verdi. Okulun da kutsal olduğunu biliyordu; bilmesi işe yaramadı. Sonra hayatında en çok sevdiği sevebileceği tek varlık anne babasını üzmekten hiç çekinmedi. Bunlar uzadı gitti… Bunların hepsini bir kısmınız uygulayarak bir kısmınız, izleyerek öğrendi.
Özellikle bu sınıfta akademik başarısı olmayan arkadaşlarınızın kitap okumaya yönelmesi kendilerini olumsuz davranışlardan korudu. Hayrettin kitap okumaya en sonradan katılan biri olmasına karşın en hızlı ilerleyen biri. Ben Hayrettin arkadaşınızı bir kez daha kutlar sizden alkışlamanızı istiyorum.
Alkış sesleri yükseliyor, Hayrettin’deki eda, gülümseyiş zafer kazanmış komutan edası, gülümsemesi…
Umut kendini Hayrullah olarak görüyor, Hayrettin’in sevincini yaşıyordu. Beynindeki ‘’ Okuyacaksın!’’ şamarları yerini ‘’ Okuyacağım.’’ okşayışlarına bırakmıştı.
Leyla Öğretmen, son vurucu darbelere adım adım ilerledi, sınıfa döndü,
- Sınıfta kitap okuma alışkanlığı edinememiş çok az sayıda arkadaşınız kaldı.
Şafak,
- Onlardan biri Ozan arkadaşımız mı?
- İsim vermeyelim, hem Ozan arkadaşınız da okuyacaktır. Ben, okuyacağına inanıyorum.
Öğretmenin gözü Umut’ta. ‘’Kızım sözüm sana, gelinim sen anla.’’ dercesine…
Ozan,
- Öğretmenim, ben aslında yaramaz değilim. 5. sınıfa kadar derslerimde başarı, davranışlarımda olumluluk sergiledim. 6. sınıfta ben de arkadaşlarımıza benzemek istedim ya da benzemek zorunda kaldım. Yaptığımız her şey bize bir oyun geldi.
‘’Yaptığımız her şey bize bir oyun geldi.’’ sözü Umut’un okul hayatında bütün yaptıklarını bir çırpıda gözünün önüne getirdi. Doğru sözdü. Hepsi oyundu, hepsinde eğlencenin doruğuna ulaşmıştı.
Ozan konuşmasını sürdürdü ‘’ Hatta kolumu kıran arkadaşıma bile hiç kızmadım. Size söz veriyorum, ben de kitap okuyacağım, yaptığım olumsuz davranışların hiç birini sergilemeyeceğim.
‘’Size söz veriyorum, ben de kitap okuyacağım.’’ sözünü Umut da tekrarlıyordu içinden sessizce, öğrenmeni okuyordu o sözü gözlerinden.
Leyla Öğretmen,
- Çocuklar, sizden iki şey istiyorum; biri yapacağınız, biri yapmayacağınız şey. Asla yalan söylemeyin, sadece yapabileceğiniz şeylere söz verin.
Öğretmen ‘’ Biri yapacağınız, biri yapmayacağınız şey. Asla yalan söylemeyin, sadece yapabileceğiniz şeylere söz verin.’’ Sözünü Umut’un gözünün içine bakarak bir kez daha tekrarladı. Her sözcük süzülüyordu Umut’un beyninde…
Öğretmen’’ Şimdi Ozan arkadaşınızı da aramıza katıysak bu güzellikler sınıfta kalmamalı, öyle bir etkinlik yapmalıyız ki bütün sınıflar duymalı hatta velileriniz de duymalı. Ozan, sen geç yerine. Yapacağımız etkinliği tartışalım.’’ dedi.
‘’’ Beyin fırtınası yapıyoruz. Her birinizden bir değil beş öneri bekliyorum. En güzel öneriyi birlikte tespit edeceğiz, birlikte karar vereceğiz’’ dedikten sonra bir sınıfa bakıyor, bir Umut’a
Tuğba,
- Öğretmenim, biz nasıl duyuracağız; ancak siz dersine girmiş olduğunuz sınıflara derste söyleyerek, öğretmenlere söyleyerek duyurabilirsiniz.
Leyla Öğretmen:
- Benim söylemem de önemsiz kalır, farklı söylemeliyiz.
Hayrullah:
- Öğretmenim, yazı hazırlayıp panolara asalım.
Umut’un kabuğu bedenini hapsedemez oldu. Umut yırttı kabuğunu ‘’ Yazıyı ben yazarım.’’ diye haykırdı...
Leyla Öğretmen:
- Yazıyı yazma isteğine sevindim. Henüz ne yapacağımıza karar veremedik. Karar verelim, yazıları sen yaz.
Umut, öğretmeni tarafından ciddiye alınmıştı, ‘’ Otur yerine.’’ denilmemişti. Sınıf gülmemişti kendine.
Öğretmen:
- Arkadalar, panolardaki yazıya bir sizler bakarsınız, sizler de zaten biliyorsunuz. Daha etkili bir şey bulmalıyız, zorlayın düşünce ufuklarınızı.
Dilara:
- Öğretmenim, en çok kitap okuyan sınıf seçelim?
Leyla Öğretmen:
- Onu da yapabiliriz ama benim aklıma gelen ilginç bir fikir var?
Tüm sınıf:
- Söyleyin, öğretmenim.
- Şimdi arkadaşlar, beşer kişilik gruplar oluşturacağız. Her grup kendi içinde iş bölümü yapacak. 1. Kişi kitabı bulacak, 2. Kişi kitabı tanıtacak 3.-4. kişi kitabı özetleyecek 5. kişi kitabın en ilginç yerini dramatize edecek. Böylece beş grubun hazırlamış olduğu sunumları konferans salonunda, başta 8. sınıflara daha sonra ihtiyaç duyarsak tüm sınıflara sunacağız. Gruplardan en iyi sunumu I. seçeceğiz, ayrıca ders içi performans notu olarak en yüksek notu vereceğiz. Böyle bir çalışmaya evet diyenler parmak kaldırsın.
İlk parmak kaldıran Umut’tu. Umut, ilk defa bir ders boyu yaramazlık yapmadan durabilmiş, her konuşmayı can kulağı ile dinlemişti. Kavga eden Umut değil beynindeki iki cümleydi ‘’Sana bu yakışır, okusaydın anlardın.’’ İki sözün kavgası arasında gezinen iki söz‘’ Öğretmen okumak diyor, Hayrullah’ı, Emrullah’ı okumak diyor.’’
Sınıfta şaşkınlık… Sessiz kalkan parmaklar, öğretmende sevinç…
Öğretmen,’’ Yarışmalarda öğretmenin taraf olmasının etik olmadığına inanan bir öğretmen olarak meslek hayatımda ilk kez kendi ilkelerimi, kendi ayaklarımın altına alarak Umut’un ait oluğu gruba taraf olacağım.’’ dedi.
Leyla Öğretmen, ‘’ O zaman size bir hafta süre veriyorum, kendi aranızda grupları oluşturun. Grubunuza kendiniz bir ad bulun. Kitap seçimini size bırakıyorum.
Siz yarına grup listelerini bana verirseniz ben de müdürden izin alırım.’’ dedi. Zil çaldı. Öğretmen kolaylık ve başarı dileyerek sınıftan çıktı.
Öğretmen sınıftan çıktı sözü kaldı, ‘’ Umut’un ait oluğu gruba taraf olacağım.’’
Umut Paylaşılmayan… Umut ömründe tatmadığı farkında olmadığı duygularla karşı karşıya…
Sınıf teneffüse çıkmadı. Önce Umut pay edildi. İlk kura, Umut için çekilmişti. Umut Beşinci Grupta yer alacak.
Sonra Beşer kişilik gruplar...
Öykü, gelişmelerin izleyicisi. Kendisine sahneyi hazırlama görevi verilmişti. Cevabı ‘’ Fark etmez.’’
Her zaman ki uysallığını gösterdi bir kez daha.
Kazım, Sabiha, Sude, Seden, gelişmelerin izleyicisi. Dağıtımda izleme görevi düşmüştü kendilerine, memnundular hallerinden, memnundular kendilerine verilen görevden.
Beşer kişilik grupların grup adı belirlendi.
Gurup sıralaması:
. Guruplar kendi grup adını yazarak Hayrullah’a verdi. Hayrullah, ‘’Arkadaşlar kura çekimi ile grup sıralamasını belirleyeceğiz, böylece kimseye haksızlık yapılmamış olacak. Her grubun sözcüsü birer tane çekecek.
Kendi grubumuzun sözcüsü olarak kurayı ben çekiyorum.’’ dedi ve bir kura çekti. Çektiği kurada ‘’İntikam Grubu’’ yazıyordu. Böylece I. Grup Yazıldı:
1-İntikam Grubu,
Diğer gruplardan Semih, ‘’Kartallar Yüksekten Uçar’’ Grubunu çekti. II.’ye
yazıldı:
2-Kartallar Yüksekten Uçar
Mehmet, ‘’Beyin Gücü’’ grubunu çekti. III.’ye yazıldı
3-Beyin Gücü
Tuğba, ‘’Okumak Namustur’’ grubunu çekti. IV.’ye yazıldı
4-Okumak Namustur
V. Gruba ‘’ Umut Işığı’’ Grubu kalmıştı. V.’ye yazıldı.
5. Umut Işığı
Liste temize çekildi Yazım kurallarına, sayfa düzenine uygun yazıldı.
8/F SINIFI KİTAP TANITMA ETKİNLİĞİ SUNUM LİSTESİ
1- İntikam Grubu, Gurup Sözcüsü: Hayrullah YILMAZER
2-Kartallar Yüksekten Uçar, Gurup Sözcüsü: Tuğba Yıldırım
3-Beyin Gücü, Gurup Sözcüsü: Semih KAPLAN
4-Okumak Namustur, Gurup Sözcüsü: Mehmet YÜCEL
5- Umut Işığı: urup Sözcüsü: Kıvılcım TOKGÖZ
……../……/……
Barış ÇEVİK
8/D SINIF BAŞKANI
Sınıf Başkanı, listeyi Türkçe öğretmenlerine verdi.
Ders zili çalıp içeri girildiğinde çalışmayı ders öğretmenlerine anlattılar. Ders; seçmeli ders Medya Okur Yazarlığıydı. Öğretmenin dikkatini çekti. Öğretmen nasıl yapacaklarını sordu. Öğrenciler anlattı. Öğretmen her türlü desteğe hazır olduğunu belirterek çalışmalarını derste tamamlayabileceklerini belirtti. Öğrenciler çok sevindi.
Öğretmenlerine teşekkür ettiler. Anında yerler değişti. Beşer kişilik gruplar bir araya geldi.
Birinci Gurubun Adı: İntikam Grubu, okuyacakları ve tanıtacakları kitap: Yılkı Atı. Kitabın seçilmesini Ali istemişti. Kendisinin okuduğunu, çok beğendiğini söylemişti. Böylece Ali, Kitabı getirecek, Zeynep ile Ahmet okuyup özet çıkartacak, Hayrullah kitabı tanıtacak, Ferudun da dramatize edecekti. Birinci grup kendi arasındaki iş bölümünü yaptı. Dersten sonra eve gidildiğinde ilk iş alınan görevleri yerine getirmek için çalışacaklardı… Kitabı okuyanlar en ince ayrıntısına kadar okuyacak, olayları kavrayacak, dramatize edecek kişinin dramatize edeceği olayları belirleyecek, grup sözcüsüne kitabın tanıtımı için yardım edecekti.
II. Grup: Kartallar Yüksekten Uçar, Gurup Sözcüsü: Tuğba Yıldırım
Tanıtımı yapılacak kitap: Martı.
Yeliz kitabı bulacak, Tuçe ile Rıtvan okuyup özetleyecek, Tuğba Tanıtımını yapacak, Mehmet Ali dramatize edecek.
III. Grup: Beyin Gücü, Gurup Sözcüsü: Semih KAPLAN
Tanıtımı Yapılacak Kitap: Çelik Böyle Setleşti. Gürkan kitabı bulacak, Damla ile İrem özetleyecek, Semih tanıtacak, Aytaç dramatize edecek.
IV Grup: Okumak Namustur, Gurup Sözcüsü: Mehmet YÜCEL
Tanıtılacak Kitap: Sefiller. Aslı kitabı bulacak, Hüseyin, Ferda özetleyecek, Mehmet Tanıtacak, Kemal dramatize edecek.
V. Grup: Umut Işığı
Tanıtımı Yapılacak kitap: Umut Işığı
Kıvılcım kitabı bulacak, Dilara ile Ozan özetleyecek, Barış tanıtacak, Umut dramatize edecek.
Gruplardan sadece Umut Farklı özelliklere sahipti. Öğretmenin taraf olduğu Umut. Ekibin Umut’u tanımadığı, Umut’un ekibi tanımadığı Umut. Olsun, Umut kendini tanıyordu. Ders, beş alanlardan sorulursa, güldürme bir alanlardan sorulurdu: bunu ispatlayacaktı, bir fırsat geçmişti eline.
Diğer gruplar Umut nedeni ile 5. Gruba şans tanımıyordu. 5. Grupsa öğretmenin taraf olduğu grup farkını ortaya koyma mücadelesi arayışında…
Her grup sözcüsü hazırladığı iş bölümünü, ders öğretmenine okudu. Öğretmen yapılan çalışmaları takdirle karşıladı, hayranlığını ifade etti. Yarışmacılara:
-Arkadaşlar,
Öncelikle şunu belirtiyim, kitap sevgidir, dokunmak, açıp okumak, içinde kaybolmak. Düşünün bir kere; insan sevmediği bir şeye dokunmaz. Sevmediği bir yerde gezinmez. Hayran olmadığı bir şey karşısında kendinden geçip kaybolmaz. Burada görüyorum ki siz o sevgiyi çoktan kapmışsınız. Kitap iğne ile kuyu kazmaktır, iğne ile kazıp bir maden bulmaktır.
Her satırında, her sözcüğünde bir maden gizlidir. Kazdıkça kazılan, her kazışta yeni bir maden… Meyvesini bir dokunuşta, bir okuyuşta vermez, yalnızca cezp eder okuyucusunu, kendine âşık kılar. Okuyucusuna küçücük aralıklardan ışık sunar.
Düşünelim bir kere karanlık bir odadan toplu iğne deliği kadar bir delikten dışarı baksak; koca bir dünya görürüz. Tersini düşünsek o delikten içeri, karanlığı aydınlatacak bir ışık sızar. İşte okuyucu okuduğu kitaptan yakaladığı küçücük bir ışığı koca bir dünyaya sunar. Kitap tanıtmak, pazardaki bir ürünü tanıtmak gibi değildir. Her satırda, her satırın her sözcüğünde bir ışık gizlidir. Işığa duyarlı değilseniz sadece satırdan taşan ışığı görürsünüz, o da sayfayı çevirince söner. Önemli olan sakladığı ışığı bulabilmek onu bir başkasına sunabilmek aynı zamanda kendi dünyamızı aydınlatabilmektir. Tanıtımlarınızda sizi dinleyen, izleyen arkadaşlarınıza mutlaka ve mutlaka en az bir ışık ışıldatabilmelisiniz, birden çok ışık sunabilirseniz siz başarmışsınız demektir.’’
Sınıfın tümü, öğretmenlerinin anlattıklarını okudukları kitaplarda aradı. Daha önce hiç fark etmedikleri yeni yeni ışık keşfetti. Öğretmen, ‘’Işık’’ diyordu.’’ Işık’’… Her satırda, her sözcükte gizli…
Bu sınıf, 8/D sınıfı idi. Öğretmenin ne söylemek istediğini anlamıştı. Bir kez daha okumanın gücünü görüp okumaya olan tutkularını perçinlemişlerdi.
Sınıftan Dilara:
- Öğretmenim, kitap ışık kaynağıdır. ‘’Her satırda, her sözcükte bir ışık gizli. Önemli olan onu bulabilmek bir başkasına sunabilmektir.’’ dediniz.’’ Bugüne kadar öğretmenler kitap için bilgi kaynağıdır, denmişti. Sizin söylemiş olduğunuz her sözcükte bir ışık, gizli değil, her sözcükte bir ışık demeti saçılıyordu. Biz onları hem gördük hem derdik. Siz, bizlerin görmesini sağladınız. Bizlere bir yol haritası verdiniz. Emin olun, hepimiz o yolun yolcusu olacağız.
Bu sınıf 8/D, sınıfıydı. Öğretmenleri hayranlıkla öğrencisini dinliyor, öğrencisine hayran kalıyor; öğrencisi hayranlıkla öğretmenini dinliyor, öğretmenine hayran kalıyordu. Ee ne de olsa 8//D idi.
Medya öğretmeni:
- Mademki yol dediniz o zaman yola değinelim. Arkadaşlar, yollar yürümek için vardır. Ne diyor Atatürk: ‘’Yürümek için yola çakanlar asla yorulmaz.’’ Yürümeye kararlı insanlar yollardaki engelleri aşmasını bilir. Engel oturanlar için vardır. Hayatı da yola benzetirsek hedefini bilen, hedefine yürümeye kararlı insan hayatını kolaylaştırır. Ben hepinizde iyi bir gelecek görüyorum. Kararlılığınız bunun göstergesi. Atatürk demişken başarıdan söz etmeden geçemeyiz. Bakın Atatürk başarı için ne diyor, ‘’ Ben bir işte nasıl başarılı olacağımı düşünmem. O işe neler mani olur diye düşünürüm. Engelleri ortadan kaldırdım mı iş kendi kendine yürür.’’
Bu sınıf 8/D Sınıfı idi. 5 grup yarışacaktı. Bunlar yarışmıyor dayanışıyordu. Ders bitti. Beş grubun sözcüleri ve özetleyecek kişileri bir araya geldi. İçlerinden Tuğba, ‘’ Arkadaşlar, öğretmenin söylediklerini duydunuz, Dilara’ın söylediklerini duydunuz. Her grup öyle bir ışık bulup sunmalı ki bütün okul çalkalansın, bütün okul aydınlansın! Her grup sözcüsü: ‘’Haklısın, mutlaka bulmalıyız.’’ diyordu. Tuğba, ‘’ O zaman el ele tutuşalım, sonra hep birlikte, bulacağız, bulacağız diye havaya kaldıracağız.’’ dedi ve el ele tutuşarak ‘’ Yeni bir ışık bulacağız, yeni bir ışık bulacağız, okulu biz aydınlatacağız!’’ diye haykırdılar. Hiç birinin ağzında grup olarak ‘’ Biz kazanacağız’’ ya da ‘’ Kazanmalıyız!’’ yoktu. Bütün gruplar sınıf adına ‘’Biz’’ diyordu ve ‘’Okulu biz aydınlatacağız! ’’ diyordu.
O gün ders bitti. Guruplar yeni bir hedef, yeni bir dayanışma duygusu, yeni bir heyecanla evlerine dağıldı.
Umut’un eve gidişi farklı idi. Ayağı yere değmiyordu ya da değiyordu da kendisi hissetmiyordu. Umut eve vardığında ilk defa annesi ile bir paylaşım gerçekleşmeyi denedi. Annesine ‘’ Ben yarışmaya seçildim, yarışmaya katılacağım.’’ dedi. Annesi güldü, oğlunun gözünün içine bakıp ‘’ Sen ve yarışma ha!’’ dedi. Annesinin alayı, gülüşü Umut’u daha da kamçıladı. Kendi kendine ‘’ Başardığımı ispatlayacağım o kadar çok insan var ki… En başta annem.’’ dedi
Umut başarıya giden yolda en büyük engeli bertaraf etmişti. Kalanlar küçük hedef. Başaracağına kendisini inandırmıştı. Bir an düşündü ‘’ Çevremize inandıran kendimiz değil miyiz ?’’ Umut, kararlıydı, bugüne kadar kendisini çevresine kavgaları ile tanıtmıştı, bu defa başarıları ile tanıtacaktı. Yakalamıştı bir fırsat, arkadaşları için bir hiç, kendisi için ölüm kalım meselesi bir fırsat…
Umut, tek bir görev almıştı dramatize. Öğretmeni ‘’ Işık’’ diyordu. Umut arkadaşlarının bulamadığı ışığı bulacaktı. Arkadaşlarının bulamadığı ışığı bulup, arkadaşlarına, öğretmenlerine sunacak, arkadaşlarını, öğretmenlerini şaşkına çevirecekti.
Umut erken yatmalı idi. Erken kalkmalı, ilk iş kütüphaneye gidip kitabı ilk alan olmalıydı.
Umut, erken yattı. Umut, erken daldı uykuya, daldı rüyaya. Korkulu rüyalar gitmiş yerine yeni doğuşun müjdesi rüyalar gelmişti.
Umut kitapların arasında boğuluyor… Kitaplar ışık saçıyor… Her ışık altın sarısı… Umut ışıklarda yüzüyor, bulutlarda geziyor… Keşke, sabah olmasa. Keşke, ışıklar sönmese. Umut avucunda tuttuğu ışığı uçuşa hazır bir kuş gibi tutar. Işığın bir kuş gibi uçup kaybolmasından korkar. ‘’ Işıklar sönmesin!’’ çığlığıyla uyanır.
Umut, kütüphane yolunda.
Yarım saatlik yol bir solukta bitti. Sanki ışınlanma gerçek olmuştu. Umut, bir evden çıkışını biliyor bir de kütüphanenin içinde oluşunu. Arada geçen zaman yok beyninde. Umut İbrahim Şahin’in Umut Işığı kitabını eli ile koymuş gibi buldu. Kitaba dokunduğunda kitap define… Umut’un hücrelerine kadar bir sıcaklık yayıyor. Kitaba bakışta kamaşıyor gözleri. Kitap ışık yumağı. Kitabı tutuşu kütüphane görevlisinin dikkatini çeker ‘’Yazarı tanıdığınız mı ?’’ diye sorar. Umut, yazarını tanımadığını, ödev için alacağını söyler. Kitabın kaydını yaptırtır, çıkar kütüphaneden. Oturur kütüphanenin bahçesinde, bir ağacın dibine, sırtını yaslar ağaca, başlar okumaya…
. Sınıfta neler oluyor?
Grup liderleri yazdıkları listeleri Türkçe öğretmenine verdi. Öğretmen, ilgili dilekçeyi yazarak müdüre sundu. Okul müdürü, dilekçeyi inceledi. Yapılacak çalışmayı onayladığını belirtti. Kendisi bir hafta sonra Cuma Günü’ne salonu hazırlatacağını, gerekli duyuruları yapacağını bildirdi. Sunumun 5.ve 6. derslerde yapılıp öğrencilerin sunum sonu evlerine gönderileceğini söyledi.
Guruplar yarışma başlamışçasına çalışmada. Notlar alınıyor, veriliyor. Taktikler öneriler… Liste uzadıkça uzar. Hiç biri Umut’un yokluğunun farkında değil. 5 grup bir grup olmuş, Umut arada kaynamıştı.
Umut, geçen zamanın farkında değil. Umut’un beyninde ‘’Kitap ışık kaynağı’’‘’ sözü, dudağında ‘’ O ışığı bulacağım.’’ sözü. Umut’un okuduğu her sözcük ışık. Her sözcüğü defalarca okuyor Umut. Her sözcük şimşekler çakıyor beyninde. Her sözcük, her şimşekte Umut’un göz mercekleri bir kat, bir kat daha büyüyor.
…..
Haftanın son günü son ders Umut gelmişti derse. Umut beş gruptan önce okuyanlar hariç kitabı okuyan ilkti, hiçbiri farkında değildi.
Çıkışta, grup sözlüsü Umut’a pazartesi güne dramatize edeceği tespitleri, vereceğini söylüyordu. Umut’un cevabı ‘’ Bana güvenmenizi istiyorum, güveninize layık olacağımdan emin olabilirsiniz.’’ oldu.
Hafta sonu, Umut yemiyor, içmiyor. Umut, uyumuyor… Umut sokağa çıkmıyor. Annesi şaşkın… Anlamaya çalışıyor oğlunu.
Binlerce cevap bulmamış sorular geçer aklından, ‘’ Kaçtığı biri mi var? Acaba yine ne suç işledi? Kokusu çıkar elbet. Kurban olduğum Allah’ım, başına bir bela gelmesin?’’
Babası arada bir uğrar odasına, para verir ‘’ Çık bir dolaş, bir hava al.’’ der. Umut istemez. Umut’un para almaması, sokağa çıkmaması kıyamet. Baba sorar’’ Oğlum, derdin bizim derdimiz, derdin ne ise söyle.’’ Babanın aldığı cevap, babayı yine sürükler endişeye, ‘’ Baba, kitap okuyorum.’’ Baba kitaba bakar, kitap günler haftalar okunası kitap değil. Babaya göre oğlu yalan söylüyordu, oğlu söyleyecek söz bulamıyordu, kitabın gölgesine sığınıyordu.
Umut, okuyor. Her okuyuşta yeni şimşekler çakıyordu beyninde ‘’Hedef, basamak, umut, ışık, azim, güven…’’
Her sözcükte, çakan her şimşekte yeniden doğuyor Umut. Yeniden doğuş sevinçleri… Yeniden doğuş sevinçleri, unutturuyor uykusuzluğu, açlığı… Sevinci yaşamak istiyor Umut doya doya, dönüp dönüp okuyor aynı satırları…
Hafta sonu Umut’un yandaşları rakipleri için sıradan günler. Her biri diğer günler nasıl hazırlamışsalar ev ödevlerini öyle yaptılar yarış hazırlıklarını. Kimisi basit notlar aldı, kimisi bir cümle… Kimisi bir cümle düşündü yazmadı, tuttu aklında… Kimisi hiçbir şey yapmadı. Çok azı da son şeklini verdi çalışmasını.
Umut’a gelince Umut yakalamıştı on dört bin sekiz yüz otuz iki ışık. ‘’Işığa boğacağım, okulun içini dışını.’’ diyordu. Anlaşılan son gün son dakikaya kadar ışık depolayacaktı on dört bin sekiz yüz otuz iki kez…
Pazartesi okula geldiğinde gruplar yapmış oldukları çalışmaları diğer gruplarla paylaşıyor, fikir alış verişinde bulunuyordu.
Her grup kendi grubunda gördüğü eksiklikleri not alıyor, bir ertesi güne hazırlık yapıyordu.
Umut, ortada yok. Umut ayakaltında dolaşmıyor… Umut göze batmıyor… Alışık gözler Umut’u arıyor… Umut Grubu, Umut’u arıyor, yarışmaya taraf Leyla öğrenmen Umut’u arıyor. Umut yok.
Leyla öğretmenin kafasına ‘’ Umut’un yer aldığı gruba tarafım.’’ cümlesi takılıyor. Hata mı yapmıştı farkında olmadan? Sınıfa, Umut’u gruba alan gruba ne diyecekti? Cevapsız sorular…
Umut, duygularını yaşamak istiyordu on dört bin sekiz yüz otuz iki kez… Duyguları bölünsün, duyguları duyulsun istemiyordu. Kaçıyordu köşe bucak…
Umut, teneffüste tuvalette saklanmış, dersin başlamasını, koridorların boşalmasını beklemişti. İçeri giriş zili çalmış üzerinden 10 dk geçmişti. Umut tuvaletten çıktı, koridoru yürüdü, merdiven başına geldi. Merdivenlerden 2. Kata çıkacaktı. Merdivenin beşinci basamağında sırdaşı Mesut’la göz göze geldi. Mesut’taki sevinç oyuncağına kavuşan çocuğun sevinci ‘’ Okulun arkasındaki boşluğa kaçalım, orada bizi hiç kimse görmez.’’ diyordu. Her zaman sırdaşı ile buluşan her buluşmada sırdaşı ile aynı sevinci yaşayan Umut bu defa mutlu olamadı. Tedirgindi. Kaçarken idareciye yakalansa bu kadar tedirgin olmazdı. Olmazdı; idareciye verecek cevap hazırdı. Bu yakalanma hazırlıksız.
Bu yakalanmada Umut, ilk defa sırdaşına yalan söyleyecekti. Umut, arkadaşına yalan söyleyecek, söylenen yalan arkadaşını incitmeyecek cinsten olmalıydı. İnce hesap… Umut, buldu yalanı ‘’ Müdür yardımcısı beni çağırtmış, niye çağırdığını bilmiyorum. Sen git, beni bekle. Gecikirsem bil ki müdür yardımcısı beni tutsak kıldı.
Arkadaşı ikna oldu, arkadaşı, okulun arkası boşluk yolunda, Umut ikinci kat yolunda. Umut kazasız belasız ikinci kat koridorunu geçti, kütüphane kapısını açtı, kütüphanenin dip köşesine oturdu, açtı kitabını.
Daha Umut kitabını açmadan kütüphanenin aralık kapısından Hasan öğretmenle göz göze geldi. Daha teneffüsse 20dk vardı. Ne işi vardı Hasan öğretmenin orada? Doğru, Hasan öğretmenin orada işi yoktu, aynı katta bulunan Erkek Öğretmenler Tuvaletinde işi vardı. Aralık bulunan kütüphane kapısından içeri bakma gereği duymuştu sebepsizce, Umut’u kütüphanede elinde kitapla görünce birden ‘’Elinde kitap olan öğrenci öğretmenini dinler. ‘’ düşüncesi geçmişti, Umut’la konuşmayı bir fırsat bilmişti.
Öyle de oldu. Umut 20dk konuştu öğretmeni ile her şeyi en içten en yalın hali ile. Umut, konuşması ile öğretmenini esir almayı, şaşırtmayı başardı. Bir de öğretmeninden isteğini yerine getirmesini. İsteği bir sırdı 20 dk. konuştukları.
Umut evde odasında hapis, okulda köşe bucak kaçan…
İkinci gün gruplar bilgi alış verişinde. Bir gün öncesi eksikler tamamlanmış, bir gün sonrası hazırlık plânları…
Leyla öğretmen, Umut izinde. Kaldırmadığı taş, bakmadığı taş dibi yok… Umut, ne taş dibinde, ne taş üstünde.
Leyla öğretmen, okul çıkışı, çıkış kapısından çıkarken yakaladı Umut’u. Arkasından tuttu. Yakalamasa Umut kaçacaktı. Umut’a kırgındı. Umut’a kızgındı. Umut’a tek bir cümle söyledi ‘’Sana güvenmiştim.’’ Umut’tan şaşırtan cevap ‘’ Umudunuza layık olacağım.’’ Öğretmen’’ Niçin kaçıyorsun?’’ Yine şaşırtan cevap ‘’ Güvenimi ispat için.’’ Öğretmen sorularla öğrenmek istedi Umut’un düşüncesini. Umut susturdu öğretmenini, öğretmeninin sözü ile ‘’ Öğretmenim, dememiş miydiniz ‘’ Altından kalkamadığınız sözü vermeyin.’’ Sözüm altında kalmayacağım kadar küçük, bir o kadar büyük.’’ Öğretmenin şaşkınlığına son cümlesi ile nokta koydu Umut, ‘’ Öğretmenim, yarışmanın son dakikasına kadar ne siz ne arkadaşlarım beni aramasın, yarışma öncesi güvenin sonrası size kalmış, yarışma öncesini bana çok görmeyin.’’
Hafta hazırlıklarla başlamış hazırlıklarla sona yaklaşmıştı. Son gün hazırlıklar tamam, son provalar yapılıyordu, tekrar üstüne tekrar. 5. Grup Umut’suz provada… Öğretmen 5. Gruba teselli peşinde.
Beklenen gün gelmişti. Salon hazırlanmış, bütün 8.Sınıflara ve derslere girecek öğretmenlere duyurulmuştu. 8’lerden sadece 8/D sınıfı ders ne olursa olsun sunum üzerinde çalışmalarını sürdürüyordu.
I. Grubun Sözcüsü, diğer grup sözcülerini topladı ‘’Arkadaşlar, Medya Okur Yazarlığı Dersi Öğretmenimizin konuşmalarını hatırlayın. Amacımız kazanmak değil, bizi izleyen bütün öğretmen ve öğrencilere ışık sunabilmektir, bunu yaparken de yarışmadan fazla uzaklaşmamak gerekir. Aksi takdirde yarışmaya gölge düşürürüz. Tanıtım yapan gruba diğer gruplar anlamlı soru sorabilmeli, yer yer de eleştiriler getirebilmelidir. Eleştiriler oluştururken karşı grubu incitecek eleştirilerden kaçınmalıyız.
5. ders zili çaldı. 8’ler salona sırayla alınmaya başladı. İlk koltuklar öğretmen ve idarecilere ayrılmıştı. Müdürün koltuğunun solu, konuk koltuğu. Koltukta yazar İbrahim Şahin.
Nöbetçi öğretmen her gelen öğrenciyi önden başlayarak sıra ile yerlerine yerleştirdi. Yerleşim tamamlandığında nöbetçi öğrenci ile müdüre haber verildi. Müdür geldi. Öğretmenler ve öğrenciler ayağa kalktı… Müdür selamladıktan sonra sessizce oturdular.
Türkçe Öğretmeni Leyla, mikrofonu aldı,
- Sayın Müdürüm, değerli meslektaşlarım ve sevgili öğrenciler,
Konuşmama başlamadan önce, tanıtımı yaptığımız kitaplardan ‘’Umut Işığı’’nın yazarı Sayın İbrahim Şahin, bizlerin davetini kırmayıp yarışmada onur konuğumuz oldu, kendisine okulumuz adına teşekkür eder sizlerden bir alkış rica ediyorum.
Alkış sesi okulun çatısından işitiliyordu. Çatıda Umut ‘’ Ben size alkışı göstereceğim. ‘’ diyordu.
Yazar İbrahim Şahin’in alkıştan mutlu olduğu yüzünden anlaşıyordu. Kibarca yerinden kalktı, salonu selamlayarak ‘’ Ben, buraya alkış almaya değil sevgili öğrencilerimi alkışlamaya geldim.’’ dedi. Sözü tekrar tekrar alkış aldı…
Çatıda Umut alkışlananın yerine kendini koydu. Her alkış on dört bin sekiz yüz otuz iki kez daha biledi. Çatının karanlığı korkutmuyordu Umut’u, Sağından solundan geçen, üstüne zıplayan fareler dağıtmıyordu dikkatini. Çatıya çıkışı ilk değildi. Bütün dikkati salondaki konuşmalarda…
Leyla öğretmen, konuşmasına kaldığı yerden başladı,
- Sayın Müdürüm, değerli meslektaşlarım ve sevgili öğrenciler,
8/D Sınıfı öğrencileri beşer kişiden oluşan beş ayrı grupla beş kitabın tanıtımını yapacaklar. Sunum sonu sizlerin alkışlarıyla I. Grup belirlenecek. Birinci gelen grup kitapla ödüllendirilecek ayrıca en yüksek ders içi performans notu verilecek.
Sunumu yapan 8. sınıf öğrencileri yani sizin kendi arkadaşlarınız. Arkadaşlık kavramı sizce önemli ise sunum sonuna kadar arkadaşlarınıza saygısızlıkta bulunmazsanız hem kendinize hem arkadaşlarınıza saygı duymuş olacaksınız, aynı zamanda öğretmenlerinizi de mutlu etmiş olacaksınız.
Şimdi sizlerin alkışları ile grupları sıra ile sahneye alıyorum. I. Gurup: İntikam Grubu.
Güçlü alkış sesleri eşliğinde intikam grubu sahneye geldi, salonu selamladı belirlenen yerlerine oturdu. Masaları I. Masa. Salondan okunacak şekilde önünde ve üstünde ‘’İntikam Grubu’’ yazıyordu.
Öğretmen Leyla, alkışlara teşekkür etti.
II. Grubu duyurdu ‘’ Kartallar Yüksekten Uçar’’ II. Grup yine alkışlar eşliğinde yerini aldı. II. Grubun masasında ‘’Kartallar Yüksekten Uçar’’ yazılı idi.
Aynı şekilde III.Grup, IV., V. Gurup yerini aldı.
III.Grup: Beyin Gücü
IV.Grup: Okumak Namustur
V. Grup: Umut Işığı
Yazar İbrahim Şahin’de ister istemez 5. Gurup yakınlığı oluşmuştu. Kendisi yarışmanın sonucunu değil kitabının nasıl tanıtacağını merak ediyordu, ediyordu çünkü kitabını test edecekti öğrenci üzerinde.
Gruplardan sadece V.Grupta bir eksik vardı. Umut yoktu. Gruptaki öğrencilerden bir kısmı ‘’Tahminlerimde yanılmamışım.’’ diyordu. Umut’un eksik olduğunu bilen öğretmenler, Leyla öğretmeni suçluyordu. ‘’ Umut’a görev vermek, Umut’u tanımamaktır. İpe un sermektir.’’ diyorlardı. Leyla Öğretmen, aldırış etmiyordu, sınıfta sadece bir öğrencinin aldığı sorumluluğu yerine getirmemesi yapılan çalışmayı engelleyemezdi. Yirmi dört kişinin sunumu bir kişinin eksikliğini kapatırdı.
Yarışma grupları sırası ile yerine oturduktan sonra I. Gurubun ilk konuşmacısı ile yarışma başladı.
I. Grup, İntikam Grubu Sözcüsü Hayrullah:
- Sayın Müdürüm, Sayın öğretmenlerim ve değerli arkadaşlarım ‘’İntikam Gurubu’’ olarak bizim sunumunu yapacağımız kitap ‘’Yılkı Atı’’ yazarı Abbas Sayar. 120 sayfalık, bir çırpıda okunabilecek bir roman. Abbas Sayar, ilk romanı olan bu romanı ile TRT 1970 Sanat Ödülleri yarışmasında başarı ödülü almıştır. Roman sinemaya uyarlanmıştır.
Arkadaşlarım sizlere özetini sunacak.
Kitabın en ilgi çekici yönlerinden biri sahibine birincilikler getiren yıllarca hizmet eden bir atın, ihtiyarladığı zaman dağlara terk edilmesine, kurtlara yem olmasına göz yumulması bizlere sanat dünyasında yüzlerce esere imza atan sanatçıların, bilim adamlarının, siz öğretmenlerin, gazilerin yaşlılıklarında sokağa huzurevlerine terk edilmelerini anımsatması olmuştur.
Son cümle öğretmenlerinin dikkatini çekmişti. Dikkatle dinlemeleri başlarını sallamaları ‘’Doğru.’’ dercesine onaylar nitelikteydi. Öğretmenlerden sadece bir tanesi Hayrullah’a önce ‘’Bir’’, sonra ‘’zafer’’ işareti gösteriyordu. (Medya Okur Yazarlığı Öğretmeni) Bu Hayrullah’la ve diğer yarışmacılarla aralarında bir şifre idi. ‘’1’’ Bir ışık sundun. Başardın demekti.
Öğretmeninin onayını alan Hayrullah mutlu olmuştu. Mutluğunu, teşekkürünü bakışları ile öğretmenine yansıtmıştı. Konuşmasını devam ettirdi ‘’ Arkadaşlar, kitabın her satırı ayrı bir değer burada biz baştan sona tanıtım yapmaya kalsak diğer gruplara sıra gelmez, ayrıca sizleri de sıkmama adına kitaplardan kısa kesitler vereceğiz. Diğer gruplar da aynı şekilde yapacak. Ben kitaptan ikinci bir tespite yer verip sözümü tamamlayacağım. Kitapta dağlara terk edilen Yılkı atı Dorukısrak ile Çılkır’ın doğa şartlarına, düşmanlarına karşı vermiş oldukları mücadelede dayanışmaları, bir birlerine duydukları saygı; bizlere grup içi ve diğer gruplarla dayanışmamıza, grup içi ve diğer gruplara saygı duymamıza en büyük ilham oldu.
Bu cümleden sonra da Hayrullah’la Medya Okur Yazarlığı Öğretmeni göz göze geldi. Öğretmen 2 işareti, ardından zafer işareti yapıyordu. Hayrullah, son derece mutlu ve rahat... Öğretmenine bakışları ile yine teşekkür etti.
‘’Arkadaşlar, şimdi ben sözü grubumuz adına kitabın özetini yapacak arkadaşlarımızdan ilki olan Ahmet’e veriyorum.’’
Ahmet, Hayrullah arkadaşına teşekkür etti. Konuşmasına başladı:
- Arkadaşlar; Yılkı Atı adlı romanın başkahramanı Dorukısraktır. Doru- kısrak Köyün en iyi tayı sekilmiş sonradan koşu yarışmalarına katılmış birincilikler almıştır. Atın sahibi İbrahim, köyün en güzel en değerli atına sahip olmakla övünmüştür. Burada ayrıcalıklı değere sahip olmanın vurgulaması yapılmıştır. (Medya Okur Yazarlığı Öğretmeninden 1. ışık işareti gelir.)
İbrahim, Anadolu’nun yoksul köylerinden birinde yaşamaktadır. Her yaklaşan kış yoksul köylüleri hayvanların yemini. Samanını, kendi yiyeceğini düşünmeye sevk eder.(Işık 2: Anadolu gerçeği)
Dorukısrak son döneminde sahibine bir tay vermiştir. Yaklaşan kış her köylü gibi İbrahim’i de zorlu düşünmeye sevk etmiştir.
İbrahim hayaller kurar: bir harman dolusu buğday, saman, atlar, konaklar... Çalışanın hakkını bol bol vermeler.(Işık 3: zor durumda kalan Anadolu köylüsünün hayallerinden başka sığınağı olmadığı)
İbrahim, yaklaşan kış; çözüm olarak ‘’Dorukısrak’’ı dağlara terk etmekte bulur. Oğluna atı dağa bırakmasını söyler.(Işık 4: Hayallerle gerçeklerin bağdaşmadığı) Dorukısrak, her gün gelir tayını görmek için ahırı tekmeler. İbrahimin Dorukısrak’ı taşlayarak kovalar. (Işık 5: Anne sevgisi)
Dorukısrak gündüzleri sürüye karışarak tayını gizlice sever, akşamları dağlara kaçar. (ışık 6: Değişik çözüm yolu üretme)
Dorukısrak, Aygır, Çılkır ile kaynaşır güneyde kendilerine otlak bulur. (ışık 8: yeni ortama uyma.) dedikten sonra.‘’ Arkadaşlar olayın buradan sonrasını sizlere Zeynep arkadaşımız sunacak.
Zeynep Ahmet’e teşekkür ederek konuşmasına başladı:
- Arkadaşlar Dorukısrak ile Çılkır arasında bir yakınlaşma olur, bunu çekemeyen Aygır ile Çılkır dövüşmeye tutuşur, aygır yenik düşer. (ışık 1: kıskançlık)
Çetin geçen kış şartlarında atlar kurtların saldırısına uğrar. Atların hepsini Aygır kurtarır.(Işık 2: Zorlu günlerde kırgınlıklar unutulur.’’ Kış uzun sürer atlar yiyecek bulmakta güçlük çeker.
Dorukısrak hastalanır, uzaklara gidemez. Köylünün biri ahırına alır ve besler. (Işık 3: acıma duygusu)
Diğer atlar, kurtların saldırısına uğrar. Çılbır ölür. Bahar yaklaşır, Dorukısrak, dağlara bırakılır. Çılkırın öldüğünü duyar çok üzülür. At tüccarları sağ kalan atları toplamaya başlar. İbrahim Dorukısrak’ı bulmak için dağlara çıkar, bulur yakalayamaz. Tayı ile yakalayabileceğini düşünür. Tayı annesine salar. Tayına kavuşan Dorukısrak uzaklarda izini kaybettirir.
Arkadaşlar, dikkatinizi çekmiştir burada yapılan kötülüğün asla unutulamayacağına dikkat çekilmiş, yine küçük hesaplar peşinde koşanların ellerindekini de kaybedebileceklerine dikkat çekilmiştir. Ayrıca çıkar ilişkisinin çarpıklığına da dikkat çekilmiştir. Atın getiri dönemi değerli oluşu, sonrası dağa terk edilişi.
Burada 2. Gruptan Semih söz aldı:
- Buna örnek olarak karne yaklaştığı dönem öğretmenlere yakınlaşmamızı, 5 vereni sevmemiz, kısa sürede unutup farklı davranmamızı örnek verebilir miyiz?
Zeynep:
- Tabi ki hayatımızın her alanından örnekleri çoğaltabiliriz. Siz de bilirsiniz ki zamanımız yetmez.
Ben burada bizleri dinleyen tüm arkadaşlarıma tüm öğretmenlerime teşekkür eder, dramatize için sözü Ferudun arkadaşımıza veriyorum.
Ferudun at kostümü ile sahneye çıkar, hızlı şekilde ellerini yere koyarak at kostümü ile sahneyi turalar. Sahneye karşı güçlü bir şekilde kişnemelerde bulunur. Hayrullah atın sahibi olmuştur. Ata biner. Sahnede bir iki tur atar. İner sahneye dönerek:,
- Var mı köyde ‘’’’Dorukısrak’’ gibi bir at? Köyün en güzel atı benim. Ona verdiğim arpa, saman helaldir.
Sahnede bir iki tur atar:,
- Zaman ne çabuk geçiyor değil mi? Benim saçlar ağardı, ‘’Dorukısrak’’ın kemikleri sırtardı. Artık ‘’Dorukısrak’’ın yediği saman haramdır. Kış da yaklaştı. Oğlum Osman!
- Buyur baba.(Ahmet Osman rolünde)
- Kardeşin Mehmet’i de al, ‘’Dorukısrak’’ı dağa bırakın gelin!
- Ama baba, atımızı kurtlar yer.
- Biz de kutlar yesin diye dağa bırakacağız herhalde anladın mı şimdi?
- Tamam, baba.
Osman atı çekiyor, Mehmet arkadan dipçikle vurarak sahneden çıkar.
Ertesi gün akşam Osman babasına seslenir:
- Baba! Baba! Kurt Uluyor.
Babası İbrahim,
- Daha iyi kurt ‘’Dorukısrak’ı’’ yerse kurtulduk demektir.
Ertesi gün akşam Oğlu Osman:
-Baba ‘’Dorukısrak’’ ahır kapısını tekmeliyor.
Babası İbrahim:
- Taşlayın gitsin. Öyle taşlar vurun ki bir daha geri gelmesin.
Üç ay sonra Oğlu Osman:
- Bababa! Baba! ‘’Dolukısrak’’ Tayımızı peşine takmış kaçmış.
Osman şaşkın şaşkın bakarak bitkin bir halde ‘’ Şimdi ben öldüm.’’ diyerek sahneye yığılır kalır.
I. Grubun sözcüsü Hayrullah ‘’Arkadaşlar, bizim sunumumuz burada sona eriyor. Ben grubum adına diğer gruptaki arkadaşlara başarılar diliyor, bizleri dinlediğiniz için teşekkür ediyorum’’.
Salonda bütün öğrenciler’’ İntikam! İntikam! İntikam! ’’ diyerek alkışlıyordu.
Alkış sesleri çatıda Umut ‘u on dört bin sekiz yüz otuz iki kez daha bilemişti. Bir de fareler tırmalamıştı kulağını üç beş kez.
Öğretmen Leyla:
- Arkadaşlar, ‘’İntikam Grubu’’ nu dinlediniz. ’İntikam Grubu’’nu bir de benim adıma alkışlayın, ardından sözü ‘’Kartallar Yüksekten Uçar’’ grubuna verelim.
Salondan bu defa daha güçlü seslerle ’’ İntikam! İntikam! İntikam! ’’ diyerek alkışlar yükseldi.
Öğretmen Leyla, salona dönerek:
‘’Ben sizlere ilgi ile dinlediğiniz ve bu güçlü alkışlarınız için teşekkür eder, ‘’ İntikam Grubu’’’nu başarılı sunumlarından dolayı kutladıktan sonra sözü ‘’ Kartallar Yüksekten Uçar’’ grubuna veriyorum.
Kartallar Yüksekten Uçar Gurubunun sözcüsü Tuğba:
- Arkadaşlar I. Grubu dinlediniz kendilerini kutlarım, güzel bir sunum yaptılar. Hayat sürecinde alabileceğimiz tespitler verdiler. Yalnız dikkat edin, biz daha yolun başındayız. O nedenle bizim tanıtımını yapacağımız kitap ‘’Martı’’ öğrenci olarak bizleri daha yakından ilgilendiriyor. Kitabın yazarı, RICHARD BACH, Başkahramanı Jonathan (martı)
Martı, Umut, direnç, özgürlük kavramlarının simgesi. Sorarım size hayatında bu kavramlara yer vermeyen var mıdır? Eğer ki varsa kitap onların yaşam felaketini de gözler önüne seriyor.
Özellikle ben ‘’Umut kavramı üzerinde duruyorum. Bütün öğrenciler gelecek için iyi bir umut besler. En yüksek mevkilerde iş yapmak, en yüksek kazanç elde etmek… Sonra hayal kırıklığı. Niye mi? Karnesinde ‘’ Spor Toto’’ oynayanların erişeceği hedef bu… Kitap bize bunu öğretiyor.
Kitabın kahramanı Jonathan, en yüksek hayalleri kuruyor; kartalların en yüksek uçanı olmak, denizlerin en derinine dalıp, en leziz balıkları yiyeni olmak. Bize bu hedeflere nasıl erişileceğini gösteriyor. Jonathan, önce bir günde en yüksek uçağı yüksekliği belirliyor; sonra hedefine ulaşıyor. Diğer günler bir gün önceki yüksekliğin üstüne uçabilmek… Hedefe uçuyor. Her gün yeni bir hedef. Sonra erişilmesi hayal edilmeyecek kadar yükseklere uçmayı başarıyor. Ben sözümü burada kesiyor devamını sunacak Rıtvan Arkadaşıma veriyorum.
Medya Okur Yazarlığı Öğretmeni her cümlenin sonunda ışık ve başarı işaretlerini vermeyi sürdürdü.
Rıtvan:
- Arkadaşlar, Tuçe arkadaşımızı dinledik. En son sözünde ‘’Erişilemeyecek hedef yoktur.’’ dedi yalnız hedefe erişmenin bir yolu var; her oyunun bir kuralı olduğu gibi. Yani hedefe direnç, bilinç plan ile erişilir.
Bütün dersleri bir yana bırakıp karneleri birle dolduran arkadaşlarımızın başarı hedeflerine ulaşması hayalden öte gitmez. Jonathan gibi her yıl bir önceki başarı grafiğinin üzerine çıkartırsak her yılımız başarılı olur; ulaştığımız hedef yüksek olur. Bir alanın Takdir hedefi yerine önce 2, sonra 3, sonra 4, sonra 5; sonra Takdir almayı hedeflemesi ‘’Takdir’’i kaçınılmaz kılar.
Kitapta hedefi, direnci, özgürlük tutkusu olanların erişebileceği hedefleri; yaşayabilecekleri mutlulukları, hiçbir tutkusu olmayan başıboş amaçsız insanların nasıl bir yaşam sürdüreceği gözler önüne serilmiş.
Martı Kitabı’nda Jonathan, hedefi, direnci, özgürlük tutkusu olan insanları temsil ediyor. Biz ‘’ Kartallar Yüksekten Uçar Grubu’’ olarak martı olmaya; Jonathan olmaya kararlıyız. Yerinde sayanlara bu kitabı okumalarını; uçmaya karar vermelerini tavsiye ederiz. Son olarak da diyoruz ki ‘’ Kartallar Yüksekten Uçar!’’
(Işık işareti ve başarı işaretleri burada da sıkça yer aldı.)
Sınıf Kartal! Kartal! sesleri ile salonu inletiyordu.
Rıtvan, ‘’ Şimdi Mehmet Ali arkadaşımız, sizlere kitaptan kısa bir canlandırma sunacak. Ben sizlere dinlediğiniz için teşekkür eder iyi seyirler dilerim.’’
Mehmet Ali, kartal kostümü ile sahnede yerini aldı:
- Ben bir kartalım, hayatta tek yapacağım iş uçmak, uçmak… Yine uçmak. En yükseklere uçmak. Denizlerin en derinine dalmak. Balıkların en lezizini yemek. Uçmak… Uçmak.
Önce sahnede boydan boya uçma gösterileri yaptı. Sonra:
- Daha yükseğe uçmalıyım.
Sandalyenin üstüne çıktı, uçtu. Uçtu… ‘’Daha yükseğe, daha yükseğe uçmalıyım.’’ dedi. Sandalyeyi masanın üstüne aldı. Uçtu… Uçtu… ‘’Daha yükseğe, daha yükseğe uçmalıyım!’’ dedi. Sandalyenin üzerine bir tabure koydu, üstüne çıktı. Uçtu… Uçtu… ‘’ Yükseğe, daha yükseğe uçmalıyım!’’ Uçtu… ’Yükseğe, daha yükseğe uçmalıyım!’’’ dedi kendini havaya fırlattı.
Grubun sözcüsü Tuğba devreye girdi:
- Arkadaşlar, canlandırmayı izledik. Tek bir hedefe odaklanmak. Kuşların en iyisi olmak, en iyisi olarak yaşamak ve o uğurda ölüp en iyi olarak anılmak. Biz bundan böyle ‘’ Kartallar Yüksekten Uçar Grubu’’ olarak öğrencilerin en iyileri olmaya, en iyileri arsında yer almaya; yaşadığımız süre içerisinde yaptığımız işi en iyi yapanı olma yolunda ant içtik. Bir kişinin kendine verebileceği bundan büyük bir söz olamaz. Sizleri de hedefi olan hedefine odaklanan olarak ant içmeye; uçmaya davet ediyorum. Hazır mıyız?
Salondan salonu inleten ‘’Hazırız.’’ yankıları…
Tuğba, ‘’ O zaman ben söylüyorum sizler tekrarlıyorsunuz. Öğrencilik hayatım boyunca, en iyi öğrenciler arasında yer almaya, öğrencilik sonrası yaptığım işin en iyi yapanı olmaya, bu yolda bir saniye durmamaya, hiçbir engelde yılmamaya ant içerim.’’
Salonun coşkusunu gören Tuğba, ‘’Arkadaşlar, ne dersiniz bir daha tekrarlayalım mı’’ dediğinde; ’’Bir daha, bir daha’’ yankıları salondan taşıyor, koridorları inletiyordu.
Alkış sesleri çatıda Umut’u bir, on dört bin sekiz yüz otuz iki kez daha biliyordu.
Tuğba tekrarlattı, ‘’ Öğrencilik hayatım boyunca en iyi, öğrenciler arasında yer almaya öğrencilik sonrası yaptığım işin en iyi yapanı olmaya, bu yolda bir saniye durmamaya, hiçbir engelde yılmamaya ant içerim.’’
Koca salon bir tek noktaya odaklanmıştı. ‘’ Öğrencilik hayatım boyunca en iyi öğrenci olmaya, öğrencilik sonrası yaptığım işin en iyi yapanı olmaya, bu yolda bir saniye durmamaya, hiçbir engelde yılmamaya ant içerim.’’
Leyla öğretmen, mutluluktan uçacaktı. Medya okur Yazarlığı Öğretmeni, verdiği başarı işaretleri ile takım antrenörlerini çoktan sollamıştı. Müdür, şaşkınlık içerisinde… Öğrencileri hiçbir etkinlikte bu kadar katılımcı, bu kadar içten, bu kadar coşkulu görmemişti.
Yaşananlar, alkış sesleri unutturuyordu Umut’un yokluğunu..
Umut’sa bir, on dört bin sekiz yüz otuz iki daha biliyordu kendini...
Diğer öğretmenler, her öğrencide kendisini görüyordu. Duymak istedikleri sözü duyuyor, görmek istediklerini görüyordu. Kendilerinin söylediği sözü öğrencinin ağzından hiçbir tesir, hiçbir baskı altında kalmadan içtenlikle söylemeleri şaşırtmıştı hepsini. Hepsinin içinden her birini tek tek öpmek, her birine 5 vermek geçiyordu.
Bilişim Teknolojisi ve Medya Okur Yazarlığı Öğretmeni, adeta bir birleri ile yarışıyordu. Medya Okur Yazarlığı Öğretmeni, konuşmacıların her sözcüğünü ölçüyor, biçiyor, tartıyor; tartıyı tutturduğu an işaretleri peş peşe çakıyordu. Bilişim Teknolojisi Öğretmeni izlediği mutluluk tablosunun tek bir karesini kaçırmak istemiyordu; müdürün gülümsemesinden, Leyla Öğretmenin mutluluk gözyaşından, Medya Okur Yazarlığı Öğretmenin zafer işaretlerinden, konuşmacıların zafer çığlıklarına, izleyicilerin kalp atışlarından, düşünce dünyasına gelgitlerine kadar… Optik gözden daha duyarlı daha hızlı… Salonu tüm cepheden saniyede tarıyordu. Tekrar, tekrar… O da mesleğini en iyi yapma mücadelesi veriyordu. Mutluluk ışıklarının hepsini yerli yerinde yakalayacak, yerli yerinde yerleştirecek; okulun web sitesinde sergileyecekti. O güzelliğin, o erişilmez duyguların salondan uçup gitmesine gönlü razı gelmiyordu. Ölümsüzleştirecekti. Elden ele taşıyacaktı. Işık kervanında yerini alacak; altına kendi adını yazacaktı: ‘’ Görkem Şahin’’
Sınıfın alkış temposu sürdükçe sürüyor… Durmak bilmiyor. Öğretmen Leyla, devreye girip susturdu… Alkış için teşekkür etti, sözü III. Grubun sözcüsüne verdi. III. Grup: Fikir Gücü. Sözcü: Semih.
Semih, daha önceki konuşmacılara ve dinleyicilere teşekkür ederek konuşmasına başladı:
- Arkadaşlar, bizim sizlere tanıtımını yapacağımız kitap, Çelik Böyle Sertleşti. Yazarı, Nikolay Ostrovski. Bizler bu kitabı öncelikle seçtik. Sunum sonu seçmemize siz de hak vereceksiniz. Mareşal Vasili Çuikov, Nikolay Ostrovski’nin Çelik böyle sertleşti kitabı için; ‘’İnsanın en paha biçilmez varlığı hayatıdır. Hayat bir kez verilir insana ve bu hayatı öyle yaşamalı ki, hiçbir amacı, anlamı olmadan yaşanan yıllar için insan utanç duymasın, miskin, pis pis heveslerle geçen günler için insanın yüzü kızarmasın ve hiç değilse ölürken kendi kendine diyebilsin ki; 'Ben ömrümü, bütün gücümü dünyada en mükemmel şeye, insanlığın özgürlüğe kavuşması için mücadeleye adayarak yaşadım.’’ Bu sözlerden sonra kendi kendimize şu soruyu sormalıyız: ‘’ Hayatımızın önemine hiç dikkat ettik mi, hayatımızın bizim için; bir başkası için önemini kavrayıp bir hizmette bulunduk mu? ’’ Eminim bulunduk diyen biri altı ders saatini, ders kaynatmakla meşgul olmaz. Eminim ki öğrencilik hayatını boşa harcamaz. Öğrencilik dönemi yaşamını boşa geçirmez. Yine bu sözlerde boş geçen günler için yüz kızarma söyleminde bulunuyor. Zamanını boşa geçiren arkadaşlarımızın yüzü kızarmıyorsa en azından bu sözlerin önemine dikkat etmeleri kendi yararlarına olacaktır. (Medya Okur Yazarlığı Öğretmeninden başarı işaretleri gelmeye başlıyor.)
Salonda azınlıkta olsa da bazı başlar öne eğiliyor, diğerleri alkışlıyordu. Hele zamanı dolu dolu yaşayanlar, ‘’Bu söz benim için söylenmiş.’’ dercesine övünçle alkışlıyordu.
Semih, alkışlara teşekkür edip sözü İrem’e verdi.
İrem:
- Akadaşlar, Nikolay Ostrovski, daha yirmi yaşındayken ülkesinde yaşanan iç savaş cephelerinde aldığı ağır yaraların etkisiyle kötürüm ve kör olmuştur. Doktorların ümit vermediği Nikolay Ostrovski, hayata küsmemiş, sevgisini yitirmemiş, mücadele gücünü kaybetmemiştir. Güçlü iradesi sayesinde hayatta kalmayı başarmıştır.
Bu mücadelesi ile milyonların umut kaynağı olmuş; yaşamanın her şeye karşı güzel olduğu gerçeğini ortaya koymuştur. Biz de diyoruz ki ‘’Yaşamak her şeye rağmen güzeldir yaşamasını bilene’’… (Başarı işaretleri yine aralıksız geliyor.)
İrem, ‘’Nikolay Ostrovski, hayatta kalma mücadelesiyle azmin ve başarının kahramanı olarak bilinir.’’ dedikten sonra sözü Damla’ya verdi.
Damla:
- Arkadaşlar, Güçlü iradesi sayesinde hayatta kalmayı başaran Nikolay Ostrovski, omzuna yerleştirdiği aygıtlar yardımı ile kalem tutmayı başarmış ve bu kitabı yazmıştır. Kitapta; savaşta kendi ve arkadaşlarının yaşamış olduğu zorlukları anlatmıştır. Kitap Dünya Klasikleri arasında ilk sıralarda yerini alır:
Kitapta dikkat etmemiz gereken noktalardan biri de hangimiz var olan ayaklarımızın, ellerimizin farkına varabildik… Hangimiz kendi adımıza, insanlık adına yeterince kullanabildik. (Başarı işaretleri gelmeye devam etti.)
Damla, sözü Aytaç’a verdi.
Aytaç diz kırılarak ayaklar arkaya bağlanmış, kollar içerde bir gömlek giymiş; ayak ve kollar yok görünümünde… Başladı dramatize etmeye:
- Ben Nikolay Ostrovski. Ey siz insanlık düşmanları, bütün maddi varlığımı aldınız, bedenimi aldınız, bir tek beynimi alamadınız. Beynimle sizlere savaş açmaya devam ediyorum!
Sahneden güçlü alkış sesleri…
Semih devreye girer:
- Arkadaşlar, biz Beyin Grubu olarak bundan böyle hayıtımızı şahsımız adına, insanlık adına adamaya ant içtik. Bizimle ant içmek isteyenler bir parmak kaldırsın.
Tüm salon eksiksiz parmak kaldırdı.
Semih, ‘’Arkadaşlar, o zaman hep birlikte ant içiyoruz. Ben söylüyorum siz tekrarlıyorsunuz. ‘’ dedikten sonra, ‘’ Bundan böyle hayıtımızı şahsımız adına, insanlık adına adamaya ant içtik!’’
Semih, ‘’Bizleri dinlediğiniz, bizlere katıldığınız için grubum adına teşekkür ederim.’’
Semih’in konuşmasının ardından, ‘’ Beyin Gücü, Beyin Gücü’’ sesleri ile alkışlar salonu bir kez daha inletti.
Ve Umut on dört bin sekiz yüz otuz iki kez daha bilendi.
Sırada ‘’Okumak namustur Grubu, grubun sözcüsü Mehmet:
- Arkadaşlar, bizim Tanıtımını yapacağımız kitabın adı Sefiller. Sefiller’i niçin seçtik? Sefiller ,‘’Birey mi toplumu suça iter, toplum mu bireyi suça iter? ’’ Sorusunun en güzel örneği. Jan Jak Russo’ya göre toplum bireyi suça iter. Toplum bireyi önce aç bırakır, bireye ekmek çaldırır; sonra bireyi cezalandırır. Sefiller’in kahraman Jan Valjean, sadece bir ekmek çaldığı için 19 yıl kürek cezasına mahkûm olmuştur. Bizler de yaşadığımız toplumda Jan Valjeanlar olmasın istedik; hiç birimiz de asla... (Burada Medya Okur Yazarlığı Öğretmeninden işaretler gelmeye başladı.) Kitabın detayını sırası ile size arkadaşlarımız tanıtacak. Şimdi sözü Hüseyin arkadaşımıza veriyorum.
Hüseyin:
- Arkadaşlar, Sefiller kitabını niçin seçtik? Sefillerin yazarı VİCTOR HUGO, bu romanı çocuk denecek yaşta yazmıştır. Burada bizlerin de kendimizi küçümsemeyerek biz yaşta insanların büyük işler başaracağına dikkat çekmek istedik (Medya Okur Yazarlığı Öğretmeninden ışı başarı işareti…)
Arkadaşlar, ‘’Yaşarken ölüye en çok benzeyenler, ölürken en fazla acı çekenlerdir.’’
Özdeyişi yaşamı şekillendirmemizi, anlamlı kılmamızı, yaşam süremizi ölüme götüren bir süreç olarak görüp hiçbir şey yapmamak yerine yaşamdan zevk alarak yaşamak, öldükten sonra ölmemiş gibi anılmak adına, yaşam süremizin her anına bir çivi çakmamızı vurgulanıyor. İşte, yaşamı şekillendirmenin tek yolunun okumaktan geçtiğini tüm insanlık kabul ediyorsa ve de okumak denince ilk akla gelen; VİCTOR HUGO, ‘’ Sefiller’’ oluyorsa; işte biz de onun için Sefiller’i seçtik.
VİCTOR HUGO, çocuk yaşta bu romanı yazar. Bu günkü teknolojik ortam yok. Yazdıklarını çuvala doldurur; matbaa matbaa dolaşır. Çocuk diye hiçbir matbaa ciddiye almaz. Yalnız bir tek matbaa sahibi ‘’Okuyup karar vereyim.’’ der, okur; VİCTOR HUGO’ya ‘’Bu kitap ta aşk sahnesi yok, basılırsa okuyucu okumaz. İçine aşk sahneleri koyalım.’’ der. VİCTOR HUGO, meşhur sözünü söyleyerek ‘’ Kitap basılacaksa bu şekilde basılacak.’’ der. Bu da bize bir şık olmalı.
Doğrularımızdan taviz vermemeliyiz. (Medya Okur Yazarlığı Öğretmeninden ışık- başarı işareti…) Kitabı ana hatları ile Ferda arkadaşımız size özetleyecek. Ben sözü Ferda, arkadaşımıza veriyorum.
Ferda:
- Arkadaşlar, Kitabın kahramanı Jan Valjean ekmek çalar; ekmek çaldığı için 19 Yıl kürek mahkûmu olur.
Anlayacağımız çaresizlik insanı her türlü suça iter. Biz burada sizlere çaresiz duruma düşüp suç ortamına itilmemek için kendi çarelerimizi yaratmaya mecbur olduğumuzu vurguluyoruz ve bizler için okulların bir oyun alanı değil çare arama alanı olduğunu vurgulayarak, okulu sadece oyun alanı gören arkadaşlarımızın uyanmasına yardımcı olmayı hedefliyoruz. Bizler diyoruz ki okullar en büyük çare arama yeridir. Okullarda kaçıracağımız fırsatları hayatımızın hiçbir alanında bulamayız. Sözümüzün doğruluğuna inanan arkadaşlarımızın elini havada görmek istiyorum. Doğru diyenler?
Tüm salonda eller havada. Öğretmenler pür dikkat.(Medya Okur Yazarlığı Öğretmeninden ışık işareti. Başarı işareti…)
Jan Valjean, tutukluluk sürecinde defalarca kaçmıştır. Her kaçışında ceza katlanmıştır. Her kaçışında yerine isim benzerliliğinden başka biri tutuklanmıştır. Jan Valjean, bir başkasının işlemediği suçtan tutuklanmasına razı olamadığı için her defasında teslim olmuştur. Burada bizim işlediğimiz suçun cezasını bir başkasının çekmemesi gerçeğini; dürüstlük kavramının önemini vurguluyoruz ve diyoruz ki yaşadığımız sürece haksızlığa göz yummaya, yalan söylemeye yer vermeyeceğiz.(Medya Okur Yazarlığı Öğretmeninden ışık işareti. Başarı işareti…)
Jan Valjean, tutukluluk süresi bittikten sonra bir süre topluma küsmüş düşman olmuştur. Sefillik ve yalnızlık içerisinde kalır. Anlıyoruz ki topluma küsen kendine küser. (Medya Okur Yazarlığı Öğretmeninden ışık işareti. Başarı işareti…)
Jan Valjeanın, piskopos’dan gördüğü iyilikle ruhu aydınlanır. Hayata ahlak ve fazilet sahibi iyiliksever bir insan olarak yeniden başlar. Burada da yardımlaşma ve insanın değişebileceği gerçeğini anlıyoruz.
Jan Valjean, kendini iyiliğe adar. Yoksul bir kız olan Cosette’i evlat edinir; büyütür, evlendirir. Kasabanın sevgisini kazanır. Yaşadığı kasabanın belediye başkanı olur. Anlıyoruz ki iyilik eden, topluma hizmet eden toplum tarafından yüceltilir. Yücelmeye aday olduğumuzu ve inançlı olduğumuzu buradan ilan ediyoruz, sizler de bizlerle var mısınız?
Salondan coşkulu: ‘’ Varız! Varız! ‘’ çığlıkları…
(Medya Okur Yazarlığı Öğretmeninden ışık işareti. Başarı işareti…)
Ferda, ‘’ Şimdi Kemal arkadaşımızın dramatizesini izleyelim.’’
Mehmet Yücel, Matbaa sahibi rolüne geçmiştir. Masa üstünde birkaç kitap, kâğıt ruleleri. Kemal Tezel ( V. Hugo) kulisten gelir masaya yaklaşır:
- Kitabımı incelediniz mi?
- İnceledim. İçinde aşk yok; bu şekilde basarsak okunmaz. İçine biraz aşk sahnesi koysak.
- Basılacaksa yazıldığı gibi basılacak.
- Jan Valjean’nın yirmi yıl birlikte yaşadığı Cosette’nin elini bile tutmaması sence garip değil mi?
- Bence garip olsaydı, garip diye yazardım.
- En azından ikisini el ele tutuştur, baskısını yapalım.
- Kitap basılacaksa bu şekil basılacak ve de yeryüzünde parasızlık yüzünden erkeğin cahil, şerefsiz; kadının namussuz olduğu sürece bu kitap değerinden hiçbir şey kaybetmeyecektir.
Kemal seyircileri selamlar.
Alkış sesleri içerisinde Ferda açıklamada bulunur:
- Arkadaşlar, Kemal arkadaşımızın canlandırdığı ve söylediği sözler kitabın yazarı Victor Hugo’ya aittir.
Üzerinden yaklaşık iki yüzü aşkın bir süre geçmiş olasına rağmen sözünde de belirttiği gibi kitap Dünya Klasikleri arasında ilk sıralarda yer almaktadır. Sanırım Grubumuzun adının niçin ‘’ Okumak Namustur’’ olduğu anlaşılmıştır.
Mehmet YÜCEL:
-Arkadaşlar, diğer grupların almış olduğu kararların doğruluğuna bizler de inanıyor destekliyoruz. Sadece diyoruz ki kararlardan bir kısmı soyut ya da uzun vadeli. Biz daha somut, daha kısa vadeli bir eylem ortaya koyuyoruz. Hemen bu salondan çıktıktan sonra uygulayabileceğimiz bir eylem.
Öğretmenler bir birine bakıyor, salondaki izleyici öğrenciler ve diğer gruplar merakla açıklanacak eylemi bekliyorlar.
Mehmet YÜCEL:
- Arkadaşlar içinizde kitap okuyanlar bir parmak kaldırsın.
Kaldırmayan tek kişi yok.
Mehmet YÜCEl:
- Evinde kitabı olanlar parmak kaldırsın.
Kaldırmayan tek kişi yok.
Mehmet YÜCEL:
- Bu salondan çıkınca en sevdiğiniz kitabı en sevdiğiniz kişiye verip okumasını isteyeceksiniz. Verdiğiniz kişiye de bir kitabı bir başkasına okutmasını. Bu eylemi bugün biz başlatırsak; bu eylem sürer gider.
Ben, Sefiller Romanı’nı kim okumadı ise ona vermek istiyorum.
Salondan ilk fırlayan öğrenciye kitabı verdi. Salona sordu:
- Eve gittiğinde bu eyleme katılacak arkadaşlar bir el kaldırsın.
Bütün eller havada.
Mehmet YÜCEL:
- Değerli arkadaşlar, şu ana kadar biz konuşmacıları alkışladınız. Şimdi kendi kendinizi alkışlayın.
İlk alkışı Mehmet Yücel kendisi, sonra konuşmacılar, öğretmenler, bütün salon… Alkış üstüne alkış… Mehmet Yücel konuşmasını sürdürmek için bir süre bekledi. Leyla Öğretmenin el işaretleri ile alkışlar kesildi. Mehmet Yücel:
- Arkadaşlar, okumanın namus, okumanın şeref, okumanın, iş, servet, şan -şöhret olduğu bilinci ile okumaya; önce kendimizi, sonra çevremizi aydınlatmaya ant içeriz. Bizimle ant içmeye var mısınız?
Bir yandan alkış bir yandan ‘’ Varız! Varız!’’ sözünü duyan Mehmet Yücel, ‘’Hep birlikte söylüyoruz o zaman.’’ dedi.
Mehmet Yücel andı tekrarlattı, ‘’Okumanın namus, okumanın şeref, okumanın, iş -servet, şan -şöhret olduğu bilinci ile okumaya; önce kendimizi, sonra çevremizi aydınlatmaya ant içeriz.’’
Umut son kez kendini on dört bin sekiz yüz otuz iki kez daha biledi… Filmlerdeki izlediği dedektif sahnelerinden daha titiz, daha ince hesaplarla çatıdan indi. Yarışmanın yapıldığı salona yakın merdiven altı boşluğa kendini gizledi, bir kartonu siper edindi.
Yarışmanın son adımı son grubu 5. Grup sahnede yerini aldı.
Okul çıkış saati çoktan gelip geçmişti. O gün ilk defa rutin uygulamaların dışına çıkıldı. Müdür yerinden kalkmadan not yazdı, ‘’ Öğrencisinin evine gelmemesini endişe edip telefonla arayan velilere bilgi verilsin, okula gelen veliler salona yönlendirilsin.’’’ Notu en yakınındaki müdür yardımcısına verdi. Müdür yardımcısı dikkat çekmemek için elinden gelen gayreti göstererek salondan çıktı. Odasının önünde ilk karşılaştığı veli Umut’un annesi idi. Umut’un annesine göre Umut’un 10 dk’ eve geç gelmesi yeni bir vukuattı. Hele yarım sat geç gelmesi felaket demekti. Umut’un annesi gerçeği öğrendiğinde yüreğine bir su serpti. Demek ki oğlu doğru söylemişti. Gelmişken oğlunu bekleyip birlikte gitmeyi uygun buldu. Müdür yardımcısının yönlendirmesi ile salonun yolunu tuttu. Salonun kapısından içeri ilk adımını attı. Salon baştan sona dolu. Konuşulanlar, alkışlar ilgilendirmiyordu kendisini.
Gözleri köşe bucak oğlunu arıyordu. Bir türlü bulamadı. Çekinmese ‘’ Umut, oğlum nerdesin? ’’ diyecekti, olmadı. Fırsat bulabilse, öğretmene, müdüre; ‘’ Oğlum nerde? ’’ diye soracaktı. Çaresiz konuşmaların bitmesini bekleyecekti.
Sahnede masa çevresinde dört öğrenci önlerinde isimleri yazılı. Boş bir sandalye, karşısında ‘’UMUT’’ yazısı.
Anne, ‘’Umut’’ yazısını görünce endişesi yerini meraka bıraktı ‘’ Bunlar piyes oynuyor, oğlumun rolü ne ki?’’
Grubun Sözcüsü Kıvılcım:
- Arkadaşlar; ‘’UMUT IŞIĞI ‘’ bizim grup adımız olduğu gibi aynı zamanda tanıtacağımız kitabın adı. Yazarı, İbrahim Şahin. İbrahim Şahin, bütün başarıların umuda bağlı olduğunu ortaya koyarken umudunu yitirenlerin, hiç umudu olmayanların, yaşam şartlarının zorluğu karşısında yenilgi üstüne yenilgi aldıklarını, yenilgiler sonucu hayata küstüklerini, gözler önüne seriyor. Bizler grup olarak belirleyeceğimiz her hedefin bize bir umut ışığı olacağına inanıyoruz. Hedefimiz, okullarda elde edeceğimiz başarılarla kendi geleceğimizi belirlemek; içinde bulunduğumuz topluma yararlı hizmetlerde bulunabilmektir. Ben sözü Dilara arkadaşıma veriyorum.
Yazar konuşanları tek tek not alıyor. Bir sözcüğü kaçırmak istemeyişi bakışlarından, yazışından anlaşılıyordu.
Dilara:
- Arkadaşlar, İbrahim Şahin kitabında, bizi sadece çanta taşıyan olarak görmüyor, tek bir birey olarak görmüyor; geleceği aydınlatacak ışığın kaynağı olarak görüyor. Tek bir kıvılcımın, tek bir ışığın bütün toplumu aydınlatabileceğini en ilginç örneklerle bize sunuyor. Biz bu kitabı okuduktan sonra kendi içimizdeki keşfedemediğimiz gücü keşfettik; gücümüzün bize yeteceği gibi, yüzlere binlere güç katacağı inancına vardık. İçinizdeki gücü keşfetmeye var mısınız?
Salondan varız alkışları…
Umut alkışları daha net duyuyor, alkışlar artık Umut’u bilemiyor. Heyecan üstüne heyecan katıyor. Umut, yerinde duramıyor, yumruklarını sıkıyor. Elinden gelse saati ileri alacak, fırlayacak sahneye…
Dilara, ‘’ Ozan arkadaşımız kitabı tanıtmaya devam edecek.’’
Ozan:
- Arkadaşlar, İbrahim şahin, bütün büyük başarıların küçük basit merdivenlerden ilerleyerek kolayca elde edildiğini vurguluyor. Ona göre öğrencilik hayatı da, hedefe, başarıya götüren merdivendir.
1. Sınıftan başarı ile başlayan bir öğrencinin, aynı başarılarla sınıf sınıf atlayarak öğrencilik hayatını tamamladığında en yüksek hedefe erişebileceğini belirtiyor. Hedef basamaklarında birini atlayarak diğerine geçiş yoktur örneğin 7. sınıfı okumadan 8.sınıfa geçmek gibi. Doruktaki başarı için merdivenin önemsiz basamağı yoktur. Lisedeki bir başarı için; içinde bulunduğumuz basamağın önemi olabileceği gibi. Kısacası birçoğumuz bugünkü basamağın önemini kavrayamadık. Daha önceki dönemlerde olduğu gibi. Önemli olan her basamakta yeni bir basamak oluşturabilmektir. Çıkacağımız merdiven basamaklarını yükseltebilmektir. Başarıya giden yolda bir merdiven ve bir ışık; başarının olmazsa olmazları.
Konuşulan her cümlede İbrahim Şahin’in yüzünde bir gül açar. Duyduğu mutluluğun kitabı yazmakta duyduğu duygudan fazla olduğunu söylemeye ihtiyaç bırakmıyor gülümsemeleri. Gülümsemeler, konuşmacıya ayrı bir rahatlık, ayrı bir mutluluk verir. Her cümle farklı bir tonda dökülür dudaklardan…
Ozan’ın ,’’ İbrahim Şahin, ‘Kitapta umudu bir yıldıza benzetmiş. Umudu kaybetmek ışığın söndüğüne inanmak ve karanlığa bürünmektir. İfadesinden sonra III. Gurubun sözcüsü:
- Sizin Umut kayıp, o zaman siz karanlığa mı büründünüz?
Ozan,
- Merak etmeyin, kitapta o sorulara da cevap var. Kapanan her kapı, umuda açılmış yeni bir kapıdır.
II. Gurubun sözcüsü:
- Sizin Umut kapınız hepten kapalı.
Salondan sadece Umut’un yaramaz arkadaşları, gülmeye başladı. Leyla Öğretmen, devreye girip susturdu. Salon sakinleşince, Dilara, devreye girdi:
- 10 sayısının 3’e bölümünü ele alalım: Böldükçe bölünür. Umut onun gibidir. Böldükçe bölünebilen, çarptıkça çoğalabilen… Yeter ki bölebilelim, yeter ki çarpabilelim.
II. Grubun sözcüsü:
- Onun için mi sizin Umut her an her yerde, dersin her anında, bu ders hariç. Sınıfta bütün sıralarda, dışarıda bütün duvarlarda Umut yazılı. Nerede bir olay, orada Umut…
Öğretmen yine devreye girdi, ‘’Arkadaşlar, Umut arkadaşınız yanlış davranış sergileyen bir arkadaşınız olabilir. Sunumu bir tek kişiye indirgemeden sürdürürsek şu ana kadar sergilemiş olduğunuz olağanüstü güzellikteki sunuma gölge düşürmemiş olursunuz.’’
II.Grubun sözcüsü ( Tuğba Yıldırım):
- Öğretmenim, arkadaşların anlattıklarına saygı duyarım. Amacım, Umut arkadaşımızı kötülemek, konuşmacı arkadaşın anlattıklarına karşı gelmek değil. Sunumlarımız uzadı. Bizi izleyen arkadaşlarımızdan sıkılanlar biraz gülsün diye Umut arkadaşımızın olmamasını ‘’Umut yitirmek olabilir mi? ’’ şeklinde sorarak sunumu tek düzelikten çıkarıp tartışma havası vermek istedim. Ben, eminim ki ‘’Umutlar Yitirilmesin’’ grubu Umut arkadaşımızın yokluğunu hissettirmeyeceklerdir.
Leyla Öğretmen, Tuğba’ya konuşması için teşekkür etti. Ozan’a döndü, ‘’Sözlerini tamamla.’’ dedi.
Ozan:Bizler, ’Umutlar Yitirilmesin’’ grubu olarak önce kendimizi, sonra toplumu aydınlatmaya ant içtik. Kendini ışık kaynağı olarak gören, toplumu aydınlatabileceği olan arkadaşlarımız bizimle ant içmeye var mı?
Salondan alkış sesleri ile birlikte ‘’ Varız, Varız! ’’ Ozan söyledi, salondaki öğrenciler tekrarladı, ‘’ Önce kendimizi, sonra toplumu aydınlatmaya ant içeriz.’’
Sıra dramatize bölümüne geldi, Umut yok.
Umut Işığı Grubu:
- Ah ahh! Umut
Diğer Gruplar,
-Oh, ohh! umut
Umut Işığı Grubu,
- Ah ahh! Umut
Diğer Gruplar,
- Korkak umut
Umut Işığı Grubu,
- Ah ahh! Umut
Diğer Gruplar:
- Kaçak Umut
Umut Işığı Grubu,
- Ah ahh! Umut
Diğer Gruplar:
-Umut ışığı söndü
Umut ışığı söndü
Birincilik suya düştü
Oh, ohh! umut
Oh, ohh! umut
Umut Işığı Grubu:
- Ah ahh! Umut
Ah, ahh! Umut
Bizi tuzağa düşürdün
Bize arkadaş değilsin artık
Okuldan kaçtın, bizden de kaç artık!
Grubun dört kişisi Umut nedeni ile kendilerini yarışmayı kaybetmiş görse de öğretmenin açıklayacağı I. Grubu merak ediyordu. Umut’a kızgınlık, gözlerle Umut’u arayış…
Öğretmen Leyla, I.’lik için Gruplara alkış isteyecekti. Mikrofonu aldı. Salondaki öğrencilerin gözlerinin içine bir baktı; gözlerindeki ışığı, değişimi; tek tek görmek istedi. Bütün gözler ‘’ Durun!’’ sesi ile açılan kapıda. Leyla öğretmen, Umut’la göz göze… Umut içeri girdi. Yine sadece Umut’un arkadaşlarından alaycı bir bakış, gülümsemeler… Öğretmen sordu:
- Sen niçin zamanında gelmezsin? Arkadaşlarına bunu nasıl yaparsın?
Umut’un annesi kendine hâkim olamadı, ‘’ Hay, ağzına sağlık öğretmen hanım. Bana Müdür yardımcısı yarışmada görevli olduğunu söyledi. Ben buraya onun için gelmiştim, buraya gelip gözlerimle görmesem; bana yarışmada olduğunu söyleyecekti.’’ Nöbetçi öğretmen susmasını söyledi. Herkes merakla Umut’un vereceği cevabı bekliyordu.
Umut:
- Öğretmenim, benim görevim ‘’ Umutlar yitirilirse ne olur?’’ onu göstermekti. Umutların yitirilmesi bundan güzel anlatılamaz ki… Burada beş grup var, bir grup kazanacak dört grup kaybedecekti ama hiç biri umudunu kaybetmeyecekti. Böyle bir durumda sadece bizim grup umudunu da kaybedecekti ve ben ömür boyu arkadaşlarımın sevgisini… Ben onu sergilemek istedim. Burada yarışmayı kaybetme durumunda -ki kaybedersek- arkadaşlarımın sevgisini kaybetmeyeceğim. O duygu yeter bana. Karar sizin.
Öğretmenin şaşkınlığını gören Umut, konuşmasını sürdürdü.
‘’Siz, ( Derslerde azar işittiği öğretmenlerin gözünün içine bakarak’’ beni bugüne kadar dersi dinlemeyen, hiçbir etkinliğini yapmayan, dersten kaçan olarak tanıdınız. Artık o ben, ben değilim. Ben, bugünden sonra yeni bir benim. Umuttan umuda koşan, Umut. Yılmayan, umuda doymayan Umut. Bu konuşmamı bizim grubu birinci yapmanız için yapmıyorum, artık küçük başarıların büyük hedeflere basamak olduğunu biliyorum. Ben o basamağı çoktan geçtim. Öğretmen şaşkınlık içerisinde, ‘’Bu büyük değişim kararının sebebi nedir? ’’ diye sorduğunda:
- Öğretmenim,
İbrahim Şahin ‘’Umut Işığı’’nda, ‘’Hayatı yaşayarak öğreniriz. Hayatta öyle hataları yaparak hata olduğunu öğreniriz ki; hayat bize hatalarımızı telafi şansı vermez.
Hayat bize en büyük fırsatları öğrencilik aşamasında sunar. Öğrenciler de en büyük hataları öğrencilik döneminde yaptıkları için kaçırttıkları fırsatların bilincine varamaz. Yaptıkları hata bir yaşam sürecinde ceza olarak karşılarına çıkar.
Öğrencileri bu tuzağa düşürmemek için anne babaların, öğretmenlerin, yöneticilerin üzerine büyük bir görev düştüğünü’’ belirtiyor. Yine İbrahim Şahin, ‘’ Her çocuk bir ışığa ihtiyaç duyar. Önemli olan her çocuğa bir ışık sunabilmektir.’’ diyor. Ben kitabı okuduktan sonra kaçırttığım fırsatları gördüm, kaçırmadıklarımın peşinde koşmaya karar verdim. Kitap bana yeterince ışık oldu.’’ dedi.
Bütün gözler Umut’ta. Umut’tan pay çıkarma peşinde. Pay çıkaranlar sevinçte, başta Hasan öğretmen… Kendisi kendi eli ile teslim etmişti Umut’u Kitap Kurdu’na. Hasan Umut’la tek sırdaştı, Umut’un konuşmasında gözünün içine bakması gülümsemesi bunun ispatıydı. Hasan öğretmendeki sevinç on dört bin sekiz yüz otuz iki problemi çözmekten on dört bin sekiz yüz otuz iki fazla, on dört bin sekiz yüz otuz iki problemi çözmekten, on dört bin sekiz yüz otuz iki kez daha anlamlı…
Hasan’ın gözünün önünden ‘’ Her zaman kurar eşitlik dengesini umut… Umut problemin payı, paydası, Eşitliğin dengesi. Umut hayatın öznesi. ‘’ sözü bir şerit gibi geçmişti, on dört bin sekiz yüz otuz iki kere.
Umut’tan pay çıkaramayanlar. Vicdan azabını pençesinde…
Leyla öğretmen gelgitlerde.. Bir yandan Umut’a söylediği ‘’ Sana güvenmiştim’’ ‘’ Arkadaşlarına bunu nasıl yaparsın?’’ sözleri altında eziliyor, bir yandan doğru bir şey yapmanın sevincini hissetmeye çalışıyordu.
Medya öğretmeni verdiği taktiklerin işe yaradığını görüyor, kendisi ile övüncü yaşarken öğrencilerin verdiğinden fazlasını yansıttıklarının şaşkınlığını yaşıyordu.
Yazar kendi dünyasında.. Kim bilir yeni romanının iskeletini çatıyor, çatısına sığınıyordu…
İbrahim Şahin, kim bilir Umut’un hangi sözüne tutunuyor ya da Umut’a hangi duyguları besliyordu…
Dilara, yolun başında anladı, yalnız bir ön adımın boş koşudan başka bir şey olmadığını, yalnız bir ön adımın taşıyacağı hedefin anlamsız olduğunu.
Öykü’nün, Kazım’ın, Sabiha’nın, Seden’in,Sude’nin vücut kabuğunda çatırtılar, dillerinde ‘’ Kitap okumak yetmiyormuş, kitabın dilini haykırmak gerekiyormuş kitabın dilince, yer ve zamanında. Türkülerini söylemek gerekiyormuş gönülden gönüle. Kanatlarında süzülmek gerekiyormuş mavi bulutlarda. ‘’ sözleri.
İngilizce öğretmeni Feyza, yaşanılanları, yaşadıklarını İngilizceye tercüme etme kaygısı içerisindeydi. Acaba değişir miydi İngilizcede duygular? Diyordu kendi kendine ‘’ İnsanların, dili, rengi, ırkı ne olursa olsun duyguları değişmez.’’
Hüseyin, kafa yormuyordu olan bitene. Hüseyin’in nefes alıp vermesi yeterliydi gülmesine. Hüseyin’e göre düşünceler engeldi gülüşlere. O nedenle Hüseyin hiç mi hiç düşünmemişti, sınavlardan 1 alma ile 5 alma arasındaki farkı. Her zaman 1 alışlarındaki gülüş 5 alanlardan beş fazlaydı.
Umut’a gelince,
Umut’a açılmıştı, en umulmadık umutların çaldığı en umulmadık kapılar. Çözülmüştü, en umulmadık saatlerde kurulan en ummadık düşler…
Taşınmıştı Umut, en umulmadık umutların en umulmadık kanatlarında, en umulmadık semalara, en umulmadık doruklara.
Umut’a seyri kalmıştı doruklardan yaşanan şaşkınlıkların…
Salonu dolduran öğrencilerin hepsinin gözünden her birinin duyduğu sevincin TEOG başarısı sevincinden on dört bin sekiz yüz otuz iki kat fazla olduğu okunuyordu.
Yazar İbrahim Şahin,’’ Yaşananları ifade etmeye gücüm yetse on cilt kitap olur.’’ diyordu kendi kendine…
Tek bir gerçek; Umut’un herkesi şaşkınlığa uğrattığı, ikinci gerçek Umut’un ‘’Zafer’’i.
Salonun sessizliğini, öğretmenlerin şaşkınlığını gören Umut konuşmasını sürdürdü.
‘’Öğretmenim, kitapta depremde göçük altında kalan bir çocuğun bir ömür değil, bir gün değil, sadece bir dakika daha fazla yaşama umudu ile on yedi gün nasıl çığlık attığı ve on yedi gün sonra göçük altından çıkınca hayata nasıl dört elle sarıldığı yüreğimi parçaladı, rüyalarıma girdi. Eşini kaybeden birinin, eşinin öldüğünü bir daha geri gelmeyeceğini bile bile çocuklarına her gün, ‘’Akşama babanız gelecek.’’ demesi, her kapı çalışta gelecek umudu ile kapıyı açması… Çocuklarını babasızlık duygusundan uzak büyütmesi… Kendisini yalnızlık duygusundan uzak büyütmesi… ‘’
Son cümle aldı götürdü öğretmeni farklı dünyalara… Yanağında iki damla yaş belirdi.
Öğretmenin yanağındaki yaş, yazarın yüzüne… Umut’un annesinin yüzüne… .En acısı az sayıda da olsa aynı duyguyu yaşayan öğrencilerin gözyaşına neden oldu. Sayı az, gözyaşları çok… Gözyaşları anlamlı…
Umut konuşmasını sürdürdü ‘’ Bugün hiç farkına varmadığımız bayrağın, okullara gelip gitmenin, yıllar önce yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kaldığında bir tek umut ışığı ile nasıl dalga dalga büyüdüğü, bugünlere gelindiği anlatılmış. Annem babam, benden vatanı kurtarmamı istemiyor. Göçük altından çıkmamı istemiyor. Karnemde ‘’Bir Tek Beş’’ görmek istiyorlar ve ben onu gösteremedim. Düşündüğümde bir tek beş almayı başarabileceğime inandım, bir de öğretmenlerimden ‘’bir tek’’inin sevgisini kazanabileceğimi. Okuduğum kitap bana bunu gösterdi ayrıca ‘’bir tek’’lerden koskoca bir dünyanın oluşabileceğini…
Bu sözlerden sonra Umut’un annesi ne öğretmen engelini, ne müdür engelini düşündü. Fırladı oturduğu yerden sahneye, haykırdı, ‘’ İşte, benim Umut diyeceğim Umut, işte benim oğlum diyeceğim Umut! ’’ dedi, bastı Umut’u bağrına; öptü, kokladı… Salona döndü, ‘’ Bir annenin, çocuğundan duymak istediği en büyük sözleri duydum, bugün burada. Anneleri en mutlu eden an, çocuklarının başarılarını gördüğü andır. Diğer konuşan çocukların anneleri burada olsa onların da aynı duyguları duyacağından eminim. Yine eminim ki onlar da duyacaktır; duydukları an aynı duyguları tadacak ve doya doya öpecektir.
Annenin sözleri salonda bulunanlarının bütünün ağlamasına yetti ve arttı bir teki hariç o bir tek Umut’tu. Umut gözlerindeki ışıkla salonda bulunan yedi yüz yetmiş altı göze destan yazıyordu. Umut on dört bin sekiz yüz otuz iki ant içmişti on dört bin sekiz yüz otuz iki kez.
Umut’un annesi bütün yarışmaları tekrar tekrar öptü koynuna bastı tıpkı oğlunu öpüp bastığı gibi… Sonra öğretmenini…
Öğretmen Leyla, duygu bombardımanında, konuşmacı olmasa mutluluğunu yaşayacaktı doya doya, hiç çekinmeden yol verecekti sevinç gözyaşlarına… Kendisini topladı, mikrofonu aldı,
- Öğretmenlerin de en mutlu olduğu an öğrencilerin başarılarını gördüğü andır; öğrencilerinde gördüğü büyük değişimi gördüğü andır. Öğrencilere verdiklerini geri aldığı andır. Bütün konuşmacı arkadaşlarınız bugün burada bize o duyguları yaşattı.
Konuşmacılar içerisindeki Umut’taki olumlu değişiklikler asıl alkışlanması gereken bir başarı diyorum. Diğer gruplar alınganlık göstermez, sizler de uygun görürseniz ‘’ Umut Işığı Grubu’’nu I. seçelim.
Diğer grupların onayını alan Leyla Öğretmen, ‘’ Umut Işı Grubu’’nu I.ilan etti.
Uzun süren ‘’Umut, Umut! ’ tempoları ve alkışların ardından Umut’a dönerek ‘’ Sevgisini kazanmak istediğin tek öğretmenlerden ilki ben oldum ve ilk 5’i veren öğretmen. Sen çoğulların peşinde koş bugünden sonra. Senin çoğulları yakalayacağından, koskoca bir dünya kuracağından eminim.’’ dedikten sonra sözü müdüre verdi.
Müdür,
- Sevgili öğrenciler, sizlerden bir tek şeyi önemle bilmenizi isterim; burada görmüş olduğunuz öğretmenlerden bir kısmı emekliliği gelmiş öğretmenler, bir kısmı mesleğinde emekliliğini yarılamış. Hiçbirinin sınav kazanma, meslek edinme ya da değiştirme kaygısı yok. Onların tek kaygısı sizlerin edineceği meslekler.
Sizlerin kızdığı, dersini dinlemediği öğretmenlerinizin; sizin boşa geçirdiğiniz zamanlara ne kadar üzüldüğünü bilmenizi isterim.
Öğretmenlerin en büyük sevinci, sizlerin başarısı; sizlerden verdiklerinin karşılığını başarı olarak görebilmek. Burada verdiklerimizin karşılığını fazlası ile bize gösterdiniz, bizleri mutlu ettiniz. Bizleri mutlu ederken kendinizi de anne babalarınızı da fazlası ile mutlu ettiniz. Bu mutluluğun altını çizerken bir kez daha vurguluyorum; nasıl ki başarılarınız sadece size bağlı kalmıyor bir başkalarını da mutlu ediyorsa başarısızlıklarınız, olumsuz davranışlarınız da aynı oranda başkalarını da rahatsız ediyor.
Olumsuz davranışlarınızın siz farkına varmasanız da önemsemeseniz de anneniz babanız, biz öğretmenleriniz farkına varıyor, önemsiyor, üzülüyoruz. Olumsuz davranışlarınızı sizlerin de önemseyip üzülmenizi daha doğrusu üzülmemeniz, bir başkasını üzmemeniz için yapmamanız gerektiğini bilmenizi isterim.
Nasıl ki başarı ve başarısızlık bir başkasını etkiliyorsa, bir umut ışı bir ulusu; bir ulusu aşarak tüm insanlığı aydınlatır. Burada yarışmacı arkadaşlarınızın hepsinde bu ışığı gördüm. Bu ışığı ömür boyu taşıyacağınızdan hiç kuşkum yok.
Okuduğunuz Sosyal Bilgiler Derslerini hatırlayın; bir çağdan bir çağa geçişi sağlayan tek bir kişi olabiliyor. Fatih Sultan Mehmet’i hatırlayın. Bir toplumdaki değişim rüzgârını bir tek kişi estirebiliyor. Bir Mustafa Kemal Atatürk’ü hatırlayın… Bugün her birinizin büyük değişiklilerin öncüsü olacağını gördüm.
Bir çiçeği düşünün, bir tek çiçeğin tohumları… Koskoca bir bahçeyi güle donatır. Bir bahçe çiçeğin tohumları, binler bahçeyi güle donatır. Her birinizin toplumun geleceğini güle donatacak güçte olduğunu gördüm. Sizin adınıza, toplumun geleceği adına mutlu olduğumu, bütün öğretmenlerinizin aynı duygular içerisinde olduğunu bilmenizi isterim. Bir tek şeyi daha bilmenizi isterim, ‘’Bu vatanın sizin gibi gençlere ihtiyacı olduğunu.’’
Onur konuğu sahneye alındı. Onur konuğu kısa bir konuşma yaptı ‘’ Burada kendimi, kitabımı tanıtmaya fırsat bırakmadınız. Her birinizi kutlar, gözlerinizden öperim. Sizdeki geleceği görmek, bizlerin tadacağımız en büyük mutluluk. Bizlere, kendinize bu mutluluğu fazlası ile tattırdınız. Eminim sizlerin bu başarısı sizleri nice başarılara taşıyacak.’’ dedi ve sadece yarışmacı öğrencilere kitabını imzaladı. İlk kitabını Umut’a.. Yazarın gönlünden geçen bütün salonda bulunanlara kitap imzalayabilmekti.
Böylece o gün hiç sönmeyecek bir ‘’ Umut Işığı’’ yakılmış oldu.
Aynı gün Bilişim Teknolojisi öğretmeni Görkem Şahin, çekmiş olduğu videoyu düzenledi. Video Başlığı ‘’ Umut Işıkları’’. Video sonuna Gruplar, gruplardaki kişiler, altına okul adı, en altına kendi adını yazdı. Videoyu önce okul web sitesine koydu, ilk izleyen kendisi idi. Videoyu sonra Facebook’ta, Youtube’de, İnstagram’da paylaştı.
UMUT IŞIĞI basında yer almada gecikmedi. Ertesi gün gazetelerin ilk sayfasında büyük puntolarla yerini almıştı.
‘’ GÖRÜLMEMİŞ BİR YARIŞMA, DUYULMAMIŞ BİR BAŞARI’’
Altında Umut’un resmi… Haberin detayında ‘’ Yarışanın, izleyenin, öğretmenin, öğrencisinin, müdürünün yazarının kendisini birinci hissettiği tek yarışma.’’
Gelişmelerden okulun müdürü son derece memnundu, bir taraftan, kutlama telefonlarına bir taraftan randevulara cevap veriyordu. Bir taraftan da öğrenciler öğretmenlerle birlik olup bir şeref köşesi düzenledi.
Okulun ‘’Şeref Köşesi’’ yarışmacı öğrencilerin fotoğrafları ile süslendi. Fotoğrafların yan köşesine İbrahim Şahin’in ‘’Umut Işığı’’ kitabı konuldu. Konuşmacı öğrencilerin konuşmalarından derlenen bir de Okul Andı.
‘’ UMUT ŞIĞI OKUL ANDIMIZ
Öğrenci olarak, öğrencilik hayatım boyunca zamanımın hiçbir anını boş geçirmemeye, en iyi öğrenciler arasında yer almaya, umutları bölüp paylaşmaya, çarpıp çoğaltmaya; arkadaşlarımı, öğretmenlerimi sevmeye, öğrencilik sonrası yaptığım işin en iyi yapanı olmaya, bu yolda bir saniye durmamaya, hiçbir engelde yılmamaya, okulları başarıya- hedefe taşıyan bir merdiven olduğu bilinci ile her basamağına önem vermeye, her basamağını atlamadan tek tek çıkmaya, en küçük hedeften en büyük hedefe koşmaya, okullarda kaçırılan fırsatları hayatımın hiçbir evresinde bulamayacağımı bilerek hiçbir fırsatı kaçırmamaya; okulun, kitapların verdiği ışıklarla kendimi aydınlatmaya daha sonra içinde bulunduğum toplumu aydınlatmaya, bu uğurda hayatımı adamaya ant içerim. ‘’
‘’ Umut Işığı’’ videosu bir hafta geçmeden tıklama rekorları kırdı. Okula TV’ler gazeteciler akın akın gelmeye, Umut TV’lere, gazetelere çıkmaya başladı. Yayınevleri okul kütüphanesine kitap bağışlarında bulundu. Dershaneler başta Umut olmak üzere bütün yarışmacılara teklif getirmeye başladı.
TV’ler, gazeteler okulu, okul adı ile söylemiyor, ‘’ Umut Işığı Okulu’’ olarak söylüyor, yazıyor.
Öğrenciler, öğretmenler, veliler; ‘’ Umut Işığı Okulu’’ olarak ifade ediyordu.
Artık okulun isminin değiştirilmesi kaçınılmaz hale gelmişti… Gerekli yazışmalar yapıldı; okulun adı değiştirildi: ‘’ Umut Işığı Ortaokulu’’.
Gerekçe ve tarihçe de ne mi yazılıydı?
Umut’un ‘’Destan’’ı…
Umut’un on dört bin sekiz yüz otuz iki düğüm destanı…
SON
‘’ Yeter ki umutlar sönmesin!’’
‘’Umudun ışığıdır bizi yarınlara taşıyan.’’
Kayıt Tarihi : 4.11.2020 13:04:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (1)