Almanya’da genel seçimler dün (27.09.2009) yapıldı. Seçimlerin gösterdiği ciddi sonuçlar var.
Öncelikle vurgu yapılması gereken bir sonuç; seçimlere katılım oranının Almanya’daki seçimler tarihinin en düşük seviyesine inmiş olmasıdır. Ve bu düşüşün kısa vadeli politikalar neticesinde gerçekleşen bir tepki olmadığı, tam aksine istikrarlı bir çizgi izlediği görülmektedir. Çünkü bir önceki 2005 yılı seçimlerinde de düşüş olmuş, katılım oranı o zaman da örneğin 1990’daki %77,8’lik oranın altına düşmüştü.
2009 seçimleri ise daha sert bir düşüşü açığa çıkartmıştır: %70,81. Bu yüzdeliği analiz etmeden önce, partilerin oy dağılımına bir bakalım.
CDU-CSU: %33,80’lik oranla bir önceki seçimlerde aldığı oranı, %-1,38 bir düşüşle korumuş durumda. Bu düşüşün de, iktidarın özellikle vergi politikalarından rahatsız olan para sahibi orta sınıfların, FDP’ye (Özgür Demokrat Parti) kaymasıyla gerçekleştiğini söylemek için kahin olmaya gerek yok.
FDP: %14,56 lık oranla seçimlerden en kazançlı çıkan partidir. Oylarını %4,71 oranında artırmıştır.
SPD (Sosyal Demokrat Parti) : Seçimlerde hezimete uğrayan tek parti oldu. Oyları geçen seçimlere oranla %-11,21 azalarak %23,04’te kaldı. Bu partinin oylarının büyük kısmının Die Linke (Sol Parti) , Grüne (Yeşiller) ve diğerlerine kaydığı bir gerçeklik olarak görülmektedir.
Seçimler partiler arası gidiş gelişlerin olduğunu gösterirken; ciddi bir sarsılmanın olduğunu, sistemin seçim mekanizmasına yığınların güveninin ve desteğinin azaldığını da açık biçimde ortaya koymaktadır.
Sistemin seçim mekanizması meşruluğunu yitirmiştir. Seçimlere katılmayanların oranı, Sosyal Demokratların oylarından fazla, neredeyse iktidar partisi CDU-CSU’nun oyları kadardır. CDU-CSU’ya giden oylar rakamla yaklaşık 21 milyon, seçimlere katılmayanların sayısı ise yaklaşık 19 milyon kişidir. Bu demektir ki, Almanya’da seçme hakkına sahip olanların 1/3’ü seçimlere katılmamıştır.
FDP ve Die Linke’nin oylarını artırması, aynı zamanda, artık seçim sisteminin iki büyük parti arasında gidip gelen stabil durumunun da parçalandığını, köklü bir erozyona uğradığını göstermektedir. Bu sonuçta elbette, artan yoksullaşmaya hiçbir partinin çözüm olamayacağının anlaşılması ve orta sınıflar açısından da yüksek vergiler, karlardaki daha fazla düşüş kaygısı etkili olmuştur.
FDP’nin oylarını artırmasını bu bakımdan tamamen, para sahibi orta sınıfların bir isyanı olarak değerlendirebiliriz. Bu kesimler, dünyada etkisini giderek daha çok hissettiren kronikleşmiş ve önlenemeyen krizin yükünün vergiler yoluyla kendilerine ödetildiğini düşündüklerinden, büyük para sahiplerine ve devlete seçimlerde bir ültimatom vermek, en azından devlete ve büyük para sahiplerine kendilerini hesaba katmaları gerektiğini belirtmek istemişlerdir. Ancak bu kesimler daima karasız, kaygan bir karakterdedir. Ne zaman nereye kayacakları belli olmaz. FDP’nin politikalarının da çözüm olmadığını gördüklerinde, nasıl bir tavır belirleyecekleri şimdiden bilinemez. Bu kesimler çıkarları için solcu da olabilirler, sağcı da…
Ama bu kesimlerin içine düştüğü korkunç bir yanılgı göze çarpmaktadır. Artık hiçbir ülkenin ekonomisi, tek başına bağımsız bir özellik arzetmiyor. Bütün ülkelerin ekonomileri, uluslarası bilişim-teknoloji ve ticaret ağları, para ve başka her türlü sermayeyle, anlaşmalarla iç içe geçmiştir. Krizler esasta bu nedenle başgösterdiği yerle sınırlı kalmayıp anında ve büyük bir hızla her yana yayılabilmektedir. Dolayısıyla Alman ekonomisi, sadece Almanya’yı ilgilendiren ve Almanya’nın tek başına üreteceği çözümlerle rayına oturabilecek nitelikte değildir. Obama’nın Almanya ziyaretinde söylediği gibi:“Biz kaderleri ortak hale gelmiş partnerleriz.“
Şu halde Almanya, Amerika’yla birlikte Afganistan’da savaşmaya devam etmek zorundadır. Bunun bir bedeli olacaktır. Bu bedeli kim ödeyecektir örneğin? Diyelim ki, orta sınıflara binen vergiler düşürüldü; devlet harcama kaynaklarını nereden karşılayacaktır?
Biz söyleyelim: işsizlik parası ve sosyal yardım alanlardan, çalışanlardan, emeklilerden, hayatı zamlandırarak yeni doğmuş bebelerden karşılamaya çalışacaktır. O zaman ne olacaktır? İnsanlar en başta lüks gördükleri harcamalarından, zaten uzun zamandan beri yaptıkları gibi vazgeçeceklerdir. Yeni araba almayacak, sigortalarından vazgeçecek, sinemaya-eğlenmeye sık sık gitmeyecek, hatta pahalı gördükleri gıda ürünlerinden dahi vazgeçecek, tatil planlarını erteleyecek ya da aklının ucuna bile getirmeyeceklerdir… Böylece kısa vadeli düşünen para sahibi orta sınıfların, kendilerine ait bulunan iş birimlerinde istihdam daralacak, birçok çalışanlarını sokağa bırakmak zorunda kalacaklar; ürettikleri ürünleri satamayacaklardır. İşsizlik ve yoksullaşma önlenemez biçimde artacak ve orta sınıfların karları da aynı şekilde azalacaktır. Bu süreci açık ki, FDP ortaklı koalisyon hükümeti de önleyemeyecektir.
Para ve Çıkar sistemi açısından ufukta kara görünmüş bulunmaktadır. Ama bu kara, gemideki paraların ve mürettebatın hiçbir işe yaramayacak biçimde yok olacağı bir karadır.
Para ve Çıkar Sistemine karşı olan bizlere ise bu süreç, daha ciddi sorumluluklar yüklemektedir. Bunların başında da, sistem karşıtı bu büyük potansiyelin birbiriyle bir bütün olarak buluşabilmesini sağlayabilmek gelmektedir. Çünkü ancak bu şekilde, yoksullar dayanışma göstererek bir alternatif oluşum haline gelebilirler.
28.09.2009
Savas Celiker
Savaş ÇelikerKayıt Tarihi : 30.9.2009 01:37:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!