Bir ikindi vaktiydi, zemherininse başı,
Dört tarafı kuşatmış göğün boranı, kışı.
Ağır ağır gidiyor bir kağnı arabası,
Arkadan kadın, çocuk, genç, yaşlı manzarası...
Genizleri yakan bir ayaz, düşman başına!
Ancak bakmıyor kimse soğuğuna, kışına.
Bir ümit taşımaya cephedeki nefere,
Belli ki çoluk çocuk çıkmışlar bu sefere.
Hey hat! Gelin, görün ki hep perişan, bîçâre;
Ne ayaklarda çarık ne başlarda şal, bere...
Ne gözlerde sıcacık bir yuvanın hayâli,
Ne de sağ salim geri dönmenin ihtimali...
Yine de inancından kimse düşmeden ye’se,
Yüklenip yol tutmuşlar, her kim ne buldu ise.
Konvoyun arkasında bir kadın, ayak çıplak;
Elinde top mermisi, sırtındaysa bir kundak...
Çamur, buz dinlemiyor; tabanları kan, revân...
Dilinde bir temenni, dayan yavrucak dayan!
Yazmasının bir ucu kuru dudaklarında,
Omuz çökük, bel bükük, fer yok ayaklarında.
Gidiyor tek dileği, bu mermi yetişmeli;
Değmemeli vatana düşmanın kirli eli!
Sağ kalan neferimle yollarını çevirdim.
- Hey ahali nereye? Diye bir soruverdim.
- Cepheye oğlum, dedi bir adam yaşlıcana;
Sonra dönüp bakındı, bağırdı arkasına:
- Eksik var mı? Mıstafa bir sayıver bakalım,
- Birazcık soluklanın, gayrı öyle kalkalım.
- Rüstem sen öküzlere bizim nevaleden ver.
- Hâlimiz nice olur? Ölürse bu öküzler!
Dedim, dede kervan aç; sen öküz düşünürsün.
- Oğlum, dedi adamdan değerli öküz bugün!
- Çekmezlerse gider mi bu kağnı arabası?
- Yetişmezse aslana top, tüfek, sefer tası...
- Düşmana nasıl karşı koyacak? Gâvur çetin.
- Biz de gitmezsek eğer kim gider? Bilmem, lâkin;
- Görünen köy kılavuz istemez, demiş ecdat.
- Ben gitmeyim, sen gitme, olur mu hiç bu cihat?
- Peki dedim, dede bu çoluk, çocuk, kadın ne?
- Babaları nerede, kocaları nerede?
- Oğlum, onların çoğu seferden dönmediler.
- Dönen birkaç hastayla, birkaç yaralı nefer.
- Sürekli baskın yapar köyümüze eşkıya,
- Onların da takati yok bizi savunmaya.
Hem geçende soysuzlar köyü bir daha bastı!
- Kaç kişiyi süngüden geçirdi, vurdu, astı! ..
- Müfreze yetişmese biz de ölmüş olurduk.
- Âh keşke! Ölseydik ya! O zaman kurtulurduk.
- Ama henüz bitmedi, çekilecek bu çile.
- Oğlum böyle yaşamak ölümden beter bile!
- Bu yüzden kadınına, çocuğuna bakmadık;
- Yanımıza alarak arkada bırakmadık.
- Ya o bebekli kadın? - Onun ismi Hatice,
- İki aylık evliydi, Mehmed şehid düşünce.
- Sonra o bebek oldu, babasından yadigâr.
- O günden beri yavrum o ağlar, köylü ağlar!
- Ama neyleyelim ki takdir-i İlâhî bu,
- Elden bir şey gelmiyor, bu dünyanın hâli bu.
O an bir kar yağışı başladı ince ince.
Gökyüzü ağlıyordu sanki kendi hâlince!
Dağ, taş, yer, gök büründü bir matem havasına.
Tabiat katılmıştı Hatice’nin yasına.
Benim de içerimde bir acıma belirdi.
Gönlüme bu kervanla gitme emeli girdi.
Neferimi alarak katıldım bu kervana.
Mehmed’in, Hatice’nin hâline yana yana.
Zaman geçip gitmişti, epey de yol almıştık,
Bir koyda mola verip az uykuya dalmıştık.
Bir ara sesi geldi bebeğin, ınga ıngaa...
Kadıncağızın hâli yok onu doyurmaya.
- Ne olurdu Ya Rabbi, bir damla süt olaydı!
- Gayrı kendimden geçtim, şu yavru kurtulaydı!
Dedi ve gözlerinden birkaç damla yaş aktı,
Yavrusuna sarıldı, büküldü, yere baktı.
Ey, milletin yükünü omuzunda taşıyan;
Ey, din-i İslâm için canını hiçe sayan! ..
Sen ki bu körpe yaşta Hakk için serden geçtin;
Evlad-ı âşiyândan, yârenden, yârdan geçtin.
Sen ki Allah aşkıyla düşmüşken bunca derde,
Dini kaldırmak için düştüğü köhne yerde,
O cılız bedeninle ne yükleri sırtlandın.
Sen ki Hakk nazarında göklere kanatlandın,
Bu nam sana yetişir, mahzun olma, ey kadın!
Herkes seni unutsa târihe düşer adın.
Arkasından yeniden başladı bu yolculuk.
Dört bir yan titriyordu, yer soğuk, hava soğuk...
Ancak benim içerim acıyla yanıyordu!
Yollar bir sütun gibi ufka dayanıyordu.
Biz bu uzun yolları giderken kalka, düşe;
Bir yolun kıvrımında girdik bir garip düşe:
Öyle bir manzara ki dehşete kapılmıştık!
Bu ahvâl karşısında bir an kalakalmıştık.
Yolun iki yanında sel gibi akan kanlar,
Şehid düşmüş insanlar, telef olmuş hayvanlar...
Kırık top arabası, süngü, tüfek parçası;
Yırtık pırtık giysiler, kaput, kep, er torbası...
Hepsi bir kızıllığa boyanmış, darmadağın;
İnsan, hayvan ve nesne uzanmış yığın yığın!
Ufukları sarmışken harbin karanlık sisi,
Birdenbire yükseldi top, tüfek gürlemesi.
Arkadan bir patlama... Sanki gökler tutuştu!
Hatice’nin yanına bir top mermisi düştü.
Bir tarafa atıldım, o anda can havliyle,
Hatice’ye bakındım, bir hayâlet hâliyle.
Tüfeğimi alarak hemen yanına koştum.
Sanki bir kâbustaydım ölgün, baygın, sarhoştum.
Eline dokununca kalbim yine yanmıştı!
Hatice’nin pâk rûhu Hakk’a kanatlanmıştı.
O an bir cinnet geldi din garip, vatan garip,
Can garip, canan garip, şu yerde yatan garip...
İrkilerek uyandım bu cinnet ahvâlinden,
Rabbime el kaldırdım bir şehidin elinden:
Ey Rabbimiz! Artık gör, milletin ahvâlini;
İslâm’ın son kalesi, memleketin hâlini...
Bir önlem almak gerek, yok mu sana nazımız?
Ne kadar az olsa da duamız, niyazımız...
Bir çıkış yolu göster, yoksa gidiş çok fena.
Memleket diz çökmede bugün mel’un düşmana.
Ama bu milleti sen imân üzre var ettin,
Hem bu iltifat ile İslâm’a Hünkâr ettin.
Olur mu, şimdi böyle çöküşünü izlemek?
Gelmez mi, göklerinden ya Hızır ya bir melek?
Ki bu kötü gidişe mübarek bir el atsın,
Kararan ufkumuzu nûr ile aydınlatsın.
Duamı kabul eyle, yok senden başka eman;
Ne olur bir cevap ver, aman Ya Rabbi aman!
O an bebekten bir ses yükseldi, ınga ıngaa...
Ölmemişti yavrucak, düşmüştü bir çukura.
Hemen yavruyu alıp koştum, girdim sipere.
Sağnak sağnak düşmeye başladı toplar yere.
Siperde bir kaç saat düşüncelere daldım.
Açlıktan bitkin yavru ağladı, bakakaldım.
Yanımda ne süt ne su ne can verecek bir şey...
Böyle mi olacaktı? Ey, büyük Allah’ım ey!
Bir zamanlar mazluma kol kanat geren millet;
Bugün mazlumdan mazlum, ne olursun yardım et!
Bir köşede gözlerim bir er torbası gördü.
Hemen baktım içine, kuru bir ekmek vardı.
Ekmeği çiğneyerek yumuşattım, ıslattım.
Yavrucağın minicik dudağına uzattım.
Küçük bir küçük lokma, ey yavrucak, hadicek;
Ne olursun yeyiver, bugün sana can gerek!
Yaşa ki yaşatasın ecdadının yâdını,
Yaşa ki yüceltesin milletinin adını.
Çünkü şu garip millet evladından el ister,
Yaşa ki zâlimlere Hakk’ın gücünü göster!
Küçük bir küçük lokma, ey yavrucak, hadicek;
Ne olursun yeyiver, bugün sana can gerek!
O an bir mucize ki, yüreğim aydınlandı.
Küçük yavru ekmeğe elleriyle uzandı.
O minik lokmaları götürmedeyken tek tek;
Can geldi bedenine, benzine betine renk.
Bense bu mucizeye şâhid olurken o an,
Allah’ın kudretine şâhiddim ayan beyan.
Bebek yedi ve doydu, yüzü gülücük doldu;
Bu gülücük gönlümde zafere ümit oldu.
Biz bu hâdiseleri yaşıyorken an be an,
Bir nidâ yükselmişti şanlı günlerden kalan.
Bir nidâ ki; göklerde Allah Allah sesleri!
Bir nidâ ki; doldurdu âlemi akisleri.
Bir nidâ ki; düşmanı sardı onun korkusu,
Bir nidâ ki; birleşti yerin, göğün ordusu.
Bu büyük kutlu ordu hücum ederken tuhaf,
Yenilmez sanılanlar kaçıyorlardı saf saf...
Kaan YILDIZ
(Ankara 2012-2014)
Kayıt Tarihi : 24.3.2015 10:29:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!