18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi'nin 92.Yıl ...

Münevver Düver
436

ŞİİR


5

TAKİPÇİ

18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi'nin 92.Yıl Dönümünü Anma (Mevhibe SAVAŞSAHBAZ'ın konuşma Metni)

ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ MEVHİBE SAVAŞSAHBAZ'IN İnönü Caddesi Teksif Toplantı Salonu -Eski Ordu evi karşısı kat 5 seyhan ADANA da verdiği konfrans ta çok sayıda gelen dinleyicilere uzun uzun konuştu ve dinleyiciler göz yaşlarını tutamadı.18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi’nin 92.Yılı anma günü en çok şehit askerlerden bahsedildi. Dinleyicilerde çok etkilenerek göz yaşlarına boğuldular.

ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ MEVHİBE SAVAŞSAHBAZ'IN KONUŞMA METNİ
18 MART 1915 ÇANAKKALE ZAFERİ’ NİN 92. YIL DÖNÜMÜNÜ ANMA

Tarih: Hüzünler, heyecanlar, saplantılar, ideolojiler, günlük politikalar ve varsayımlarla ne izah edilebilir ne öğrenebilir ve nede hedefine varabilir.

Tarih, maddi ve manevi değerler birikimidir. Coğrafyamızda sınırlarımızın daralması, tarih şuur ve mefahirinin yok olmasına sebeb değildir. Aksine geçmişin tarafsızca tahlili geleceğin müjdelerini hazırlar. Çünkü, tarih ders alınmak için vardır. “Tarihten ders almayan milletlerden tarih intikam alır.”

“Şu bilinmelidir ki, biz son yüzyılda dünya haritasında yer almış nev-zuhur devletlerden değiliz. Biz nesebi sahih, ataları, mazisi, ırkı ve dini belli bir milletiz. Seceremiz bekamızın vazgeçilmez şartıdır.” (1)

Tarihte hiçbir millete nasip olmayan bir vasfımız daha vardır. Kurduğumuz bütün devletler, tarih sahnesinden çekilmeden yeni bir Türk devleti doğurmuştur. Hun çekilmeden Göktürk, Göktürk çekilmeden Uygur, Uygur çekilmeden Selçuklu (misalleri çoğaltabiliriz) Selçuklu, son nefesini vermeden Osmanlı kurulmuşsa, Osmanlı’ da son nefesini vermeden son milli devletimiz doğmuştur. Ebedi devlet yoktur, ama ebedi devlet olma şuuru vardır.

Ebedi devlet olma şuuruna ermiş bulunan Türk Milleti, Çanakkale’ de tarihine emsalsiz bir destan daha kaydetmiştir.

Çanakkale muharebeleri kadar bir harbin sonucu üzerinde etkili olmuş ve bir milletin alın yazısını belirtmiş bir olaya tarihte pek az rastlanır. (2) İtilaf devletlerinin bütün imkanlarını kara-deniz hatta hava işbirliği ile bir araya getirip saldırdığı Çanakkale’miz, iptidai bir şekilde tahkim edilmiş olmasına rağmen yapılan savunma Türk’ün kahramanlığının ve manevi gücünün bir şahnamesi olmuştur.

O Mehmetçik ki kaçının şehit olduğunu dahi bilemediğimiz, kayıtlarını dahi bilemediğimiz, kayıtlarını dahi tutamadığımız tavatura göre 250-300-350 bininin şehit olduğu Söylenen Mehmetçik. Hepsi fidan, hepsi yirmi yaş civarında yiğit. Tarih böyle bir vak’a ya şahit olmamıştır. Bu miktar yiğidini bir savaşta şehit veren başka bir ırk tarih sahnesinde kalamaz. Çanakkale de defnettiğimiz yiğitler bu milletin istikbali, kültürü, sanayi, ekonomisi hatta doğacak yeni nesillerin dahi babası idi.

Bizim için şehit düşen bu yiğitlerin merkatlerini anlatmaya niyetliyim sizlere. Nasıl anlatayım, nereden başlayayım bilemem ki..

“O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın: Sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın:

Sen ki asara gömülsen taşacaksın…heyhat, Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat… Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber, Sana ağuşunu açmış duruyor peygamber.”(3)

Diyen Mehmet Akif’in Peygamberimiz’ in ağuşuna tevdi ettiği bu aziz şehitlerimizin bizlerin ne makberine ne abidesine hatta nede fatihasına ihtiyaçları yoktur. Yoktur da yeni neslin, evlatlarımızın o aziz şehitlerin torunlarının, bizlerin, sizlerin o mübarek şühedanın taşına, toprağına, menkibesine, merkadine, abidesine ihtiyacı vardır. Bakiyeleri, mezarlarının taşları yeni neslin biley taşı olmalıdır. Bu kahramanlarımızın şehadet mertebesine ermeleri öyle yiğitçesine olmuştur ki bunu ifadeden aciz biz fanilerin gıpta etmekten gayri çaresi yoktur.

Tarihimizin her safhasında olduğu gibi, düşman gavi, düşman adi…Öldürmeye doymuyor Bakın; Anzak askerlerinin Avustralya’nın Melburn Limanından haraketinden istilanın sonuna kadar yanlarında bulunan, tuttuğu notların bir kısmının hala yayınına izin verilmeyen Charles Bean’ ın 1988’de yayınlanan Gallipoli Carrespondet isimli eserinde şöyle anlatıyor:

“…………….Eğer ellerinden geliyorsa esir almayıp, yaralıları öldürme yoluna gidiyorlar. Hem Yeni Zellandlılar, hem de Avusturalyalılar, kimi durumda en azından ilk karşılaşmalarda, hele işler kötü giderken Türkler’ den esir alınmaması için kesin emir aldıklarını söylediler bana….”(4)

Keferenin bütün iştahası öldürmek, öldürmek, yine öldürmektir. İngiliz yazar Alan Morehead’ de şunları yazıyor:

“Tellidere mıntıkası gün ışırken bir av partisi manzarasını almıştı. Türk subayları avlanacak tavşanları ürküterek avcılara doğru koşturan borucular rolünde idiler. Avusturalyalılar’ ı ve Yeni Zellandalılar’ ı vahşi bir heyecan kaplamıştı. Manzarayı daha iyi görebilmek için çıkıp siperlerin üzerine oturuyorlar. Oradan önlerinde haykırışan kalabalık Türk askerlerine ateş yağdırıyorlardı. Yedekte tutulan Anzak askerleri çarpışmadan uzak kalmaya dayanamıyorlardı. İleri gelip ateş hattında bir yer bulabilmek için iki asker yumruk yumruğa döğüştüler.

Gelibolu’ da bundan daha ağır çarpışmalar olmuştu. Ama hiç birisi bu derece yoğun bir öldürme halinde olmamış. Hiç birisi bu kadar tek taraflı bir kıyım şeklinde cereyan etmemştir.”

İngiliz müşahidinin bu ifadesini, ne yazık ki Türk ordusu komutanı Limon Von Sanders hatıralarında “18-19 Mayıs gecesi 2. Tümen, düşmana kahramanca taarruz etti. Taarruz başarılı olmadı. Bu tümenin kaybı dokuz bin ölü ve yaralıydı” diye teyit ediyordu.

Hangi birini anlatalım; “Bugün hayatımda gördüğüm en alçakça davranışlardan birine tanık oldum. Sığınağımızın hemen karşısında yüz türk ile iki Alman esirinin barındırıldığı tutuk evinin çevresine benzin döküp tutuşturuldu… Türkler’ e çok yakın gelen dev alevler karşısında zavallı esirler tutukevinin en uç köşesine üşüştüler…Bu görüntüyü seyredip gülüşenler arasında İngilizler, Avusturalyalılar’ da vardı.

Bu esirlere yapılan muamele insanın yüzünü kızartacak derecede. Oysa bildiğimiz kadarıyla Türkler esir düşen subay ve erlerimize olağanüstü iyi davranıyorlar. (7)

Bu vahşeti bize layık gören keferenin kefere şahidine, kefereden bir şahit daha gösterelim;

“Sene 1930…Fransızlar Gelibolu yarımadasındaki Morto koyuna bakan bir tepenin üzerinde abide inşa etmişler. Bu abidenin açılış töreni için de Fransa’ dan beri gelmişler. Nihayet açılış töreni bitiyor. Fransız Generali Guro, yanındakilere: “Türk askerlerinin abidesini de ziyaret etmek isterim” diyor. O tarihlerde abidemiz yok. (Şimdi de mısmılı yok ya…) Neyse, Mehmet Çavuş adına dikilmiş bir taş var. General Guro’ yu bu taşın dibine götürüyorlar. Guro kendileriyle çarpıştığı insanlar önünde (bir bacağını ve kolunu kaybetmiş olmasına rağmen) büyük bir ihtiram vakfesinde bulunuyor. Sonra etrafındakilere dönerek şunları söylüyor:

“Efendiler…Türk askeri ender bulunan bir insandır. Size bu konuda hala içimde taptaze, capcanlı duran bir hatırayı anlatmak isterim. Bir sabah günün ilk ışıkları ile birlikte Türkler’ le süngü savaşına başlamıştık. Savaşta Türkler çok ama çok mahirdi. Kendileriyle başa çıkılmak imkansızdı. Süngü çarpışmamız fasılalı şekilde akşam geç vakte kadar devam etti. Ortalık kararınca Türkler’ le anlaşma yaptık. Harp sahasında gezecek ve yaralılarımızı toplayacaktık. Bizim askerler sedyelerle harp sahasına çıktıkları zaman bende aralarına katılmıştım. Bir ara kucağındaki yaralıyı, gömleğinden yırttığı bez parçalarıyla tedavi etmeye çalışan bir Türk askerine rastladım… Türk askeri kendi yaralarına yerden aldığı toprakları bastırıyor, kucağındaki yaralı için ise durmadan gömleğini yırtmakla meşguldü…”

General Guro’ yu, Mehmet Çavuş abidesinin dibine kadar sırtında taşıyarak çıkaran Türk gemisinin kaptanı buradan sonrasını şöyle naklediyor: “Bu sözlerden sonra Fransız generali etrafındakilere dönerek ve adeta bağırarak “Efendiler! Kendi yarasına toprak bastığı halde kucağındaki yaralı için gömleğinin parçalarını koparan bu kahraman asil askerin kucağındaki yaralı kimdi biliyor musunuz? ”

…Guro, göz kenarlarında birikmiş olan yaşları buruşuk derili elleriyle silerken, fısıltı halinde seslenir; “Türk askerinin kucağındaki yaralı bir Fransız askeri idi efendiler, bir Fransız askeri. (8)

Bu şehitlerimiz için bu güne kadar hiçbir şey yapmamışız. Bu vurdumduymazlığımız, lakaytlığımız o kerteye gelmiş ki, savaş esnasında henüz şehit olmamış arkadaşlarınca yapılmış olan merkadlerini dahi koruyamamışız.

Yıllar sonra bir şehitlik abidesi yaptırıvermişiz, açılışı için gidenlerin rezaletleri ayyuka çıkmış…Falan veya filan tarihte feşmekan yetkili veya şu bu hizibin, grubun bilmem nesi kocaman kocaman laflarla medyaya haber olmuş… “75 yıllık ihmalimizi nihayet telafi ediyoruz”, “Şehitlerimize sahip çıkıyoruz”, “Ziraat Bankası (geçmişe saygı) adı altında büyük bir proje uygulamaya başlıyor” diyen sürmanşet haberlerin devamını okursanız, yetkililerin ağzından: “….Fakat buralar çeşitli bakanlık ve kuruluşların sorumluluğu altında, bizim çalışmalara başlayabilmemiz için öncelikle bunlardan izin almamız gerekir. Aynı şekilde projemizin onaylanması lazımdır… gerekli izinler alındığı takdirde…” (9) diye devam eden haber hiçbir şey yapılamayacağının ilk mazrufu gibime geliyor. Desen ki, yetkiliye ve haberi bildiren medyaya şu işi yaptıktan sonra konuşsanız yazsanız ya…

Başka bir yayın organında başka bir haber; “….Çanakkale gazisi, gerçeği ağlayarak anlattı. Şehitliği maşatlığa çevirdiler ….” Sürmanşet haberin devamında; “….Türk şehitliği üzerine İngilizler maşatlık yapmışlar…. Tarihimize kazmayı bir İngiliz vurmuş, birde biz….” Çanakkale Orman Bölge Müdürlüğü, park ve Avcılık Şube Müdürü Hasan Polat diyor ki; “Bir Türk Şehitliği yapmak bizim de gönlümüzde var, fakat büyük yerden, Ankara’ dan emir bekliyoruz. Ancak yabancı mezarlar konusunda şu akıldan çıkarılmamalı. Biliyorsunuz 1934 yılına kadar İngiliz ve Fransızlar hariç kimseye bir şey yaptırılmamıştır. Yasak bölge olmuştur… Zaten… 1925 yılında da İngilizler mezar ve anıtlarını yapıp bitirmişlerdir.

Haber, haber, haber… “Çanakkale destanının 75. Yılına geldik. 250 bin kahramana halen şehitlik yapamadik”, “Şehitlerimizi unuttuk mu? ”, “Bu utanç bize yeter”, “Düşman dirileri ile işgal edemediği Çanakkale’ yi şimdi ölüleriyle işgal etmiş halde” (11)

Hep laf, hep laf, hep lafı güzaf… 1934 yılında Çanakkale’de bizimle çarpışan askeri için Atatürk şunları söylemişti: “Kanlarını akıtan, hayatlarını kaybeden kahramanlar. Şimdi dost bir ülkenin topraklarında yatıyorsunuz. Dolayısıyla barış içinde uyuyun. Bizim için ülkemizde yan yana yatan Coniler ve Mehmetler arasında bir fark yoktur. Siz, oğullarını uzak ülkelere savaşmak için gönderen anneler. Gözyaşlarınızı silin. Oğullarınız bizim bağrımızda ve barış içinde. Bu ülkede hayatlarını kaybettikten sonra onlar bizim oğullarımız oldu.” Bu kelimeler Avusturalya’ nın Queesland bölgesindeki Anzak anıtında pirinç bir plaketin üzerinde kazılı. (12)

Böyle düşünen biz, onların mezarlıklar yapmasına hatta teşkilatlar kurmasına izin vermişiz. 24 Temmuz 1923’ te imzalanan Lozan Anlaşmasının 129. Maddesinde Gelibolu yarımadasında muharebelerin cereyan ettiği kesimlerde 48 hektar 76 arlık bir alanın Britanya İmparatorluğuna tahsis edileceği belirtilmiştir. Bu madde gereğince 1926’ da İngilizler 1930’ da Fransızlar mezarlarını inşa ettirmişlerdi.

İngilizler’ in bir adedi sadece anıt “Helles Anıtı”, dört adedi mezarlı anıt, yirmi yedi anıtı mezarlık olmak üzere otuz iki adettir. Commenwealth War GravesCommision (İngiliz Uluslar Topluluğu Savaş Mezarlıkları Komisyonu) ’ nun Çanakkale’ de ki mezarlıklar müdürlüğünce yönetilir, çok bakımlıdır. Her anıt ve mezarın ücretle çalışan bakıcısı vardır. (13)

Fransız Mezarlığı: Morto koyunun kuzeyinde Tomba bahçe sırtlarındadır.

Bizim şehitliklere gelince… 1. Maydos-Çamburnu: Balkan ve Çanakkale harplerinde şehit düşen binlerce kahramanımız yatmaktadır. (Bakımsız) 2. Eceabat:Mehmet Çavuş ve tüm şehitleradına yapılmış en eski abide. (Bakımsız) 3. Yine Eceabat’ ta Üsteğmen Nazif Çakmak, Mareşal Fevzi Çakmak’ ın kardeşi süngü hücumunda şehit. Terk edilmiş bir arazide. 4. Alçıtepe-Kirte: Seddülbahir cephesinde şehit düşen kahramanlarımız yatmaktadır, yeri tespit edilmemiştir. Tarlaların sürülmesi esnasında çıkan şehit bakiyelerinden bilinmektedir. 5. Üsteğmen Hasan Tahsin: Kitre’ de yaralanmış, yarası iyi olmadan Anafartalar muharebesine katılmış ve şehit olmuştur. (Boş arazi) 6. Yarbay Hüseyin Avni (Manastırlı) : Mersin deresi Zeytinlik mevkiinde şehit. (Boş arazi) 7. Havuzlar-Kerevizdere Savaşlarının Şehitleri. (Bakımsız) Kitabesi: “Cennet’ i alayı din-ü millet ve vatan uğruna feday-ı can ederek rütbe-i şahadet-i ihraz edenlerindir. O makam-ı muallaya ulaşanlar kollarınıaçmış bizi bekliyor. Koşunuz oraya hep beraber, koşalım ki vatan kurtulsun. 8. Mecidiye: Mecidiye bataryasında şehit düşenler için yapılmıştır. (Boş arazi) 9. Yüzbaşı Tahir:Yeri tesbit edilememiştir. 10. Eceabat-Kumköy: İstirahat anında çamaşır yıkarken düşman uçağından atılan bomba ile şehit düşen 72 erin yattığı yerdir. Şehitlik vasfını kaybetmiş köy mezarlığı olarak kullanılmaktadır. 11. Cephane Şehitliği: İngiliz ve Fransız donanmasının saldırısı sırasında cephaneliğe isabet eden düşman mermisinin cephaneliği havaya uçurması sonucu 5 subay, 81 er şehit olmuştur. Şehitliğin bakımı köylüler tarafından yapılmaktadır.

12. Kireçtepe: Burada şehit düşenlerin hatırasına yapılmıştır. (Onarıma muhtaç)

13. Sığındere-Sargıyeri Şehitliği: Sığındere’de yapılan muharebeler esnasında yaralıların tedavi edildiği yere düşmanın ateşi neticesinde şehit olmuşlardır. (Boş arazi)

14. Son Ok (Alçıtepe) : Onbin Mehmetçiğin yattığı şehitliktir. (Onarıma muhtaç) 15. Şehitler Abidesi: Eski Hisarlık sırtlarına bütün şehitlerimiz adına yapılmıştır. 16. Yahya Çavuş: Şehit düşen Yahya Çavuş ve emrindeki 63 kahramanın adına yapılmıştır. 17. Değirmen Burnu: Balkan ve Çanakkale savaşları esnasında şehit düşenler yatmaktadır. (Boş arazi) 18. Domuzdere: Boş arazi 19. Mehmetçik: Çanakkale savaşlarının odak noktası olan Conk bayırı mevkiinde Mehmet Çavuş ve takımının yattığı yerde yapılmıştır. (Boş arazi) 20. Soğanlıdere: İleri muharebe hatlarına yemek götürürken şehit düşen bir onbaşı ve dokuz er’e aittir. (Tarla haline gelmiş durumdadır.) 21. Küçük Anafarta: Dereler mevkiinde bin metrekarelik bir alanı kaplıyan şehitlik boş arazi haline gelmiştir. 22. Keklikderesi Şehitliği: Tarla haline gelmiştir. 23. Karahöyük Deresi: Boş arazi. 24. Haintepe: Tarla haline gelmiştir. 25. Taksim Çiftliği: Tarla haline gelmiştir. 26. Yassıtepe: Tarla haline gelmiştir. 27. Arıburnu-Arpaözen: Tarla haline gelmiştir. 28. Kemal Bey Şehitliği: Tarla haline gelmiştir. 29. Hüseyin Ağa Şehitliği: Tarla haline gelmiştir. 30. Küçük Anafarta-Sülecek: Tarla haline gelmiştir. 31. Kapancı Sırtı: Onarıma muhtaç. 32. Bucatepe: Şahıs arazisi üzerinde olup bakıma muhtaçtır. 33. Yüzbaşı Mehmet. 34. Yarıkdere: Onarıma muhtaç. 35. Çatlakdere: Tarla haline gelmiştir. 36. Conkbayırı: Tarla haline gelmiştir. 37. Kabatepe: Tarla haline gelmiştir. 38. Behramlı-Şehitliktepe: Boş orman arazisi. 39. Şehitliktepe: Bakımsız çam ve çalılık. 40. Ezin. 41. Okmeydanı-Kırklar Şehitliği: Onarıma muhtaç. 42. Sivritepe. 43. Kavak: Boş arazi. 44. Ortaköy: Onarıma muhtaç. 45. Balkan Harbi Şehitliği: Şükür….Askeri alan içinde olduğu için bakımlı. 46. Deniz Kıyısı Çekek Şehitliği. 47. Gelibolu Şehitliği. 48. Gazi Yakup Bey: Midilli Adasının Fatih zamanındaki fethi sırasında şehit. 49. İki Alatlı Şehitliği: (Resmi ve tapusu var) 50. Seyyid-i Sefahi Sultan Şehitliği. 51. Arpaözen Şehitliği. 52. Çardak Şehitliği: (Resmi ve tapusu var) 53. Lapseki İki Alatlı Şehitliği. 54. Çanakkale: Belediye mezarlığı içinde. 55. Anadolu Hamidiyesi Şehitliği: Şahıs malı üzerinde. 56. Nara: Köseburnu. 57. Hava Şehitliği. 58. İntepe-Erenköy. 59. Akçapınar: Boş arazi. 60. Hasan Mefsuf (Dardanos) 61. Köseburnu. 62. Çukurçayır-Hastane Bayırı: Cihan Harbi’ nde burada Tanrı’ sına kavuşan ulu şehitlerimizin ruhuna el fatiha. 1331-1333 63. Ayvacık-Tuzla-Üçdutlar Şehitliği. 64. Bayramiç. 65. Biga-Mehet. 66. Vehbi Bey. 67. Eceabat. 68. Akbaş-Bahriye. 69. Akbaş. 70. Yarbay Halit ve Ziya Bey. 71. Kanlı Sırt. 72. Hacı Hafız Deresi. 73. İsmail Dere. 74. Teğmen Halit Rıza. 75. Kireçtepe. 76. İsimsiz Topçu Yüzbaşı. 77. Halil İbrahim. (15) Yazacak daha çok.

Avusturalya’ nın Sidney şehrinde Çanakkale savaşlarından üç ay yirmi dört gün önce bir Çanakkale şahnamesi yazan dondurmacı ile kasabın merkadini mi yazalım?

Çanakkale’ de yaralanan ve tedavi için İstanbul hastanelerine gönderilen, tedavi esnasında şehit olan Mehmetçiklerin hemen hepsinin bakımsız, perişan, çoğu kaybolmuş İstanbul’ da ki merkadlerini mi yazalım?

Yoksa Anzaklar’ ın ölülerini anmak için son yıllarda Çanakkale’ ye gelen ve devletimizin de gözetimi altında içki içerek herze yiyenleri mi yazalım?

Yoksa Manisa Tugutlu’da Yunan turistlerini üzdüğü için başka yere nakli düşünülen şehitliğimizi mi yazalım? Yoksa Truva’ nın tahta atınımı yazalım.

BU ANLATTIKLARIMIZ ANADOLU’ DA Kİ CEPHEMİZ. BİR DE AVUSTRALYA KIT’ASINDA SAVAŞIMIZ VAR. (ALLAH AŞKINA) SAVAŞ

Günümüzde yüzlerce millete topraklık eden, yirmi dört milyon kilometre karelik bir vatanın o günkü adaletli hakimi, Müslüman Türk’ ün dokuz cephede birden oluk oluk kan döktüğü, 1915 yıllarından bahsedeceğim sizlere.

Dünya tarihlerinin bu güne kadar bilmediği, görmediği Müslüman Türk’ ten gayrısının anlayamayacağı Cihad’ ın ve bir kıt’ aya karşı harp ilan eden iki Müslüman Türk’ ün hamaset destanını anlatacağım.

20. yüzyıla girerken imparatorluk vasfını halen koruyan; fakat iç ve dış düşmanların gayreti ve onların tabiri ile “Hasta Adam” ın içindeki kargaşalar.. Öz evlatlarını muhacir etmiş, bunlardan Fatih Külliyesi’ nin Karadeniz Medreselerinde 1–2 yıl okuyan Molla Abdullah:

Tefekkürü ile rızkını taa Avustralya’ nın Silver City şehrinde aramaya çıkmıştı.

Dünyanın öbür ucunda, İngiliz keferesinin sömürge şehri olan Silver City’ de. Doğunun bütün vasıflarını taşıyan bir mahallesindeki kıt’anın kurak bölgelerinde nakliye işleri için yeni getirilen deve kervanlarının sürücüleri, bakıcıları ve terbiyecileri olan Afgan’ lı, Hint’ li Müslümanlar arasına karışan Molla Abdullah, din gardaşlarının bulunduğu bu mahallede, ilmi ile kısa zamanda tanınmış, büyük bir hürmete mazhar olmuştu.

Süfli işlerle uğraşmaya, ırki ve dini hasletleri engel olduğundan geçim sıkıntısı içinde çırpınan Molla Abdullah Efendi, Hıristiyanlar tarafından kesilen eti yiyemeyen Müslümanların kasaplığı vazifesini Allah rızası için üstlenmiş ve böylece de yeni bir rızık kapısı bulmuştu.

Ananelerine sıkı sıkıya bağlı olduğu için civarında bulunan gayri Müslimler bir tarafa, Müslümanlarla dahi anlaşamaz duruma düştü. Başındaki sarığı çıkartıp yerine bir melon şapka giymesini istemeleri, domuz kesilmekte olan Belediye mezbahasında kesim yapmadığı için para cezasına çarptırmaları gibi yapılan çeşitli baskılar Molla Abdullah Efendi’ nin içine kapanık biri olmasına sebep oldu.

Sinni kemal-i bulmuş kara kuru biri olan Molla Abdullah Efendi’ nin bu yalnızlığı pek uzun sürmedi. Bazılarının ‘Kul’, bazılarının ‘Gül’ diye bahsettiği 22 yaşlarında çok yakışıklı babayiğit Mehmed çıka geldi. Siver City’ e..

Anadolu’nun ücra bir köşesinden Kul Mehmed, “Ekmek Teknesini” de beraberinde getirmişti. Tekerlekli, ufacık bir dondurma arabası ve üzerinde uzun bir sırıkta takılı Ayyıldızlı Türk Bayrağı ile sokak sokak gezerken Türkçe olarak:

-Gaymaklıı! diye naralar atarak dondurma satması kısa zamanda şöhretini artırmış ve namı çevreye yayılmış, ta başkent Sydney’ e kadar ulaşmıştı. Kul Mehmed’ in dondurmasının yemeye, kaymaklı narasının dinlemeye ay yıldızlı bayrağı görmeye gelenler her gün biraz daha artıyordu. Kul Mehmed’ i memnun eden ne dondurma satışı, ne de etrafında pervane olan güzel kızlardı. Ay yıldızlı bayrağı soranları öpesi gelen onlara bedava dondurma ikram eden Kul Mehmet, şükür bir de arkadaş bulmuştu. Kul Mehmet ile Molla Abdullah Efendi kısa zamanda kaynaştılar. Vatan hasretini sohbetlerle gidermeye başladılar.

Bu mutlulukları pek uzun sürmedi. Balkanlar’dan gelen haberler hiç te iyi değildi. Haber, haberden kötü, gün günden beter geliyordu. Bu kuş uçmaz kervan geçmez gâvur illerinde, doğru dürüst bir haber dahi alamıyorlardı. yazılmaya karar verdiler Fakat muameleler bitinceye kadar harp bitti. Ama Balkan Harbinin acısını ne Kul Mehmed, ne de Abdullah Efendi unutabildi.

Anayurttan gelen haberler, hiç te iç açıcı değildi. Artık Abdullah Efendi, cehren (yüksek sesle) dualar okuyup, ı çekip bıçağı sürmeyi, eskisi gibi şevkle yapmıyor. Kul Mehmet;

- Gaymaklıı.. Narasını yankılatarak bağırmıyordu. Halife-yi Ruy-i Zemin’in cihad fetvası çıkardığını çok geç haber aldılar. Haber alır almaz da ilgili makamlara koştular. Memlekete dönmek istediklerini bildirdiler. Yetkili makamlar, “Yollar kapalı Türkiye’ ye gidemezsiniz.” Cevabını verince, cihad mevhumunu eli silah tutan her Müslüman’ın savaşmasının farz olduğunu anlatmaya çalıştılar. Yetkililer bunları pek ciddiye almayınca, “Öyle ise bizde, kendimizi karşı harp halinde addediyoruz.” dediler.

Rus’ların müttefiklerine baskı ile Osmanlı’ya yeni cephe açılması için yaptığı müracaatlar semeresini vermişti. İngilizler, Avustralya’da asker toplamaya başlamışlardı. Çanakkale’ye Anzak çıkarması yapılmasından 3 ay 24 gün önce Molla Abdullah Efendi ile Kul Mehmet, İngilizler’ e harp halinde olduklarını bildirmişlerdi.

Her yaptıklarının İslami olması gerekirdi. Bunun için de Sydney’ de neşredilen bir gazeteye “İlan-ı Harp” haberi gönderdiler. Gazete “Türkiye İngiltere’ye karşı harp ilan ettiği için, Avustralya’da yaşayan Abdullah ve Kul Mehmet ismindeki iki Türk’te Avustralya Kıta’sına karşı savaş ilan etmişlerdir.” Manşet haberi ile çıktı o gün.

Savaş ilanının formalite yönü tamamlanmıştı. Önce bayraklar hazırlandı. Sonra para edecek şahsi eşyalarını sattılar. Satıştan elde ettikleri ile bir “Schneider” tüfeği, bir de “Henry Martin” satın aldılar. Geri kalan paralarını da mermiye yatırdılar.

1 Ocak 1915 günü Broken Hills Boğazı’nın içinden geçen demir yolunun tam ortasına dondurma arabasını koydular, kendileri de siperlerine yattılar.

Biraz sonra Broken Hill Boğazı’na giren trenin yanındaki atlı muhafızlar, demir yolunun ortasındaki küçük dondurma arabasını ve arabanın direğinde dalgalanan ay yıldızlı bayrağı gördüler. Makinist ani bir duruş yaparken, dağda da aynı bayrak dalgalandı. Trenin muhafızlarından Millard silahına davranınca eli havada kaldı.

Birden bire gürültülerle sarsıla sarsıla duran vagonların pencerelerine kurşunlar yağmaya başladı. Süvarinin kalbini tutarak atının üzerinde yere yıkıldığını gördüler. Aynı anda korkunç bir ateş yağmuruna maruz kaldılar.

Makinist, güç bela tekrar harekete geçtiyse de bir şey ifade etmedi. Tren ölüler ve yaralılarla dolmuştu.

Trendeki Anzak askerleri, Polis ve Jandarma kuvvetleri harekete geçti. Fakat dağdaki Türk’lerin ateşi o kadar kuvvetliydi ki, onları yakalamaya gelenler, kendilerini birkaç bölük etmekteydiler.

Daha sonra Türk’lerin bulunduğu dağlara eyalet kuvvetleri gönderdiler. Onlarda bir netice alamayınca askeri birlikler sevk edildi. “Official War History” Resmi Avustralya Harp Tarihinde “Battle of Broken Hills” Broken Hills savaşı diye geçen askeri harekat başladı, iki Müslüman Türk’e karşı bir kıt’anın askerleri… saatlerdir savaşan Türk’lerin üzerine, üç koldan taarruza geçtiler. Bulundukları tepeyi, makaslama ateşe aldılar. Yüzlerce silah birden patlıyordu.

Uzun süren çatışmalar sonunda, Broken Hills tarafından silah sesleri işitilmez oldu. Büyük bir ihtiyatla tepeye tırmanan askerler delik deşik iki cesedin birbirinden onbir metre uzakta yattığını gördüler. Molla Abdullah, sıkı sıkı ve boş bir “Schneider” tüfeği tutuyordu. Mermisi tükenmişti… Kul Mehmed’in vücudunda yirmibir yara vardı. O da son mermisini yakmıştı.

Silahlar, bayrak, Kul Mehmet ve Molla Abdullah Efendi’nin naaşlarını bir arabaya koydular. Otopsiye götürdüler. Mollanın sımsıkı kapadığı avucunu zorla açtılar, içinden bir kâğıt çıktı. Kâğıtta; “Bu yaptığımız Allah ve Sultan adına yapıyoruz. Cihadımız hak yolundadır. Ne yaptığımızı bir biz, bir de Allah biliyor..” yazıyordu.

Avustralya makamları bu kahraman şehitlerin Müslüman mezarlığına defnine izin verdiler. Fakat oradaki ismen Müslüman olanlar Avustralyalılar’ın nefretlerinden korktukları için şehitlerin naaşlarına sahip olmadılar… Yetkili makamlar da onları isimsiz bir mezara defnettiler.

Onlardan geriye kalanları Broken Hills Müzesi’nin bir bölümünde sakladılar. Bu iki Türk’ün kan döktükleri tepelere de “Türk’s Rock’s” ismini verdiler.

Daha Çanakkale cephelerinde Gelibolu savaşları görmemiş olan Anzak’lar Müslüman Türk’ü ilk orada tanımışlardı.

O günleri hatırlayan ihtiyar bir Anzak: “Sadece iki kişi, bu kartal yuvası gibi yerden, Broken Hills’da trenleri durdurmuşlar, vagonları lokomotifleri yakmışlar, polis ve jandarma kuvvetleri kendilerine vız gelince, üzerlerine askeri kıtalar gönderilmiştir.” diye anlatacaktı yıllar sonra. New South Wales Eyaletinin Batı yakasındaki bir maden kasabası olan Broken Hills’de halk sokaklara dökülmüş, iki kişi olamayacaklarını daha birçok olmaları lazım geldiğini, hatta yeni bir saldırı beklediklerini belirterek uykusuz bir gece geçirdiler. Ertesi sabah Birinci Cihan Harbinde Türk’lerin müttefiki olan Alman Kulübünün önünde toplanarak kulüp binasını ateşe verdiler. Alman’ların oturduğu mahalleyi yağma ettiler.

Bu vakaları gören “Bülteni” dergisi muhabiri şöyle anlatıyor, “…sonra üzerlerinde biriken tozları silktiler ve vazifelerini yapmış insanların gururu içinde, Broken Hills Belediye salonunda Avustralya toplumunda yabancıların rolünü tartışmak üzere yapılacak bir konferansa gittiler.”

Fakat Türk’s Rocks ismini verecekleri kayalıklardaki savaşı unutmadılar. Yeni bir saldırı ihtimali, günlerini gecelerini zehir ettiğinden askeri birlikler, çevre dağlarda altı ay Türk Kuvvetlerini aradı durdu.

Türk’ü Çanakkale’de daha iyi tanıyan Avustralya’ların Gelibolu Folkloruna girerken, hemen hemen her şehirlerinde bir “Gelibolu Kulübü” kurdular.

Mezar taşı dahi bulunmayan bu iki mücahide bir fatiha temennisiyle. Dedi sayın Mevhibe SAVAŞSAHBAZ sözlerini bitirdi. Ve kaynakları açıkladı.

Not: KAYNAKLAR 1. Bardakçı İlhan (İmparatorluğa Veda) Özal Basımevi. 1985 Cağaloğlu / İstanbul S.11 2. T.C. Genel Kurmay Harp Tarihi Başkanlığı Resmi Yayınları Seri No: 3 (Birinci Dünya Harbinde Türk Tarihi) 8. Cilt Deniz Harekatı Ankara Genel Kurmay Basımevi 1970-S.150 3. Ersoy M. Akif (Safahat) Ankara/2001, Sah.407 4. Günesen Fikret (Çanakkale) S. 166 5. Aynı Kaynak S. 187-188 6. Aynı Kaynak S. 197 7. Aynı Kaynak S. 304-305 8. Onur Necmi (Çanakkale Savaşları ve Şehitler Abidesi) 9. Türkiye (Günlük Siyasi Gazete) 17 Şubat 1990 – Manşet Haber 10. Aynı Kaynak 11. Türkiye (Günlük Siyasi Gazete) 16 Şubat 1990-Sayı 6952 12. Kurmay Albay Özdemir Gürtekin (Çanakkale Savaşları ve Savaş Alanında Gezi) . Türkiye Şehitlikleri İmar Vakfı Yayınları- No: 1 Cağaloğlu/ İstanbul “ Basıldığı Yılı yok” S. 12 13. Aynı Kaynak- S. 80-81 ve devamı 14. Ay nı Kaynak- S.70 15. Yalçın ÖZALP Arşivinden

19.03.2007-ADANA

HABER: MÜNEVVER DÜVER

Münevver Düver
Kayıt Tarihi : 30.3.2007 10:38:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ MEVHİBE SAVAŞSAHBAZ'IN İnönü Caddesi Teksif Toplantı Salonu -Eski Ordu evi karşısı kat 5 seyhan ADANA da verdiği konfrans ta çok sayıda gelen dinleyicilere uzun uzun konuştu ve dinleyiciler göz yaşlarını tutamadı.18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi’nin 92.Yılı anma günü en çok şehit askerlerden bahsedildi. Dinleyicilerde çok etkilenerek göz yaşlarına boğuldular.

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Erdal Sonuç
    Erdal Sonuç

    sağolun saygılar

    Cevap Yaz
  • Serap Demirtürk
    Serap Demirtürk


    Bu değerli paylaşımı için Münevver Hanıma teşekkür ediyorum...


    Kimden : SERAP HOCA (Bayan, 48)
    Kime : Grup: Serap Olmayacağım
    Tarih : 3.4.2007 09:41 (GMT +2:00)


    Konu : yöneticilerimizden Evkan Beye...ve Münevver Hanıma


    http://www.munevverduver.net/


    site girişindeki muhteşem slayt için teşekkür ederiz...
    Şehitlerimizi rahmetle anıyoruz...

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (2)

Münevver Düver