Bu sabah pencere Tuna nehrine açılıyor. Şehir bembeyaz, Tuna yeşil. Çatıların kenarlarında
devasa, fildişi buzul sarkıtları. Herhangi biri düşse bir gergedanın kalın derisini bile
kolayca deler geçer. Aklıma İstanbul ve çocuklarım geliyor. Endişeyle - şimdi yanlarında
olmalıydım- diye diye düşünürken, İstanbul'lu şairleri ve onların engin yüreklerini ekliyorum
usuma. Şairistan'da mutlaka ama mutlaka göz kulak olacaklardır; şehrimin her köşesinde
iklimlere inat yeşeren çocuklarıma... Yinede delip geçiyor sarkıtlar gergedan derisinden daha
ince ruhumun bir yerlerini...
Peki ne işim var benim Romanya'da? Oysa dün akşam Beyoğlu'nda Saint Antuan kilisesine bakan
bir pencereyi kapatırken, taklacı güvercinler ve zangoçlar, kilisenin en yüksek kulesinden
uğurluyordu günü...
Sahi, hangi ara ışınladım kendimi buralara?
Ve neden bir şubat günü, bir kardan bir kara?
(Posta kutusunda birşey yok. Elbette; aynı hızla seyretmiyor, mektuplar ve duygular) ...
Babam Köstence'liydi. Yani ben de biraz Romanya'lıyım.
Pencere dilini bilmediğim insanlarla dolu Tuna nehri kıyılarına bakıyor. Pencere, törensel
bir takım sevgi kutlamalarına...
Oysa sevgi evrensel değil miydi? Şiir gibi, açlık gibi, yokluk gibi, sıcak ve soğuk gibi,
sevgi de dil olmadan bilinir, nerede görülse tanınır değil miydi?
O halde neden kaçmıştım buralara?
Bu duygular da benimle gelecekse neden bırakıpta çocuklarımı İstanbul'da?
Unutulmuş çıplaklık bir sarhoşluk yanılgısıydı.
Kurumuş boyalarla yapılmıyordu, sevgiliye dair umut rengi resimler...
Ama hesapta 'çocuklar da' vardı.
Yüzümü yıkadım.
Yeni boyalar doldurup çantama çıktım, Tuna'dan, Üsküdar kıyılarına...
14.02.2004
Şenol DenizciKayıt Tarihi : 14.2.2004 13:32:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!