Onur BİLGE
Çevremde yüzlerce insan, onlarca yakın arkadaş vardı. Fakat ruhumu doyuramıyorlardı. İçim sadece benim için özel olanı arıyordu. Nerede ve kimlerle beraber olursam olayım, çok şey eksikti. İşimde, okulumda, Virane’de, nerede olursam olayım aklıma sık sık gelen oydu. Oydu ruhuma sinen, hücre hücre hissettiğim, hissettikçe garip bir şekilde ürperten, tuhaf bir heyecanla betimi benzimi attıran, bedenimden acayip bir elektrik akımı geçiren… Herkese biraz biraz ihtiyacım vardı, ona çok ama pek çok… Ana baba, kardeş, arkadaş, öğrencilerim bir tarafa, o bir tarafa… Yeryüzünde kendimi en çok ona muhtaç hissediyordum. O bir yana, dünya bir yana… Çünkü o, herkesten çok aşama kaydettiriyordu bana. Herkesten çok… Hiç konuşmasa da… Karşılaştığımız zamanlarda görmezlikten gelse, yan yan kaçsa da… Hal ve hareketleriyle, o dik, dimdik duruşuyla örnek teşkil ediyordu. Onca insan içinde örneğim oydu. Ben, bu çağın şaşkın kullarından biri… Anasının babasının şımarığı… Son çocuğu… O, vaktiyle hiç istenmeyen… Arsızlığıyla yüzsüzlüğüyle dünyaya gelen… Kapkara kıvır kıvır saçlı, ay yüzlü, pembe yanaklı bembeyaz bebek… Yüzü görülünce kıyılamayan, evlat olduğu için bağra basılan, el bebek gül bebek büyütülen… Annesinin içten içe baş belası olarak kabul ettiği, babasının gerçekten çok sevdiği ve herkesten koruduğu kıymetlisi… İnsanların dinlerini arka plana attıkları bir devirde, dinini ve gereklerini öğrenmeye çalışan, Allah’a yaklaşmak için birilerini arayan zavallı… Kalabalıklar içinde bile yalnız olanlar iyi bilir, benim nasıl bir yalnızlık içinde kıvrandığımı!
O yemyeşil ilde, daha çok Altıparmak ile Beşikçiler Yokuşu arasında mekik dokurken, herkesin dünya telaşı içinde olduğu zamanlarda kendi âleminde olan birisi vardı, ilim ve ibadet gibi kutsal işlerle meşgul bir o vardı. Kendi halinde bir Allah kulu… En çok değer verdiğim, en çok sevdiğim, yalnız onun aşkıyla tam anlamıyla mutlu olabildiğim… Yeryüzünde en değerli… Ona o değeri Allah'a olan saygı ve sevgisinden dolayı vermiştim. Belki gerçekten öyleydi ve hak ediyordu belki de ben öyle zannediyor, öyle kabul ediyordum. Yoksa sıradan bir insandı. Diğer insanlardan büyük bir farkı yoktu. Üstelik tıp okuyordu, kadavra kesiyordu ve ben o işten tiksinen biriydim. Dokunduklarına asla dokunamayacağım gibi onlara dokunduğu için ona da dokunamazdım. Aramızda gerçekten hiç bir şey olamazdı. Ne el ele gezen sevgililer olabilirdik ne de evlenebilirdik. O nedenle hiç bir beklentim yoktu. Yalnız, yeryüzünde beni en çok onun anladığı, aynı fikirde olduğumuz kanaatindeydim. Beni sevdiğini bilmenin mutluluğu, çok ama pek çok sevdiğini hissetmenin sarhoşluğu içindeydim ve bu beni dünyanın en mutlu insanı ediyordu. Aşk nelere kadirdi!
Kadîr… Kudret kökünden geliyordu. Güçlü kuvvetli, bir işi yapabilen, becerebilen anlamına geliyordu. Allah’ın sıfatlarındandı. O, kudret sahibiydi, erkliydi. Her şeye gücü yetendi. Kudretini yarattıklarına gerektiği kadar dağıtmakla kalmamış, duygulara da yüklemişti ve insan hayatında aşk, zaman zaman en güçlü duygu olarak öne çıkıyor, diğer duyguları gölgede bırakıveriyordu.
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta