Onur BİLGE
Güneş yavaş yavaş yükselip rampayı dönmüş, süzüle süzüle yol alarak her günkü umursamazlığı, o beklentisiz ve telaşsız görünümüyle menziline doğru ilerlemekteydi. Aynı tempoda yürünmekteydi, hayatın yolu. Bazen boş bazen dolu… Genelde dopdolu… Sakindi gün; sabırlıydı, yerde hareketsiz ne varsa… Hareketlilerde hep aynı koşuşturma, alışılmış telaş…
Hiç canı sıkılmaz mıydı Uludağ’ın? Yalnızdı, yapayalnızdı ama kayalıkları ve ormanıyla o kadar heybetliydi ki! Fırtınalar boralar hiçbir şey alamamıştı ondan. Yağmurlarla yıkanmış, karlarla örtünmüştü. Öyle bir bürünmüştü ki kudret yeşiline, asırlarca soyunmamıştı. Rengini vermemişti güneşe, o yakan kavuran ateşe… Bursa kadısı Aziz Mahmut Hüdai gibi yüceldikçe yücelmiş, başında bembeyaz sarığı, kaftanında yeşilin her tonu… Yaz güneşi solduramamıştı, birazcık bile onu. Yalbır yalbır ışıldıyor, biteviye gülümsüyordu. O kadar kavi duruyordu ki!
Güçsüz yapraklara, cılız otlara gücü yetiyordu, ılık ılık esen şaşkın yelin. Akşamdan mı kalmıştı, yorgun muydu acaba? Canından bezmiş bir hali vardı. Son derece acelesiz ve sakin… Güneşin ısıtmakta olduklarını serinletmeye çalışmakta, bir türlü yerinde duramamakla beraber, oldukça yavaş hareket etmekteydi. Ne yapacağını doğru dürüst bilmez bir halde, sağdan soldan gelmekte, karmakarışık savrulmaktaydı oraya buraya. Esmek değildi onunki belki de… Sürünmekti adeta. Yine de ağaçlarla çevrili, çiçeklerle bezeli loş bahçenin aydınlığını bir parça da olsa ferahlatmakta, gölgelerine sığınmaktaydı; yaprakları okşamakta, çiçekleri öpmekte, dallara tünemekteydi, en sonunda.
Kapıya koşuyorum
Gelen sen misin diye
Bir siyah saç görmeyeyim
Yüreğim burkuluyor
Ağlamaklı oluyorum
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta