Gecenin Mutmain Kalbi
1/:
Ilık bir demdir çay,
Demse sütliman koyakları hırçın dağların.
Salvi can, ben ve bilcümle yaran pürüzsüz yüzeylerdeyiz.
Ayaklarımız bir gidiyor ileri,
Bir geri evriliyor.
Yani şiir ve rengin raksındayız kastanyet tarrakalarıyla.
Kanıksıyor ritme ve koyuyor gece şafağın göğsüne başını,
Yangın yüreğini dinliyoruz yoldaşlarımla ben,
Akşam üstü atan ivedi saatlerin huşu içinde.
Aslına bakılırsa onulmaz panikteyiz ikimiz de,
Yaranlarımızca bir puhu gibi avlanıyor kalbimiz,
Son avındayız belki de bu gecenin.
Tan atanda tuzağa düşüyor ellerimiz,
İsli ardıç kokulu sevdiklerimiz uçuyor,
Çırpışıyor en güzel çağında müezzin kuşları gibi,
Bu mistik coğrafyada gecenin mutmain kalbi,
Mariyalar engin ve mutedil Atlantik çırpınışındalar,
Ve kendilerinden geçmiş bir halde meseta çarşaflarında.
Av hitam buluyorGrados dağlarında, tabii ki sonu kahır...
Yani aşayiş berkemal sayılmaz lan Salvi.
Sen çiz usul aksak, ben yazayım yavaş ağır...
***
Güneş ferman dinlemiyor yaranlar.
Oturun oturduğunuz yerde teslim olarak hüzne.
Oluyor işte,
Haydi davran Salvador...
2/:
Boş yere aranmışız yakamozlu zülüflerde hilal kıvrımını,
En gecikmiş çağlalarını bulmak zordur iklimin,
Kimin zülfünde dara çekileceğimizin kararı son celsede,
Bekle lan Salvi can...
Ve yüzündeki arsız utancın menşeini açıkla artık,
Mühendise gemileri gösterip genç Mehmet ikinci,
Nasıl 'dağlardan da aşar kalyonlar isteyince' demişse,
İşte şiir ve mavinin gökyüzü artıkları.
İstedim ki dudaklarından yürüsün söz yüklü katar.
Karanlığa bürüyen, yüzü aydınlık kaldırım yosması,
Çeler göğün direğini aklımı çelmeden önce,
Bence ebemkuşağına binen saltanat kayacaktır çaresiz,
Çünkü rengin Darvin evrimcesidir ki,
Gökyüzünden düşen maviler yüreği mora boyar,
Farkını arama içindeki galeride, biz hep böyleydik,
Çünkü masallardan geliyor bütün esrik şiirler,
Ümit bununun örtüleri açılmış oluyor bu sıra.
Haydi davran Salvador...
Umuda eğilmek, zor zamanların tek çıkar yoludur,
Azizliğin ve azize olmanın bir manası kalmaz,
Yıl yıl dizilen olayların alacalı tespihi çekilmeden.
Ol nedenle imame atbaşı gider zamanla,
Kanla çizilir kimi peyzajlarda grup kızıllığı.
***
Haydi davran Salvador...
Issız gecenin mutmain kalbi atıyor.
Devriliyor şiir ve rengin krallığı...
Kayıt Tarihi : 12.7.2006 13:26:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Kamburdur Üstümde Everest Ağırlığı 1/: Karındaşım, Kahrı ve kın kanatlı bir şiiri geveliyor, Abanoz bir dibekle dövüyordu hırs ile gökkuşağını, Yele veriyordu bir Molla Kasım, Yunus'un altın tozunu o an. Yüzünde acı ile harlanmış yarı yanık bir aşkla, Gözlerinden yaş terliyordu yoldaşım çerçeve tabanında, Yağız küheylanlar gibi kişniyordu yalnız geceler kurum tavlasından , Bizse yavaş yavaş oynaşıyoruz karanlıkla iki savaşdaş gibi, Görüyor olan biteni Salvador, O Töton tarihçisi ise görüp göreceği her şeyi, Bir vakadar titizliğiyle kayda geçiriyordu: Bap bilmem kaçında orta çağın... Yüzünde ise kara gecenin is ve karakurum, Ne utanç ve ne de ikircikli bir allı gelin türküsü dolaşıyor. Haydi davran Salvador... 2/: Gerekende bir başımızayız en ortasında karanlığın, Atlıyoruz bir bilge gılmanla şiirsel kuyulara, Ve ölümcül sevdalara terkimizde köyden kalık yavuklularla. Taylarla birlikte hız hıza büyüyor söz fidanları, Ve çıldırmışlığın özgür havasını harman ediyor harmoni, Ben ve diğer insanlar donmuş gibi takip ediyoruz, Arkamıza gerdiğimiz serendipli gölgelerimizi. Açız ki kıyamet acısı damaklarımızda, Yemişliğimiz bir yabani ahlattır hepi topu, Ya da alıç Yunus tepelerinde, Az evvel yani bin bir yıl önce... *** Ey renklerin ve boynuzların sivri şahı, Terk etme ne olur köprü başında topallayan tayları, Lunapark bekçisi mavi gözlü veletlerle bir olup, Gözlerinin ıslaklığını saklama cenaze alaylarında, Hani koşmayı hatırladıkça şiirler adımlarsın ya, Sözün sihir olduğu kıraç yamaçlarda, İşte oralarda saklanır renkler, hüzzam kentlerinden kaça kaça. 3/: Serendipli bir yosmaydı anımsadığım en son, Şiirin basma yorganının altına kayan arzunun somutlaşmışı, Çengel kaşı kahverengi Hint kınası, Arkası Tamil cengaverlerinin en hırslılarıyla örülü. Merakla koşuşuyorlardı mağma hamamının çevresinde. Kamburdu sanki üstünde bir everest ağırlığınca, Ölen bir racanın karısı olması. Yani ölüme tutsak ve de töreye... Ben ağlıyordum ancak iki mısra hacmince, Köşedeki döşü kirli bandit bana bakıp gülüyordu, Düşteydim ancak yüreğim sökülüyordu. Sahra genlerinde yoksa eğer mahpus sayılırsın sen de, Ey çift tırnaklıların lordu... Yordu bu oyun beni insanlığın boş arsasında. Sen çiz, en iyisi, ben de beni yazayım, Kuyular kazayım yüreğimi düşürmek için... *** Gör artık ey boğaların lordu, Köşedeki döşü kirli bandit bana bakıp gülüyor, Gece anaforlar ile soluyor, Haydi davran Salvador, Kocuyor şiir ve renk, Haraboluyor ahenk...

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!