İNANÇ ŞİİRLERİ

İNANÇ ŞİİRLERİ

Seyfi Karaca

Sicili kökü sacaklari sapasaglam TOPRAK yüreklidir güzel yurdunun özüne has ismiyle özdesip insanlik dünyasinin DILLERE DESTAN hayat hikayesini sevgi soyundan ölümsüzlüge yazip okuyan yasam seyir defterinde…
Gecmisten gelecege temelli…
Temelli özgür, temelli fedakar, temelli itibarli, temelli cömert, temelli vicdankar, temelli cesur, temelli yigit, temelli sefkatli, temelli, saygin, temelli özgün, temelli güvenilir, temelli danisan, temelli kisilikli, temelli paylasan, vefakar, temelli akil fikir inanc kültür yol ilgi bilgi ve yordam sahibi ve temelli özüne sözüne yurduna evine ahbabina aslina nesline sadik karakter ve ilim irfan evladi…
Varsan belki yorgun bir ikindi belki salkimlari hevenlerinden yagip dökülen güz belki henüz yeni tüllenmis firikten bahar caglasui belki ham kelek belki aci sogan belki yufka sofra…
Varsan insen selam hatir hos bes ve varsan serilsen bir yudum söze bir avuc sohbete bir dirhem senlik benlik dünyasini hepten tümden silip süpüren kavim kardesligine, ölse seni hic…ölse seni hic yanina yörene yayanina yolculuguna artik köse bucak evinde ocaginda topraginda baginda ne varsa…
Ölse seni bagdan bahceden ekinden bostandan sirtina heybene sofrasina sohbetini serdigin ziyareti sanki bin yil oturup eylesmissin gibi gönül ehli bastaci ettigi horantaligina sayan yürekliligiyle yola koyup ugurlayip savmadan hic…asla ve katiyyen öz evinin erbabiymissin gibi vebalini ölümle es bildigi aziksiz kimsesizlere yola düsürüp kendi rahat edemez…
Ve hicbir islam ülkesinde dahil, yeryüzü dünyasinin hicbiryerinde de yoktur böylesi adiyla yurduyla özgürlügüyle viccdaniyla hakkiyla hukukuyla aska sevgiye özgünlesip özdesmis insan evladi. Ne mutlu bütün bunlardan temelli ve Türkiye TOPRAKLI ismi cismi Türk kisiligiyle kimliklesmis karakterlesmis bizbize.…
..

Devamını Oku
Durdu Şahin

Çanakkale’de,
İnanç kuvveti yendi.
Çanakkale’de,
Birlik şiddeti yendi.

Çanakkale’de,
Gayret, zulmeti yendi.
..

Devamını Oku
Gürsoy Solmaz

Geldi geçti koca ömrüm,
Harç içinde borç içinde,
Sarsılsa da metanetim,
Yol buldum inanç içinde...

Yetti gerçi devlet varım,
Boşta kaldı çok tasarım,
..

Devamını Oku
Engin Çakar

Etrafıma şöyle bir baktım, dertsiz insan yok gibi. Sonra dedim ki madem dertsiz insan yok ve madem imtihan vesilesi bunların hepsi, öyleyse muhim olan dertlere meydan okuyarak, dertlerin sinesinde boğulmadan yüzebilmek. Tabi ki yüzerken de şunu da unutmamak gerekir; ne kadar profesyonel yüzücü olsakta bilmeliyiz ki, denizde boğulanların çoğu iyi yüzme bilenlerdir.. Bazen çok iyi yüzücü olmamız da kazanacağımız yada kârlı çıkacağımız manasına gelmez. Bu yüzden her derdin üstesinden geleceğimizi sakın ha zannetmeyelim de, sadece dertlerin tüm ömrümüzü ve ruhumuzu kaplasa da bunların âhiretimize kefâret olacağını düşünerekten hareket edelim ki, umutlu bir gelecek hayalimiz olsun. Olsun, olsun ki; hayatımız neşe dolsun. Dertlerin deryâsı içinde mahsur kalmışken de gerekirse dalgaların yıkıcı ve haşin kollarında değil de daha bir sâkin noktalarında, kıyısında, köşesinde yüzmek fırsatları bize verilmişse işte bu fırsatı bizler cânı gönülden kullanma tutkusuyla, en az zarar ile zarifce rotamıza devam etme hevesiyle yol alma heyecânı içinde olmalıyız. Hayaller bizim için saadet otobüsüne binerken beklediğimiz durak olmalı. Olmalı olmalı ki; bu durakta beklerken yaşamın mânâsı ve şu köhne dünyaya gönderiliş amacımız yâni bir imtihân vesilesi olduğu akıldan çıkarılmamalı. Amaç unutulursa dertler hatırlatır. Dertlerin bize amacımızı hatırlatması fevkalâde gibi gözükse de, sıkıntı ve kederlerin hatırlatması yerine saadet içinde olduğumuz vakitleri iyi değerlendirmeli, bu vakitler içinde dünyâya gönderiliş amacımızı ruhumuza sindirerek bedenimize yapıcı yönleri keşif araması içinde olmalıyız. İmanla derman havuzuna su misali dolmalıyız. İşte ancak böyle yaparsak; hayır ve şerrin Allâh' tan geldiğine tam manasıyla inanırsak, dertler deryasında yüzsek de umut denen ince, nârin, zarif çizgiyi hayatımızdan silmemiş oluruz. Umut için yol almak şart. Yol almak içinse inanmak şart. İnanç umudu tamamlayan çizgidir. Dünyânın bir çoğunun su olduğu nasıl bir gerçekse; dünyâ hayatının da birçoğu dert deryâsından oluşmaktadır. Dert deryalarında yüzerken umudu kaybetmememiz dileğiyle...

Çünkü insanı bitiren yüzmenin yorgunluğu değilde, 'yüzsem ne olacak hep aynı zaten' tümcesindeki umutsuzluktur. Umutlu yarınlara inşaAllâh; umutlu yarınlar içinse; inançlı bugünlere ihtiyaç vardır...

İnançlı dünler, umutlu bugünleri; inançlı bugüner ise; umutlu yarınlara her zaman gebedir. İnanın çünkü; umutsuz olanlar inanmayanlardır...


..

Devamını Oku
Durdu Şahin

İnanç dolu sıçrayışlar,
Bulutlarla yarışıyor,
Mazlumların duasına,
İman, ihlâs karışıyor.

Emek ile alınteri,
Çilelere alışıyor.
..

Devamını Oku
Sebahattin Kömürlü

Teksin,
Tek yaradanım.
Bilirim, günahkarım.
Bozsam tövbelerimi aptalca küssem sana,
Hakaretler yağdırsam sahte isimler taksam,
Dinsizlerle bir olup yokluğuna inansam,
Olmayan tanrılara ibadete başlasam,
..

Devamını Oku
Yusuf Tuna

Er kişi,yiğit olan insan demektir.Herkesi kendisi gibi gören,özü sözü bir olan,birlikte rahmet bulan,yüreği havada uçmayan,gönlünü toprakla beraber eyleyen,Hak'ka ram olmuş,Alp Eren niteliklerine sahip,ötelerin ötesinde gözü olan,sırr-ı suretten aldığı karakter yapısını şanlı Peygamber ocağında şekillendiren bir ruh hali ile hayat yolunda giden cefakar kimselere verilen ünvandır.
Erlik,benlik duygusundan uzak durmaktır.İnsanları Cenabı Allah'ın(C.C.) bir emaneti kabul ederek,Yunus Emre gibi Hak sevgisini gönüllere nakşedip dokuyan ve Hak sevgisiyle şiirler okuyan,Mecnun misali çöllerde Mevlasına kavuşma arzusudur.Mevlana Hazretleri gibi bütün insanlığı sevgi ile kucaklayıp,Hacı Bektaş-ı Veli misali Hak'tan aldığını halka vermektir.Ahmet Yesevi ocağında pişen gönül erleri ile Alp Erenlik vasfına mazhar olan ak sakallıların dualarında yerini bulan Allah(C.C.) dostu olmak demektir.
Kür Şad ile kırk yiğidi gibi koca Çin sarayını basacak cesareti göstermek er kişinin vasfı olmalıdır.Karahanlı Sultanı Abdulkerim Satuk Buğra Han atamız gibi İslama gönül verip onu yaşamak ve yaşatmak er kişinin hayat tarzını oluşturmalıdır.Malazgirt ovasında Selçuklu Sultanı Alp Arslan Gazi gibi vakur olmak erliğin özelliğidir.İstanbul'u fethedip yeni bir çağ açan Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet Han misali karakter sahibi olmak er kişilerin özelliğidir.Çaldıranda zafer kazanan ve Mısır seferiyle İslam sancağı ile halifeliği Türk milletine getiren cihan padişahı Yavuz Sultan Selim Han gibi Hak yolunda sefer kılmak er kişilerin görevi olmalıdır.Zigetvar'da Kanuni Sultan Süleyman gibi Türk-İslam mefküresi idealiyle hareket etmek er kişinin mizacını oluşturmalıdır.Türk-İslam ülküsüne gönül vermiş, Rızayı Bari için İlayı Kelimetullah uğruna Kızıl Elma ülküsü ile Allah(C.C.) rızası için İslama bayraktarlık yapmak er olan kişinin esas amacıdır.Söğüt'ten Ertuğrul ve Osman Gazi ile üç kıtaya yükselen ulu bir çınar gibi yükselmek er kişinin sanatı,at tırnaklarıyla Anadoluya Türk-İslam mührünü vuran yiğitler ise erliğin gereğini yapan fedailerdir.,Bir çok peygambere mekan ve yurt olmuş,evliya,eren ve Allah(C.C.) dostlarının bulunduğu,Cennet ırmaklarının dünyadaki uzantısı Fırat ile Dicle nehirlerinin suladığı kutsal vatanımız Anadolu topraklarını korumak ta er kişiye düşen tarihi mirastır.
Er olmak kolay, er kişi olmak zordur.Kişi anasından er doğar lakin hüner gösterip Bayındır Han oğlu Boğaç Han gibi yiğitliği ile Dede Korkut'tan ad alması er kişiliği kazanması demektir.Kişilik hakkı olarak erlik Alplik demektir.Alplik erenlik olmadan işe yaramaz.Ruhsuz bedene benzer.Alp Erenlik vasfını kazanmak er kişiliği hak etmek demektir.İnsanın hayatta değer bulması,can ile dünyada şan alması bu kutlu ülkü ile mümkündür.
Ülkü ve ideali olmayan,İslam potasında eriyip benlik duygusunu kıramayan kişilerde er kişi vasfı oluşmaz.Hayat nizamına yön verip yaşanmayan dava ile sonuca ulaşılmaz.Şu fani dünyada kişiliği şekil almış ve köklü temellere oturmuş olan ülkü,inanç ve idealleri çağlar ötesini aşan,yiğitliği ile topluma örnek olan bir Fatih,bir Yavuz,bir Alparslan misali er kişi olanlara ve onların yolunda yürüyenlere ne mutlu.
Selam Peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa'yı(s.a.v.) örnek alana,
Selam Allah'a(C.c.) inanıp onun yolunda Kuran ile bahtiyar olana.
..

Devamını Oku
Hüseyin Mustafa Aygüneş

Bir kahve falında çıkışın, kabaran yüreğime;
İnanç değerlerimle alay etmişti adeta..
Ve sevivermiştim kahve rengi gözlerini..
İnanmadım hiçbir şeye inan!
Ama sensiz kalamadım yine de..

Şimdi ise sevgili;
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Yine halkın kişileri, toplumun insan öznelliği olan bireyleri yanından gelir. Bireyler, toplumdaki kendi payı olan ürünlerini, halkın içinde tüketirler. Halk, toplumun bir dış oluşması olduğu için halk; daima toplumun insan öznellikli öğesi tarafından; özelleşen (kişi yaşamı) girişmelerden bağıntılı, toplum yansımalı, toplumumsu zorunlulukla davranır olma birliğidirler. Bu yönü ile halk toplumdan ayrılan bir sistem özelliğidir. Halk; teknolojileri, bilgileri yaratıp, kullanamaz.

Cazibe yaratamayan geniş halk kesimleri, NEYİ NEYE GÖRE CAZİBE MERKEZİ YAPACAKLARINDAN, pek emin değillerdir. Böyle bir çekimleşecekleri somut çekim nesneleri yoktur. Bu yüzden kendi gelenek sanıları (inançları) onlar için bu tür davranışların zorunlu en makulüdür. Kendi inançlarındaki motiflerden ve idesel yatkınlıklardan alıntı ve hitaplar taşıyan yansıyışlar, davranışları olacaktır. Halkın birbiri ile ittifak edemeyen genel etnik yığınları, sanal olan ve eften püften yaratılan, cazibelerle çekimlenirler.

Bu yüzden halkın kesim kesim aynı tip bakış açılarıyla, geçmişte oluşlardan, ama şimdisi olmayan oluşmalarla, bir nostaljileri vardır. Bu türden halk sahiplenişli inanışlar; eski toplumların üretim ilişkileri içinde daima yaşam bulmuşturlar. Ama bu tutumların, toplumun şimdiki yaşamları içinde kalkmış olmaları, iyi bilinmelidir. Şimdiki yaşamın içinde olmadıklarından ötürü bu tutumlar, hali ile saçma sapan ve hurafe ve mitoloji olaraktan algılanır!

Bu da başka bir bilmezlik, görmezlik, sosyolojik tarihsel çocukluk hastalığıdır. Bu tür mit sanılan bilmezlikler, eski bir toplumsal uygulamanın tolumdaki yeni dönüşümleri nedeniyle, toplum içi üretimsel gerekli oluşundan çıkmış, şimdi ile ilişkindik bağları oluşarak kopmuştur. Bu gibi halkçı tutumlar geçmişteki unutulmaları hatırlatan, eski bir yaşanmışlık ilişkin doğruları olan, öznel fosil kalıntılara yönelik türünden olan, eski sosyal toplumsal temel gerçeklerdir.
..

Devamını Oku
Mustafa Cilasun

Haydi...
Ne olur ağlama
Sil gözyaşlarını, umutlarını buğulama
Bana böyle çaresiz ve melül melül bakma
Yüreğinde var olan şevk ve ümitleri zamansız budama
Kim aldatılmıyor, kimin sadakatinden emin olunuyor, Nefs kuşatıyor
İnanç ve imanı zafiyet içinde bulunan insanlar münkerler karşısında yaşıyor
..

Devamını Oku
Ahmet Zeytinci

Oktay Akbal'ın eski tarihlerden anımsadığım güzel bir kitabının da adıydı ''Önce Ekmekler Bozuldu'' Sayın Akbal bildiğim kadar, doksanlı yaşlarda, halen hayatta ve yaşını başını almış olgun bir insan, iyi de bir yazardır. Birçok kişi bilmeyebilir Sayın Akbal bu kitabını 21 yaşında yazmış, meraklısına da bu bilgiyi bir dip not olarak verelim.

"Önce Ekmekler Bozuldu, sonra her şey" diye başlar kitap. Oktay Akbal'a saygımız sonsuz mutlaka ama önce insanlar bozulmuş gibi geliyor bana. Çok eski bir hikâyedir, ta Hazreti Adem'in çocukları Habil ile Kabil'e kadar gider sebebi de basit bir kıskançlıktır aslında. İşte insanların bozulması burada başlar sonra gerisi çorap söküğü gibi gelir. Kur'an'da adı geçen yirmi beşe yakın peygamber vardır ve insanlar bunların bir çoğuna, bizim peygamberimiz de dâhil çeşitli şekillerde zulüm yapmaya, öldürmeye bile kalkmışlar (Hazret Yahya-Hazreti Zekeriya) bazılarını da şehit etmişlerdir. Yine yüce kitabımızda da adı geçen kavimlerden biri olan Lut Kavmi de eş cinselliği yaygınlaştırdığı için helak olup gitmiş kavimlerden birisidir. Gerçekten ibretlik olaylar yaşanmıştır o zamanlar. Bunların bazılarının üstüne taş yağmış, bazılarına şiddetli rüzgârları göndermiş Allah, kimisine çekirgeler musallat olmuş, bazısı da kuraklık ile ürünlerden eksiltme ile cezalandırılmıştır...

Hazreti İbrahim'i ateşe atmaya kalkmışlar, ancak Cenabı Mevla o yüce peygamberini lütfü ve keremi ile ateşten korumuştur. Bunları peygamberlere reva gören hep insanlar ve onların inanç, maneviyat ekseninden sapmalarıdır. Kim bilir o zaman ne kadar doğal ve ne kadar güzel buğdaylar ile o buğdaylardan yapılan ekmekler vardır. Şimdiki gibi, besinler bir an önce olgunlaşsın da hemen satalım parasını cebe atalım zihniyetinin o zaman olduğunu sanmıyorum ki zaten hormon denenen maddeden de insanlar habersizdir haliyle...

Milat öncesinde ve milattan sonra sayısız savaş ve topyekûn katliamlar sahnelenmiştir bu yaşlı dünyamızda. O zaman ki besin maddelerinin insanları bozmasına, onlarda dengesizlik yaratmasına kanımca imkân ve ihtimal yok. Her şey doğal o zaman. Doğal olmayan insanların aşırı tutkuları ve hırsları tabi ki her devirde olduğu gibi...
..

Devamını Oku
Vehbiye Yersel

Çocukluk Yıllarım
 
 Küçüklüğümde çok narin yapılıydım, halen öyleyim. en ufak bir şeyden etkileniyorum. Yani havadan nem kapıyorum, biraz da mızmızlık derim bu halime, her şeyi yemem.20 yıldan beri kahve içmedim. piştiği zaman mis kokusu hoşuma gider ama nefsime hakimiyetim var. dinlemiyorum zalim nefsimi. içmiyorum.bende titreme yapıyordu. midem ağrıyordu. içtiğimde.belki de hiçbir zararı olmayacak ama içmiyorum. ikincisi yarı vejetaryenim. her şeyi yerim az yerim. Sık sık yerim.fazla et, balık yemem. peynir, yoğurt türü şeyler tüketiyorum. 
 Çocukluğumda güney doğunun mutfağını övmeğe gerek yok. O kadar güzel, içli köfteler, çiğ börekler, kaburgalar, etli dolmalar, sarmalar pişerdi.herkes yerken ben seyrederdim, evde yoğurt kalmamışsa bana 5kr.veya 100 para verirdi babam veya annem.elimde tasla, bakkallar çarşısına gider Abdulrazzak Pembe amcadan yoğurt alır gelirdim.herkes doymuş,sofra toplanmış.ben sokaklarda elimde tas içinde yoğurtla,sürünüyordum.Yoğurt kovamız da vardı.ama büyük olduğu için,tası tercih ediyordum.bu anlattıklarım 7 -8 yaşlarındayken yaptığım huysuzluklar,daha küçükken hatırlıyorum.simsiyah dalgalı saçlarım vardı,kirpiklerim yanaklarıma kadar.tenim deseniz babama benzemişim kar gibi.amcamın benden 20 yaş büyük oğlu beni lastik top gibi havaya kaldırıp hoplatırdı.herkes beni seviyordu.belki de mikrop kaptım,veya nazar deydi.bir akşam güzel bir çocuk olarak uyumuşum,sabah uyandığımda,annemin dediğine bakılırsa saymış tam 22 yara peydahlanmış yüzümde.Sanki yüzüme ateş sıçramış,yakmış her tarafını. Bir tek çenemle,alnım kurtulmuş bu yangından.annem neye uğradığını bilememiş. 
 Ben 4.çocuğum. annem terzilik yapıyor.1942-45 ikinci cihan savaş yılları, pislik, susuzluk,açlık sefalet yetmiyormuş gibi, bir de bu yaralarla evde savaş başlamış.Benden 4 yaş büyük ablam tifoya yakalanmış,Allah”a şükür tedavi ve annemin temizliğe son derece dikkat etmesi sayesinde, ablam kısa sürede iyileşmiş.O tarihlerde tifodan ölenler çoktu.gömdükleri zaman da mezarlarına kireç döküyorlardı.mikropları öldürsün diye. 
 Benim yüzümdeki yaralar böyle dahili olmamakla beraber, ne oldukları belli değildi, doktorlar bile anlayamadılar, alınan bütün ilaçlar, pomatlar işe yaramıyordu. en son annem kocakarı ilaçlarını denemeye kalktı. yüzümdeki yaralar için kullanılan ilaçlarla, yöntemlerle epey eziyet çekiyordum 
 Mataracılar lakaplı bir aile vardı. ziftli merhem yaparlardı,o merhemi beze sürüp,yaraya yapıştırıyordu ağda gibi, öylece bir gün yüzümde kalırdı.Ertesi gün hızlı bir şekilde,çekerdi annem,pamukla yüzümdeki kanları v.s silerdi,tekrar hazırladığı ziftli bezi yüzüme yapıştırırdı.Şimdi gençlerin uyguladıkları güzellik maskesini ben 60 yıl önce kullandım.faydasını görmedim. 
 Faydası vardı ama inkar etmemek lazım..bir bakımdan rahatlıyordum sivrisineklerden,tatarcıklardan,karasineklerden kurtuluyordum.konacak yer bulamayan sinekler,kısmetlerini başka yerlerde arıyorlardı. 
 Değiştirildiği zaman canım yanıyordu ama mecburdum .iyileşirim diye katlanıyordum. kardeşlerimin içinde piyango bana isabet etmişti.maşallah çok şanslıydım,bir kan çıbanı 
 ağrısına dayanamazdı gördüklerim.Allah bana öyle bir sabır vermişti ki,ilkokulu bitirene kadar,yaralardan kurtulamadım.İlkokulu bitirdim,yüzümde tek tük yaralar vardı,kanıyordu.1950 yılında annem beni Diyarbakır'a götürmek zorunda kaldı.Mardin”de mütehassıs yoktu.cildiyeciye göstereyim diye aldı beni Diyarbakır”a gittik. orada bize askeri doktoru tavsiye ettiler. 
 Doktor beni muayene etmeden önce, 
 -Bana bak dedi,babanın saçı var mı? yoksa benim ki gibi dazlak mı? . 
 -Evet tam sizin gibi,tepesinde saç yok.Babamın saçı simsiyahmış.ama genç yaşta ağarmış,ve tepesi tamamen dökülmüş.ben babamı öyle gördüm.Saçlı halini görmedim. 
 -Benim babaannemin yüzünde de senin gibi yaralar vardı.bu bir hastalık.bayanlarda yara meydana getirir, erkeklerin saçları dökülür.anlamıştım.bana yapılan bütün o koca karı ilaçları boşunaymış, eziyetten başka bir işe yaramamıştı.muayene ettikten sonra bana 3 kere elektrik tedavisi yaptı. gün aşırı 3 kere gittik. yaralarımı kurutmuştu.harici ilaç vermedi.. 
 Çolaklar adlı Süryani bir aile de zamklı ağda gibi bir ilaç yapıp satıyorlardı.bundada işlem aynı beze sür yaraya yapıştır.24 saatte al yenisin koy.ama bu öyle yapışıyordu ki,çektiklerinde acı veriyor,deri namına bir şey bırakmıyordu. 
 Sülüklerle de küçüklüğümde tanıştım kanımla beslendiler.kirli kanı emsinler diye 2- 3 sülük yüzüme konurdu,kanla dolunca şişerek yere düşüyorlardı.Hayret nasıl dayanmışım.Allah bana o zaman da sabır vermişti.Banyo için umumi hamamlara gidilirdi,işte orda da.bana rahat yoktu.kendirden yapılmış sert lifle yüzümü ovarlardı,kabuklar,yaralar temizlensin diye.bir de hiç unutmam benim yüzüme,evde beslenen bir tavuk vardı,onun pisliğini yüzüme sürmesini anneme söyleyenler oldu.batıl inanç ama nasıl olduysa çaresiz kaldığı için onu da denedi.güya nazar eden iyi değilmiş,kem gözlüymüş,harama haramı uygula iyileşir.işte bu tam cehalet ama ben çocuğum.anlamıyordum ki.iyileşmek, güzelleşmek istiyordum.benimle alay eden çocuklar olurdu çevrede.kahroluyordum.annem de üzülüyordu.onun için sanki suçlu oymuş gibi,ben bir kefede,diğer kardeşlerim bir kefede idi 
 Beni aşırı seviyordu. 
 O yıllarda içme suyumuzu sakalar getirirdi.Ceviz pınardan.evdeki kuyu sularını çamaşırda kullanırdık.mahallede tabii çeşmeler vardı,darda kaldığımız zaman babam gider,bir iki kova alır gelirdi.Bizi kesinlikle çeşmeye yollamazdı..yüzümdeki yaralardan çok acı çektim,ama hiçbir zaman moralimi bozmadım,okulda çok başarılı olduğum için,seviliyordum.kimseler benden tiksinmiyordu. 
 Çok çektim ama Yüce Rabbim bana dayanma gücü vermişti. ben de kardeşlerim gibi sağlam olmak isterdim… 
 12.09.2010
 
 Vehbiye Yersel
..

Devamını Oku
Ayşe Tural

Bir demet sevgi getirdim sana
Umutlarımdan derlenmiş
İnançla yoğrulmuş...

Bir demet düş getirdim sana
Güzelliklerle,
Hayallerle bezenmiş...
..

Devamını Oku
Mustafa Cilasun

Ey can...
İnsanlığı katledenler var
Bunlar medeniyet pazarlayan birer canavar
Kendi menfaat ve çıkarları adına her yolu mubah sayarlar
Şer için ittifak yaparlar, her türlü desiseyi alalayıp zihinlere aşılarlar
Bunlar kıtalar arası, hanelerin ihtiyacı, insanların deva araçları gibi sunarlar
Her milletten tefrika ve hizip adına entrikalar tesis ederek, ruhları satın alırlar
..

Devamını Oku
Mehmet Tevfik Temiztürk

Bu ne asi kalkışma bu ne büyük gaflettir!
Bu ne büyük hainlik bu ne yoz ihanettir!

Unutur mu yarınlar böyle vicdansızlığı?
Hakk’a layık görülen bu acımasızlığı…

Rab’den emredilen inanç ve din bu değil,
..

Devamını Oku
Engin Ertürk

Konuşmak istediğimi konuşamam da!...
bazen üç beş satır yazarım ...
Önemseme bahar sabahım ...
Yazarım üç beş satır tüm kalabalık cümlelere
ve susarım tüm kalabalık laflara inat
önemseme ...
yalnızca bak...
..

Devamını Oku
Rabia Balaban

Acemice bir kaçıştı yine bu yaptığın. Oysa tüm bu zamansız vedalaşmaların neticesi, en ağır bedeli ödeyen, haybeye tükenen, can acımız gözden sakınılan sevdamızdı.

Hatırlar mısın nefes almanın o en zor olduğu günü. Suçlu bir tedirginlikle gözlerine o kadar yakından ilk kez baktığım günü.
Sana dair düşünülen akılda söylenmek üzere biriktirilen her şeyi unutmuştum gözlerinle. Birbirini o ana dek tanımayan, kaybolmuş iki insan giydik sanki. Sen yalnızca titreyerek bakıyordun bana. Avuçlarımın içerisinde, avuçlarının terlediğini hissetmek yaşadığım ve yaşanılası en kutsal zamandı senden yadigâr ömrüme. O zamanlar ihtimal veremezdim böylesi kırılgan ve bitmeye gebe bir sevda olduğuna. Sen solunası en doğru şeydin benliğimde. Sana tüm hırçınlığıma rağmen, özümde içimde sorgulamadığım tek gerçeğimdin benim. O gece hiç şaşırmadığım kadar şaşırmıştım kendime de. Saniyelik iç konuşmalarımı hatırlıyorum da. Kendime inanamamak. Mutluluktan ve tedirginlikten soluklarımın düğümlenmesi ve ilk kez hissettiğim kokun. İçim de titreşen sevdaya, sana ve yaşama inanç.
Şimdi düşünüyorum da son soluğum kesilmeliymiş benim o anda, hayat boyu bu kadar inandığım tek insan. Son soluğum kesilmeliymiş senin yanı başında.

Bu gün senin olmadığın yerlerdeyim. Bir hayli zamanlar tükettim senden bir haber. Ve adını sevda koyduğum büyük bir boşluktan ibaret artık ömür bende. Yani kısacası senin anlayacağın, ben kokunu duymakla farklı bir boyutta hayata başladığım o büyülü gecedeyim. Vazgeçilmez olmanın da tek sırrı budur sevgili. Ben gözlerine öylesi baktığım o ilk gece yüzlerce kez soluduğum sende kokunu ezber ettim. Şimdi nereye gitsem yanımda, ne yana dönsem canımdasın. Avuçlarımda hala kurumayan terin, nefesimi kanatan adınla; sen yaşamımın en canlı yanısın.
..

Devamını Oku
Hüseyin Avdic

Görünmeyen Varlar İnkâr Edilmez

Lambadaki ışığın ruhudur, tinidir ceryan, gözle görülmez.
'Konuşan Sen'deki ışığın ceryanı da ruh'tur, inkâr edilmez.
******
Gözle Görülmeyene İnanmalısın

..

Devamını Oku
Hüseyin Gedik

Ben alevi ben kulcuyum hakka giden bir yolcuyum
Madem ki dört kitap haktır herkes inancında paktır
Hanifiyim caferiyim ben maliki ben şafiyim
Bir bütünün bir parçası düşün bakalım ben neyim? .

Bunlar inanç bunlar deyim balın acı çıktı beyim
Hoca papaz dede,insan neden ayrıma gideyim?
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Bir yansıtılma ya da yansılama, bir benzetileme, bir örnekseme olan, bilinçli bilinçsiz taklit, adeta batı taklidi olarak, aşağılama ve küfür haline getirilerek; vurun abalıya dercesine bir değersizleştirme sorumsuz duyarsızlığı yaratılmıştır. Elinde hiçbir akıl koyuş ve üretiş gelmeyen kesimlerin, güya zeka pırıltısı ortaya koyuşlarının, bir meydan okuyuşu gibi olup çıkmıştır! Ya da, şu da bizim insanlığa armağan örnek kıldığımız taklit edilirliklerdir, diyecek bir çağdaş somutluğu örnek koyamamış oluşumuzun, ezikliğinin, dile vurum şeklidir. Ki ben bu çizgide olmaya bile eyvallah derim. Çünkü bu bir eleştirel süzen var oluş bilinç halidir. Bir kendi kendini dinleyiştir.

Batılılaşma, önde olanla geride olanın, var olanla yeni doğanın, şeriatla neşriyatın, nasla deneysel felsefenin, gözleme, araştırma ve incelemeye dayalı, çözümleyici ve bireşimsel metotların kıyasıya giriştiği bir kavgaydı. Yani aydınlıkla karanlığın savaşıydı. 1450'lerde matbaa ile Avrupa’da bilimsel bilgilerin ve felsefi gelişmelerin, ucuz ve hızla kitap basımlarıyla bilgilerin ülkelerden ülkelere ve çok sayıda kişilere ulaşır olmasının yarattığı toplumsal etki ve depremlerle, ışıyan batı; aydınlanma sürecine girerken Dünya, Avrupa’nın bir çok halk hareketlerine imza atışına tanıklık ediyordu. Bu teknolojinin ahlakı ve zaferi idi.

Oligarşi, monarşi, monark yönetimler, kutsal krallıklar ve derebeylikler yerle bir olurken, kilise kabuğuna çekilmeyi yeğler olacaktı. Tabiî ki yüzyıl sürecek kanlı dinsel savaşlar sonunda. Bu uyanışla yerinde oynayan taşlar, bu uğur alınmış yollar, Avrupa’da yerli yerine neden sonra oturacaktı. Astronomik gelişmeler, dinsel saltanatların taç ve tahtını yerle bir edecekti. Artık Dünya’nın düzeni, yeni düzendi. Endüstri devrimi de denen, buğu gücünün sanayide kullanıldığı, yepyeni bir üretim ve paylaşım tarzının belirdiği, tarım serf ve köleliğinden sanayi işçiliğine (yeni ve biçim değişmiş köleliğe) geçilmişti. Dünya grevlerle tanışmış, tarım alanlarının dokuma sanayisine yapağı üretimi sağlayan koyun otlak alanlarına dönüşmesi gibi, çok farklı sorun, olay ve gündemleri tartışır yaşar olmuştu.

Tabii ki Osmanlı bunlardan, genel olarak, seyirci anlamazlıklarla bihaber olacak 17. Yüzyıl padişah yetkilerinin şeyhülislam fetvalarına göre geriletildiği tam bir teokratik devlet yönetimine dönüşecekti. Artık Osmanlıda her devlet işi “”eşref saatine “” göre şeyhülislama sorulup, yetkilenilip yapılır olacaktı! Hatta Avrupa’nın bu akıl almaz gelişmesini anlayamayan zayıf ve basiretsiz bazı yöneticilerini, şeyhülislam; buradaki yöneticilerin çok güçlü cinlerinin olduğuna padişahı ikna edip, o yöneticilerden padişahın cin isteme zavallılaşmasına yol açacaktı. Osmanlı etkili ve yetkilileri Dünya’daki bu gidişi, özel olarak tanda Avrupa’daki konjonktürü, böyle okuyaraktan şeriata sıkı sarılaraktan kendini güya daha bir sağlama alıyordu!
..

Devamını Oku