Serra Hanım'ın İnançsızlığındaki Öcü
Senin Allah'a inançsızlığında öyle korkunç bir öcü var ki, Serra Hanım;
Cisimleştirilip önüne konsaydı o öcü, korkudan kesin patlardı ödün.
Ama o öcüyle mutlaka karşılaşacaksın, gelmiş dünyan olduktan sonra dün;
Hesabın görülüp atılacaksın cehenneme, ateşte sırıtacak iskeletin.
İşte inanç, işte zaman, işte fırsat; olmasını istemezsen ötede "öcü"n.
..
Köprü altında unutulmuş mutluluklar için
ne yağmurlar boşaldı göklerden,
iki gözün ağlamasıyla yeniden yeşerecek,
UMUTLAR...
Bir nebze inanç bıraktım yüreğine
DUANA kat göz yaşlarımı
..
inançsızlık değil inancım.
Aşk ötesi bir inanç benimkisi.
Hılkiyat derecesi belki,
Yaratılan için.
Yaratan için değil, yaratılana an ehemmiyetli.
Aşk ötesi bir bağ benimkisi.
Kalp sızı değil beni inciten.
..
dudaklarımda bir aşkın sıcaklığı
yakar kavurur çöl ihtirası
şehvetle açılan kollar
sensizliği sarıp sarmaladı.......
fırtına koptu yüreğimde
seni savurdu beni vurdu
sağanaklar boşaldı gözlerimden
..
Sahteciliğin,Yalanın sembolü haline gelmiş sanal dünya da,İnsanların ne kadar reel olduğu sorgulandığı zamanımızda, uzmanların tabiriyle; İnsanların başka kişilik oluşturduğu, Erkeklerin kadın, kadınların erkek, fakirin zengin, zenginin fakir olduğu... Dolandırıcıların sahtekârların hilebazların kol gezdiği... Yolda görsek namus timsali diyeceğimiz insanların bile, hayal dünyasının bir numaralı kahpeleri çıktığı, garip bir senaryoyla yalan hayatların oynandığı şu hayal dünyasında... Batakta boğulmakta, yalanlarla yanmakta olan ruhların arasında, kendini kaybetmemiş dimdik ayakta duran, sanal dünyanın çoğu alnı kara insanları arasında, '' Ben buradayım diye '',bas bas bağıran... İyilik ve de sevgiden oluşma, reel dostların, bağların dahi sorgulandığı, yalan çıktığı dünyamızda, değil yalan dünyaya reel dünyaya inat, iki gerçek yürek...
İlk tanıdığımda gerçekliklerinden korktum, hafiyelikle dolu uzun saatler günler yaşadım... İmkânsızı yalan sandığımı, gerçeğe çevirmeye dair gerçek cevaplar aradım... Aradığım gerçeği nasıl yalana çeviririm sorularıymıştı aslında, sizleri tanıdıkça daha iyi anladım... Oysaki sizler, bir sarhoşun kahrını çekmekten asla bıkmadınız. Her yarasına bir mehlem bulan Eczacı, her ağladığında gözpınarlarını silen mendil oldunuz hep. Yalnızlığa uzaklara gurbete yolculukta dahi isteksizce nedenlerimi haklı bulup, sessizce dualarla veda ettiniz... Benim her gafıma, her bencilliğime, sizin merhamet dolu dokunuşlarınız, uykusuz geceleriniz oldu. Her daim sevgiden yorulmaz, dinlemekten bıkmaz, güzel yürekleriniz oldu, ruhumu aydınlığa taşıyan... Yok, olmuşluğa yüz tutmuş bedenimi, kutuplardan daha soğuk yüreğimi, başarıdan harabeye dönmüş, kaybetmeyi alın yazısı bellemiş, kadere teslim olmuş; Damarları kan yerine alkolle, yüreği nefretle, bedeni hastalıkta, sadece ölümü bekleyen bir insanı yeniden, sabırla nakış nakış sevgiyi, umudu, yaşamın güzelliğini işleyerek ayağa kaldırdınız... Şimdi içimde, Sönmek bilmeyen, volkandan daha sıcak bir sevgi, yaşam, inanç ateşi varsa, bu sizin eserinizdir. Sizler çöllerdeki kum tanelerinin arasında sıcaktan, susuzluktan insanın ölümü düşündüğü anda gördüğü, yaşama hırsı veren, işte su burada diyen o uçsuz bucaksız sarı kum tanelerinin arasındaki çöl çiçeğim... Her daim Lambadan çıkıp dile benden ne dilersen diyen lambadaki cinim, masallar diyarından kopup gelme yaşam perilerim, her düştüğümde tutup ayağa kaldıran gökten inme kanatsız meleklerim oldunuz... Şu anda eskiden daha başarılıysam bu sizin sayenizde oldu. Hani derler ya her başarılı erkeğin arkasında bir bayan varmış diye, ben şanslılardanım iki dediğimden... Dualarımda Yaradan'a sizi verdiği tanıştırdığı gün için şükürlerim var, İyi ki varsınız hayatımda ve hep var olmanız dileğimle...
(02.07.08,06:00)
..
İtinasız yapılar, duygusuz
Mutsuz insanlar, inançsız
Aç gönüller,sevgisiz
Zamanları yaşayanlar
Duygu,inanç, aşk,
Kazımışlar dağ kitabına
..
Gerek Hayat Metodunda Gerek Ahiret Yolculuğunda,
Yüreğimi Ortaya Koydum,Bütün Saflığıyla,
Ama Hep Yanlışlık,Hep Kırıklık,
Ne Kötü Doğruluk Yok Oldu Anlamadım Daha,
Bütün Soyutluk Ve İnanç Bertaraf Edilmiş.
Güneşli Günlerin,Yıldızlı Gecelerin Anlamı,
..
İnanç, yani ezbere dayanan bilgi, mutlak olarak kabul edilen bilgi, doldurma bilgi, potansiyel gelişmeye katkısı olmayan bilgi, yani paket gıdalar gibi, insanın kendi emeği, kendi çabası olmayan bilgi, insanı hazırcılığa alıştıran, yani insanı robotlaştıran bilgi…
Bir gün insan tam bir robot haline geldiğinde, Tanrı’ya ihtiyaç kalmayacak… Robotların Tanrı’ya ihtiyacı olur mu? O zaman tanrı da ölmüş olacak. Öyle ya, tanrının damarlarında dolaşan alyuvarlar akyuvarlar bu insanlar olduğuna göre; insanlar robotlaşınca o canlılık da yok olacak, alyuvarlar akyuvarlar yok olunca, onların dolaştığı damarlar kuruyuncak, Tanrı da ölecektir. İşte o zaman bu yöneticilerin hali ne olur merak ediyorum.
Acaba yaptıkları robotlara ruh verebilecekler mi? Kendi ruhlarını satanlar robotlara ruh verir mi? Kendi yapıları olan robotlara ruh verirlerse kendilerinden üstün rabotların karşısında ne hale düşerler? İnsanları korkuttukları için isyan edemiyorlar, acaba robotlar da korkacak mı? Robotlar korkmazsa onların isyanını nasıl bastıracaklar? Bu günlerde işi gücü bıraktım bu egemen güçlerin gelecekte başlarına gelebilecek tehlikeleri düşünmeye başladım. Onlara acıyorum. Ben bir tek şu önümdeki ilkel bilgisayara söz geçiremiyorum. Onlar ilerde daha da gelişmiş binlerce yüzbinlerce robota nasın söz geçirecekler… Daha şimdiden bankalarda, bilgisayarlar iş yavaşlatınca, millet sıkıntıdan kafayı oynatacak… Egemen güçler ilerde kafayı oynatmadan yapabilecekler mi? Yoksa çözüm için o yöneticiler gelecekte hiç mi kafası olmayanlardan seçilecek? Bütün bunlar geleceğin önemli sorunları…
İşin kötüsü bir de Tanrısız ne olacak? Ahlak iyice bozulacak da bütün robotlar sokak ortasında birbirinin üstüne mi çıkacak, her robot her istediği mağazaya girip istediğini alıp götürecek mi? Robotlardan kan akmayacağına göre, birbirini öldürdüklerinde kefaret yerine geçecek mi?
Yoksa bütün bunları düşünüp bir gün yeniden, düşündürücü, araştırıcı, yaratıcı eğitim sistemlerine dönüş olacak mı? İnsan yeniden ön plana çıkacak ve kendini kabe yapacak mı? Her şeyde egoist olan insan neden kendine inanmaya gelince o egosu uçup gidiyor? Kendinden başka yaratıcı, kendinden başka yönetici arıyor? Bu sorular çözülecek mi, yoksa daha asırlarca bulmaca olarak kalacak mı?
..
Deniz taşmış gözlerinde, sözlerin kırık dökük.
Üstün başın hasret kokarken tüm yollarımın
Sonu sen olmalıydın. Arsız bir kaçışla koşarak
geldim sana. Tüm seslere sağar tüm dillere dilsiz.
İçime oturmuş o kutsal inanç hiç susmadı sana.
Ben beni, sensiz neylerim. Sana geldim birçok
Sözle sana…
..
sen ki bir umut,
sen ki bir inanç,
sen ki bir sevgi,
sen ki bir çare,
sen ki herşey,
sen ki her güzel duygu,
sen ki, sen ki HAYAT.
..
Kanala geçen balığı temizleyen usta raspacıdır.
Bilinmezliğin açlık motivasyonuyla temizler zamanı ve çekilir zamanı gelince, sessizce.
Öyle ya, temiz olmalıdır düşünceler, al süpürge bir girdap gibi geçer yaralı düşüncelerin iç yüzünden ki, ben geldim diyebilsin insan, kahinlerin inancı adına sevgili olma istisnasına sahipmiş gibi gelebilsin. Zaten o kapıda yepyeni bir kaynak atar kendini ortaya ve o bulanık deniz, o kapının eşiğinde, suyun berraklığına dönüşür.
Varsın onlar gnos desinler biz bilgi diyelim. Fark eder mi?
..
Önce şunu aydınlatmamız gerekiyor sanırım.Kavramlar,düşünceler,akımlar realiteden bağımsız olarak mı oluşurlar,yoksa gerçeklik midir onlara hayat veren.İnsan aklını özgürleştiren akılcılık ve deneycilik ile kökeninde us dışı öğeler olan,mitlere dayanan romantizmin ulus ve ulusçuluk üzerine etkileri eş zamanlı mıdır? Yoksa sırasıyla akılcılık,deneycilik aklın sınırlarını ortadan kaldırmış,özgürleşen akıl kollektif bilimsel birikimi yaşamın gereksinimlerini karşılamak için pratiğe dökmüş ve bilimsel buluşlar çağı mı başlamıştır,yoksa yukarılarda bir yerde bulunan “eş dünya”mızda zaten sonsuzluğun başlangıcından bu yana bulunmakta olan bilgiler,kavramlar insanoğlunun yeterince olgunlaşmasını mı beklemişlerdir,ortaya çıkmak/çıkarılmak için.Tabii ki,son saydığımız değil,bu konuda herkes hemfikir sanırım.Ama eğer öyleyse,niçin kavramları tartışıyoruz.kavramları tartışmak bizi bir yere götürmez,şu ya da bu siyasi akımın sempatizanı,militanı olmaktan,öteye.Amacımız,bugünü ve yarını anlamaksa eğer,dün ve bugünün dünyasını belirleyen gerçeklik ve bu gerçekliğin insan zihnindeki yansıması,algılanması ve entelektüel/bilimsel dünyaya aktarılmasını,tartışmalıyız gibi geliyor bana.Yani tartışılması gereken ulus,ulusçuluk,ulus-devlet kavram ve realitesinin temelinde yatan gelişmelerdir. Lafı çok uzatmaya niyetim yok.olabildiğince yalın olmaya çalışacağım.Feodalizmin hangi yapı ve”ideoloji”sidir,üretim güçlerinin ve ekonomik,toplumsal değişimin önüne set kuran.Bu yapı ve ideolojinin yıkılması ile atbaşı gider uluslaşma süreci ve merkezi devletin oluşması/oluşturulması.Mülkiyet hakkının kutsallaşması/kutsallaştırılması ve dolayısıyla sermaye birikimi,ticareti engelleyen “tali”sınırların yok edilmesi,yeksenak bir hukuk sistemi bir taraftan ulus-devleti güçlendirir diğer yandan ulus’u oluşturur.Ülkenin tek pazara dönüşmesi,mülkiyet hakkının kutsallığı,tek bir hukuk sistemi,kanun ile sınırlanmış bir merkezi yönetim üretim güçlerinin önünü açarken gerek sermayeye ve gerekse tek tek insanlara sağladığı olanaklarla değişik mezhep,etnisite,kökenlere sahip insanları da homojenize eder,ulus doğar. Tabii ki Batı Avrupa’dan bahsediyoruz. Nereden bakarsanız bakın bu süreç anılan coğrafyada şöyle böyle 400-450 yıllık bir süreçtir ve kısmen düzensiz dalgalar halinde yayılır Avrupa’ya.Osmanlıya ise ancak 19.yy’ın II. Yarısında ulaşır ulusçuluk dalgası.Handiyse,Osmanlı Avrupa’daki tüm topraklarını yeni ulusalcılara kaptırdıktan sonra Türk ulusalcılığı doğar.Fakat bu akım geç kalmışlığının yanısıra,yukarıda andığımız,Batı Avrupa’daki gelişmelerden sebeplenemeyen bir ülkede,Avrupa görmüş,girdiği her savaştan dayak yiyerek çıkmış ve savaş yitirme/toprak kaybetme korkusu iliklerine kadar işlemiş bir kesimin,yani ordunun bağrında filiz verir.(ne dersiniz,bölünme korkusuyla tir tir titrememiz/titretilmemiz,tüm dünyanın bize düşman olduğuna inanmamız/inandırılmamızın bunlarla ilgisi olabilir mi?) Türk ulusalcılığının temelinde burjuvazi ve onun talepleri yoktur.Türk ulusalcılığının temelinde yaklaşık 400 yıldır gerileyen bir imparatorluğun yenik savaşçıları vardır.Bu savaşçılar I.Büyük Savaş sonrasında, Anadolu’da hem ulusal devleti ve hem de ulus’u kurmak ve oluşturmak için savaş vereceklerdir.Ulusçu devlet kurulur ve ardından ulus oluşturulmaya çalışılır,kısmen başarılı da olunur.Ancak,Batı Avrupa’da 400-450 yılda yaşanan bir süreci 30-40 yıla sığdırmak kolay değildir.Oluşturulmaya çalışılan ulusal ekonomi ile nispeten kolay eklemlenen kıyı bölgelerde süreç tamamlanırken,feodal ekonomik yapılanması kırılamayan-sınır güvenliği endişesiyle ulaşım olanakları kısıtlanan,aynı endişeyle yatırım yapılmayan ve hatta yatırım yapılması engellenen-diğer yörelerde,ulusal ekonomi ile eklemlenme sağlanamaz.Buna karşılık kısmen başarılı olan eğitim projeleri buralarda karşıt ulusalcılığı tetikler. Ulus ve ulusalcılık kavramları ideolojik kavramlardır.Bilimin konusu olurlar.Bu kavramları ve uzantılarını bilimin konusu olarak ele alıp inceleyebiliriz,Ancak bu kavramların yani ideolojilerin bilimsel olduğunu iddia etmek olası değildir.İdeolojiler bilimden çok çok az, çok daha fazla dinden,efsanelerden,mitlerden,nas’lardan esinlenirler ve az çok kendi içerisinde tutarlı bir çorba oluştururlar.Ulusalcılık, ulusun oluşturulması evresinde değişik unsurları tekdüzeleştiren,homojenize eden bir katalizör işlevi yüklenirken,daha sonraki evrelerde bir tür zamk işlevi görür.Dünyadaki tüm insan topluluklarının Orta Asya orjinli olduğunu bir yerlerden anımsamayan var mı,aranızda? Peki ya,güneş-dil teorisine ne demeli? Bu pasajı niçin mi yazdım? Lütfen bilim/inanç ayrımını hatırlayın.Her birimiz ulusalcı/anti ulusalcı olabiliriz. Neye inanırsak inanalım.İnandığımız sadece inançtır.Bilimin gösterdiği değil.İdeolojilere inanılır.Bilime inanılmaz.Bilim bizlere ulusalcılığın kökenlerini gösterebilir,hangi ekonomik sosyal süreçlerin,hangi bilimsel entelektüel birikimlerin,hangi bozulan ve yeniden kurulan gerilim ve dengelerin ulus ve ulusçuluk oluşum ve akımlarını tetiklediğini ya da engellediğini bilimsel olarak açıklayabilirsiniz.Ama ulusçuluğun/anti ulusçuluğun bilimsel olduğunu iddia edemezsiniz.Zira tüm ideolojiler gibi bu iki karşıt ideoloji de bilimsel değildir ve bünyelerinde bilim ve akıl dışı,mit ve efsanelere, nas’lara yer verirler. Sanırım birkaç söz de Amerikan çoğulculuğu hakkında söylemem gerekiyor.bugünkü Amerikan demokrasisinin temelinde,Avrupa’da din ve mezhep savaşlarından,vebadan,açlıktan,darağacından,giyotinden,feodal bey’in ilk gece hakkından kaçanların yeni kıta’da karşılaştıkları ilkel cennet vardır.Yeni dünya’da insanların önlerinde-kısmi yerli direnişi ve fiziki engeller dışında-atlarının ve kendi bacaklarının tükenen takati haricinde hiçbir engel yoktur.Bu durum,göçmenlerin-fiziki diyebileceğimiz bir- özgürlük yaşamalarına yol açar. Bu fiziki özgürlük realitesi,Amerikan liberalizminin kökenini oluşturur.Avrupa’dan ölümden kaçanların yeni kıtada karşılaştıkları olanakları bir tasavvur etmeye çalışın.Ulaşabildiğiniz her şey sizin.Bu olgu,Amerika’da mülkiyet merkezli bir liberalizmin temelini oluşturur. Mülkiyet kutsaldır ve onu korumak en tabii haktır.Çağdaş amerikan değerlerinde mülkiyet ve silah bulundurma/kullanma olgusunun atbaşı yürümesinde acaba bu anlattıklarımızın payı yok mudur? Evet amerikan demokrasisinin temelinde bahsettiğimiz fiziki özgürlük realite ve yansımalarını görebiliriz.Amerika’nın dünyayı yeniden yapılandırma anlayışının temelinde,başat güç olmasının yanısıra sözünü ettiğimiz bu özgürlük anlayışının payı olabilir mi sizce de? .AB nedir sizce? Salt gümrük birliği mi? Salt serbest ticaret mi,salt sermaye ve emeğin serbest dolaşımı mı,salt para birliği mi? AB bütün bunlarla beraber bunların çok ötesinde bir projedir. AB’nin nihai hedefi,tek ülke,tek sınırdır.Lütfen bir hatırlayın,AB’yi entelektüel düzeyde tartışmaya açan ve hayata geçiren hangi gelişmelerdir? kuşkusuz ki I.ve II.Dünya savaşlarının yarattığı yıkım ve yeni bir savaştan kaçınma isteğidir.Andığımız savaşların nedir sebebi? Alman emperyalizminin dünyayı yeniden paylaşma taleplerinin barışçı yollarla karşılanamaması da diyebilirsiniz yanıt olarak,gecikmiş Sırp milliyetçiliğini de suçlayabilirsiniz,Batı Demokrasilerinin totaliter komşularına karşı savunma reflekslerini de gösterebilirsiniz,kapitalist ülkelerdeki burjuvazi/proleter çelişkisinin hasır altı edilmesi için burjuvazinin bir atraksiyonu olarak da niteleyebilirsiniz savaşları açıklamaya çalışırken ve daha sonsuz sayıda argüman üretebilirsiniz,yanında saf tuttuğunuz ideolojiye uygun olarak..Ürettiğiniz argüman ne olursa olsun,her iki savaşın temelinde ulusçuluk olduğunu red edemezsiniz.Her iki savaşın odak noktasında da çatışan Alman/Fransız-İngiliz ulusal çıkarları ve uluçuluğu vardır.AB’nin temelinde de bu çelişkileri törpülemek giderek yok etmek amacı yatar. Saygılar sunarım Hoşçakalın -----------------------------------------------------PS:Bir başka forumda ‘AB KARŞITLIĞI ÜZERİNE BİRKAÇ SÖZ’e yöneltilen saldırgan eleştirilere yanıt niteliğindeydi,bu yazı.İlk yazı ile bütünlük taşımadığı intibaı doğurması,bu nedenle doğaldır.Yazı içerisindeki daldan dala sıçramaları da aynı nedenle hoşgörmenizi talep ederim.
Değerlendiremediklerimiz,bilimin konusu değildir,olamaz.Bilim ve din,bilgi ve inanç ayrı boyutlara ilişkin kavramlardır,birbirlerini ne desteklerler ne de reddederler. Bu kavramları aynı boyutlarda imiş gibi algılamak,algılatmaya çalışmak,herşeyden önce onlara zarar verir.
İdeoloji ile bilim'i karşıt kavramlar olarak kullandığımı sanmıyorum.Anlatmak istediğim,ideolojilerin bilimsel olmadıkları, bilimsel verilerden yararlandıkları,ancak yararlandıkları verilerin,mit,efsane,mitoloji,dogma çorbasının içerisinde,çorbanın tuzu, olarak yer aldığı idi.
'Sosyolojik gelişmelerin insanlık tarihi içindeki seyri,geleceğin de nasıl şekilleneceğini bizlere anlatabilir'e gelince,sadece fikir jimnastiği ise kastettiğiniz,haklısınız,katılırım size.
Ama ondan ötesi ise,20. yy. yukarıdaki cümlenizden yola çıkmış ideolojiler'in çürümüş cesetleriyle doludur.Faşizm,Nazizm,Sosyalizm vb...,sizce hangisi ben bilimsel değilim demiş,diyebilmiştir.Tüm ideolojiler,bilimsel verileri de kullanırlar,çorbadaki tuz olarak.Ama bu onları bilimsel yapmaz.boyutlarda imiş gibi algılamak,algılatmaya çalışmak,herşeyden önce onlara zarar verir.
..
Türban, kafalarında gizli bir gündemi olanların dini bir simgesidir. Onlar konuyu hep canlı tutarak magduriyet oyunu oynarlar. Çözüp bu işi bitirmek asla işlerine gelmez. Çünkü ozaman magdur rolü oynayamazlar, onun nemalarından yararlanamaz ve önemli saydıkları bu mağduriyet aracını ellerinden kaçırmış olurlar. Bu konunun Tarikat ve cemaat mensupları tarafından da desteklendiği yazılı ve görsel medyalarda sürekli canlı tutulmağa çalışıldığı görülüyor. Türbanın diğer devletlerce de yasaklanmsı sonucu, şimdilerde Türkiye de BAŞ ÖRTÜSÜ sorunu adı altında dillendirilmeğe başlandı.
Oysa adı Türban da olsa, baş örtüsü de olsa, Bunun 'KAMU ALANLARINDA' takılıp kullanılmasının yasalarımıza aykırı olduğunu, bu konuyu sürekli mağduriyet ve sömürü aracı yapanlar kuşkusuz biliyorlar. Bunu kaşıya - kaşıya azgın bir yara haline getirdiler. Aslında baş örtüsü takanlara hiç bir kimse karşı çıkıp, laf etmemektedir. Buradaki sorun: ' Ben baş örtüsüyle, evimde ve sokaktaki gibi takıp kamu Ünüversitelerinde, okullarda okuacak ve Tüm kamu alanlarında da çalışıp, icrai sanat edeceğim' demelerinden ve bunun insan ve inanç özgürlüğünün vazgeçilmez bir gereği olduğunu idia etmelerinden kaynaklanıyor.
Oysa böylesi bir düşüncenin doğruluğu çok tartışmalıdır ve bu tarz bir eğlem CUMHURİYET yasalarına aykırıdır, 'KAMU ALANI' söz konusu olunca. ÇÜNKÜ BU AYNI ZAMANDA LAİK DEVLET YAPISININ, 'Korunsun mu? korunmasın mı? ' tartışmasının açılmasınına da neden olur.
Yasalarımızda gereken değişiklikleri yapar, anayasamıza koyacagınız hükümlerle devleti laik yapısından kurtarır ve de bu değişikiği halk oylamasından çoğunlukla onaylatırsanız, size o taktirde hiç kimsenin lafedip, söz söylemeğe hakkı olmaz. İşin en akılcı hal yolu budur. Dövüşsüz - kavgasız, gürültüsüz - patırtısız bu konuyu suhuletle çözmüş olursunuz. Bu toplumu, bu necip halkı bukadar gerip, bölüp, birbirlerine düşman etmeğe hiç kimsenin hakkı yoktur. Bu ülke, bu vatan, bu topraklar kolay kazanılmadı. Sorunları çözmek için Yüce Yaratan, biz insanlara en mükemmel araç ve zenginlik olan aklı vermiştir. Aklın yolu birdir. Onu anlamsız bağnazlıklara tutsak etmemek de, insan olarak hepimizin görevidir.
'Eğer bu eylem tarzı çok çetrefilli olur, hesapta olmayan bir takım zorluklar çıkar, bedeller ödenmek zorunda kalınabilir' diye düşünülecek olursa:
..
İçim de sana olan inanç yüce özgürce inanç için de
Gönlümü sana verdim gönlümce
Anlamadın anlaşılmadım anlam bulmadım mı sende
Kederlendim bak yine kaderim gülmedi kahpe
Felekten bir gece dönmedi bize kaderde gerçekte
Sana olan sevgim sevdiğim sensin önemsediğim
..
Günümüzde Kuma
Tarih akışında kurulan ve insan kaynaklı yasalar ile şekillenen devletlerin var oluş gücü, inançlarımız gereğince var eden (Yaratan) gücüne bağlamayacak olursak küfre girmiş sayılırız.
Eğer inanan bir insan isek, var olan bir devletin varlığını var eden güce bağlamalıyız.
İlahi tecelliyat sonucunda var olan devletin bayrağı altında yaşayan mümin veya mümine olan kimse Amentü süresinin verilerine göre bu ifademi reddedemez.
Mümin insanlar İslam’ın sabit olan değerlerini Evrensel İslam’dan ayrılmadan kutuplaşan devlet yapısına evrensel olan islam inancını harmanlayarak yaşar... Ve huzuru bulmakta zorlanmaz.
Kutuplaşan devletler inanç alanını zorlamıyor olduğu süre içinde, insan inancını özgür bir şekilde yaşadığı devlet ile barışık olunca mümin mertebesine erişir kanaatındayım.
İnanç kriterlerini zora sokmadan yaşama şansı verilen devletlerin kural ve kaidelerine karşı gelerek, gerilim yapma eğilimindeki düşünce ve davranış şekli nifak (Bölücülük) ihtiva eder.
..
Türkçülüğün Kalesi yüce şehrimdir Erbil
Dedelerimin yudu damarımda kanımdır
Hep Türkmen akar suyu akan nehrimdir Erbil
Bedenimi yaşatan hem dilim hem canımdır
İlk ve son güvenimdir şöretim şanım Erbil
Uğruna canım feda inanç imanım Erbil
..
Her Bir Öğrenci; Öğretmenlerinin Cömert Paylaşımları ile: Hayatına Mana Kazandırandır! .
= XXXI =
Kazanımımız olan, her bir değeri; Yurdumuz insanının menfaatine, feda edebilirsek eğer,
Kazanımımız olan, manevi değerlerimiz ile, Yurdumuz insanlarını da düşünebilirsek eğer;
Gerçek manada, hayata tutunabiliriz ve kendimizi, inanç içinde muhafaza eyleyebiliriz! .
Kaleme alınan ve okunan her bir metni; iyi anlamalı ve hayra yorarak: ilerleyebilmeli! .
..
Bu son olsun ya da,
Bu son olur mu diye
Düşünüyorum en gereksiz günlerde..
İnanç ve kalbim,
Mutlak bir azim,
Yeşil ve daim,
Olur mu...
..
Hani incir çekirdeğini doldurmayacak bir meseleydi,
oysa ölümsüzlüğe yakın koca bir ağaç o küçücük çekirdekten çıkıyordu,
inanç duvarını dahi sarsacak kadar saçak veriyordu, o küçücük çekirdek.
şair burada ne demek istemiş
en küçük meseleyi bile
hafife almamak gerekmiş
söz gelimi
..
“Yeni Bir Başlangıç İçin Daima İmkan Sunar Yaşam; Kendi Cümlesine Uyanan İnsan! ...”
Doğruları Anlatmak Yerine, Doğruları Hayatımıza Kazandırarak Örnek Ol! .
Bir kitap anlatısından yararlanarak; bir cümle ile var oluş için adımını at! .
Sevdiğin insanlara itaat ettiğin kendi doğrularını anlatma yoluna girmeden,
Yaşadığın-yaşattığın iyiliği, güzelliği ve doğruluğu hayatın içerisine nakşet! .
..