İNANÇ ŞİİRLERİ

İNANÇ ŞİİRLERİ

Bayram Kaya

Çalışma hakkı genel ve evrenseldir. Ve çalışma hakkı yaşamı oldurma özgürlüğü içerir. Toplumun üretim değerlerinden yararlanmak, bazen zorla; karantina uygulaması türü olabileceği gibi bazen de yararlanma; yararlanılmaması şeklinde yasak kılışla, inançların toplumsal talep olmaması gibi veya inançsal çatışma ve dışlanmadan korunursunuz türünden düzenleme hem bir hak hem de özgürlüktür. Hem de evrenseldir. Hem de sözleşmeye konu olan tutumlardır. Yaşama ve yaşamın güvenceye alınması, hem bir insan hakkı, hem talep etme hakkınız hem de insanın özgürleşmesi için zorunludur.

Ama inanç böyle değildir. Bir kere sizin ondan talebiniz olamaz. Örneğin oruç üç gün olsun diyemezsiniz. İki kadının şahadeti, bir erkek yerine geçmesin diyemezsiniz. Ya da şu kadar zamanı inanç için çalıştım, bana şunu verin, diyeceğiniz bir yer yoktur. Posta da, tek taraflı çalışır. İnanç odağı size haber talebini gönderir. Ama siz birini görevlendirip sözcü olarak o inanç odağına, halinizi seslendirseniz, hiç bir cevap alamazsınız. İnancınız sizden devamlı talep eder. Sizse ona karşı sukuttasınızdır. Sadece inanmak ve ummaktır işiniz.

Örneğin, Hiçbir toplum, biz falan inanç için, bir araya gelip sözleşme ve talep yapıyoruz demez. Çünkü Hiçbir inanç konusu sizin toplumsal ve yaşamınızı olduran gereksinmelerin karşılanmasını sağlayan bilgi değildir. Yani üretim yaptırmaz. Böyle bir inanç toplumunda da, hiç bir talebiniz olamaz. Çünkü inancın istekleri bildirilmiştir, siz ancak dua edersiniz, şansınıza. İnançlar çözümler üreterek talebinizi karşılamıyor ki, sadece inan oluşturulmuş talebini size sıralıyor. Sizde kayıtsız şartsız, amenna saddakna diyorsunuz. Genel bir buhran dalgası sararsa, siz gözü kara davranıp talep oluşturursanız, önce dışlanma ilkesi devreye girer. Baskı ve çatışmalar başlar. Direnmeler sonucunda inanmanın büyüsü biter. Bu kez yaşamın zorunluluklarını kaale alan düzenlemeler yapılır. İnsani men şeyli, inanç dışı, ama inanca uygunluk adı altında fıkıh ve şerri hükümler yapılıp, yeniden tekrar tekrar bilgisizliğinize inandırılırsınız. Ve o büyü tekrardan sürer.

Bunun mantığı da şu. İnançlarda “”adil olun”” denmesi var. Eh sizin yaptığınız bu olacak. Ne yaparsanız yapın buna uyduğunuzu söyleyeceksiniz. Oysa en inançsız toplumlar bile yasalarını yaparlarken, bunu gözeterek yapar. Bu yaşamın, sosyal pratiğinin, yasasıdır ve evrenseldir. İnancın değil, sosyal yasanın zorunluluğu. Karnını doyurmadığınız kimseyi çalıştıramayacağınız gibi, iyi davranmadığınız birinin güvenini kazanamazsınız. Size de kötülük yapılmasını istemeyeceğinizden, bunlara “”adil olurluk”” diyeceksiniz. Bunu bilmek için de, bir inanca bağlı olurluk nasıldır bilinmez. Hukuk ve yasalar güncelin konjonktürüne göre bu adalet iyeyi sağlamak zorunda. Toplum da, bunu taleple, zorlamak zorunda.
..

Devamını Oku
Yusuf Tuna

İnançsız insanın ruhu boştadır,
İnanç ruhu doyuran ana güçtür.
Ruhu doyuran iman en baştadır,
İnanç ruhu doyuran ana güçtür.

İman olmaz ise ruh güç alamaz,
İmandan ruhumuz ayrı kalamaz.
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Eğitim bilimlerinin mantığı, günlük yaşayışlarda ve günlük ilişkilenişlerde, yararcı mantık ilişkileri ile kullanılmalıdır. Alınan toplumsal eğitim sosyal yaşamda pratik enformel edilemediği sürece; kişi mantığı, asal olan inanç mantığı düzleminde devinir. Ve kişi kendisini rahat hisseder. Bu asal mantığa göre, farklı mantıklarınız, sizin iletişememe tedirginliğinizdir.

İnançsal mantık aslında yaşamı anlamak ve kişinin kendini bu anlamda konumlamak istemesidir. Bu istem insanın merakını sindiren bastıran, gerçeklenmenin belirmesidir. İnsanın, yaşama saygı duymak isteyişinin bir anlayışıdır. Yaşama saygı duymak, en temel anlayıştır. Ve bu yaşam saygı duyuş, ölümü de içeren sürmenin kesikli ve sürekli olan yapısına soyut bir analizdir. Yani ölüme de saygı duyuştur. Çevren belirimin gücünü duyuştur. Bu analiz, gerçeğin izlenimlerindeki tasavvurlardan aks eder.

Kişi kendi hayal gücünü, inançlar sayesinde olabildiğince geliştirir. Kişi kendi kendinin içte inançsal söyleşmesini yapar. Ve yine kişi, inanç olarak, anlayışları kendisinde başlatır, kendisinde bitirir. Bu insanca olmanın bir tinsel modifikasyonudur. Bu arada kişi yücelim duygularının hazzını ve etkileşmesini, baskı olarak yaşar. Umut etme, adaletli olma, gibi ahlaki erdemlerin sanal dönüşmesini yorumlar. Bunlar çoğu durumlar da yadsınamaz kazanımlardır. Yok oluş fikrinin, ürkütücü olmasından kurtulmak için yeni yaşamın, şu andaki tutumsal yatırımlarını sergilemenin coşkusunu ve anlam sindirmesini içsinirler. Sanı kanı olan inançlar ilkten beri insanın asal mantıklarıdır

İnancın böylesine kavranır olması, bizim her inanç anlamalarımızın doğru olduğu anlamına gelmez. İnanç mefhumunun taşınır ve geliştirilir olması, insanca bir olgunlaşmanın süreçleşmesidir. Ancak bu süreçleşmenin konuları, akıl ve bilimin, nesnelliğin, yansımalarından damıtılan bir sorumluluklardan düzenleşmesi olmalıdır.
..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Gel

"Gel", "Kendine gel" gibi! İnsan, kendinde olduğunda tüm algıladıklarının farkına varır! Evrende, "Güzel-çirkin, iyi-kötü" algıya izafi, biri aynı şeye ya da davranışa "Güzel" der, bir başkası "Çirkin"; kişiye göreceli bir algılama var! Tüme bakıldığında ise evrende yaratılan her şey, "Doğru ve yerindedir"! Herkes, kendine uygun olanı çeker! Zaten insanlık tarihindeki tüm kavga ve savaşlar, birilerinin kendi izafi "Doğru" algısını herkese kabul ettirmek istemesinden kaynaklı! Hukuk ise kişiyi-bireyi, bu izafi algılardan korumak içindir! Yani bir bakıma hukuk, biri ya da birilerinin "Doğru" dayatmasından, diğerini- diğerlerini korur! Öyle umulur veya o amaç içindir!

Dinler arası geçişin, "Yatay geçiş" olduğu söylenebilir! Yani din içinde kalarak şerit değiştirmek gibi, istikamet aynı! "Deist" için inanç var, din konusunda ucu açıklık var! Yani Allah inancını illa bir dine bağlamak istemiyor gibi.

Ateist ise evrenin bir yaratıcısı olmadığına inanıyor! Bu da bir inanç ama din değil. Ateistin her hangi bir kutsaldan Allah'ı öğrenmesi de mümkün kendi özündeki açılımla evrenin bir sahibi olmalı şeklinde bir inancı oluşturması da mümkün!
..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

İnanç Ve Din Konusu

Allah inancı herhangi bir dinin tekelinde midir? Yani Allah'a inanan mevcut kabul üç dinin çerçevesine hapsedilebilir mi? Ya da illa bu üç dinin günümüzdeki değiştirilmiş algısına mı hapis olmak zorunda inananlar? Tarihsel süreçteki din kavgaları ve günümüz mezhep kavgaları bu algı hapsinin ürünü değil mi?

Ben diyorum ki; "Kimse kimseye inanmasın ama bilgi paylaşımı olsun! Yani kimse diğerinin bilgisinden mahrum olmasın ama kimse de kimseye koşulsuz inanmasın! Aldığı bilgiyi kendi değerlendirsin, karşısındakine inanmasın! Bilgiyi de ön koşulsuz alsın! Yani ‘Doğrudur’ ya da ‘Yanlıştır’ diyerek bir tarafa ağırlıklı olarak yamultmadan olduğu gibi değerlendirsin! " Bu "La ilahe illallah" (İlah değil, Allah) hakikatine götürür kişiyi. Yani "İlah" kapsamında, kişi ya da öğreti olmaz ise sorun çıkmaz! Evrendeki tüm bilgiler bireyin kendi vicdanında analiz edilir ve kişisel bir kanaat ortaya çıkar!

Allah inancı herhangi bir dinin tekelinde midir?
..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Geçti Dost Kervanı


İnsanlık evrimini,gelişimini sürdürüyor ve her gün bir öncekinden daha fazla bilgi evrende yayılıyor. Bu bilgi trafiğinde frekansı çok olanlar (çok tekrarlananlar) daha fazla önem kazanıyor. Bu bilgi akışı toplumda dinler, izimler, felsefi anlayışlar olarak kendini gösteriyor. Ne şekilde açığa çıkarsa çıksın bu bilgileri insanlar kendi izafi algılarıyla değerlendirmek zorundadır. Taraftarı çok olan görüşler ise tarihsel süreçte zorla topluma kabul ettirilmeye çalışılmış. Savaşlar ve toplumsal baskılarla başarılı olanlar olmuştur. Genellikle çoğunluğun kabul ettiği görüşlerin doğruluğu / yanlışlığı toplum içinde tartışılamamış, kutsal ve tabu kabul edilmiştir. Çok az kişi “kral çıplak” diyebilmiş. Genelde onlar da toplum tarafından dışlanmış veya egemen olanlarca engellenmiştir. Toplumun avam kısmı ise koyun gibi güdülmeyi kabullenmiş, kendilerine sunulan hazır nimetlere veya ahirdeki (gelecekteki) vaatlere tav olmuştur. Bazı düşünür, şair ve filozofların uyarı mesajları ise çok sonradan anlaşılabilmiştir. Frekansı çok olan görüşlere kurban gider marjinal olanlar. Çünkü toplumun avam kısmını ikna edenler toplumun genelini yönlendirebilir. Çoğunluk genelde avamdır. Demokrasi ise çoğunluğun tercihinin kabulüdür. Çoğunluğun niteliği çok önemlidir. Bazı toplumların çoğunluğu oluşturan kesimi nispeten aydınlanmış olduğundan daha az sorun yaşanır. Geri kalmış toplumlarda ise bu durum tam bir felaket olabilir.
Sonuç olarak; madem kainatta her şey insan algılarına izafi. O halde fikirler sadece kanaat olabilir, yani inanç olabilir. İnanç ise adı üzerinde mutlak değildir, mutlak, kati olan ortadadır ve kabul için inanç gerekmez.

“Geçti dost kervanı eyleme beni” Pir Sultan Abdal
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Bu mesabede (Düzlemde) sokak sosyal jargonu etnikçi de davranacaktır. Toplumsal kültürün göl dibi sızmaların yansımasında bu zaten vardır. Ama nihai adımda, kişiler toplumsal kültürle devinmek zorundadır.

Çünkü etnik yalnızlaşma gittikçe sağlayışların körelmesine doğru kayacaktır. Bu demektir ki etnikçi kültürler kişi sağlayışlarının toplumsal referanslarını, kaybedecektirler. Denizden sızan geri beslemeli akımla kişi zorunlu olarak toplumsal referanslarını düzeltmeye gidecektir. Yani kişi zorunlu olarak topluma yani toplumsal kültüre gider.

Buralardaki sapmalar, bu yazarlarca bir yozluk olarak mı görülüyor? İşte yazarlarımızda bunlar hiç belli değildir. Bu da kimi yazarlardaki kültür kavramının, yazarlarında tam da oluşturulamadığı anlamına gelmektedir. “Misafirperverliğimiz zaten ayrı bir durum” gibi sözlerle kimi yerde de tikel ahlakı, kültürün üzerine çıkarmıştır. Ya da ahlakı kültürün kendisi yapmıştır. Oysa ahlak kendisi bir kültür unsuru iken, her kültürün, bir ahlak olmadığı, yazarlarca hiç bilinememiştir. Veya en hafif deyimi ile göz ardı edilmiştir.

Sözgelimi bu tür yazarlar; ” bir sürü isimler ortaya atıldı ve çocuklara bu isimler konuyor. Allah beni doğuştan Müslüman olarak dünyaya gönderdi” gibi ifadelerle inancı da, kültürün kendisi yapıp çıkmışlardır. Oldukça bilgisizliktir. Dünyada ve çevre de olup bitenden bihabersiz, kişiler makale olaraktan; bildiğini sanmanın bilmezlik cesareti ile yazılmış bir yazı ve üslup, ortaya koyarlar.
..

Devamını Oku
Yusuf Tuna

Boş olan inançlara meyil etme,
Boş inanç cılız aklın ürünüdür.
Sen sen ol İslamı bırakıp gitme,
Boş inanç cılız aklın ürünüdür.

Gerçek yol değil onun yolu tali,
Perişan haldedir onların hali.
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

5- Bu tipik bir ilk ve orta çağa özgü, Batlamyuscu bir mantıktır. Kendisini evrenin merkezine koyan ve evreni kendi heva, heves ve temayülleri için döndüren bir mantıkdır. Sanki evren sizin bina, zina yapıp yapmamanız, üzerine dönüyordu. Evren baktı ki Dünya da, bir bina zina olayı var; evreni kendi çevrelerinde döndürenlere istinaden; hemencecik kıyametin, yelkenlerini suya koyu verecekti!

Bu sözdeki bina zina ses uyağı da anlamı güçlendiren,tembihi akılda tutturan bir teşbih olmasıyla, kel başa şimşir tarak kabili sözün anlamını düşünmeden, hatırlama ve telaffuz kolaylığı da, kabule yatkın olmayı körükleyebilmektedir.

Kıyametler görece özel bağıntılı olmakla, evrenin orasında, burasında; gezegen ve yıldızlar ve hatta gökadalar odağında bir ölüm doğum şeklinde hep sürecektir. Yine kıyamet görece ve özel bağıntılı olmakla ve özelliğin giderekten genelleşmesinden ötürü de, bir genel kıyamet kaçınılmazdır.

Oysa her yeni düzey ve düzlemler; yeni yeni ilişki biçimi ve yeni yeni biricik olmayan ahlakı ve dinsel edimler hep olurlar. Ve yeni ilişki biçimleri; yeni olan ahlaki, erdemse ve dinsel tutumların da ruhsarı, kaynağıdırlar.
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Bir inanç ister Musevilik, ister İsevilik, ister Mazdekilik, ister Hinduizm, ister Zerdüştî’mi olsunlar. Her biri oluştuğu dönem ve zamanın gelişmişlik düzeyi olan güncelliğin düşünce mantıklarıyla ve gelenek görenekti bilgileriyle, dünyayı yorumlayıcı ve dünyayı yaşantı aşıcı bakış tarzlarıyla, birer kopya kalıp oluşmuşturlar. Bu nedenle inançlar, daralan bir mantıktırlar.

Kalıp olmaları, genel olarak tartışma ve uzlaşma var etmemeleri, içinde muhalefeti barındırmaması hele dini inanma oluşla bir harfinin bile değişmemesi, karşı gelinmemesi basınçlarıyla tam bir otorite ve diktatörlüktürler. Sonuçta inanç; insanların yarar zarar oluşla kullandıkları bir sosyalci avatar yapılaşmadırlar. Oysa birlik düşüncesi karşıtların (olumlama ve yadsımanın) birliği ya da tekliğidir.

Bu dar donmuş hal kalıplarıyla ne zamanımızın hal çaresidirler. Ne de şimdiki öznelliğin düşünce mantık kalıbıdırlar. Bütün düşünce devinimlerini; deve hareketlerinden örneklerden çıkaran düşünce felsefesiyle; günümüzdeki düşüncesini evrensel devinmenin işleyişinde, iyon devinmeli kuantumdan çıkaran düşünce ve mantığın düşünce inanç felsefesi, aynı olur mu?

Hangi inanç olursa olsun, düzeyleri bağlamında ve geleceği taşımamaları bağlamında dar mantıktırlar. Bu darlığın şimdilik iki neden sel özelliğini söylemek konunun anlaşılıp yorumlanması bağlamında inancı yetilerimiz konusunda yeterli olacaktır, kanımca. Birinci neden tarihselliktir.
..

Devamını Oku
Selim Temiz

Laiklik inançlı inançsız her dine saygı demektir
Tanrı eşit yarattı akıl verdi bizlere insansın dedi
İbadet kalpte gizli yapma hile yanarsın bile bile
Dindar adam kutsaldır inanç ile dine karıştırmaz hile

İnanacını içinde taşı; olma yalancıların elebaşı
Dindar görünüp kandırma; döke döke gözyaşı
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Sadece Yüce Tanrı'ya, inanırız. Ve sanılarımızla umarız, ummalıyız da, o kadar. Kimseye, Yüce Tanrı'ya izafe ettiğimiz, kişisel anlama zanlarımız, direştirilir değildir. Bu mantık, Hıristiyan, Yahudi Tanrı anlayışının bir ayet demesi, ya da Budist Mabut’un kendini kabul ettirirlik veya Zerdüşt’ün aynı söyleminin bir benzeşme ifadesi değil mi?

Böyle ifadeler, inandırmanın birinci ve ikinci koşulunu, temelsiz bir öznel düşünceci anlatımla ortaya koyuyor. Ben diyorum ki, Yaratan vardır, mutlak ve egemendir. Asla bilinemezdir. Kişilerin anlamalarına göre kişi içinde bilinmelerle öznel bilinirdir. Bu kişi davranışına yansır güzeldir. Ama toplumsal üretişinizin bir anlaması ve kriteri olamaz bunu şiar edinmeliyiz. Tanrı'nın ne söyleyip söylemediği, birilerine söylenip duyurularak anlaşılır değildirler. Yüce Tanrı'nın yarattığı varlık ve var oluş sürekliliğinde, bizler iyi kötü, sürekli üretip bilgilenerek, bir önceki yaşayış, bir sonraki ile eksik kusurlu kılışla, süreçleşecek bir anlam ile bireysel inanırlıklarımız, Tanrı anlayışımız olacaktır. Bu anlamalar kişisel manevi cezai sorumluluğumuzun olgunlaşması olarak değerleyebiliriz.

Sürecin gelişmesi ile anlayışımız da gelişip yeniden üretilecek. Burada şunu iyi bilmeliyiz. Hiçbir aşamadaki Tanrı anlayışı aşamamız, Yüce Tanrı'yı bilmek olmayacaktır. Ancak bilir oluşun sonsuz sürüşlükteki, çok çok küçük bir kısmı biriktirilir eleştirilir olacaktır. Biriktirilir oluşu, diğer bireylerle paylaşılır ve öğrenilir yönüdür. Ha keza eleştirellikte öyle.

Bu Yüce Tanrı'yı eleştirmek değil, kendi anlayışımızı, kendi izafelerimizi ve zanlarımızı eleştirmektir. “Yüce Ruh böyle dedi”” dediğimiz zaman, eleştirinin muhatabı Yüce Ruh yapılmakta. O şey üretimsel yönetimin özeğine konup tanrısal olmayan anlamayı Tanrı'sal olan nesnelin karşısına koyup, Tanrı'sal olanı yadsıtıp, Tanrı'sal olmayan vehimlerimizi de Tanrı'sal göstermiş oluyoruz. Bu da, o kadar yanlış, saçma ve hatadır ki akla aykırıdır. Böyle bir inanma, sonunda eleştirmemeyi getirecektir. Bu da tek başına yeter bir nedendir toplumun donuklaşması için. Söyleyeni insan olduğu halde, bu tutum gizlenecektir. Eleştirmemenin kabul edilirliği nedeni ile İnsana anlayamama sorgulayamama körlüğü yaptırılacak. Bunlar da bize, evrensel akıştaki yaratılışa göre İlahi İrade'ye aykırı olacağı, kanısını, düşündürür.
..

Devamını Oku
Berzan

Atmosferdeki CO2 miktarı artıyor,karalardaki ve denizlerdeki cıva miktarı tehlike sınırlarını aşmış,okyanuslar ısınmış,buzullar eriyor,deniz seviyeleri yükseliyor,gezegenin kıyı şeridinde yer alan bereketli ovalar deniz taşkınlarının tehdidi altında,eriyen buzullar tekrar donamıyor,milyarlarca yıl doğal süreçler sonucu elde edilen denge bozulmuş,48 enlemden güneye geçen buz dağlarının sayısı 50 sene önce sadece 600 iken bu gün 1000 civarına ulaşmış.

Antertikada Larsen-B bölgesi çökmüş,okyanus sıcaklığı ve kimyasal yapısı gulf-stream yönünü değiştirebilecek kadar değişmiş,beyaz ayılar ne yapacağını şaşırmış,Avrupa kendisini fark ettiği günden beri sahip olduğu yağışlı iklimi kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya,toprak erozyon ile kayıp olmakta,ovalar yeterli yağmur alamamakta,bereketli topraklar cahil yerel yönetimlerin teşviki ile dünyanın her yerinde betonlaşmakta,kış sporları yapmak için Alplerde bile yeterli kar bulunmamakta,kayak merkezlerindeki turist bekleyen otel işletmeleri şaşkın,Orta Asya'nın ünlü iç denizi Aral Amu-Derya ve Suri-Derya nehir yataklarının değiştirilmesi sonucu bitkin düşmüş, göllerimiz kurumakta, sular çekilmekte, dağlardaki temiz su kaynakları birer birer yok olmakta, ovalarda kuraklık her geçen gün artmakta,çaresiz çifçiler yağmur duasına çıkmakta, yağmur yağmayacağını tahmin eden meteoroloji uzmanlarına dahi sanki yağmura onlar karar veriyorlarmış gibi kızmakta,yani kime kızacağını dahi bilememekte,kışlar eskisi gibi soğuk olmamakta,sonbahar geç ilkbahar erken gelmekte,kuşların göç yolları ve zamanları değişmekte,bir çok canlı bir daha geri gelmemek üzere yok olmakta,meyve ağaçları erken çiçek açmakta,çevremiz kendi yaşam sürecinde dahi farkına varabileceğimiz değişimler uğramakta,hastalıklar yayılmakta,denizlerdeki yaşamı tehdit eden yabancıl canlılar türemekte,amipler yok olmakta,yağmur ormanları çıkar sağlamak için tahrip edilmekte,orman yakınlarında kurdurulan yerleşim bölgeleri ormanları yok etmekte,siyaset bu yok oluşu teşvik etmekte,kömür yakan termik santrallerin bacalarından çıkan SO2 ve NO2 su buharı ile birleşmekte asit yağmurlarına dönüşmekte,havadan yağan bu zehire karşı yönetimler palyetif önlemler almakta,problemi çözücü uygulamaları yaşama geçirememekte,büyük sermaye kesimleri bu gidişi teşvik etmekte,iyi niyetli politikacıların ve sivil toplum örgütlerinin gelişmeler karşı yürüttükleri girişimler sonuçsuz kalmakta,açlık her geçen gün artmakta,dünya nüfusunun hemen hemen dörtte biri henüz elektriği tanımamakta,yeterli temiz su içememekte,kolera tifo gibi önlenebilir hastalıklar milyonlarca insanın ölümüne neden olabilmekte:

Bir buzul kütlesinin üstüne tünemiş ve ne yapacağını şaşırmış sevimli kutup ayısının çaresizliği insanlara sirayet edecek mi?

Ekonomik değer üretmeyi toplumların mutluluğu için tek seçenek olduğunu Dünya'ya dikte eden liberal ekonomilerin,gezegenin başına ne işler açtığı ortadadır.Beş milyar yaşındaki gezegenimiz,yaşanabilir olma özelliğini her geçen gün yitirmektedir.Son 30-40 senedir, büyük kentlerimiz cevresel ve sosyal kirlenme ile karşı karşıya bırakılmış, çağların değişimine tanıklık etmiş soylu İstanbul sonradan görme cahil bir kıro takımının işgaline uğramış,kanunlara saygılı devletine güvenen vatandaşlar için yaşanamaz bir kent haline dönüşmüştür.İstanbul'un kaderini Türkiye'nin de paylaşması uzak bir ihtimal değildir.Bu çarpık gelişmeler küreselleşme politikalarının ülkemize yansımasının sonuçlarıdır.Artık sade vatandaşların bu oyunu görme ve kendi çıkarları için tavır alma zamanı gelmiştir.Üretim ve tüketim çılgınlığına,gezegenimizin doğal kaynakları daha ne kadar dayanabilir? Bütün bu olgular Dünya'nın aklını kaçırdığı anlamına
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Örtünme haksa, kişi nasıl örtünürse örtünür; isterse modernlikle, isterse özgürlükle demek, düşünmemenin baştan savma kolaycılığıdır. Eğer bu halksal alan için bir söylemse doğrudur. Yok, eğer toplum da göz önüne alınarak söylenmişse, bu düşünmede güçlük var demektir. İnanç, bir akılsal düzenlenir disiplin olmayıp, bu böyledir deme mantığıdır. Topluma ait bir düzenleniş ve talep olmadığından, inanca ait tutumlar toplumsal kuralların olduğu, yaşandığı kurumlarda, ne gösteriş için, ne de işleyişe etki için istek yapılmamalıdır. Caride, halka ait alanlarda, toplumsal kurallar dâhilinde, bireyin ve grupların, cemaatlerin uzlaşı alanları ile yaşanır, tutumlaşır olmalı. Buradaki kural, bu tutumlara inanınız ya da inanmayınız diye değil de, sizin dışınızdakilerle de uzlaşıp; tutumun sürtüşme, çatışma konusu olmayacağını hukuklaşmaktır. İnançlar yaşamlara müdahale ve aksatma yapmadığı müddetçe, halk içinde, birey bazlı, bir gereklilik olduğu kabul edilmiş ve edilmeli de.

İnançların tutumlaşmasındaki hata şuradadır. Bireysel inanışlar, grup benimsemeleri toplumsal sözleşmenin sağlandığı koşullarda, kendisi toplumsal talep olmadığı halde, yani toplumu toplum yapan gereklilik, nesnelik olmadığı halde; kendisini, toplumsal talep gibi sunuyor olmasıdır. Toplum, bireylerinin eğitimli kılınmasını talep etmişse; siz de, toplumdan eğitimin nesnel şartlarını, hak bilip, özgürce talep edersiniz. En azından eğitimin şartlarından olmayan tutumları da, toplumsal izinle sağlarız. Kurumsal yönetimler ve anayasaya uygunluklar bunu belirler. Bu anlayışlara değin oluşturulan değerler, yaşanan sorunlardan kaynaklı, yüzyılların imbiksel çıkarsamalardır.

Sizin bu hususta öznel talebiniz olabilir, ama toplumda hak ve özgürlük olarak görülmez. Nedeni toplumsal talep, toplumsal işleyiş, inançların varlaşması için oluşturulmamıştır. Zaten toplum öncesi insan yaşayışında, basit inanma yansımalarının var bulunduğu kişi öznesi, kişi ile birlikte topluma girdi. Üretimin yapılışı ve paylaşılması aşamasında, kişilerin bu öznel kanıları, sanıları, kişilerin, egemenlerin çıkarları doğrultusunda, kabuk değiştirdi. Dinleşmeye ve insanları kullanmaya başladı. İnanç, insanın, dıştan topluma soktuğu, bir yönü ile çıkarcı düzenlenen, soyut, kurnaz hünerdir! Toplumsal hak ve özgürlük olabilmesi için, toplumsal talebin ve yaşamsallığın, evrenselliğin nesnesi olmalıdır.

Bir asker de, tam teçhizatlı, askerlik inanma tutumlarını taşıyarak, gösteri ve ifade hakkı olarak, eğitim ve sağlık talebi alamaz. Bu silahlı tutumlar, somut koşulların talebi olmasına rağmen olamaz. Siz, bir generalin silahsız bulunmasını, kendini çıplak, bir şey yitirmişlik gibi hisseder olma ifadesi ile hâkim karşısında olduğunu düşünün. Savcıyı bu duruma, ikna ile alıştırsanız da, karşı tarafın ne zaman, kafasının tasının atıp, beline davranacağı kuşkusu; sizde, hep var olacaktır. Bu soyut istekleri sınırlayamazsınız. Çünkü talep ve konusu soyut, varlaştırılması da soyut olur. İçinde çıkılmaz kör düğüm olacaktır. Toplumda soyut özgürlük, soyut hak olmaz. Yasalar hak ve özgürlüğü belirler. Kişisel tatmini sağlayan istekler, kişinin toplumsal olmayan, toplum olmazdan öncede yaşadığı duygudur. Öznel kişiliğin, beniçinci içsel duyumunun bilinççe yansıtılmasıdır. Halk içi, bu belirmelerin doğru ve meşru alanıdır.
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Toplumsal olan tartışılır. Her hangi bir inancın konusu, halksal alandan çıkarılıp, toplusal alanın işleyişine getiriliyorsa; o zaman o inanın konusu, otomatikman herkesin etkileşen tepkisi ile tartışılır olma ilgiselliği konusuna girer ve konuşulur. İnançların tartışılması istenmiyorsa, inanç sizin kişi hakkınız ise, toplumun sosyo ekonomik işlerlik alanına getirilmemelidir. Tartışma alanında tartışma vardır, cehalet bunu saygısızlık ve hakaret algılar.

İnanç demokratik bir hak ve halk iradesi değildir. İnançlılık halkın bir beliriş biçimidir. Çünkü halkın boş zamanı, bağ girişim tutumudur. Demokratiklik halk kavramı olmayıp, bir toplum kavramıdır. Zaman zemin ilişkisi ile değişen bir tutum alıştır. Bir yanıyla, bir üretim ilişki paylaşımını sağlayan, ilişkileniş meşruiyet gerçeklenmesi istemidir. Toplumda yapılan üretim gerçeklenmesini hiç bir inancın rehberlik ve zorunluluğu ile asla sağlayamazsınız. Bu yüzden inanç toplumsal değildir.

Toplumsal olmadığından ne bir haktır; ne de demokratik taleptir. Sadece kavram kargaşası ile demokratik bir tercih ve demokratik bir hak gören zannı görüş ve sanı yanılmasıdır. İnanç halk içinde vardır. Siz talep etmeden ve size diğer inançlar tanıtılmadan, hep diğer inançların olumsuzlukları kötülenerek kendinizin doğru inançlı olduğunuz algılatılmıştır. İnançlarımız; diğerleri bize gösterilmeden, kendiliğinden adeta yapışan bir kabullenmedir. Seçme tercihiniz olmadan, size sorulmadan, kendiliğinden etkisel benimseyip öğrendiğiniz, içinde şekillenip hayranlık bulduğumuz bir sosyal çevre öğrenmesidir. Halk, inancına bile egemen değildir. Çünkü egemenlik, üretim gücünden gelir. Halk, inancını üretemediğinden egemeni de olamaz.

Demokrasi toplumlarda karşılıklı ilişki girişmelerinin içinde çeşitli şekilde tanımlanır. Örneğin seçme seçilme bir toplum sorunudur. Demokrasi burada; oyların genelliğini ortaya çıkaran bir tutum olarak tanımlanır. Halkın genel tutumu inanç olduğu için inançlar demokrasiyi tanımaz.
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

“”İster inancından ötürü örtünsün, isterse; kendisini öyle ifade ettiğinden dolayı örtünsün”” yuvarlamasına başvuruşla, toplumsal talebe dayatma yapmak, iki bakımdan saptırma ve cehalet ortaya kor. Birincisi, inanç toplumsal talep değildir. Halk içinde bunu deme gereği bile hissetmez. İkinci olaraktan da kişisel duygu ve anlayışlar toplumsal değildir. Toplumun insan öznesinden, insan düşüncesinden bağımsız bir gerçekliği vardır. Böyle bir geçiştirme cümlesinin, aşağıdaki gibi, hem önü alınamaz olacaktır, hem ön görülemez sakıncalarının da olacağı unutulmamalı.

Tarihte Ispartalıların, Cermen toplumunun, hırsızlığı bir hak belletip, inançlaştırıp yaygınca normlaştırması, diğer toplumlara talan uygulaması, toplumsal olmayan bir tutumdur. Ama başka toplumun ortaya koyduğu emek ürünlerini, talan etmeye dayalı, ben içinci duyguya kapılan bir aymazlıktır. Talan, öldürme, yaralama kan gözyaşı doğurmuştur. Bu talancı yaşayış, yerleşik toplumların gelişmesini zaman zaman geriletmiştir. Bu tam bir hak ve özgürlük kavramının saptırılışıdır. Soyulan toplum olduğu için talancı toplum vardır. Değilse talancı toplumun var oluşu nedeniyle, talana uğrayan toplum oluşmamıştır. Bu nedenle talancı, çapulcu toplumun istekleri, öbür toplumun toplumsal gerekleri olamaz. Değilse talan toplumsal var oluşun bir gereği gibi algılanır.

Ya da kişisel olarak, ben ister inancımdan ötürü, istersem kendi isteğimle; Bir AİDS olma isteğim, hak olur mu? Yani, hastalık, benim inandığım varlığın, bana bir hediyesidir, deyip; hastalığa ben katlanmalıyım. Ben hastalıklarla, belalarla sınav oluyorum. Sınavı başarı ile vermeliyim, inanmasını toplumda dayatmak ne derece hak ve özgürlüktür. Yaraların üzerinde oluşta yere düşen kurtları tekrardan: yarasının üzerine korken “”rızkınızı yiyin”” diyen Eyüp Peygamberi hatırlayınız. Ya da bu AİDS hastalığını topluma bulaştırıyor olma, inanmasını (bilmesini) görmüyor olmanıza ne demeli? Her halde bu da bir sınanmanın parçası olsa gerek!

Diyelim hastalık Yüce Ruh'un hediyesi, bu da öznel hakkınız! Olursa, bunu toplum içinde rahatça sürdürme hakkımız olur mu? Bunu, tek tip görüş inanması içinde, vebal olarak algılamak mümkün mü? Kişi olarak algılasanız bile, inançlı grup içinde davranışınızı nasıl önleye bilirsiniz? Grup psikolojisinin baskınlığı unutulmamalı.
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Oysa nikâh, inancın değil, toplumun bir talebidir. Üstelik de mal edinmenin, özelleşmenin, miras bırakma anlayışının somutlanmasıdır. İnsanların avcılık döneminde, ne böyle bir inanmaları, nede böyle nikâhlı, somut yaşamaları söz konusu bile değildi. Nikâh, ancak toplumsallığın ve toplumsal üretimin belirleyişi ile ortaya çıkan bir zarurettir. Bu aleniyetlik ve resmilik, meşru olurluğu nasıl yapılaştırırsanız öyle yapılaşırsınız. Yanlış olan toplumsal bir talep olmayan, inanç kılıfı altında yaptırılırlıktır. Ve inançlarla ortaya çıkmış, gökten zembille inmiş gibi, bir algı havası verilmektedir. Eğer böyle bir hoşgörü yapı, kendisinin devamı talep gerektirmelerini, hem de zorunlu haklılıkla, peşi sıra getirir, yani dayatır. Başka sapmaları da tetikler. Toplumun konusu olmayan, zımnen toplumun duyarlığı olur.

Batının ortaçağ geleneğini izler olması bir kanıt olamaz. Yanlışı kim yapıyorsa, batı da, yapıyorsa yanlıştır. Ölçüt batı değil, Toplumsallığın temelinde, toplumsal inancın olmamasıdır. Eğer siz büyücülük yapıyorsanız ortaçağ söylemini tartışırsınız. Bir toplumsal yapı değişirken, bazı yapılar yeni içinde sürüşüne devam etmekte. Maalesef bu nikâh da o nazarla görülmeli. Burada ironim bir gönderme yapayım. Bu da, batının, hani o aldığımız iyi saymayacağımız, şikâyetçisi olduğumuz “”biz batının kötü ahlakını aldık dediğimiz”” ahlakı olsa gerek!

Böyle teokratik bir uygulayışta, David Hume'lerin çıkarlığı, nikâh uygulaması sistemindeki başarısının ürünü değildir. Toplumsal birikimin, yavaş da olsa, somut nesnel gelişirliğin bir etkimesi sonucudur. Üstelikte inançların, Dünya'nın düz olurluk kabulüne rağmen ve Kudüs'ün Dünya'nın merkezi olup, tüm sistemin de, Güneş'in de, Dünya'nın etrafında dönüyor olması, inanma dayatmasına rağmen Hume'ler yetişmiştir, kepler yetişmiştir. Bu gelişme, her sistemin, eskiyip dönüşür olmasının, nesnel temel yasallığın, nicel birikim yanıdır. Eğer teokrasinin olumlu etkisi ile olsa idi, gelişme binlerce yılın yavaş ve hantal dönüşümü ile olmazdı. Bu günküne yakın hızda olur ve çok daha önceleri olurdu değil mi?

İnançların temel amacı, karşı konulmaz gücün etkisi ile sizin toplumsal yaşamınızı; maddi yaşam ve üretiminizi “”O”” söylüyor diye keyfince ve karşı konulmazca, denetilme altına alınmasıdır. Her hangi bir değişmenin, topluma yansıyan tepki verememe durumundaki huzursuzluklarınızda, inançların, sizin adınıza, sizin düşünmenize, akıl erdirmenize gerek bırakmadan, karar vermesidir! Birey olmanızdan çok, kul olurluğunuz, Mutlak Güç adına dayatılır. Size; birey olarak yaşamı ürettirirlerken, siz, kul kertesini aşamazsınız. Kimi zaman somut koşullara göre, güya, Ruhsalın söyleyişinin yorumlanışı adı altında sosyal sömürüdür inançlarınız. Ruhsalın size “”Akıl erdirmiyor musunuz? ”” demesi de, bu vekil yorumcuların dediğini, anlayıp akıl etmekten öte gitmeyen bir durumdur. Aksi durum da, derhal kâfirliğiniz ilan olunur. Bunun en bilineni batıda da aforozdur.
..

Devamını Oku
Su Eda Gümüş

Aldırmaz tavırların suretinde aldırdığımız şeylerin soğuk izleri. Yabancılaşmaya başlayan beraberliklerin sakladığı eski yüzleri asılıydı yine gecenin aynasında. Uzaklaştığımız ama yakın kalmaya çabaladığımız bir biz var ortada. İçimdeyse kırık dökük birkaç mısra. Sana yakın durduğum her an bir soğuk duvar senden uzaklaştığım her an yakılan ilk yardım çağrısı sahil ateşleri. Gel-gitler kadar yorucu ve en az onlar kadar yalnız. Bize neler oluyor cümlesi gezinirken aklımın üçra köşelerinde attığımız adımların bozulmuş uyumlarını görüyoruz baktığımızda kendimize. Bir yerlerde aksıyor hayat ve aksayan yanı aksatıyor adımlarımızı. Aynı yolda aynı anda yürünmüyor yollar ve önce adım atan bakmıyor arkasına aklı orada olsa da. Ya geride kalan seslenebiliyor mu sanki bekle neden bu acelen diye. Aksayan ve aksaklığı gözüme battıkça canımı açıtan yanlış adımlar var hayatımızda. Bazen birbirmizi beklediğimizi kendimize bile söylemek istemediğimiz ama birbirimizi bekleyip sonra da görmezden geldiğimiz bir yabancılık var aramızda. Neden ve ne zaman girdi aramıza bilmiyorum. Sen eski sen değilsin ben de eski ben olamıyorum. Bir soğuk savaş içimde kendimle, baş edemiyorum. Ne seninle ne sensiz yürüyemez oldum, aksıyorum. Başını sert bir yere çarpınca hissettiğin acı dolu sersemlik hissine bürünmüş hislerim, sadece acısını hissediyorum acıyanı değil. Bir başıboş umursamazlık örtünmüş üzerime, içimi üşüten ve karanlığı yüreğime seren. Bir sen var içimde tüm üzüntülerinde gözlerimi açıp yüreğimde gördüğüm ve sonra başka bir senle karşılaşınca yani zarfa koyup yüreğimin sayfalarına gömdüğüm. Tüm acım bundan güç alıyor, bir soluk lazım bize. İçimize çektiğimiz havanın dinginliğine muhtaç yüreklerimiz. Bir yeni başlangıç lazım sabah uyandığımızda ama asla eskisi gibi olmadığımız. Sen tüm senliğinle ben tüm benliğimle, maskesiz. Bir yeni gün lazım bu beraberliğe, eskinin tozlarını silkinmiş. Güneşin kendisi kadar gerçek bir biz lazım bize, içimizdeki soğuk duvarlarımızı erittiğimiz ve yeniden bize dair bir umut büyütebilecek bir inanç lazım. Birbirimize ilk tanıştığımız gün kadar heyecan verebilecek bir inanç. Suçlu ve suçsuz yargısından uzak bir gün lazım bize. Yoruldum seni suçlu saymaktan ve affetmeye çalışmaktan. Her gün seni bir önceki gibi karşımda bulmaktan. Bir çizik çekmek istiyorum ya da katlayıp yırtmak son bir yılı. Yaşanmamış saymak. Kendin olarak çıkmalısın bu sabah karşıma anlıyorum ki o zaman affedebileceğim seni. kendini bir peçenin arkasından gösterir gibi keyfi geliş gidişlerin tüketti beni. Koca bir yalnızlık bıraktın bana ikimizden, üstelik hala beraberken. Adımlarının ardından iz sürmek ve adımlarını karıştırmadan başkalarıyla tanımak zor değil de beni hep ardında bırakman zor geliyor ve belki de bırakacağını bilmek. Belki de bu yüzden sahillerinden çektim eteklerimi, kendime saklandım onca çokluğumla kendime bile sığamazken gömüldüm sularıma. Yalnız yaşanan bir ilişkinin tuzağında bu kadar inançsızsak kapandan kurtulup yeniden yollara açılacağımıza beraber kelimesinin bizimle anılmasına gerek var mı diyorum. Özgür bırakmalıyız birbirimizi, bir kurt kapanında kanatıp azaltmamalıyız yarınlarını. Yarınlarımız sözü kalkmışsa lugatımızdan geçip gitmelisin, gönüllü olmadığımı ve bunları söylemenin senden vazgeçmek olmadığını bilerek. Yokluğunda yokluk çekmek bu kadar ağır değil sevgili, varlığında yokluk çekmek kadar ağır değil hiçbir sensizlik. Yokluğun ve varlığın hiç azaltmıyor ki seni, çoğalansa bana inat verdiğin yalnızlığım. Kendimle yaşamaya alışmış ben, varlığında yalpalıyor. Varlığını yalnızlığımla yaşamak işte bana bu ağır geliyor. Ya bölüşebilmelisin yalnızlığımı yada bırak bende çoğalsın yokluğunda. Onlarla baş edebiliyorum da varlığının yokluğunda kalkamıyorum altından. Her gün bir dalımın daha kırılmasını istemiyorum. Biz kelimesi varsa ikimize dair söylenebilecek benimle olduğunu hissettirmelisin bana her türlü çıkmaza rağmen ben seninleyim duygusunu yaşatabilmelisin bana. Sana ihtiyacım olduğunu bilmelisin ve bana ihtiyacın olmalı güne başlamak için. Aksi halde çekip hayatımdan gitmelisin. Bir adanmışlık istiyorum tüm olmazlara karşı duran, bir inanç istiyorum sevgiden gücünü alan. Bizi istiyorum aksi halde alıp kendini çıkmanı hayatımdan.
..

Devamını Oku
Aşık Gürkani

Dört güzel şey Yüce Hakkın lütfüdür
İnanç vatan bayrak birde dilimiz
Kıymetini bilsek bize kafidir
İnanç vatan bayrak birde dilimiz

Anlamsız şeylerden değilim yana
Zaten öyle şeyler haz vermez bana
..

Devamını Oku
Ahmet Kemal

Eğitim Üzerine Yazılar


EĞİTİMDE İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ

Eğitimde özgürlük olmazsa olmazlardandır. Bu inanma ve inandığı gibi giyinme olduğu kadar inancının gereklerini yerine getirebilme özgürlüğüdür. Bu özgürlük eğitimin başta gelen zaruretlerindendir. Bu zaruret bu güne kadar anlaşılamamış, anlayanlarca da zamanı değil diye sürekli ötelenmiş, bu günlere gelinmiştir.
Bugün şu açık bir hakikat olarak ortaya çıkmıştır ki dini özgürlüklere engellenirse gençlik uyuşturucunun esiri olacaktır. Bu da yetmeyecek din özgürlüğü engellenirse uyuşturucu yanında çeşitli ahlaksızlıkların yayılmasına yol açacak, daha da ileriye giderek ateizm yayılacaktır. Aslında dini özgürlükleri kısıtlamanın gizli amacı da gençliği dinden uzaklaştırmak, inanç ve düşünce yoksulu haline getirerek kötü emellerine alet etmektedir. Eyyamcı, gezici, eylemci, terör örgütlerinin eleman devşirme haline gelmiştir, X, Z ve Y Kuşağı nesiller böyle oluşmuştur.
..

Devamını Oku