Varuben varlığımla gariban. Bu dünya gariplerin yeridir.
Çoktanlığın çakrasında buldum seni...Auraların açıktı.Renkli düşlerin emziğindeydi aşkın bebeksi ağzı. Tadıma kadar adın yetişmişti.Yetişkindi yetiştiklerimiz artık.
-Bitkin değildi, bitkisi gönlünde yetişen aşka alev filizin.
-Hezaren anların mezarı var sensizlik yerine.
Batıl inanç gibi gerçek olmayanı gerçek gibi düşünme..Batıl değil kalbimdeki sevda.Seni sevişim inancın gölgesinde..Kendine içsel mihrap gibi.Örtündüm içimde..Üşüyorum sensizliğe ki seninle hep sıcak kalsın her şeyim....
..
II
(kaşlar toz rengi omuzlarını silkti
ve soludu kırağı kristallerini aynaların salonunda:
aynalar ve damlayan sular sonsuzluğun dumanı gibi
inanç üstüne yığılmış inanç misali sefaletin yüklüğünde
..
Totem düşünce sıfır bir başlangıç referans kararlılık noktasıdır. Bu nokta, osilasyon kaynağı oluşla salınım yapan; taşıyıcı dalga genlik özellikli oluşla da davranır. İnsan sosyal yapıları, yaşantılımları içine kattıkları görsel, izlek sel anlama, öğrenme ve yorumlamalardan oluşan nesnel gerçekliklerle hakikiliğini (zihinsel öznel gerçekliğini) , bu totem noktası ile eşleyerek öğrendiler.
İlk başlardaki, insan gelişmesi, kendi emekleme dönemi içinde dış nesnel gerçekliklerin insan bilincine olan basıncından ötürü insanın bir uyarılması ve dışarıya bir tepki verme öğrenilmesi gerçekleşmiş ise de, bu öğrenmeler içinde tam bir neden sel seçicilik pek pek egemen değildi.
Sadece karşılaşmalarına göre bilinen, yönelimden eğilimler söz konusuydu. Yeniden ve plastik edimli simülasyonu yapılışla üretilen ritüeli eğilimler çokça sosyal birlikti alanla ortaya kondu.
Bu nedenle insanlar sosyal yapılar içinde oldukları o düzlemlerle, hayatına girmiş yinelenebilir tutum ve davranışları totem noktası ile öğrendiler. Çünkü şimdiki totem nokta öğretileri, hal içindeki insanın kendilerinden önceki kesikli sürekli ata sal sosyal yapılarının bir hüneridirler.
..
İnanç derler de
Başka şey demezler,
Hele o inanç
Kalabalıkların da inancıysa
Öylesine kaptırırlar ki kendilerini,
Dünyanın tepsi misali düz olduğuna
Binlerce yıl inanmış kalabalıklar gibi
..
318.
Uyuyorsun şimdi. Ya da uyuyacaksın birazdan. Uyu kuzum. Ama bir taraftan da beni dinle. İkisini birden nasıl yapayım deme, yaparsın sen. Senden önce sevdiğim kadın uyurken bile dinlermiş beni. Her ağladığımda yatağından fırlayıp kucaklar, öper, emzirir, tekrar uyutana kadar başımda beklermiş. Annemmiş..
Şimdilik işler iyi gitmiyor. Tabii şimdilik. Biliyorsun hepsi geçecek bunların. Umutsuzluğa kapıldığının farkındayım zaman zaman. En çok da o zamanlar üzülüyorum. İnan bana hepsi geçecek. Pessoa şey diyor ya hani kitabında “Kuvvetli bir inanç ve yeterli isteğin üstesinden gelemeyeceği hiçbir şey yok.” Ben hem bütün gücümle inanıyorum sana hem de bütün kalbimle istiyorum. Sen de aynı şeyleri düşünüyorsan, gerisini zaman halleder hiç merak etme..
Günler iyice birbirine benzemeye başladı burada. Bu iyi bir şey mi yoksa kötü mü emin değilim. Ama şunu biliyorum ki o birbirine benzeyen günlerin içine sızan her şeyde biraz sen varsın. Kitap okurken senin sevebileceğin yerlerin altını çiziyorum, radyoda sevdiğin şarkılar çıktığında ben sevmesem de koşulsuz bir saygıyla sonuna kadar dinliyorum ve annemle günde en az bir kez senden konuşuyoruz..
Biraz içtim yine bu gece. İçip içip yazıyorsun diye kızar mısın ki? Bu gece kızma e mi kuzum? İnsan Çarşamba gecesi neden içer? Çok özlediği biri vardır da ondan içer. Bu Çarşamba gecesi de çok özlüyorum ben seni. Ama biliyorum hepi geçecek bunların. Umutsuzluğa kapılıp beni üzme. Pessoa’yı aklına getir, beni oradan hiç çıkarma, üstünü sıkıca ört ve içinden bir şarkı tut. Ben de burada o şarkıyı mırıldanayım ve ayrı yerlerde yan yana uyuyalım..
..
Nice koçlar kurban ettik biz
Ne düğündü ne de bayram
Bir inanç uğruna her birimiz
Kendi bıçağımızı kendimiz bileriz.
Daha bilmeden işin aslını
Hayal kurar keser asarız
..
Meriç kıyısında dur, Tarihe bir halı ser,
O yönden sana doğru, İnanç Rüzgârı eser...
Seçilir o deryadan, bakarsan ileri,
Kentin inanç denizi, Selimiye Camii...
Dört minare bir Kubbe, Sultan Selim hamisi,
..
Bir cehennem kültürü yaşıyor dünya. Ya başkalarının canını yakıyoruz, ya da başkaları bizim canımızı yakıyor.Niçin böyle? Niçin her yer yakılıp yıkılıyor?
Bir gün elime dini bir kitap geçti. Huzur bulmak istiyordum cümlelerinde. Okumaya başladığımda ödüm patladı. Korku filmi mi izliyordum; yoksa dini kitap mı okuyordum belli değil. Şöyle yazıyordu kitapta' Allah, insanları cehenneme atacak, sonra bütün kapıları kapatacak. Herkes içerde feryat figan edecek ama hiçbir kapı aralanmayacak.'. Şimdi soruyorum sizlere bunu okuyan insan ne düşünür? Demez mi Allah affetmiyor ben niye affedeyim?
Bir şiddet kültürü yaşanıyor dünyada. Dini kitaplar ise şiddeti körüklüyor. Örneğin Tevrat'ta vadelilen topraklar var. Fırat'a kadar olan bu topraklar Allah tarafından Yahudilere veriliyor. Bu topraklarda yaşayan Kürtlere ve Araplara yaratıcı hiçbir yaşama hakkı tanımıyor. Şimdi sizlere soruyorum? Bu topraklarda hiç barış olur mu?
ABD bir tarikatla yönetiliyor.O tarikata göre dünyada bir kaos yaşanacak ve kurtarıcı Mehdi dünyaya gelerek Hristiyanları kurtaracak.ABD'nin dünyayı kaosa süreklemesinin bir sebebi de budur.
İslam coğrafyasında ise Allah inancı farklılıklar gösteriyor. Genelde din ve inanç resmi kültürün bir parçası oluyor İslam ülkelerinde. Haliyle bu ülkelerde Allah sadece vergi toplamıyor. Tam bir cezalandırıcı olarak insanlara anlatılıyor. Örneğin devlet için savaştığında şehit savaşmadığında kafir oluyorsun. Hemen cehennemi boyluyorsun. Devlet adamları da kadehlerini tokuşturarak ölenlerin ardından dualar yapıyorlar. Sadede gelirsek size bol cennetli bir hayat diliyorum. Şüphesiz ki Allah insanı iyi niyetle yaratmıştır. Cehennem ise insanın kendi karanlığını yaratmasıdır. Allah'ı ve herkesi sevin. Cennet kültürünü yaşayın ki cennetiniz bol olsun.
..
Tarihsel bir işlevin ve tarihsel bir işlev üslenilmesinin; halk üzerindeki olası etkisinin rol modelci bir basıncı vardır. Bu basınca değin anı izlerinin, halkın unutamayacağı bir çekenlik ve aidiyet alanı olması vardır. Bu gelenekçi işlev aidiyet basıncı hesabıyla, her işlevi bitmiş geleneğin toplum dışına atılmasını halk anlayamaz. Bunu anlaşılır kılmanın yolu, yeni sembol ize edilen bir açıklama ile toplumun eski gelenekçi simgesi üzerinden yeni tutum inşa edilir. Yine bir genel inanç olan ve gündemi sıkça işgal eden başörtüsü kullanımının eski işlev anlamı; aidi olan kişiyi,ittifaklardan toplumun uyruğu kılmanın statüsü sel anlamıdır. Bu tür ittifaklar ortadan kalktığından başörtüsü kurumu toplum dışına atılırken, başörtüsü geleneği yeni sembolik değerleri ile halkın içinde inanç yaşaması olarak kalmıştır.
Başörtüsü gibi birçok toplumsal kullanılışların terk edilişlerinden bir süre sonraki yaşam içinde, başörtüsünün o kullanımını destekleyen toplumsal dayanaklar ortada yoktu. Hem insan ömrü ile sınırlı, hem toplumsal işlevin kullanımı ile sınırlı olan böylesi sözlü aktarımların kavranmasında, dayanaklarının; günlük gözlemlerden yan yana okunarak anlaşılır olması vardı. Ancak günlük gözlemlerdeki uygulamalar, o günün başörtüsü kullanımını açıklayamıyordu. gözlemlerinin, sürüp giden, haldeki uygulanır somutunun olmaması nedeni dikkati çekiyordu. Bu yitip giden temel toplumsal gerçekliğin haldeki süren yüzeysel ve şekilci sembolizmiyse bir şekilde, açıklanıp anlamlandırılmalıydı. Hem de o günün kendi sosyologlarınca (belletmen, öğretmen, ahlakçı, nebi ve peygamberlerince) .
Başörtüsünün, bir zamanlardaki toplum için toplumsal hayatiyete değin önemi vardı. Bu hayati önemdeki başörtüsünü kullanmanın gerekçe nedeni, şimdi; ortadan kalkmıştı. Böylesi arkaik ve bir anısal söylemleri taşıyan başörtüsüne değin sözlü aktarımların, giderek tabucu kutsal söylenmesine bakılamaktan da, eski mesajı anlayamadılar. Ancak yine de insanlar; tapınaklarda ve sosyal hayatın geneli içinde gelenek olacaktan, başörtüsü kullanımını sürdürdüler. Başörtüsünün böylesine sürdürülmekte olmasına da, o günün sosyal ahlakçıları, çeşitli anlama ve tanımlamalar getirmişlerdir.
İşte dinlerinde yaptığı budur. Toplumsal işlevi bitmiş, sosyal genetik etkinliği işlevsizleşmiş olan başörtüsü sembolizmini, tabu kılıp, kutsal bir hatıra olacaktan, sosyal bir genetik kodla, aktara aktara geleceğe taşımaktır. Başörtüsünün tüm inançlara yansıyan kullanımı bu türden de, parça bölük olan, eski toplumsal düzenleşilme aktarımıdır. Şimdiki halde gerekçesi bilinemez olduğundan, kutsal olanın sembolü ilen tabu anlamalarıyla yüklenen şimdiki aktarım ve yorumları; geçmişin tanımlanamayan bir ayak izleri arkaikliğidirler.
..
İşte, bilimsel mantık çok çok sonraları bu inanca değin temeller üzerinde ayrılaraktan, bağımsız bir anlama ve anlaşılmanın çoklu mantık kategorisi üzerinde gelişecekti. Oysa bilimsel mantık, inancı mantık gibi tekli ikna olma (olum lamalı) anlama mantığı olmayıp, şüphe üzerine mantıktır. Bilimsel mantık, kendisini değiştirecek olan, inanma eksenli; teorem (kanıtlanabilir) ve postulalar (öndeyiler aksiyomlar kadar çok değildirler) ve aksiyom (sonraki anlamaların kendisine dayandıkları veriler) gibi önermece söylenişlerin çelişmeleri ile giriştirilecek bir mantıktı.
Bu yüzden ilk ittifaklarda böyle bir şey bekler olmak, en hafif deyimle saf dilliliktir. İlk mantık biçimi olan inanç girişmeli tekçi mantık, ancak bugünkü çoklu mantık haline, evrimsel yolun gelişmesi ile ulaşabilmiştir. Yani ilk inançlaşma mantığı da, bir sanı kanı belitçiliği (aksiyom) üzerinde, nesneli yansıtan anlamaların, kendi gerçekleşenlerini öznece anlamaya bağlanma mantığıdır. İnançsal tekçi bakış mantığı; İnsanların aidiyet eşmesine değin, ilk temel aksiyoner mantığıdır.
İlk ittifakların girişmesi bu inançsal ön kabule değin inanç aksiyomları bu belitler-ispatı gerekmeden kabul edişler- üzerinde olacaktır. Bu gibiden ilk girişilecek belit, ’kandaş totem aidiyetliğidir’. Bir ittifak önce kandaş kardeş eşme üzerine kurulacaktır. Kardeşeş ilmenin birçok yolu geliştirilmişti. Bu yollar bugün saçma sapan gelse de, çok temel uygarlaşma adımları olup, nesnelde topluma değin kurumsal işlevi olan; geliştirici, değiştirici, dönüştürücü tutumlar ve aktarımlarıdır.
İlk oluşacak kandaş topluluk birlikleri ya da toplum nüvesi olacak girişme ittifakı, karşı totemden birinin kurban edilmesi ve karşı toplumdan olanla cinsel münasebetin sağlanması ile olacaktı. Daha sonra, ileriki zamanda; kandaşlık onaylatması için sütkardeşliği, kirvelik, berdel gibi genelci ve özelci tutumlaşılmaların, kandaş kardeş eşmelerin yeni kurumsal unsurları oluşturulacaktı. Böylece insanın kurban edilmesi edimi, ortadan kaldırılacaktı.
..
10-]Bizler bu bilgileri, bu tarihi toplumsal nesnelliğin süreçlerini, bilmezden, görmezden gelişlerle; inanca değin olanı sanki topluma değin olanlar gibi oluşla göstererekten; inançları da, bir toplumsal hak gibi bir toplumsal özgürlük gibi sandırışlarla ajite edip, değerli inançlarımızı bu konuya değin kendi savunmaları içinde oluşturuşlarla bulundurmamızla, bizleri biz; terörizme etmekteyiz.
Nasıl toplumun bir özgür eşme olayı olan, arabasına, uçağına içinizde taşıdığınız inanmalarınıza rağmen binişle; araba ve uçağa; inançlarınızın değil de, araba ve uçağın uzay zamana bağlı kendi devinmeleri egemense; bu koşullarda inanç taşımanızın ve inancı özgürlüğünüzün bir kıymeti harbiye si de yoktur. Burada tamamen fiziki, aero dinamikti, uzay zamana bağlı, nesnelce tutumların bilgisi ve ona değin olan hava yastıklı, paraşütlü vs. giyinmelerin hükmü devranı sürer.
İşte toplumda da okula, öğrenci olunmayla gidilir. Eğer, öğrenci olmanın uzay zamana özgü kuralında örtünme varsa örtünürsünüz. Bu bir hak ve özgürlük olmayıp, o işin gereği oluşla, gerekli bir şarttı bir zorunluluktandır da ondan. Bir sağlanış toplumsal talebi içeriyorsa, o hakkınızdır. Bir topumsa alanda çeşitli nedenle bulunuşla, kurallara uymanız, hak değil bir zorunluluktur. Bunun özgürlüğü hiç olmaz!
Toplumsal kural, o sektör alana dek tutumsak gerekliliklerdir. Değilse bir hakkın bir özgürlüğün keyfe keder panayırcı, bayram şölenli gösterisinin yapıldığı, halksa oluşa seyir geçit özelliği taşınan alanlar değildirler.
..
Bağlı boş inanç,
Batıl itikat.
Batıl inanç.
Batıl itikatlara inanmış,
Dağlı, cahil
Bir kızcağızdı.
Karın. Kuşak.
..
Değişen ne mevsimler, ne zaman, ne de mekân;
Yozlaşan kalp ve dimağ, koflaşan sade insan…
Asırlardır bu böyle, yetmez akıl ve derman;
Takdiri ilâhidir, gelir anında ferman…
Rızkımızı yer içer, ömrümüzü yaşarız;
İnanç ve azmimizle engelleri aşarız…
..
İnançların Oynadığı Rol
Öznel olanın farkı nedir? Öznel, nesnel olanın hakiki bilgisinden yansıyan bir beyin analiz ve sentez süreçleri olmakla işe başlar. Sonra da yeniden ve yeniden yansıyan ayna görüntüsü süreci olmakla, hakikiliğe dek taşıdığı unsurları, giderek azalır. Böylesi zaman boyut zemin devinmesi içinde, daha hızlı bir oluşmalı belirmedirler. Çoğunlukla eylemsel alanda gerçekleşerek, ancak görece doğru pekin bilgi olurlar.
Bu nedenle inançlar hakiki bilgiyi, hızla ayna yansıması oluşma sürecine sokarlar. Bir yanda insanın kendisine, toplumuna, sosyal yapısına, yabancılaşan fantezilere dönerken; diğer yandan yeni bilgilerin buluşların doğmasının da öncülü olurlar. İnsanı insanlaştıran özel ve nesnel olanın(deneye ve deney verilerine uyuşan sentezler, yine deneylerle verilenir olan bir) yanı vardır. İnançlar tarihin bunca süreçli gelişmeler içinde olumlu olmuş yanarına rağmen, inançlar; sübjektif kullanılmaların da bitmez tükenmez bir kaynağı olmuşlardır.
İnançlar diğer pek çok düşünme, kuramlaştırma, eylemde bulunma gibi insanın özne (bilen, ilişkin etkin varlık) yanını dile getirir. Yani özneden ayrı bir bulunuş olan nesnelliği dile getirmez. Ancak öznece, nesnelin anlamlanan ve çarpıtılan yanı olmasıyla da nesnelle ilişkindirler. Nesnelin bir niteliği olmayıp öznenin hüneridirler. Özne nesne bağıntısı içinde özne dıştaki diğer özne ve nesneye göre kendisini diğerlerinden ayıran ve giderekten de diğerlerini diğerlerinden ayıran, bağıntılıca olay ve olgu kılan bilen etken varlıktır.
..
4-Bu farklılıklar, kopuş yapanın, kopuş öncesi birlik içi yaşamlarındaki zihin öğrenmeli algının; ayna içi yansımasıdırlar. Böylece, soyuttu kıyasla ortaya konmuş bir süreçlimedirler. Değilse yeni, koptukları ana birlikle ilişkin olduğu bir ayırt eden seçimlime değildir. Yine bu kopan jenerasyonun, ana yapıyla hiç duygu bağı yoktu demek de, değildi. Kopuş ve kopuluş, doğum sendromunu taraflar, ister istemez duygu olacakla, hissedeceklerdi. Bu da taraflarının bir çekim alanı durumu idi. Ana yavru doğum ilişkisinde, anne doğuran olacakla çocuğu belirlerdi. Çocukta doğmakla, doğuran kadının anneliğini belirlerdi. Belirleyende belirlenirdi. Yansıma kanunu.
Ne var ki göç veren sosyal yapılarda bakışım etkileşimi olmayacağından, belirlenen yapı, artık anayı belirlemiyordu. Üstelikte kendi ruhsal yetileriyle biraz farklılaşan bağımsızlaşmasını ilan ediyordu. Çünkü kendisini ana kütlede koparan zorunluluk artan nüfusla sosyal birlik gücünün kontrol Sosyal birlikler bir üretim ilişkisi olmadığından, üretim ilişkilerine dek olmayan yapıyı; ilişkileri değiştirerek büyütemiyorlardı.
Sosyal birlik ilişikleri, kendi sosyal yapı ilişkileri sürecini büyütmekle, genişletir olmakla; çevre sağlayışı olan av ve kök meyve gibi nesnelerdeki verimliliğe olacak katkı ile onları da büyütemiyordu. Yani bu büyüyen ilişki çevre ilişkilerini çoğaltan bir ilişki olmadığından ötürü, bu kez de çevredeki sunu döngü, bu büyümeye ayak uyduramadığından kıtlık başlıyordu.
Yani verimlilik artışı olmayan bu soyut sağlayıştı büyüme ilişkisinde yani ava gidenin kök toplamaya çıkanın sayısının artması organizesi, avlanacak yılanların sayısını ilk seferde artırıyorsa da sonraki seferlerde, yılanların yeniden üremelerine engel olacak şekilde zamanı, yılanların aleyhine hızla ileri akıtarak, besin sunumu artırmıyordu. Bu da besin kıtlığı, av azalması ve toplanan ürünlerin giderek çevrede tükenişle, artan nüfusa yetmiyordu.
..
Feyiz alırsın çekerek derd-ü gam-ı dünyayı
Tekkeyi bekleyen elbette içer çorbayı
Şinasi
Dünya bir mihnet ve çile yurdudur.Burada çekilen çile ve sıkıntılar,ıstıraplar aslında.tekamülümüz için gerekli imtihanlardan ibarettir.Her acı hayatımız için bir feyz kaynağıdır
Hikmet gözüyle baksak her musibette bir nasihat,her şerde aynı zamanda gizli bir hayır olduğunu görür,yüce Allah’a şeksiz,şüphesiz teslim olurduk.Zira,iman şek,şüphe götürmez.Kaza-kader taktir-i
ilahi bahsine aşina olanlar bilirler ki mutlak kaza değişmez.Bu gibi durumlar da tabiri caizse kul bir iman atlayışı yapmak,yani sabır ve teslimiyet göstermek zorundadır..Başına gelen bela-musibetin,
..
Bu karar, değişmez irademizin ilk ve son anlatımıdır. İstikbâlde, hiçbir kuvvet bizi yolumuzdan döndürmeyecektir. Bizler, bütün hızımızı senden, ulusal tarihimizden ve ruhumuzdaki sönmez inanç ateşinden alıyoruz. Senin kurduğun güçlü temeller üzerinde attığımız her adım sağlam, yaptığımız her atılım bilinçlidir. En kıymetli emanetimiz olan, Türk İstiklâl ve Cumhuriyeti, varlığımızın esası olarak, eğilmez başların, bükülmez kolların, yenilmez Türk evlatlarının elinde sonsuza dek yaşayacak ve nesillerden nesillere devredilecektir. İstiklâl ve Cumhuriyetimize kastedecek düşmanlar, en modern silahlarla donanmış olarak, en kuvvetli ordularla üzerimize saldırsalar dahi, ulusal birliğimizi ve yenilmez Türk gücünün zerresini bile sarsamayacaktır. Çünkü, bu aziz vatanın toprakları üzerinde yetişen azimli ve inançlı Türk gençliği, dökülen temiz kanların ve Cumhuriyet devrimlerimizin aydın ürünleridir. Vatanın ve milletin selameti için her zorluğa iman dolu göğsümüzü germek, gerçek amacımızı olacaktır.
Ey Türk'ün büyük Ata'sı!
İstiklâl ve Cumhuriyetimizi korumak gerektiği zaman, içinde bulunacağımız durumlar ve şartlar ne olursa olsun, kudret ve cesaretimizi damarlarımızdaki asil kandan alarak, bütün engelleri aşıp her güçlüğü yenmek azmindeyiz.
Türk gençliği olarak özgürlüğün, bağımsızlığın, egemenliğin, cumhuriyet ve devrimlerin yılmaz bekçileriyiz. Her zaman, her yerde ve her durumda Atatürk ilkelerinden ayrılmayacağımıza, çağdaş uygarlığa geçmek için bütün zorlukları yeneceğimize, namus ve şeref sözü verir, kendimizi büyük Türk ulusuna adarız.
..
Başörtüsü ve sakal,
Siyasi simge değil.
Bu bir inanç biçimi,
Kimseye zarar değil.
İlim irfan yoluna,
Hortumlar serilmesin.
..
Hep düşünmüşümdür; kalp sol yana yakınken, neden inancın savunucusu, inanaçlıların yeri sağ dadır ülkemde? Sağ tabiri neden imanla eş tutulmuştur? Ve sol neden ateizmin temsilcisi gibi gösterilmiştir? Komünist filozofların islamı tanımadan öne sürdüğü teoremler kalıp mıdır? Her ülkenin kendi inanç ve töresine uygun yönetim esaslarını kurması gerekmez mi? İthal felsefeler emanet elbiseler gibi üzerimizden düşmez mi? Atatürk ilkeleri dünyada kabul görmüş hayranlık uyandırmışken neden bizim sol yanımızda hep takılmalar, sıkışmalar yaşanmıştır? Sosyal demokrat, sosyal halkcı, sosyal devletci, sosyal adaletci olmak islamla eş değer değil midir ki müslümanım diyenler bu ilkelere karşı çıkar. İslamın en çok karşı durduğu kapitalizm neden sağdan destek alır, sağa yerleştirilmeye çalışılır? Kralı çıplak bırakmak isteyen terzinin amacı ülkeyi içten yıkmak değil midir? Ülkemdeki bu kavram karmaşaları, hangi mandacı, ırkcı, sadece kendi kavmini insan kabul edip diğerlerini yok etmeyi sevap gören zihniyetlerin yüz yıllık planlarının bir ürünü? Ve bütün islam ülkelerinde birden uygulamalarının, sessiz bir haçlı seferi olduğu ne zaman anlaşılacak?
'Dini inançların şahsi bir yaşam şekli olarak kabul edilmesi, yönetimde şahsi özgürlüklerin ilk planda değerlendirilmesi sosyal devletin görevidir. Ancak çoğunlukta olmasa da değişik inançların birlikte yaşadığı ülkemiz gibi yerlerde yeterince kavranamayan dini kurallara uydurulmaya çalışılan yönetimler sadece insanları dinden imandan çıkarır.' ' Din özgür bırakılmalı yasaklarla, korkularla kötü mecralara yöneltilmemeli' Demek yanlış mı olur acaba?
Türk Milleti deli kanlı ve saf kalbini kandırmak için oynanan oyunların iç yüzünü, kıvrak zekasıyla çok yakında kavrayınca bu oyunun maşaları kabadayı, çıplak padişahlar; nereye kaçacak? Hangi ülkenin malikaneleri vatan hainleri ile dolacak? Evrensel değerleri korumak, ilahi davete edebiyle uymak için islamı sağdan sola taşımak gerekmez mi?
Gelelim tevhidin zikrediliş şekline.Baş sağ tarafta iken Lâ, göğüs hizasına gelince ilahe, sol yanda ise illeAllah denir ki insanın sağ yanından verilen Nur sol yana taşınsın. Kalp iman Nuruyla dolsun. Başarabilenlere AŞK OLSUN!
..
Kadın adamın sol tarafına dokunup dedi ki; nedir beni burada kutsayan şey. Adam şöyle der; bir kalpten fazlasıdır elbet. Bir bilinç, bir var olma ve yok olmanın bilincidir. Kutsalını bu imanla kuran bir aşkın bilincidir. Kadın; anlamadı elbet ama şöyle dedi; bu dediklerin günah, hangi insan bir mabed olabilir ki yada kalbinde yarattığın mabede hangi kadın günahına ortak olmak ister ki.. Adam güldü elbet. sonra dedi ki; günaha bulaşmayan insan kutsala ihtiyaç duyabilir mi, mabed yaratabilir mi? hatta tanrı'ya bile ihtiyaç duyabilir mi? Kadın sustu ve adam susmadı elbet.. Bir cehennem ütopyasıyla yaşıyorsun kadın ve günahlarının kefaretini oraya saklıyorsun, bir bilinmeze satıyorsun her şeyi.. Oysa ben senle günaha bulaştım ve günahkarlığımı senin sunduğun cehennemde yaşıyorum. Ve aslında ‘’mabed'ime, kutsalıma söz uzatmak günah...’' Kadın susmadı, susmak günahların en büyüğüydü şimdi. Ve dedi ki mabedini yıkmak borcum olsun. Günahlarını bölüşmeye ve sende tekrar insan olmaya geleceğim.
Adam, bu umudu zulasına koydu. İnançsızlık ve umutsuzluk bertaraf edildi kadın tarafından. beklemek ibadetti artık.. Ama gelmedi kimseler. Günahını-cehennemini bölüşecek kadın, kötü bir tanrı gibi ihanet etti. Ve o günden beri yaratılan mabed bir sığınak değil; acıyı tanrılarla, o kadınla bölüşemeyen bir adamın kendini her an öldürdügü bir yer olarak kaldı...
Sonrası iskencenin bilinciydi sadece. Acı ile yoğrulmanın bilinci..
Ve İnsan olmanın zaafı, belki de insanoğlunun kendi intiharının meşru dayanağı.. Bu sefer de adam anlamadı, sustu öylece. Mabedini yıkacak inancsizligida cesaret edemedi, secdesinden de kalkamadı. Ve son sözünü düştü; tek başına bir hakikate inanmak eksik bir tanım biliyorum. Bu yüzden inancsizliğını sorgulayamam tanrı'çam. Çünkü dinime geçmen ateş pahası. Zira ateşi göze almakta inanç ister. Ve sen her temelde bunu taşıyamayacak kadar soyutsun ve inkarcı. O yüzden cehennemden sorumlusun.. Kutsal hakkı için; artık mabedimin her köşesinde-her zerresinde ateistsin...
..