EVRİM TEORİSİ YALANI
Bu yalan asırlarca nasıl sürdürüldü. Bir teoriyi bilim diye yutturanlar tüm dünyayı aptal yerine koydular.
İspatlanamamış bu teori için yüzlerce yalan belge düzenlediler. Yahudi Darvin attı ortaya bu teoriyi. Sonra tüm Yahudi kuruluş ve örgütleri arkasında durdular bunun. Sözde bilim olarak yutturdular bu büyük yalanı. İslam ülkelerinde –Hristiyan ülkelerde olduğu gibi- eğitim sistemlerine dahil ettiler bunu. Okul kitaplarına soktular. Bilim diye öğrettiler derslerde. Böylece nesilleri ilahi doktrinden kopardılar kitlelerin inançlarını sarstılar. İnançsızlık uçurumuna yuvarladıkları nesilleri kolayca avladılar. Uyuşturucu ve kumar batağına batırdılar. Hatta ahlaksızlık çukuruna ittiler. Böylece dünya çapındaki sömürülerini sürdürdüler.
Dine doğma dediler, kendi dogmalaştırdıkları yalanları din haline getirdiler.İlkokul üçüncü sınıflarında hayat dersleri kitaplarında gördüğümüz bu müthiş yalanı biz imanımızla reddetmiştik. Ama bizim kadar şanslı olamayanlar da vardı. Kimileri bu yalana din gibi inandı. Oradan pozitivizm çukuruna yuvarlandılar. Orada da kalmadılar pozitivizm onları tatmin etmedi. Oradan komünizm gayyasına battılar. O gayya onları dibe çekti, ateizm cehennemine battılar.
Bu inançları, ya da İslam’a olan inançsızlıkları yüzünden milletle ve onun düşünce yapısıyla bağlarını kopardılar. Bağlarını koparmakla kalmadılar, onlarla savaştılar. Kendi milletine onun inanç değerleriyle korkunç bir şekilde saldırdılar.
Hepsi bu inanç değerlerini kaybetmeleri yüzündendi.Hepsi bu inanç dünyasından kopartılmalarının bir sonucuydu. Hepsi İslam ruh ve düşünce dünyasının bir sahte bombayla infilak etmesi sonucuydu. Bir nesil böylece milli ülkülerinden kopartılarak yabancı mihrakların oyuncağı haline geldi. Yabancı inanç ve değerler uğruna birbirleriyle savaştılar. Uluslararası sermaye ve sömürü odaklarının emrinde birbirlerini öldürdüler. Bir kısmı genç yaşlarda hayatını kaybederken, bir kısmı en güzel çağlarında zindanlarda çürüdü. Ülkeler kaoslardan kaoslara sürüklendi. Bu arada ülkenin zenginlikleri uluslararası sermaye odakları tarafından talan edildi ve sömürüldü. Hatta sömürü düzeni kurumlaştı, kurumlarını kökleştirdiler.
Uluslararası sermaye odakları bütün bu İslam dışı düşünce ve ideolojileri büyük sömürüleri için kullandılar. Bu sahte teorileri uyduran ve yayan kendileriydi. Ellerindeki tüm güçleri kullanarak yaydılar. Kitleleri ve özellikle gençliği afyonladılar. Sömürülerinin en büyük engeli ilahi dinlerdi. Dinleri doğma diyerek dışladı gençlerin dimağlarında. Onların dünyasından dini kovdu. Sekülerizm ile dinleri yaşanmaz hale soktu. İnançsız bir yaşantı içine attı kitleleri. Ondan sonra sahte inanç ve düşünce yapılarını ileri sürdü.
Kapitalizm, Sosyalizm, Liberalizm,Marksizm, Leninizm ve Maoizmgibi afyonlarla dünya sarhoşa çevrildi. Bunların hepsinin temelinde Darvinizm vardı. Ve tüm bu izmlerin altında da Yahudi ırkı ve onun ele geçirdiği global dünya sermayesi vardı. Bütün felsefi doktrinler ve yapay ideolojilerin tek amacı bu sermayenin dünya çapında sömürüsünü güçlendirmesi içindi. Ve bu büyük bir gayretle başarıldı. Dünya sermayesinin en büyük destekçisi global medyanın ve gizli teşkilatların tek hedefi buydu.
..
İSRAİL OĞULLARI VE
İsrail oğulları kendilerinin Allah’ın dostu ve sevgili kulları olduklarını söylüyorlar. Kitaplarında yazıyor bu. Hatta bizim kitabımızda bile yazıyor. Ancak bu onların asıl adı İslam olan, evrenin yaratıldığı günden bu güne gelmiş geçmiş bütün dinlerin tek ve eşsiz adı olan İslam’a inandıkları ve onu yaşadıkları zamana aitti.
Elbette ki Allah’ın emrine gerçekten uyanlarla sapıtmışlar bir olamaz. Tahrif edilmiş kitap Tevrat ile onun uyduruk tefsiri Talmut’un yanlış ve sapkın öğretileri İsrail oğullarını yanılgıya uğratmış, onlara kendilerinin Allah’ın sevgilisi olduğuna inandırmıştır. İşte bu sapkın öğretidir ki bu gün Ortadoğu İslam dünyasının kalbine mızrak gibi saplanmış orada bir yangın olmuş, önce Filistin’i sonra Müslüman dünyasını yakmaktadır. Bu gün bütün bu olup bitenler bu sapkın inancın neticesidir.
Bu sapkın inançtır ki onları zulme sevk etmiş, acımasız katil yapmıştır. Bu sapkın inanç yüzünden onlar gözünü kırpmadan çocuk ve hamile kadınlara kıymakta onları acımasız bir şekilde katletmektedirler. Kurban ibadetini şeraitlerinden kaldıran bu insan müsveddeleri sapkın inançları doğrultusunda Müslüman öldürmeyi bir ibadet telakki etmektedirler. Bu telakkidir ki yarım aşırı geçkin bir aşıra yaklaşan bir zaman boyunca yerlerinden yurtlarından ettikleri Müslümanları koyun gibi boğazlamakta, ocaklarına ateş düşürmektedir.
Gece gündüz demeden bu mübarek ramazan gününde evlerini bombalamakta, acımasızca öldürmektedirler. Bu sapkın inanç yüzündendir ki hiçbir kural tanımamakta hastaneleri bombalamakta, hastaların üzerine ateş yağdırmaktadır. Bu yüzdendir ki Birleşmiş milletlere sığınanlara bomba atmakta dünyaya meydan okumaktadır. Dahası ölülerini kaldıranların, yaralıların yardımlarına koşanların üzerine karadan, havadan ve denizden ateş yağdırmaktadır.
Dünyanın kabul ettiği insan haklarını hiçe sayan bu zihniyet küstah ve azgın bir zihniyettir. Bu zihniyetin insanlıktan asla nasibi yoktur. Bu zihniyet tanrıtanımaz bir zihniyettir. Tanrı diye ortaya sürdüğü put kendi emrinde hayallerinde yaratmış oldukları putlarıdır ve onların hunharca isteklerini onaylamak ve vicdanlarını rahatlatmak için bir pompa vazifesi gören uyduruk inançlar manzumesidir. Buna ne kadar inanç denebilirse o kadar inanç sayılır bu. Bu inanç aslında Şeytanın felsefedir ve insanlığa din diye yutturulmaktadır.
İsrail 3 peygamberi katletmiş bir lanetli kavimdir. Beni İsrail’i lanetleyen peygamberleridir. Peygamberlerine ihanet etmiş bir kavimdir bu. İsrail’in Kurban-ı Kerim’de çok fazla anlatılmasının nedeni bu ümmetin Yahudi teamüllerine uymaması, kendilerini lanet çizgisine yaklaştırmamalarını uyarmak, onların felaketini önlemek, som ümmetin kurtuluşu için bir rahmettir. Allah bu ümmete acımakta, gazap ettiği kavim gibi olmaması için onları yanlış ve sapkın davranışlarını öne çıkararak ısrarla anlatmakta, bu ümmetin zihnine kazınmasını sağlamaktadır.
Müslümanlar en kötü örnekle uyarılmakta, bu lanetli kavmin lanetlemesinin nedenleri ortaya konularak tehlikeden sakındırılmaktadır. Bu lanetli kavim kendilerini Allahın sevgilisi ve dostu olarak göstermekte ve ne yaparlarsa yapsınlar bu durumun değişmeyeceğine inanmaktadırlar. Hıristiyanlık dünyasında kurdurdukları Evangelist mezheple buna inandırmakta, Yahudi dünya hakimiyeti için köleleştirmiştir. Oysa Kuran onların gazaba uğramış olduklarını Fatiha suresinde apaçık beyan etmektedir.
(Konuya devam edeceğiz)
..
TÜRK ŞİİRİNİN YENİ DAMARI
Bu dört şair son devir edebiyatımızın yüz akıdır. Tanzimat, Servet-i Fünun, Fecr-i Ati ve Milli Edebiyat gibi aciz edebiyat hareketleri Türk Edebiyatını gerçek anlamıyla temsil etmekten uzak, ikinci sınıf bir edebiyat birikimi oluşturmuştur.
Servet-FünunTevfik Fikret, Fecr-i Atide Ahmet Haşim gibi birer örnek sesten başka soylu bir ses bırakamamıştır. Ancak Fuzuli’den, Baki’den, Nefi’den, Nedim’den ve Şeyh Galip’ten gelen o engin soluk Tevfik Fikret ve Ahmet Haşim’le sürmüş, Yahya Kemal, Necip Fazıl, Nazım Hikmet ve en son Sezai Karakoç’la bayraklaşan büyük soluğun sürmekte olduğunu görmekteyiz.
Bu soluk Türk şiirinin altın çağı olan Klasik edebiyatımız Divan edebiyatının büyük soluğudur. Her ne kadar bu soluk şekil değiştirerek devam etmişse de aynı soluktur. Bu büyük şairlerdir ki kaynağını klasik edebiyatımızdan almış, onu yeni şekil ve biçimlerde sürdürmüşlerdir. Bu yeni Türkiye’nin eskisinden ilham alarak yola devam ettiğinin bir göstergesidir.
Cahit Sıtkı, Ziya Osman, Atilla İlhan, Orhan Veli ve İkinci yeni grubu gibi şiirin bu asil damarını sürdürmüş damarını görmekteyiz. Bunun dışında bir takım gruplara girerek şair görünmeye çalışan müteşairlerin varlığını da fark etmekteyiz.
Fikret divan geleneğinden birçok açıdan kopmuş müstağrip bir kişiliktir, divan şairleriyle taban tabana zıt bir inanç peşindedir. Ama yine de Türkçenin şairidir. Bizimdir. İnanç olarak bizden bir değilse bile dil ve kültür olarak bize aittir. Tarih-i Kadim’i şiir olarak mükemmeldir ancak İslam inancı açısından yüzkarasıdır. İnancını kaybetmiş bir müstağribin cehennemi feryadıdır. Onun şahsında son devir edebiyatımızın tereddisini haykırır.
Aynı materyalizmi Ahmet Haşim’de de fark ederiz gizli açık, ancak o bu yapısını gizlemiş, milletin asli değerlerinden uzaklığı onu hiçbir zaman inkar ve isyan çukuruna yuvarlamamıştır. Bu inkar ve isyan halini bir de Nazım Hikmet’te göreceğiz, ancak onda gördüğümüz bir inkardan ziyade iman haline dönüşmüş materyalizmin haykırışıdır. İnancı sarsılan intelijansiya onun şahsında yeni bir kurtarıcı gibi gördüğü Marksizm’e sarılmış, bu yeni dinin mühtedisi olarak kurtuluşu orada aramıştır.
Bu Marksizm inançları yok edilmiş bir neslin kurtuluş umudu olmuş, denize düşen yılana sarılır misali bu materyalist felsefe imanını kaybeden nesillere can simidi gibi görünmüştür. Ancak uzun vadede intelijansiya bu materyalimin de gerçek bir kurtuluş olmadığını anlamış, ancak gizli açık bu inancını sürdürmekte devam etmiştir. İslam inanç ve yaşam biçiminden uzak kalmış intelijansiyamız materyalizme bir inanç gibi sarılmış, yok edilen inanç değerleri yerine onu ikame etmeye çalışmıştır.
Yahya Kemal ise bu inanç değerleriyle barışmayı yurt dışında öğrenmiş, tam bir mümin gibi yaşayamasa bile bu ayrılığın derin acısını çekmiş ve şiirlerine bunu yansıtmıştır.(Süleymaniye’de Bayram Sabahı, Atik Valideden İnan Sokakta şiirleri)
..
Eğitim Üzerine Yazılar
EĞİTİMDE İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ
Eğitimde özgürlük olmazsa olmazlardandır. Bu inanma ve inandığı gibi giyinme olduğu kadar inancının gereklerini yerine getirebilme özgürlüğüdür. Bu özgürlük eğitimin başta gelen zaruretlerindendir. Bu zaruret bu güne kadar anlaşılamamış, anlayanlarca da zamanı değil diye sürekli ötelenmiş, bu günlere gelinmiştir.
Bugün şu açık bir hakikat olarak ortaya çıkmıştır ki dini özgürlüklere engellenirse gençlik uyuşturucunun esiri olacaktır. Bu da yetmeyecek din özgürlüğü engellenirse uyuşturucu yanında çeşitli ahlaksızlıkların yayılmasına yol açacak, daha da ileriye giderek ateizm yayılacaktır. Aslında dini özgürlükleri kısıtlamanın gizli amacı da gençliği dinden uzaklaştırmak, inanç ve düşünce yoksulu haline getirerek kötü emellerine alet etmektedir. Eyyamcı, gezici, eylemci, terör örgütlerinin eleman devşirme haline gelmiştir, X, Z ve Y Kuşağı nesiller böyle oluşmuştur.
Yakın zamana kadar inançlı aileler çocuklarını sırf dinden soğutulur endişesiyle eğitimden uzak tutmuştur. Bu yüzden de inançlı kesim hep yönetilen olmuş, bir türlü yöneten mevkiine yükselmemiştir. İnanç yönünden zayıf olan yönetici tabakası ise sürekli inançlı halkı aşağılamış, itelemiş, tahkir etmiş, küçük düşürmüştür.
Bu zulüm yıllarca böyle devam etmiş devletin en yüksek makamları Satanistlerce doldurulmuş, inançlı kesimler en doğal haklarından mahrum edilmişlerdir. Camiler önünde takkeler toplatılmış, takanlar mahkemelere sürüklenmiş, mevlitler basılmış, Risale-i Nur toplantıları irticai faaliyet olarak basılmış, katılanlar derdest edilerek hapishanelere tıkılmıştır.
Bu gün okullarda mescit açılması, başörtü takma özgürlüğünün getirilmesine karşı çıkanlar dün bu tür faaliyetleri destekliyor, yapılan zulümlere ses çıkarmıyordu. Okullarda din dersi okutulmasına karşı çıkıyor, gençliğin dinsiz yetişmesi için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar.
..
İNANMAK VE İNANMAMAK
İslam dünyasının zaafı bu. İnanç zaafı. Kim neye inanıyor, neye inanmıyor bunu bilmiyor. İnanç dünyası büyük bir çelişki yaşıyor. İslam dünyası batı karşısında yenilgiye uğradığı günden beri önce kendine sonra cemiyetine ve sonra millet ve en sonunda da medeniyetine olan inancını kaybetmeye başladı.
İşte bu inanç zafiyetidir ki büyük bir bunalıma itti İslam dünyasını. Bu bunalım kendi gibi olamamak bunalımıydı. Gibisi fazla. Kendi olamama sorunu bu. Ne batılı olabildi ne doğulu kalabildi bu medeniyetin çocukları. Tam bir handikaba düştü. Bu çelişki yıllardır onun başını belalardan belalara sürüklüyor. Ama bir türlü bu yanlışı ve yanılgıyı kimse fark edemiyor.
Ne hayat anlayışı ne düzen kurma fikri ne de medeniyet anlayışı uygundu batıya. Onu taklit etti durdu yıllarca manmunvari bir özentiyle. Gülünç düştü bu haliyle, alay konusu oldu. Anlamadı onların alaylarını. Gülüşlerini hayra yordu hep. Onu beğendiklerini zannetti. Gülüşleri sevgi gülüşü zannetti.
Oysa onlar kendine benzetmeye çalıştıkları bu acemi mukallidin davranışlarını eğlence konusu yapıyorlardı. Onlar onunla alay ettikçe o özentisini sürdürdü. Onlar gibi giyinmeye, onlar gibi yemeye, onlar gibi gezmeye, onlar gibi düşünmeye, giderek onlar gibi inanmaya başladı, ama onları hiç bir zaman asla ve asla inandıramadı. Kendini hiçbir zaman kabul ettiremedi. Oysa binlerce takla attı onları inandırabilmek için, ama hepsi boşa çıktı.
Önce inanca dair ne varsa yok etmeye çabaladı. Batı medeniyetinin bütün kurumlarını ülkesine taşıdı olmadı. Tüm eğerlerini inkâr etti onların değerleriyle değiştirdi olmadı. Kendi inanç ve kültür değerlerini hep inkar etti, yok saydı, onlardan utanç duydu ama olmadı, batılı efendilerine kabul ettiremedi. Etmediler, etmezler edemezlerdi. Batının temel değerlerinde bu yoktu. İkinci sınıf uluslar onun sömürgeleri ve o ulusun bireyleri onların ancak köleleri olabilirdi. Asla ve asla onla eşit olamazlardı. Onları eşit kabul etseler kimi sömüreceklerdi. Batı medeniyetinin temeli bozulmuş Hiristiyanlık’a ve Roma imparatorluğun değerlerine dayanıyordu. Onun tabiatında aşağı milletleri sömürmek vardı.
Batı yüzyıllardır cephelerde yenemediği doğu İslam dünyasını entrikaların kurban etti. Onu sahada yenemedi ama ondan çaldığı bilimlerle yaptığı Rönesans sayesinde sanayi devrimin yaptı ve doğu İslam dünyasına karşı en güçlü silahlar üretti. Tabii ilk işi de doğu İslam medeniyetinde tarihi öcünü almak oldu. Her şey onun üzerineydi zaten. Roma’yı dize getiren sonra da yıkan İslam medeniyetiydi ve onun tarihi düşmanıydı.
Hıristiyanlığı kendine dönüştürmüştü Roma, ama İslamiyet’i dönüştüremedi. Ama hala bu ısrar ve inadından vazgeçmiyor. Kendi Pagan medeniyetini üstün ve hakim kılmak için bütün yolları deniyor.
Bu yollar o kadar çoktu ki kendisi bile bilemedi sayınsı ve hesabını hiçbir zaman tutamadı. Ancak İslam dünyasını parçalamayı, parçalayarak yok etmeyi kafasına koydu bir kere. Bazen dost görünerek, bazen gizli açık tehditlerle sürdürdü savaşını. İslam dünyasının içersinden gönüllü ajanlar buldu. Onları destekledi üstün mevkilere getirdi ve kendi emelleri için kullandı. İşi bittiği zaman da bir pislik gibi fırlatıp çöpe attı. İşte bu tipler ülkelerinin en yüksek mevkilerine geldiler, halklarını ezdiler, efendilerine peşkeş çektiler.
..
AŞK İÇİN AŞK
Görünmez bir mutluluk söyler şarkılar
Hele senin şakıdığın o müthiş şarkılar
Gül yüzüne yakışan o eski şarkılar
Görünmez bir mutluluk söyler şarkılar
Aşk için söyledin aşk için aşk
Mutlu olmak için aşk aşk için aşk
Yaşamak için aşk ölümsüzlük için aşk
..
İSLAM ÜLKELERİ VE ORYANTALİZMİN OYUNLARI
Darbe kan akıtıyor Mısır’da. ABD uzman desteği veriyor İslam dünyasını birbirine kırdırmak için. İslam dünyasında ne de çok satılık adamlar var. Oryantalizm yıllar önce bu tezgâhı kurdu. Batılılaşma adı altında öncü karakollarını kurdu. Her ülkede sivil ve askeri karakollar edindi. Gerek siyaset gerekse eğitim perdesi altında ajanlarını yetiştirdi. Ve işte bu güne gelindi.
İşte şimdi İslam dünyasında satılık kalemler satılık vicdanlar ortalığı tutmuş vaziyette. Gerek demokrasi gerekse darbe yoluyla hep kendi adamlarını öne çıkarıyor. Aykırı bir sesle karşılaşınca önce tehdit ediyor sonra askere havale ediyor. Yahut öldürtüyor bir yolla. Zehirliyor, darbeyle deviriyor veya bir suikastla hallediveriyor işini. Faysal, Özal, Menderes, Sunisi, Kral Faruk, Şerif Hüseyin, Ziya Ül Hak vb.
Osmanlı’yı yok oluşa götüren İttihatçı güruhu Jön Türklerin devamı. O jön Türkler ki başları sıkıştığında soluğu batı elçiliklerinde alıyordu. Osmanlı’yı yıkmanın planları yıllar önceden yapılmıştı. Yerine kurulacak devletçiklerin arazisi bile cetvelle çizilmişti. Ve her küçük ülkeye bir kukla yönetici yerleştirmişlerdi. Osmanlı’yı yıkma işinde en büyük ortakları Şerif Hüseyin ve oğullarına Arap coğrafyasını bölüştürmüştü.
Bu kukla yönetimlerle de yetinmedi: ülkelerin eğitimine el attı. Eğitim sistemlerini batı kölesi Man kurtlar yetiştirmeye ayarladı. Cemil Meriç’in Müstağripler dediği intelijansiya böyle doğdu. Bu yarı aydın tipler eliyle batı kafalı sanatçılar yoğruldu. Hatta kayıtsız şartsız batı kölesi gençlik, batı kölesi kitleler doğurdu.
Bu kitleler kendi tarihinden yoksun batı değerlerini kendi değeri haline getirmeye meftun, batılı yaşam ve inanç tarzını ilke edinmiş kitlelerdi ve batıya gönüllü kölelik yapmaya adamışlardı kendilerini.
İşte bu mahut kitle ülkelerinde sol diye adlandırıldı ve bu sol fakir halkın yanında olmak yerine mutlu azınlığı oluşturdu ve kendi menfaatlerini ülke menfaatinin yerine koydular.’ Kendilerini ülkeleri yerine koydular maksat vatansa gerisi teferruattır ‘diyerek hainliklerine vatanseverlik süsü verdiler ve belki de zavallı beyinleriyle buna inanıp fakir halk kitlelerini buna inandırdılar. Bu yolda batının deli gömleği izmleri kurtuluş reçetesi olarak yaydılar.
İşte gel gör ki bu ekip ve kitleler kendilerini bu vatanın gerçek sahibi halkı ise ikinci sınıf yaratıklar sayıyor aşağılıyor, kendi inanç değerlerine bağlı kitleleri aşağılayarak gerici, yobaz, göbeğini kaşıyan adamlar, tepsi kafalılar diye adlandırmakta ülkelerin zencileri haline dönüştürmekte, ellerine geçirdiklerinde gözlerini kırpmadan öldürmektedir. Suriye ve Mısır ‘daki katliamlar bunun bir örneğidir. Daha birçok örnek sayabiliriz. Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan infazlar burada hatırlanması gereken en önemli olgudur
Irak’ta Saddam zulmü, Suudi Arabistan’da Seyyid ve şeriflere açılan savaş bu alanda sayılması gereken örneklerdir.
İşte Rusya’da Man kurtlaştırılan Müslüman Türk aydınlarının her ülkede bir türü oluşturulmuş bu da batı dünyasının işini kolaylaştırmıştır. Batı bu ülkelerde yalnızca inanç savaşı değil aynı zamanda sömürü düzeni kurmak için kullanmıştır oryantalizmi. Bu oryantalizm ki tek amacı doğu islam dünyasının inanç yönünden yozlaştırılması olarak anlaşılmamalı, aynı zamanda sömürülmesi amacını taşımaktadır.
..
DEPREMLER BİZE NE DİYOR?
Her şey bize hayatın faniliğini fışkırıyor. Bu fani dünyaya geldiğimiz günden beri hep yanlış bir hesap yapıyoruz. Sanki hep bu dünyada kalacakmış gibi bir kuvvetli inanç içindeyiz. Bu inanç aslında bir gerçeğe dayanmıyor. Bu inanç bir büyük aldanışın eseri.
Çevremizde her gün bir insan ölüyor, her gün bir insan göçüyor. Ama biz hep ölüm başkaları için diyoruz. Ölümü kendimize hiç mi hiç konduramıyoruz. Ölüm başkalarının hayat bizim. Yapacak çok işimiz var. Emellerimiz bitmiyor, duygularımız fokur fokur kaynıyor. Hırsımız tavan yapmış. Biz alemlerden alemlere koşuyoruz. Emellerden emellere yuvarlanıp duruyoruz. Gözümüzü açamıyoruz, basiretimiz bağlanmış, dünyaya geliş amacımızı unutmuşuz.
Önümüze dünyevi hedefler o denli yığılmış ki onları aşıp ebedi yurdumuzu unutuyoruz. Hedefler asıl hedef ve maksadı unutturmak için konulmuş. Bir yanlıştan bir yanlışa yuvarlanıp duruyoruz. Şeytan büyük bir oyun kurgulamış bize. Biz bu oyunun zavallı kurbanlarıyız.
Önce büyümek istedik. Tüm amacımız bundan ibaretti. Bu amaç gerçekleşti ama önümüzde yığınla mesele bulduk. Problemlerimiz arttı, meşgalelerimiz çoğaldı. İbadet etmeye vakit bile bulamadım. Bulduysak bile huşu ve huzuru yakalayamadık ibadette. Bunu dert bile edinmedik. Başka dertlerimiz vardı. Gündelik işler her şeyin önüne geçmişti.
Önümüzde koskoca bir eğitim devresi vardı, sonra iş bulacaktık. Okul bitti güç bela, iş bulduk. Sıra evlenmeye geldi. Evlendik, çocuk hevesi sardı. Çocuk sahibi olduk, onlarla oyalandık. Onlar büyürken dertleri sardı bizi önemsemedik. Onlarla biz sanki cennetteydik. Bu cennet kıs sürdü, çocuklar büyüdü problemleri arttı. Cennetimiz cehenneme döndü. Onların eğitimine verdik her şeyimizi, bittik, tükendik. Sonra evlendirdik onları, yerleştirdik ama sorunları bitmedi.
Bunlarla yoğrulurken bittik, tükendik. Aklımız ölümü getirmedik hiç mi hiç. Çevremizde ölenler oldu onların cenazelerine katıldık, ama biz üstümüze alınmadık. Bir gece ansızın depremler le uyandık. Hayatın fani olduğunu, hatta dünyanın bizi üstünde tutmak istemediği gibi bir hisse kapılmıştık.
Aslında hayat bize her şeyiyle faniliği haykırıyordu ama biz inanamıyor, inanmak istemiyorduk. Çocuktuk, genç olduk, olgunlaştık, yaşlandık, hala bu değişimin farkında değiliz. Oysa her doğan büyür, gelişir, olgunlaşır, yaşlanır ve ölürdü. Oysa biz hiç ölmeyecektik. Hep bizden yaşlılara bakıyorduk; ölüm onlar içindi. Bize sıra gelmemişti ve sanki hiç gelmeyecekti.
Depremler bize bu adlanışımızın doğru olmadığını gösterdi. Sarstı bizi. Altımızdaki her şeyi çekip almaya başladı bir bir. Güvendiğimiz dağlara kar yağdı. O yalancı güven hissimiz sarsıldı. Unutmak istedik o felaket günlerini geçirdik sağ salim. Binalara çıkamıyor çadırlarda yaşıyorduk. Sonra tahta barakalara taşındık. Ama zaman en büyük ilaçtı. Evlerimizi güçlendirdik ve onlara döndük.
..
BU KAFA
Bu kafa nereden çıktı. Kendi örf ve adetlerine yabancı, kendi dini inanç ve mukaddeslerinden habersiz bir kafa bu. Bir İslam ülkesinde yaşıyor, Müslüman olduğunu söylüyor ama İslamın örtü emrini yok sayıyor. Örtünmediği gibi örtüden utanç duyuyor. Aslında inanmıyor o belki de. Yahut ta neye inandığını bilmiyor.
Köylü, hademe ve işçilerde normal gördüğü örtüyü memurda amir de poliste askerde ve adliyede normal kabul edemiyor. Mini eteği kişinin tercihi olarak görüyor, görebiliyor, öyle kabul ediyor, başörtüyü kişisel tercih olarak görmüyor göremiyor, aklı ve havsalası almıyor. Burada ve bu kişide akıl yok aslında, dumura uğramış zeka var. Kendisini çok akıllı başkalarını aptal sanan ve kabul eden kafa bu.
Sorsan ilerici, kendine göre aydın ve ileri fikirli biri bu. Demokrasiyi içine sindirememiş az gelişmiş zeka işte budur. Bu zeka olayları, kişileri ve düşünceleri doğru dürüst algılayamıyor. Eşyayı kavramaktan uzak. Ne kendini biliyor, ne bilmediğini. Bu kafa karşısında aptallaşmaktan kendimi alamıyorum. Her şeyi tepetaklak eden bir mantık. Buna mantık da denemez. Bu kavrayıştan uzak örümcekleşmiş bir beyindir. Bu beyini iyi teşhis etmek lazım. Bu beynini kiralık olarak kullandırmış yüzyıllık bu kiralamaların satılığa döndüğünü unutmuş, şimdi bağımsız düşündüğünü sanarak birilerinin bir zihniyetin hoparlörü olduğunu unutmuştur. Bu beyin normal değildir dumura uğramıştır, dumura uğratılmıştır. Bütün yetenekleri yok edilmiştir. Birçok yetenekleri kör edilmiştir. Karanlıktır. İslenmiş zift kaplamıştır. Ölüdür. Her tarafı kuşatılmıştır. Bütün kanalları tıkanmıştır.
Bu kişilik ne kendini, ne ülkesini tanımaktadır. Bu kişi aslında kimlik ve kişilik kaybına uğramıştır. Kişilik ve kimliğini kaybetmiş ama yeni bir kişilik ve kimliğe de kavuşamamıştır. Ne batılı olabilmiş ne doğulu kalabilmiştir. Cemil Meriç’in deyimiyle Müstagrip’tir tam anlamıyla. Ne tam imanlı bir mümin olabilmiş, ne neye inanacağını bilebilmiştir. Sorsan inanç sahibidir ama inançlarının gereğini nerde yapmak, bilmemektedir, bilememektedir bile.
Müslüman olduğunu söyler ama ömründe bir kez bile başını secdeye koymamıştır, koymaz. Ölünceye dek caminin yolunu bilmemiş öğrenmemiştir. Öğrenme ihtiyacını hissetmemiştir bile. Hayata veda edince cenazesi oraya gelecektir adet olarak. Çocuklarına Müslüman ismi koymaz uyduruk adlar veririz. Kendisinin İslamı çağrıştıran adından utanmaktadır. Onun anlamını bile merak etmez. Batıda bir Hristiyan ailede doğmayı çok isterdi ama bunun mümkün olmadığını bilir.
Kendinden, çevresinden ve tarihinden utanmaktadır. Kendi örf ve adetlerinden, düşünce ve inanışlarından utanç içindedir. Hep başka biri olmak ister. Batılılar gibi olmak, onlar gibi yaşamak, onlar gibi inanmak ve onlar gibi ölmek. İşte yüzyıllardır benliğinden koparılan doğulunun acı sonu budur.
..
RAMAZAN VE İHSAN
İnsan yeryüzüne neden gönderildiğini bir bilse, bir bulabilse. Bir amaçla yaratıldığını bir anlayabilse. Yalnız yemek, içmek ve eğlenmek için yaratılmadığını idrak edebilse… Ah nerde, nerede bu müdrike bu şuur. Yanından bile geçmiyor zavallı insan. Niçin yaratıldığını bir türlü kavrayamıyor.
İşte ramazan bu idrake çağırıyor bizi. Kendi gerçeğimizi anlamaya, kavramaya ve bu gerçek çerçevesinde hayatımızı anlamlandırmaya çağırıyor.’ İnsan başıboş yaratıldığını mı zannediyor? ’buyuruyor Allah –u Teala (cc.) işte başıboş yaratılmadığını anlayacak insan niçin yaratıldığını da bilecek, bulabilecektir. Onun için ‘Kur’an da hala anlayamayacak mısınız? ’ hitapları çokça yer alıyor. Kur’an insanı araştırmaya, öğrenmeye, düşünmeye ve anlamaya çağırıyor. Çok fazla ibadet etmeye değil, namaz kılmak, oruç tutmak anlamında.
İnsan ihsan makamında. ‘İnnallahe ye’muru bil adli ve’l -ihsan’ ’Allah adalet ve ihsanı emrediyor’. Her Cuma hutbeden inmeden imam efendi bu şekilde hitapla bitiyor öğütlerini. ‘Ve ita izil kurba…’ Yakınlara vermeyi emrediyor Allah diyor Kuran' dan ayetle. Ramazan Allah’ın ihsanı Müslümanlara. Ve en çok bu ayda ihsan etmek, iyilik ve ikram emrediliyor, teşvik ediliyor, öğütleniyor. Yapılacak sadaka ve ikramların sevaplarının bu ayda kat kat olacağı müjdeleniyor.
Sürekli namaz kılan değil, üzerine düşen vecibeleri yerine getirdikten sonra insanlara yardım eden, eden, helal rızk için çalışan, aile ve efradının iş ve hizmetlerine koşan insan tipi ululanıyor. İnsanların sıkıntılarını giderenler daha üstün tutuluyor. Nafile ibadetlerden daha önemli sayılıyor.
Bir menkıbe anlatılır bu meyanda: iki kardeş anlaşılıyor bir ibadet edecek gece gündüz, diğeri para kazanmak için çalışacak ve kazandığını kardeşiyle bölüşecek. Diğeri de sevabını onunla bölüşecek. Yani bir dünya için diğeri ahiret için çalışacaklar, kazançlarını bölüşecekler. Dünya için çalışan ahiret için çalışandan daha üstün tutuluyor. İşte din bu. İnsanların sıkıntısını gidermeyi, dertlerini paylaşmayı ve onlara çareler bulmayı nafile ibadetlerden üstün tutuyor dinimiz.
İblis bile cimri abidden korkmuyor, cömert asıktan korkuyor. Cimri abid şimdi elimden kurtulmuş görünüyor ama ben eninde sonunda onu avucumun içine alırım. Çünkü o parayı çok seviyor. Ben onu parayla pulla, dünya malıyla avlayabilirim. Ama o cömert fasık var ya şimdi avucumda gibi görünüyor, amma o eninde sonunda elimden kaçıp kurtuluverir.
Zaten cömertlik Allah’ın varlığına Rezzak rızık verici olduğuna, dünyadaki mal ve mülkün ona ait olduğuna kuvvetli bir inanç ve kati bir imandan kaynaklanmaktadır. Cimrilik ise inanç zafiyetinden kaynaklanmaktadır. Allah’ın Rezzak olduğuna inanmamaktan gelir.
..
NEFSİN AYARTISI VE MAKAM SEVGİSİ
Yıllar önce Amerika’da tahsil yapıp ülkesine dönmüş bir tanıdığım birkaç genç arkadaşımızı bir masa etrafında toplayıp bize, para, makam, kadın ve şöhretten hangisini tercih edebileceğimizi sormuştu da onu çok yadırgamıştım. Bu soru bana çok uçuk gelmişti, sorma ortamını da yadırgamıştım.
Ne alakaydı, bu soruyu bize sormuyordu. Niyeti ve amacı neydi bu soruyu sormaktaki? Hepsi bana ters gelmişti. Yeni bir market kurmuş bu adamın ne yapmak istediğini anlayamamıştım. O da zaten birkaç toplantıdan sonra bu toplantılara son vermişti. Bizde ne arıyordu, nasıl bir birliktelik düşünüyordu. Verdiğimiz cevapları mı beğenmemişti? Bilmiyorum. Ona ısınmamıştım zaten. Ama daha sonra ara sıra bu anekdot aklıma geliyor ve beni düşündürüyordu.
Bu gün yine aklıma dank etti ve insanların sırf nefsani dürtülerle inançlarıyla çelişebileceği, bu uğurda inanç kardeşleriyle ters düşebileceği çok önemli bir konuydu ve bu dürtü kişiyi düşmanlarıyla işbirliğine götürüyor, öz davasına bile ihanet ettiriyordu.
Bu Kabilleşme diyebileceğimiz bir davranış stiline giren zavallılar bu dünyaya geliş amaçlarını bir teville nasıl unuttuklarını, nasıl kendi kendilerine ve benliklerine ihanet ettiklerini pek güzel görmekteyiz. Bu kimliğini kaybetme, kişiliğini inkar etme psikolojisi, nefsin ayartısından ibarettir ve şeytana uşaklıktan başka bir şey değildir. Bu ihanet belki kişiye dünyevi menfaatler sağlayabilir, belki düşmanlarının yanında büyük değer kazandırabilir ancak asil bir duruş ve davranış sayılamaz. Habil’den ziyade Kabil’e yaraşır bir durumdur. Adı Azazil olan şeytanın da böyle bir macera sonucu reddedildiğini İblis diye tesmiye edildiğini unutmamak lazımdır. Sırf kendini beğenme, guru, kibir, hırs ve tama yüzünden bu ahsen-i takvimden esfel-i Safiline yuvarlanma macerasıdır. Oysa bu dünyaya gelme maceramız, daha ulvi nedenlere dayanmaktaydı, ila’y-ı kelimetullah davası gibi ulvi dava bu süfli arzulara tercih edilebilir miydi?
Allah’a ulaşma ve seyri-i sülük gibi yüce meselemiz varken bu yüksek makamdan aşağıya yuvarlanmak şeytani bir maceraya düşmüşüz demektir. Bu şeytani macera zaman zaman bazı kişilerde ortaya çıkmakta, hazin bir tablo arz etmektedir. Musa as. In kavminin ulularından Belam bin Bauranın macerası bize ibret olmaya yeter. Ve bu macera içimizden çıkan bu hainlerin durumunu anlamamıza hizmet etmekte oldukça işe yarar görünmektedir.
Belam ki Musa as ın dini üzre alim olan bir kişiydi. Ayrıca ibadet ehliydi. Sonradan kendisine açılan ikbal kapısı yüzünden Musa as ordusuna karşı asi krala yardım etmişti. Dinini satmış dünyasını almıştı. Az bir baha karşılığı Allah’ın ayetlerini satmıştı. Ne kötü bir alışveriş. Ne büyük bir aldanış.
Dünya ve içindekilerin toplamı ahirette en küçük bir mükafata karşılık değersiz bir kazançtı. Kabiller, Nemrutlar, Firavunlar ve Belamlar ne kötü bir ticaret yapmışlardı.
Bu gün de aynı Kabillere, Belamlara rastlamak mümkün. Birçoğu ikbal peşinde olan bu adamlar kendilerine sunulan makam ve şöhret uğruna dinlerini ve inançlı kardeşlerini, hatta inandıkları davaları satıyorlar, onlara ihanet ediyor, karşı mahallenin adamı ve oyuncağı oluyor, dün birlikte oldukları arkadaşları ve davalarına ihanet ediyorlardı.
..
Değerli öğretmen arkadaşlarım, sevgili öğrenciler
Bugün aziz şehitlerimizin hatırasını yad etmek için buradayız. Ne mutlu bize.
Biz ki onların evlatlarıyız. Biz ki aynı inanç ve idealler peşinde koşan insanlar olarak aynı bayrağı yükseltmek için gayret sarf etmekteyiz.. Ne mutlu bize.
Biz ki Seyit Onbaşıların, Kınalı Hasanların, Yahya Çavuşların torunlarıyız. Ne mutlu bize.
Biz ki tarih boyunca bütün cephelerde ölüme gözünü kıpırdamadan giden o mutlu insanların çocuklarıyız.. Ne mutlu bize.
..
MERNUŞ SÖYLÜYOR
Anlat bana
Nar gibi kızaran vakti
Olgunlaşan bir meyve gibi
Öğle sıcağında
Güneşin bir mızrak boyu indiği
Kıyamet sabahında
Anlat bana
..
SEKÜLER EĞİTİM VE BONZAİ
Yıllardır sürdürülen seküler eğitim gençleri Bonzai ’ye yöneltiyor artık dün sadece sigara ile mutlu olan gençlik, sonra biraya alıştırılmış, bira alışkanlığı alkol tüketimine yöneltmiştir. Alkol tüketimiyle yetinmeyen gençlik daha sonra esrar ve eroine alıştırılmış, ardından Ektasy ve en son olarak da Bonzai ’yi keşfetmiştir.
Maddi eğitimden bir türlü manevi eğitime geçilemedi. Medreselerin iflasından sonra batılı anlamda kurulan yeni mektepler batıcı bir zihniyet, Hristiyan öğretisinden dışlanmış ama İslami bir veçhe kazanamamıştır. Yetiştirilmek istenen gençlik pozitivist bir bakış açışıyla yönlendirilmiş, dini ve moral değerleri dışlayan bir eğitimin temelleri atılmıştır.
Bu eğitimin oluşturduğu nesillerin batıcı, dini değerleri önce önemsemeyen, giderek dışlayan bir kimliğe sokulmuşlardır. Gimnazyum’u: çıplaklık anlamına gelen beden eğitimi ve batılı teist müzikle yetişen gençlik hazcı bir kimliğe bürünmüştür. İbadetten uzak tutulan nesiller din derslerinden hayata bir değer katamamış, kendini dünyevi hazların emrine vermekte gecikmemiştir.
Halkın düşünce ve duygu dünyasından kopuk yetiştirilen nesiller halktan tamamen koparılmışlar, öğrenim görmüş gençlikle halk arasında büyük bir uçurum oluşmuştur. Bu uçurum gençliğin dünyasını alabildiğine yapaylaştırmıştır. Bu yapay dünya mutluluğu Allah inancı ve ona ibadette aramayıp dünyevi zevklerde aramış, bir müddet sonra kendisini Bonzai çukurunda bulmuştur.
Müfredattan inanç değerlerini kovmuş bir milli eğitimin vardığı son nokta burasıdır. Kılık kıyafet zorunluluğu ve askeri disiplinle verilen eğimin insanın iç dünyasını alabildiğine yalnızlaştırdığı açıktır. Ruhları aç bu nesillerin bedenleri doyurulmaya çalışılmış, bu doygunluk onların mutlu olmasına yetmemiş, mutluluğu zevkte ve uyuşturucuda aramıştır.
Üstüne üstlük Darvinist felsefenin yaratılışı inanç değerlerinden ayırması gençliği nihilizme sürüklemiş, en son felsefe dersleriyle büsbütün dünyası materyalist eştirilmiş, uçurumun kenarında bir başına bırakılmıştır.
Bu anlayış ülkemizi ve insanlarını İslam medeniyet bütününden koparmış, batı medeniyetinin bedbaht ve buhranlı dünyasına eklemiştir. Bu buhranlı dünyada kendine sağlam bir yer edinememiş gençlik kendini uyuşturucunun kucağında bulmuştur.
..
SİYONİZMİN DÜNYA HAKİMİYETİ
Siyonizm uzun vadeli plan ve programlarını yapmış, lanetlenip kovulduğu topraklara yerleşmek ve orada Deccal ’ın imparatorluğunu kurmak için son hazırlıklarını yapmış, Arz-ı Mevut dediği topraklara göç etmiş ve bin bir entrikalarla mesken edindiği toprakları önce terör, sonra işgal ederek devletini kurmuştur. Şimdi bu topraklar üzerinde Büyük İsrail Devleti’ni kurmak Nil’den Fırat’a kadar uzanana büyük zulüm imparatorluğunu neşet ettirmek üzere harekete geçmiştir.
3 bin yıldan beri bu toprakların sahibiyiz diyerek isyan çıkardıkları için kovuldukları topraklar üzerinde hak iddia ederek, batıl itikatlarının peşine düşmüş ve bütün dünyanın bu sapık düşünceye inanmasını beklemektedirler.
Müslümanların ve Hristiyanların mukaddes kabul ettikleri Mescid-i Aksanın kutsalına hakaret eden Siyonist çapulcular dünyanın gözü önünde her türlü küstahlığı yapar hale gelmişlerdir. Dün Gazze’yi hunharca çoluk çocuk, hasta, sağlam, kadın erkek, sivil, asker demeden bombalamış, buğunsa daha tam bir anlaşma ve barış yapmadan, küstahça barışı bombalarcasına saldırılarını manevi değerler üzerine yöneltmiştir.
İslam dünyasıyla alay edercesine yapılan bu maddi manevi saldırılar artık haddini aşmış, tüm İslam dünyasının maşeri vicdanını yaralar, İzzet’i-nefsini ayaklar altına alır olmuştur. Bir türlü uyanamayan İslam dünyası Siyonizm’den yediği darbelerle ayılır gibi olmakta, ölüm uykusundan uyanana dev yarı uykulu, yarı baygın yattığı yerden doğrulmaktadır.
Süleyman mabedi daye uydurulmuş bir efsaneyi bahane ediyor İsrail. Bu antik inanç Müslümanların kutsalını ihlal için bahane olmakta, Siyonist Yahudi dünya hâkimiyetini test etmektedir. Bütün İslam âlemi başta olmak üzere bütün dünya ile alay etmeye alışmakta olan Siyonist dünyası kendi güç ve hâkimiyetinin ilanı peşindedir, bu davranışıyla bütün dünyaya meydan okuduğunu ilan etmiştir.
Bu gün bütün dünya bu Siyonist oyun karşısında apışıp kalmış, ne olup bittiğinden habersiz lal kesilmiştir. AB ülkelerinin Filistin devletini tanımaya başladıkları bu zamanda Siyonizm öldürücü darbesini vurarak intikamını almıştır.
Belki de oynana bu oyun bir mizansendir ve dünya bu mizansenle aldatılmakta oyun içinde oyun sergilenmekte, Siyonizm hedeflerine bir adım daha yaklaşmaktadır. Büyük İsrail’ in kuruluşu ve gizli dünya hakimiyetinin dünya hakimiyetine dönüşmesi için son dönemeç alınmıştır. Siyaset, medya ve finans dünyasına hakim Siyonist hareket dünyayı parmağında oynatmakta, bunu yaparken bütün dünyanın gözünün içine bakarak alay etmektedir.
Bugün yapılan tam da budur. ABD ve AB’yi hakimiyeti altına almış, Rusya ve Çin’i sindirmiş bir Yahudi Siyonist zihniyet tüm dünyanın karşısına dikilmiş, İslam dünyasını rezil etme bahasına, İslam dünyasının şerefini bin para etme adına en sefil planlarını yürürlüğe koymaktadır.
..
MISIR DARBESİ FİLİSTİN’E
Bu darbe niçin yapıldı? ABD merkezli sosyal medya kaynaklı şimdi darbeler. Türkiye’de denendi başarılamadı, ama yine umut içindeler. Yeniden deneyecekler. Bu belli.
ABD ve arkasındaki Yahudi işbirlikçileri bu yeni darbe şeklini tercih ediyorlar. Y kuşağının zaaflarını kullanıyorlar. ABD bunu Walt Street olaylarından öğrendiler ve bastırdılar. Şimdi aynı olayı İslam ülkelerinde deniyorlar. 12 Eylül vari uzun karışıklıkları beklemeye tahammülleri yok. Hem o tip darbelerin sonunda aleyhlerine döndüğünü keşfettiler şimdi bu yarı modern bir darbe peşindeler. Hemen ekecekler hemen biçecekler ve yaptırdıkları darbenin milli güçlerce aleyhlerine dönmesine izin vermeyecekler. Böyle düşünüyorlar.
Gelelim asıl konumuza. Mısır darbesi şunu gösterdi ki İslam ülkelerinin en yakınında ve tam ortasında açılmış bir çıbanbaşı gibi duran İsrail, dünya Yahudi sermayesi sayesinde her tarafa el atıyor, bütün dünyayı parmağında oynatıyor, istediği yerde istediği liderleri gerek demokrasi gerekse darbe yoluyla işbaşına getiriyor kendi milli menfaatleri Siyonist idealleri için kullanıyor. Kuran’ı Kerimin ilk Suresi olan Bakara suresinde uzun uzun anlatılan Yahudi zihniyeti işte şimdi lokla bir problem olmaktan ele geçirdiği dünya sermayesi ve uluslararası medya sayesinde devletleri ele geçirmiş tüm devletlerin arka planında derin devletler kurmuş, mason Rotary ve Lions kulüpler aracılığıyla dünyanın her yerinde kendi kölelerini yetiştirmiş, bu kapıkulları vasıtasıyla o ülkelerin iliklerine kadar sömürülmesine yol açmışlardır. Ayrıca Hristiyanlığın özüne işleyerek onu Yahudiliğe payanda yapmış daha ileri giderek Yahudi dünya devletine inanan mezhepler oluşturmuştur.(Evangelizm)
Evet, bu lanetli kavim aslında Allah’ın değil şeytanın peşindedir ve onun dünya saltanatı için savaş vermektedir. Onun her şeyi zulüm kan kin ve mazlum milletlerin gözyaşıdır. Öyle bir sapık inanç içindedirler ki bu inanç uğruna yapamayacakları şey yoktur. Aslında dünyanın en korkak milleti oldukları halde en büyük entrikaları planlayıp gözü kırpmadan uyguluyor kitlesel katliamlara sebep oluyor, birçok kavim ve topluluğu ortadan kaldırmakta tereddüt etmiyorlar.
İşte Siyonizm’in gerçek yüzü. Bu Yahudilik değil sapkın Talmud tefsirinin ortaya çıkardığı korkunç zulüm felsefesi. Bu milletlerin başına bela olan ideoloji yüzünden tüm milletler, özellikle İslam milletleri inim inim inlemektedir. Irak’ta, Afganistan’da, Suriye’de Mısır’da, Pakistan’da, Filistin’de, yapılan zulümlerin baş sebebi hep aynı zihniyettir. Bu zihniyet birçok Yahudi’nin de onayladığı bir zulüm imparatorluğu gizli dünya devletinin zihniyetidir dünyanın neresinde olursa olsun bütün zulümler onun eseridir. Süper güç ABD’yi parmağında oynatan derin el budur, bütün adaletsizliklerin altında yatan onun planlarıdır.
Şimdi Mısır’da olup bitene bakalım. Darbenin daha ilk günlerinde yapılan nedir? Gazze tünellerinin yıkılması, sınır kapılarından geçişlerin sınırlandırılması. Darbe ne zaman yapıldı. Tam Türkiye Başbakanın Gazze’ye gitme planları yaptığı günlerde. Bu olay Gazze ablukasının tam da yırtılacağı böyle bir gezi öncesi yapılıp tüm planların bozulması Gazze’nin yarı açık cezaevine dönüştürülmesine sebep olmuştur. Bir yandan Mısır bir yandan Türkiye Milli yönetimlere kavuşmuşken Yahudi derin güç ABD süper gücü harekete geçirerek her iki ülkede Y Kuşağını kullanarak kendilerine karşı çıkan bu iki soylu sesi boğmaya kalkmışlardır. Buna karşılık İslam ülkelerindeki kendi kuklalarını harekete getirerek darbe yönetimlerini desteklemişlerdir(Arabistan yardımı, Ürdün Kralı ziyareti, Esad desteği)
İşte bu ortamda bu derin devletin daha neler yapacağını izleyecek dünyanın her yerinde yeni zulümlere tanık olacağız. Ta kıyamete ve Mehdi’nin çıkışına kadar. Umarız bu çıkış çok gecikmez ve zulüm çok canlar yakmaz. Ama korkarım bu vahim olaylar devam edecek zulüm zirveye tırmanacaktır.
Ama bu onların zannettiği gibi 2000 yıl sürmeyecek belik 50 belki 100 sene içerisinde tamamlanacaktır. Ve tekrar İslam’ın ışığı tüm dünyayı kuşatacak İsa as eliyle İslam’ın asrısaadeti tekrarlanacaktır. Diyelim İstikbal İslam’ındır elbette istikbalde en yüksek seda İslam’ın sedası olacaktır diyor Bediuzzaman. Biz de öyle diyor ve İslam ümmetine ümit aşılamak istiyoruz. Çünkü ümitsizlik yasaklanmıştır. Güç ve kudret Allah’ındır.
Ahmet KEMAL
..
YAHUDİ, ANTİSEMİTİZM VE BİZ
Yahudi iyi bir zırh elde etti. Anti Semitizm. Bu gün hiçbir din ve milletin dünya çapında böyle bir kalkanı yoktur. Gelgelelim ki Yahudi kendine böyle büyük bir kalkan edinmiş kendisi ne yaparsa yapsın eleştirilemez olmuştur.
Bunca katliama, bunca soykırıma rağmen en ufak bir eleştiri, en ufak bir muhalefet ve eleştiri Anti Semitizm kalkanına çarparak geri dönmekte ve onu yapanı zor durumda bırakmaktadır. Bu gün Yahudi ırkı geçmişteki horlanmalarının acısını çıkaracak şekilde davranmakta, bu horlanmaya bizzat kendi aşağılık davranışları neden olduğu halde hak ettikleri bu muamelenin intikamını bütün dünyadan almaya kalkışmışlar, almışlardır da.
Babil’de büyük karışıklıklar çıkardıktan sonra Buhtunnasr ’ın gazabına uğradıkları günden beri dünyanın dört bir yanına dağılmış ve saklanmış, ama gittikleri yerlerde de rahat durmayıp, tefecilik, karaborsacılık yaparak halkları sömürmüş, menfaatleri için savaşlar çıkarmışlardır.
Bu topluluk her türlü kötülüğü yaparken başkalarına iyiliği emrederlerdi. Bu yüzden kutsal kitabımızda onlardan bahseden ilk ayetler onların bu yönünü ortaya çıkararak ele alıyordu. Bu yönlerini bir misalle şöyle anlatıyordu: İnsanlara iyiliği öğretip onunla amel etmeyen bilgin, başkalarını aydınlatıp kendisi yanan çıra gibidir.
Allah İsrail oğulların onlara peygamber göndererek ve bin bir nimet vererek diğer insanlara üstün kıldığını bizin kutsal kitabımız Kur’an’da da bildirmiştir. Bu üstünlük inanç üstünlüğü idi. Putperest insanlara karşı ilahi dinle yüceltilme, inanç ve ahlak üstünlüğü idi. Yoksa onların sandığı gibi doğuştan kazanılan ve hiçbir durum ve şartta kaybedilmeyecek bir özellik değildi. Oysa onlar böyle sandılar ve büyük bir aldanışa kapıldılar.
‘Hani Musa kavmine demişti ki; Ey kavmim Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani sizden peygamberler yaratmış ve hükümdarlar kılmıştı ve size alemlerden hiç birine verilmemiş olan şeyi vermişti.’ Oysa Muhammed ümmeti için daha büyük müjdeler var: Siz insanlar arasından çıkarılmış ümmetlerin en hayırlısısınız. Eğer kitap ehli de inanmış olsalardı kendileri için daha hayırlı olurdu.’
Burada inanmanın üstün olma ölçüsünü belirlediğini apaçık bir şekilde görüyoruz. İnanma ve iyi işler yapma. Bu şart yerine geldiği taktirde üstünlüğün elde edilebileceği, aksi halde kimsenin kimseye karşı bir üstünlüğü olmadığını kutsal kitapların öğretilerinden anlayabiliyoruz.
..
PUTLARI KIRIYORUZ
2
Tanzimat Edebiyatının Büyük İhaneti
Bizi bizden koparan, milli varlığımızı yok eden bu büyük ihanet kolay kolay hazmedilebilecek bir şey değildi. Bütün milli benliğimizi tar-u mar etti bu hareket.
Batının doğuyu ilk huruç hareketi idi bu. Haçlı savaşlarının kültür ve medeniyet kulvarında bize karşı başlattığı ilk büyük harekat. Bu büyük harekat planlanmış bir harekattı ve maksadına adım adım yaklaşıyordu. Oryantalizmin ilk büyük planı gerçekleşiyordu. İslam medeniyetinin bu son büyük evresinin temeline dinamit yerleştirilmişti.
Bu büyük harekatın dış dinamiği yanında iç dinamiği de vardı. Yıkılışı adım adım hazırlanan bu büyük medeniyetin edebiyat ve irfan aleminde de büyük yıkımlar başlamıştı.
..
HERKES PLAN YAPAR
Evet, herkes plan yapıyor. Herkes her şey için plan yapıyor. Fertler, toplum mühendisleri, iç ve dış mihraklar, gizli örgütler, legal ve illegal örgütler, devletler, derin devletler, partiler, Tapınaklılar, mason örgütleri, Rotaryen ve Lions kulüpler, Neon Conlar… Hepsi hepsi bir plan peşinde. Ama Allah’ın da bir planı var.
Dünya yüzeyinde büyük devletler sayılan ABD, Rusya, Çin, Almanya, Fransa, İngiltere hep bir plan yapıyor. Hepsi de dünya yüzeyinde daha çok sömürü yapabilmek için. Özellikle doğal kaynakları bol olan doğu ülkelerini sömürebilmek için binlerce plan ve bu planlara bağlı binlerce anlaşma yapmakta, binlerce entrikalarla amaçlarına ulaşmaya çalışmaktadırlar.
Bu planları uygulamaya koymak için faaliyet gösteren bir sürü gizli servis, kontrgerilla, özel harp daireleri, gladyovari örgütlenmeler hep bu iş için varlar, hepsi de yeraltı ve yer üstü kaynaklarının sömürüsüne dayalıdır.
Dünya savaşları, mahallî savaşlar, keşifler, icatlar, bilimsel alandaki gelişmeler, seyahatler, konferanslar, antlaşmalar, birlikler, uluslararası örgütler, kuruluşlar, organizasyonlar hepsi bu sömürü amaçlıdır, şöyle veya böyle bu amaçlar doğrultusunda yapılmaktadır.
Hileler, entrikalar, gizli servis faaliyetleri, terör örgütleri hepsi bu amaç uğruna yapılmakta. Devletler kurulmakta, devletler yakılmakta, büyük devletler parçalanmakta, topraklar işgal edilmekte, isyanlar ve işgaller sürmekte, meydan savaşları yapılmakta, suikastlar tertip edilmekte, adam kaçırılmakta, devlet adamları zehirlenmekte, uçaklar düşürülmekte, gemiler batırılmakta, ülke içi karışıklıklar çıkarılmaktadır.
Borsalarda spekülasyonlar yapılmakta, adamlar satın alınmakta, kara propaganda yapılmakta, karşılıksız para dağıtılmakta. Yayın organları çıkarılmakta, medya şirketleri kurulmaktadır. Devrimler yapılmakta, ihtilaller tezgahlanmaktadır.
Bütün hepsi sömürü temellidir, dün de bu gün de olup biten olayların anlamı budur, açıklanamayan birçok olayda ana neden bundan ibarettir. İnanç kavgaları bile bu alanda ikincil sebep olarak kalır.
Evet, herkesin bir planı var, herkesin bir oyunu var. Herkesin bir planı olduğu gibi Allah’ın da bir planı var. Herkesin bir oyunu olduğu gibi Allah’ın da bir oyunu var. Herkesin bir hilesi olduğu gibi Allah’ın da bir hilesi var. Bunca plana ve zulme karşı Allah’ın da bir hesabı var. Ve hesap günü için birçok şey hazırlanmakta, ya da başka bir deyişle o gün görülecek çok büyük bir hesap var. Büyük hesap günü.
..