Bilincin Batılı Olmaz
Bilincin batılı olmaz! İnsan “Batıl” olduğunu bildiği şeyi barındırmaz! Ya batılı, “Hak” sanıyordur, bu da zaten “Bilinç” olarak değerlendirilmez, “Zan” olarak değerlendirilir! “Zandan kaçının” denir! Ya da inandığı şeyleri irdelemiyordur! “İnanç” kapsamında kalmıştır!
"İnancın batılı olur mu? " İnanç ile bilinç konusunda; biri var ise diğeri yoktur! Eskiler inanca, "Taklidi iman", "Bilinç" haline de "Tahkiki iman" demişler! Ben, ikisini bu şekilde ayırmam ama “İnanç” ve “Bilinç” olarak ayırıyorum. İkisi aynı durumda olmaz! İkisinden biri vardır ortada! Bir şey, ya hakikidir ya taklittir! “Batıl inanç” ile “Batıl olmayan inanç” ikisi de "İnanç" kapsamındadır! Bilinç olsa zaten “İnanç” olmaz, “Bilinç” olur! Eskilerden; " Perde-i gaip açılsa imanım ziyadeleşmez! " sözü meşhurdur! Yani inanç, tamamen bilinç olmuş; perde açılsa dahi artmıyor çünkü inanç olarak kalan yok, hepsi bilinç olmuş. Eğreti inanç kapsamında bir şey kalmamış.
“Batıl inanç” ile “Batıl olmayan inanç” arasındaki ayrımı kim, nasıl belirleyecek? Bir batıl ya da batıl olmayan inanç, irdelendiğinde zaten “Bilinç” olacak! Bilincin de batılı olmaz! Batıl olsa bilinç olmaz! Burada “Vicdan” terazidir! Terazisi bozuk olan için “Bilinç” olmaz, “İnanç” olabilir! İrdelenmediğinde zaten bilinç de olmaz! “Batıl inanç”, irdelenmemiş inançların kapsamına dair söylenebilir! Bu durumda irdeleyenler, inanç kapsamında olanları, “Bilinç” kapsamına dönüştürecek! Batıl olanlar da bilinç olamadığı için elenecek! Yani ortada “Batıl inanç” da kalmayacak, “Batıl olmayan inanç” da kalmayacak! Sorgulanan ya elenecek ya da “Bilinç” olacak! Sorgulanmayanlar, “İnanç” kapsamında kalacak! Demek ki "Batıl inanç" denen, aslında sorgulanmamış tüm inanç kapsamı! Çünkü sorgulandığında ancak bilinç olabilir! Sorgulanma sonucunda kalanlar “Bilinç” olacağı için “Batıl inanç” diye tarif edilenler ya da “Batıl olmayan inanç” olarak tanımlananlar, sorgulama esnasında aynı durumda olacak!
Dikkat ederseniz toplumda "İnanç" kavgası görünür ama "Bilinç" kavgası olmaz! Bunun nedeni, inançların bilince geçirilmesi sırasında elenmesidir! Yanlışlar elenince de kavga nedeni olan ya da gereksiz durumlara neden olan "Batıl" diye adlandırılan kısım atılır!
Asıl sorun, inancın batıl ya da hak olarak ikiye ayrılması olduğunu düşünüyorum! Çünkü bu ayrım da bilince perde olacak! İnançlar, bilince dönerken irdeleneceği için “Batıl” kabul edilenler, irdeleniyor ve eleniyor! Bu kabul de kişiye veya toplumlara izafi olduğundan “Batıl” kabul edilmeyenlerin elenme şansı sıfır! Elenme şansının sıfır olması, bu kapsamdaki inançların "Bilinç” olmasına da engel oluyor! Yani “Batıl olmayan inanç”, olarak belirlenenler elenmediği için belirleyene izafi bir “İnanç” kapsamı oluşuyor ve bu kapsam, asla irdelenmiyor, gerek de görülmüyor! Başta "Hak" kabul edildiği için "İnanç" mertebesinde kalmak zorunda kalıyor! İrdelenmeyen "İnanç" da bilinç olamıyor! Eski tabir ile "Taklidi iman" ile "İnanç" sahası oluşuyor! Bilinç sahasına, sadece "Batıl" olarak başta kabul edilenler giremiyor! Diğerleri zaten irdelenmiyor!
..
İnanma Bil
İnanç Nedir? Mutlak manada inanç var mıdır?
İnanç:Bir düşünceye gönülden bağlı bulunma.
İnancın tanımında bile bireyselliği görebiliriz! "Her gönülde bir aslan yatar" Yani her gönülde aynı aslan yatmaz! Demek gönülden bağlı olmak bireyseldir. İnsanlık için belki en önemli ve göz ardı edilen sorun burada! İnancın sistematiğinden doğan sıkıntıları aşamıyor insanlar. Gönüllerde yatana müdahale de bu yüzden oluyor. Mutlak manada deliksiz inanç olmaz, bilinç dahi mutlak manada tam olmaz! Bu boyutta algılarımızın göreceliliğiyle inanır ve biliriz. Kabiliyete göreceli. Çoğu zaman "İnanç", "Bilinç" yerine kullanılmış. Hatta bu ayrımı Sait Nursi; tahkiki (hakiki) iman, taklidi iman şeklinde ayırmış. Yunus ise "İlim kendin bilmektir" diyerek, bilmeye işaret etmiş. Yani hem kendini bileceksin, hem de kendin bileceksin; nakil bilgilerle oluşan inancı içselleştirip bilgiye, bilince çevireceksin.
..
İnancın Davası Olmaz
İnanç, bilince hedef gösterir; bilinç oluşunca inanç kalkar bilinç başlar!
“İnanma Bil” yazımda bahsetmiştim.
İnanç ilk adımdır, neyi bileceğimizi bize bildirir. Bilmediğimizi öğrenmek için ilk adım inanmaktır. Define avcısı, toprağın altında hazine olduğuna inandığı için toprağı kazar! Kazıya başlamadan ki hali inanç, kazı sonucunda (Bulur ya da bulamaz) bu da bilinçtir. Yani kazıdan sonra hazinenin varlığı yokluğu konusunda bilince ulaşabilir. Öncesindeki inanç durumu kendine özeldir. Sonraki durumu ise topluma aktarabileceği bir bilinç durumudur. Yani insan bilmeden inancını (doğru yanlış) olarak topluma aktarması sadece danışma kapsamında olur. Bildikleri ise tavsiye kapsamında olabilir!
Güncel Türkçe Sözlük
İnanç: 1. isim Bir düşünceye gönülden bağlı bulunma.
Bilinç: 1. isim İnsanın kendisini ve çevresini tanıma yeteneği, şuur.
..
İnanç Özgürlüğü
“İnanç Özgürlüğü” kulağa ne kadar hoş geliyor değil mi? O kadar kolay mı bunu uygulamak? “İnanmak ne kolay! ” denir! Kolay mı? “Kolaysa başına gelsin! ” derim, ben de! “İnanma Bil” yazımda değinmiştim. İnanmak, dil ile ikrar kalp ile tasdik ile tamamlanır! İnsan eğer özgürce inanacak ise ön kabullerin de önüne konmaması gerekir! Uygulamada öyle mi? Hangi din mensubuna reşit olunca sorulur hangi dini kabul edeceği? Bebekken etiketlenir, sonradan dönerse de maazallah bazı kıvrak fetvacıların görüşüne göre de “Dininden dönenin katli vaciptir! ” Hopbbala! Bebek, kendi mi seçti de reşit olunca döndü diye katli vacip olsun! İnanç, zaten ön yargıdır! Bilinç ise inancın bireyde yerleşmiş halidir! Bebek çevresinden gördüğüne, duyduğuna inanır! Sonra da kendi bu inancını bilince çevirir! Hangi dinde inancı bilince çevirecek fırsat ya da ruhsat vardır? Yani bebekken büyüklerinin soktuğu dini irdeleyip değiştirmek istediğinde hangi birey çevresinden alkış alır? Ya da anlayış görür mü?
Tüm dinlerde inanç özgürlüğünden söz edilir! Yani özgürce inanacaksın ama o dinin yerleşik kurallarına! Hani özgür idi şahıs. Dünya’da genel olarak kabul görmüş, sözü geçen üç din kendi kurallarını tüm insanlığa kurtuluş reçetesi olarak sunuyor! Bu üç dinin de aynı coğrafyaya ait olması ve soy olarak da aynı soydan gelenlerce açığa çıkarılıp yayılması da manidar!
İnanmak konusunda olayı basite indirgemek kolaycılıktır. Yani “Allah var buna inandım! ” demekle birey kendini yerleşik dinsel inançların baskıcı taraftarlarından kurtaramaz! Taraftarlar, bireyin aklını da kendi anlayışlarına göre tanzim etmek ister! Yani İnanç onların istediği şekilde olmalı, öyle buyururlar! Sorun, iman edip etmemek değil! Sorun nasıl ve ne şekilde iman edileceği konusudur! Bireye bu alanda özgürlük asla tanınmaz! Eski zaman “Orta Çağ” söylemleri esas alınır iman konusunda! Bu nedenle yaşanan kavgalar imanlılar arasında olmuş! Haçlılar, Yahudiler ve cihatçı Müslümanlar insanları köle ederken, namusları ayaklar altına alıp kadınları cariye ederken de imandan bahsetmiş! Tarihsel süreçte en kanlı kavgalar inanç destekli olmuş! Bakınız, “Ben inandım, inanmak ne kolay; siz de inanıverin! ” diyenlerin çoğunluğu bireyin nasıl inanacağına da karışmak ister! Birileri, Vatikan’da baş seçer; hadi inanan ona uymasın da o ortamda kabul görsün! Yani inansa da seçilen başa itaat istenecek, bundan nasıl kurtulunur asıl onu irdeleyelim. Yani inanan kişi dini otoritelerin baskısından kurtulabilecek mi, “İnandım” demekle! Allah kendine inanmayı mı ister yoksa kendini bilmeyi mi? Yani Allah kendisi bilinmek istemez mi? Yoksa bilinç olmasın ezbere inanılsın o yeterli mi? Bilinç olmasa da din otoritelerini tasdik edip onlara itaat edince Allah bundan razı oluyor mu sanılıyor? Bütün mesele burada!
Kutsal kitapları kendi yorumlarıyla sert ve kavgacı yoranlardan nasıl kurtulacak inanan kişiler! İnanç denen şey bir iksir değil ki! İnanç, bilince yol gösteren bir kılavuzdur. İnsan bilincini inancına göre yorar ve kanaat oluşturur. Bu konuda, inancı taklidi ve tahkiki diye sınıflayan bile olmuş! Yani bilinç var ise iman tahkiki (hakiki) bilinç daha oluşmamışsa taklidi oluyor! Yani inanç sorgulamasını din adamları yapmaya kalkar ise ya da onlarda bu yetki varmış gibi algılanırsa zaten felaket başlamış demektir! Onlara göreceli olarak iman etmek zorunda kalacak, inanmakta özgür olan kalabalıklar! Onların tasdik ve onayından geçemeyenler ise “İnançlı” sayılmayacak! İnanç somut değil ki… Bu durumda ne olur bakın; bireyler toplumsal kabullere göreceli rol yapar! Buna zemin hazırlanmış olur! Münafıklara gün doğar! Münafığa kolay “İnandım” der ve toplumsal kabullere göre rol yapar! Bu Allah’ın kuranda rezil saydığı bir durum. Bu nedenle “Münafık, kafirden kötüdür! ” şeklinde bir gerçekle karşılaşılır! Mert olan ise toplumsal kabulleri vicdanında tartacak ve kendi göreceliliğinde bilinç oluşturacak bunu yapınca da din otoriteleri ve öğretilere ters olan bilinç durumları için hesap vermek durumunda kalacak!
..
İnanç Din İlişkisi
Bir kişi din ve inancı birbirinden ayıramıyor ise ikisinin aynı şey olduğunu sanıyor ise bu konularda bu yazıdan alacağı bir şey yoktur!
İnanç nedir, din nedir?
İnanç, kişinin bilince erişmemiş kanaatidir! İnanç, bilince eriştiğinde “Bilinç” olur; inanç, bir aşama ileri taşınmış olur! İnancın gelişmesi halinde inanç ortadan tamamen kalkar ve yerine bilinç gelir. Bir arif zata atfedilir şu söz; “Perde açılsa imanım artmaz! ” Yani inancımda olan her şey, bilince çevrildi; perdeli iken inançta olan ne var ise perde kalktığında her şey ayan olduğundaki haliyle bilincimde var! İnanç ve bilinç örtüştüğünde inancın yerini bilinç alacak! Arifin hedefi de budur! İnancın illa dine dair olması da gerekmez; her hangi bir konudaki inanç da bilinçli kanaate döndüğünde o konudaki inanç kalkar bilinç yerini alır! “İnanma, bil! ” şeklinde özetlenebilir!
Din, inancın sistematiğidir! Soyut olan inancın somut olarak yansıtılmasıdır! “Tanrı'ya, doğaüstü güçlere, çeşitli kutsal varlıklara inanmayı ve tapınmayı sistemleştiren toplumsal bir kurum, diyanet” O halde, kişinin inancının sistematiği her kişiye göreceli olarak farklılık arz edebilir, etmeli! Herkesin inancını ifade etme pratiği farklı olabilir! Mesela; sevgilisine olan soyut aşkını yani inancını, somut ifade etmek için bazısı “Çiçek” alır, bazısı da çikolata! Tanrıya olan inancın da pratikte gösterilmesinin metotları tarihsel süreçte gelişti. İnancın pratiği olan dinler gelişti. Nasıl ki inanç geliştiğinde, yerini bilince bırakıyor! Dinler de yerini bir sonrakine terk ederek gelişmek durumunda kalıyor! Gelişen ve bilince dönüşen inançları karşılamak için dinde yenilenmeler kaçınılmaz olmuş! Bahsettiğim yenilenmeler yeni dinlerin ihdası yoksa “Reform” da yenilenmeye dair işletilmiş ama bu kapsama girmez!
Bu inanç din tamamlamasına dair ilk insana doğru tarihsel sürece bir göz atalım! İlk zamanlardan beri “Tanrı” inancı vardır! Bu inanca dair “Din” pratiği nasıl olmuş?
Hem inancın, hem de bu inancın pratiği olan dinin nasıl geliştiğine bakalım.
..
Mümin Müslim Konusu
Güncel Türkçe Sözlük;
Mümin: 1. sıfat İnanan, inançlı, imanlı, mutekit; 2. isim Müslüman
Müslim: özel, isim, din b. (***) Müslüman
Kısaca; mümin inanan; Müslim, inancına teslim olan!
..
Algılanabilir Olmayan Soyut İnançlar İspat Edilemez
Algılanabilir olmayan soyut inançlar ispat edilemez! Bir algılama oluşturmak gerek!
Aksi iddia edilemeyen bir şeyin doğruluğu, ispatlanmamış demektir!
Bir konu aleyhinde fikir üretmek suç kabul edilir ya da ayıplanırsa o konu lehinde üretilmiş fikirlerin alayı, abartı ve yalandan öte geçemez!
Potansiyelde olanlar açığa çıkınca fark edilebilir yani algılanınca. Kabul edilmiş olasılıklar, diğer olasılıkları perdelemek için kullanılınca potansiyel de engellenmiş oluyor!
..
İnanç üzerine
İnanç, iman: Bireyin kendi çabası ile yeteneklerini (akıl, zekâ, v.b.) kullanması sonucunda vardığı kişisel bir kanaattir. Mevcudatı sorgular, inceler; neden, niçin, nasıl? Sorularına cevap arar. Nakil yoluyla gelen (onu etkileyen tüm birikimler nakil dâhilindedir; ebeveyni, öğretmenleri, kutsal kitaplar, ozanlar, peygamberler, filozoflar, bilginler, v.b.) bilgileri akıl süzgecinden geçirdikten sonra vardığı kanaattir. Bu kanaat her bir insan için farklı olabilir. Çünkü her insan ayrı bir âlemdir. İmanın zıddı olarak bildiğimiz “inanmama” hali de bir kanaattir. Yani o da aslında bir nevi inançtır…
İnanç olmadan aksiyon da olmaz, fiil inanca tabidir… İman ile oluşturulan bu kanaatin günlük yaşama geçirilmesini “din” olarak görebiliriz. Yani kişi kendi kanaatine uyan prensipler çerçevesinde yaşamayı arzu edebilir. Bütün dinler “İlahi nizam”ı açıklamak maksadına yöneliktir. Farklı olmaları nasıl açıklanır? Zaman içinde bazı dinlerin orijinalinden uzaklaştırıldığını söylemek pek de yanlış olmasa gerek. Hangi dinin ne kadar değişikliğe uğratıldığını belki bilemem ancak şu kadarını söyleyebilirim; Eski olan yerini yeni gelene tam manasıyla olmasa da bırakmış veya bırakacak gibi görünüyor… Birey hangi din veya beşeri esaslar çerçevesinde yaşamak istiyor ise bu konuda özgür iradesini kullanmalıdır. Yani harici müdahale olmamalıdır.
Başta değindim inanç aksiyonu belirler. Kişi inancı (kanaati) sonucunda; dindar, dinsiz veya ateist olabilir. Bu seçim kişisel tercih olarak değerlendirilmelidir. Çerçeve olarak “Dindar”a herhangi bir dini esası kabul etmiş kişi olarak bakabiliriz. İmanı olan ancak herhangi bir din ile amel etmek istemeyeni de “dinsiz” olarak tarif edebiliriz. İnançsızı nasıl tarif edeceğiz? Yani insanları, kâinatı, mevcudatı yaratan ve itaat edenlere mükâfat vaat eden, isyan edenlere ceza vereceğini ihtar eden bir varlığın olmadığı konusunda kanaat oluşturan, buna inanan kişiye de “inançsız” diyoruz. İnanmayan için dini esas ve ritüellerin hiçbir bağlayıcılığı yoktur. İnanmayana herhangi bir dini kuralı kimsenin dayatmaya hakkı yoktur. Hatta inanana da din hususunda dayatma söz konusu olmamalıdır. İnançsızların semavi veya batıl bütün dinlere eşit mesafede olduğu düşünülür. Fakat bazı dinlere gayri ihtiyari sıcak baktıkları, bazı dinlere veya dine de şiddetli karşı çıktıklar görülür.
Bir de bazen inanan bazen de inanmayanlar mevcut elbet. Bu konumda olanlar devamlı fikir değiştirdikleri için, herhangi bir kategoriye girmezler. Daimi kutuplar arasında gidip gelirler. Bu halin insanı yıprattığını söyleyebilirim.
..
Gel
"Gel", "Kendine gel" gibi! İnsan, kendinde olduğunda tüm algıladıklarının farkına varır! Evrende, "Güzel-çirkin, iyi-kötü" algıya izafi, biri aynı şeye ya da davranışa "Güzel" der, bir başkası "Çirkin"; kişiye göreceli bir algılama var! Tüme bakıldığında ise evrende yaratılan her şey, "Doğru ve yerindedir"! Herkes, kendine uygun olanı çeker! Zaten insanlık tarihindeki tüm kavga ve savaşlar, birilerinin kendi izafi "Doğru" algısını herkese kabul ettirmek istemesinden kaynaklı! Hukuk ise kişiyi-bireyi, bu izafi algılardan korumak içindir! Yani bir bakıma hukuk, biri ya da birilerinin "Doğru" dayatmasından, diğerini- diğerlerini korur! Öyle umulur veya o amaç içindir!
Dinler arası geçişin, "Yatay geçiş" olduğu söylenebilir! Yani din içinde kalarak şerit değiştirmek gibi, istikamet aynı! "Deist" için inanç var, din konusunda ucu açıklık var! Yani Allah inancını illa bir dine bağlamak istemiyor gibi.
Ateist ise evrenin bir yaratıcısı olmadığına inanıyor! Bu da bir inanç ama din değil. Ateistin her hangi bir kutsaldan Allah'ı öğrenmesi de mümkün kendi özündeki açılımla evrenin bir sahibi olmalı şeklinde bir inancı oluşturması da mümkün!
Önemli olan kişinin kendi kanaati ya da inancı! Bir kutsaldan diğerine yatay geçişlerin çok keskin geçişler olmadığı düşünülebilir, zaten taban "İnanç" noktasında çok da farklı sayılmaz! Eski dönemlerde de yeni dönemde de genel kapsamıyla "Din" egemenlik sağlamak ve bu ilkeler üzerinden bir itaat sağlamak için kullanılmış! Burada yine inanç önemli, dini kişi sadece kendi tekamülünde, gelişiminde ve Allah'ı bilme noktasında değerlendirebilir. Bir başkaları da kendi ırkının seçilmiş olduğu, Allah'ın vaatlerinin bir ırka ya da sadece kendi dinlerinden olanlara dair olduğunu iddia edebilir! Bu iddia dahi "İnanç" kapsamındadır! Allah adına, Onun yerine konuşmak abes olur!
..
İnanç Ve Din Konusu
Allah inancı herhangi bir dinin tekelinde midir? Yani Allah'a inanan mevcut kabul üç dinin çerçevesine hapsedilebilir mi? Ya da illa bu üç dinin günümüzdeki değiştirilmiş algısına mı hapis olmak zorunda inananlar? Tarihsel süreçteki din kavgaları ve günümüz mezhep kavgaları bu algı hapsinin ürünü değil mi?
Ben diyorum ki; "Kimse kimseye inanmasın ama bilgi paylaşımı olsun! Yani kimse diğerinin bilgisinden mahrum olmasın ama kimse de kimseye koşulsuz inanmasın! Aldığı bilgiyi kendi değerlendirsin, karşısındakine inanmasın! Bilgiyi de ön koşulsuz alsın! Yani ‘Doğrudur’ ya da ‘Yanlıştır’ diyerek bir tarafa ağırlıklı olarak yamultmadan olduğu gibi değerlendirsin! " Bu "La ilahe illallah" (İlah değil, Allah) hakikatine götürür kişiyi. Yani "İlah" kapsamında, kişi ya da öğreti olmaz ise sorun çıkmaz! Evrendeki tüm bilgiler bireyin kendi vicdanında analiz edilir ve kişisel bir kanaat ortaya çıkar!
Allah inancı herhangi bir dinin tekelinde midir?
Değildir!
Çünkü bireysel inanç tek ama inancın pratiği olarak sunulan din, çoğul olarak gözlemleniyor Hatta aynı dinin iç mezhep ayrımları ile bu algı çoğalması daha da fazla! Bu durumda din başka iman başkadır! Yani iman, kişinin vicdanının en özgür eylemi olarak kimseye hesap vermek zorunda olmadığı bir alanıdır! Din ise öyle değildir; farklı dinler ve aynı dinin mezheplerinde farklı algılamalardan doğan farklı kabuller vardır! Bu kabuller üzerinden toplumsallaşmaya, gruplaşmaya çalışılır! İnanç ise evrendeki tüm insanlar adedince olacaktır yani dinlerin farklı grupsal algılaması bireysel inanç alanında yetersiz kalır! Demem o ki din alanında gruplaşma olabilir ama inanç alanında bu asla sağlanamaz! Bunun farkında olan arifler ise; “Arif için din yoktur! ” demişler! Yani arif olan birey asla bir grupsal kalıba giremez! Dinde grupsal kabul vardır! Bu nedenle “İmam-ı Azam Ebu Hanife” gibi çok ileri derecede din bilenleri bile halifeler, zindanlarda ölene kadar tutmuşlar! Yani Arif ölür ama kalıba girmez! Onlar başkasının ağzıyla inanç savunmazlar, hele ki dini asla başkasının ağzıyla savunmazlar! Yoksa İmam-ı Azam, halifenin anlayışını kabul eder ve saraylarda yaşardı. Ne zoru var da zindanda ölüyor! Halk zaten onu kabul etmişken, mezhep imamıdır, bilirsiniz!
..
Geçti Dost Kervanı
İnsanlık evrimini,gelişimini sürdürüyor ve her gün bir öncekinden daha fazla bilgi evrende yayılıyor. Bu bilgi trafiğinde frekansı çok olanlar (çok tekrarlananlar) daha fazla önem kazanıyor. Bu bilgi akışı toplumda dinler, izimler, felsefi anlayışlar olarak kendini gösteriyor. Ne şekilde açığa çıkarsa çıksın bu bilgileri insanlar kendi izafi algılarıyla değerlendirmek zorundadır. Taraftarı çok olan görüşler ise tarihsel süreçte zorla topluma kabul ettirilmeye çalışılmış. Savaşlar ve toplumsal baskılarla başarılı olanlar olmuştur. Genellikle çoğunluğun kabul ettiği görüşlerin doğruluğu / yanlışlığı toplum içinde tartışılamamış, kutsal ve tabu kabul edilmiştir. Çok az kişi “kral çıplak” diyebilmiş. Genelde onlar da toplum tarafından dışlanmış veya egemen olanlarca engellenmiştir. Toplumun avam kısmı ise koyun gibi güdülmeyi kabullenmiş, kendilerine sunulan hazır nimetlere veya ahirdeki (gelecekteki) vaatlere tav olmuştur. Bazı düşünür, şair ve filozofların uyarı mesajları ise çok sonradan anlaşılabilmiştir. Frekansı çok olan görüşlere kurban gider marjinal olanlar. Çünkü toplumun avam kısmını ikna edenler toplumun genelini yönlendirebilir. Çoğunluk genelde avamdır. Demokrasi ise çoğunluğun tercihinin kabulüdür. Çoğunluğun niteliği çok önemlidir. Bazı toplumların çoğunluğu oluşturan kesimi nispeten aydınlanmış olduğundan daha az sorun yaşanır. Geri kalmış toplumlarda ise bu durum tam bir felaket olabilir.
Sonuç olarak; madem kainatta her şey insan algılarına izafi. O halde fikirler sadece kanaat olabilir, yani inanç olabilir. İnanç ise adı üzerinde mutlak değildir, mutlak, kati olan ortadadır ve kabul için inanç gerekmez.
“Geçti dost kervanı eyleme beni” Pir Sultan Abdal
Saygılar
..
Teoloji
Teoloji: İlahiyat, Yunanca “Theos”, “Tanrı” kökeninden; tanrıbilim. Güncelde, din bilimleri!
Dini, bir bilim olarak ele almak, incelemek ile dini benimsemek ya da savunmak konusunu birbirinden ayıracak kadar bilmekte fayda var!
Tanımlar üzerinde takılmadan ve çok fazla iddialı olmadan “Din” ve ona temel olan “Tanrı” konusunu irdelemek, “Din bilimi” kapsamında herkes için mümkün!
“Din” ve “Tanrı” konusunun, insanlığın bilinç ve aklının gelişimiyle paralel olarak geliştiğini söylemek mümkün! Eski dönemlerde önemsenen ve insanların ihtiyacı olan şeylerin başında gelen güç, kudret gibi özellikleri temsil eden, “İlah” ve “İlahlık” konusu! İlk dönemlerde bu güç ve kudrete sahip olan insanlara “İnsan ilah” denilmiş, kabul görmüş! İnsan ilahların, ölmesi ya da hastalanması diğer insanların kabulünü azaltıyor, bunu aşmak veya ikna için “Yarı insan, yarı ilah” sunumu getirilmiş; daha sonraları İlahlar göğe çıkıyor ve yerde onları temsil eden “Put” ya da benzeri somut şeyler kullanılıyor. Aracılar ise yine insan! Bu alandaki aracılık, diğer insanlar ile “İlah” arasındaki bilgi ve emir alışverişi! Aracıların “Güven” konusu önem kazanıyor ve devamında aktarılan bilgilerin zaman içerisinde değişmesi konusu var!
Pagan dönemlerde “Tanrı” daha somut olarak düşünülüyor; güç, kudret sahibi ve ihtiyaçların karşılanmasında yardım istenecek bir makam! Pagan dönemlerde “İlah” hem mekan veya özellik olarak tanımlanabiliyor hem de sahip olduğu güç ve kudretin cinsine göre sınıflanabiliyor; bazı da hepsi daha kapsamlı tek olanda toplanabiliyor! “Çok tanrılı” veya “Tek tanrılı” ayrımı, “Pagan” dönemi tek başına açıklamaz! İlahların işlevleri ve güçleri üzerinden “Çok tanrılı” anlayışlar, olduğu gibi tüm güçleri tek bir çatıda toplamak da mümkün! Toprak, hava, ateş, su unsurlarına hükmetmek, ayrı ayrı düşünüldüğünde “Yer tanrısı”, “Gök tanrısı” ve diğer unsurlar için düşünülebilir! Hepsini kontrol eden için “Tek” olan da düşünülebilir! Burada önemli olan, insanlığın somut elle tutulur ihtiyaçlarının karşılanması beklentisine dair oluşan birikim! Pagan dönemi bilgi birikintisi, somut elle tutulur ihtiyaçlara dair olmuş! Yukarıda “Din” ve “Tanrı” konusunun, insanlığın bilinç ve aklının gelişimiyle paralel olarak geliştiğini söylemiştim. İnsanlık gelişince temel olan inançlar da gelişiyor! Mesela “Çok tanrı” yerine “Tek tanrı” kabulü ağırlık kazanıyor! Tanrıya veya tanrılara mekan belirlemesi de ortadan kalkıyor! “Yerde”, “Gökte” gibi sınırlayıcı ifadeler yerine “Her yerde”, “Hiçbir yerde” şeklinde daha kapsamlı ve sınırsız anlayış geliyor! Pagan dönemde somut şekil üzerinden düşünülen “İlah” veya “İlahe”, erkek ve dişi gibi cinsiyet belirlemesi ile sınırlanıyor iken bu da değişiyor ve “Eşi benzeri olmayan, doğmamış, doğurulmamış” gibi sınırsız düşünülüyor! Pagan dönemde çok önemsenen “Tanrıça”, dişi imajının ağırlık ve önem kazanmasına sebep gibi düşünüldüğünden daha sonraları “Tanrı” cinsiyetsiz düşünülüyor ve bu tepki dişiler aleyhine bir birikimi de tetikliyor! Sonraları dişiler, öğretilerde eski önemini kazanamadığı gibi geriye doğru da savruluyor! Pagan dönemindeki “Din”, bu işlevsel bilgilerin birikimi şeklinde açığa çıkıyor! Sonraki aşamalarını biliyorsunuz! İnsanlık, ilk dönemlerde somut ihtiyaçlarına, somut çözüm aramış; geliştikçe, soyut ihtiyaçlarının da olduğu görülmüş ve soyut çözümler de geliştirilmiş! Kapsam, somuttan soyuta doğru genişlemiş!
Son tahlilde; dini, bir bilim olarak ele almak, incelemek ile dini benimsemek ya da savunmak konusunu birbirinden ayıracak kadar bilmekte fayda var! İnanç kişinin kendi özgür alanı olup başkalarının o alana girmesi zaten “Vicdan özgürlüğü” kapsamında reddedilir! Yunus’un “İlim kendin bilmektir! ” sözünden hareketle kişi, hem “Kendini bilecek” hem de “Kendi bilecek”! Yani bizzat kendisi bilecek, başkalarının bildiğine inanmak mümkündür ancak “Taklidi inanç” kapsamında kalabilir! Bizzat kendisi bildiğinde ise zaten bu “Bilinç” olacak; başlangıçtaki “İnanç” ise “Bilinç” şeklinde yerleşecek! Eski zaman bilgileri, elbet günümüze ışık tutabilir! Eski zaman bilgileri, “İnanç” kapsamında düşünülebilir; bu bilgiler, bireyin bilinç süzgecinden geçtiğinde zaten “Bilinç” olarak yerleşecek! Önemli olan eski zaman bilgilerine esir olmamak! Nasıl ki o bilgiler ve anlayışlar, güncellenmiş, yenilenmiş ve ilk halleriyle aynı kalmamış! İnsanlık da yenileniyor ve gelişiyor! Bunun önemini bilen, kendini geliştirebilir ve zihnindeki pek çok çelişki ve soruyu çözebilir! Zaten kişi kendini, bizzat kendisi bilir ise evrendeki işleyişte bir çelişki bulmaz! Başkasının tarifiyle kendisini bilmeye çalışır ise kendini bilmez; tarif edeni bilir ki bu zaten çelişkiye sebep olur! Çünkü evrende tekrar yoktur! Kimse, kimsenin tıpa tıp aynısı değildir!
..
Tapınma
“Ben sizin taptıklarınıza tapmam! ”
Tapınma: Tutku ile sevmek, bağlanmak!
Tapınmanın kişisel bir eylem olduğu ve kişinin kendi özgür tercihine göreceli olduğu söylenebilir! O halde kimse, kimsenin taptığına tapmak zorunda olamaz! İnanç ve din de kişinin kendi özgür tercihidir! Neye, nasıl inanacağına da kişi kendisi karar verir!
Kişi özgür iradesiyle inandığı bir şeye bağlanabilir ama başkasını bağlama konusunda yetki sahibi değildir! Teklif başka, zorlama ve tehdit başkadır!
..
Belirsizlik Ve Bilinmezlik
Belirsizliğin ortaya atılmasının nedeni, “Bilinmezlik”; bir şey, bilindiğinde “Belirsiz” olmaz! Belirlenmiş olan da “Bilinmiş” olmaz! Yani belirlemek, bilmek değildir! Mutlak manada “Bilmek”, belirlemek değildir aksine belirlememektir! Çünkü tüm belirleyici araçlar izafidir! Büyük-küçük, az-çok, önce-sonra, iyi-kötü, güzel-çirkin gibi izafi olarak belirlenir! Büyük, ne kadar büyük; küçük, ne kadar küçük? Bilinmiyor! Aynı şekilde, “İyi-kötü” görecesinde de “Kime göre, neye göre? ” durumu var; birinin “İyi” olarak belirlediği şeyi, başkası “Kötü” olarak belirleyebilir! Bu belirlemeler, “Bilmek” olmuyor! İnanmak, 3. Boyutun izafi “Belirsizlik” alanında, kaybolmamak için kılavuz gibi ya da “Bilinmezliği” aşmak için bir destek! Belirsizlik, bilinç kadar azalır! Bilinç ve belirsizlik birbirine ters orantılı olarak artar veya azalır! “Belirsizlik” azalınca, “Bilmek” artar; “Bilinç” azalınca da “Belirsizlik” çoğalır! Belirsizliğe karşı geliştirilen “İnanç”, belirsizlik azaldıkça yerini “Bilince”, bırakacak! Bilincin kalıcı olarak gelişmesi, inanç alanını daraltacak! Bilinen bir şeye, inanmak gerekmez! Cebinizde bir cüzdan olduğunu bilirseniz, cebinizde bir cüzdan olduğuna inanmanıza gerek kalmaz! Bu konuda tam bir “Bilinç” yok ise yani “Cebinde bir cüzdan olduğuna inanıyor ama cüzdanı duyu organlarıyla algılamamışsa bu durumda “Bilinç” oluşmaz ve bilinç oluşana dek inanç ile kalır! Ne zaman cüzdanı duyu organlarıyla bildi, inanmasına gerek olmaz!
Gözlem, belirsizliği azaltmak veya kaldırmaya çalışmaktır! Gözlem, boyutlarda mutlak manada yapılamadığı için “Belirsizlik” tamamen yok olmaz! “Belirsizlik”, aslen yoktur; gözlem eksikliğinden çıkar! 3. Boyutun izafiyeti (Büyük-küçük, az-çok, önce-sonra, iyi-kötü, güzel-çirkin gibi) , gözlemi mutlak olarak yapmayı engeller! Bu da “Belirsizlik” doğurur! Boyutları iyi anlamak gerekir! Hiçlikte, sonsuz ve sınırsız bir potansiyel olduğu kabul edilir yani buna inanılır! Çünkü hiçliği deneyimlemek “Bilinç” oluşturacak ama bu 3. Boyutta zaten izafiyet yüzünden imkansız; 2. Boyutta ve 1. Boyutta dahi mutlak manada gözlenemez! Bilinmezliğini korur! İnanç ile bu bilinmezlik aşılmaya çalışılır! Her şey, hiçlikten “Tercih” ile 1. Boyuta yani “Ben” boyutuna çıkar! 2. Boyutta tasarlanır yani “Ruh” boyutu! 3. Boyutta gözlenir yani “Beden” boyutu! “Belirsizlik”, tercih ile 1. Boyutta başlar! Bilinç ile de azalır! Bu şöyle düşünülebilir; “Big Bang”, belirsizliğin de başlaması! Hiçlikten varlık sahasına doğru ilk adım, “Tercih”; bu da 1. Boyuttaki ilk patlama ve “Belirsizlik” başlangıcı! İnsan bunu bilmeye çalışıyor ve henüz mutlak manada bilmiş değil! Bilinenler, “Bilinç”; tahmini veya bilimsel üretilen ve henüz ispatlanmayan teoriler ise “İnanç” konumunda! Bilmeyi, “Belirsizlik” alanındaki izafiyet engelliyor! Yukarıda saydığım (Büyük-küçük, az-çok, önce-sonra, iyi-kötü, güzel-çirkin gibi) izafiyetler, kaldırılabilir ise “Belirsizlik” de söz konusu olmaz! Kaynakta yani hiçlikte “Belirsizlik”, söz konusu olmaz! Belirsizlik zaten izafi belirleme isteğinin ürünü! Asıl kaynaktan “Tercih” ile yapılan belirleme 1. Boyutu açığa çıkarıyor ve “Belirsizlik” devreye giriyor! 2. Boyutta yani ruhsal levhada tasarı alanında biraz daha gelişir; 3. Boyutta, gözlem ve seyir alanında, tüm alanda hakim!
Son tahlilde; tüm izafi alandaki yani boyutlardaki özellikle 3. Boyuttaki “Belirsizlik”, izafi olarak “Belirleme” ile aşılmaya çalışılır! “Büyük-küçük, az-çok, önce-sonra, iyi-kötü, güzel-çirkin” gibi izafiyetler, kaldırılabilir ise özellikle zaman ve mekan izafiyeti kaldırılabilir ise “Belirsizlik” de azalır! Her şey, bu belirlemelerden aslen bağımsızdır! O asılların yansımaları olan şeyler gözlem esnasında belirlenir be bu “Belirsizlik” gözlemcinin gözlem esnasında izafi belirlemesine yarar! Yani tüm belirlemeler, gözlemciye izafi olmak zorundadır; belirleme yok ise zaten “Belirsizlik” gerekmez! 3. Boyuttan, 2. Ve 1. Boyutlara doğru azalan “Belirsizlik”, hiçlikte anlamsızdır veya tanımsızdır! Tüm izafi belirlemeler, görecelidir! Birinin, bir şeyi “İyi” olarak belirlemesi; bir başkasının da aynı şeyi, “Kötü” olarak belirlemesi o şeyin asıl kaynaktaki durumunu belirlemez! Hiçlikte potansiyel olarak bulunan bir şey, “Belirsizlik” durumunda da değildir ki “İyi-kötü” konumlarına hapis olsun! Belirleme ile “Belirsizlik” aşılmış olmaz! Belirsizliği aşmak için belirsizliğe neden olan boyutları hiçliğe 3,2,1ve hiçliğe doğru kat etmek gerekir! Belirsizliğin kaynağı zaten belirleme ihtiyacıdır! Bu ihtiyaç da boyutlarda açığa çıkar! Yani bir şey, belirlenmeye çalışılmadıkça “Belirsiz” de olmaz! Tüm varlık sahası, gözlemci “Ben” tarafından belirlenmeye çalışıldığı için belirsizlikte gibi düşünülür! Çünkü izafi bile olsa belirlenenler, belirsizlerin çok çok azı!
Belirlemenin, “Belirsizliği” doğurmasına dair mizahi bir örnek; “Boşanmaların kaynağı, evlenmektir! ” önermesinde, “Boşanmak” ikincildir; durduk yere çıkmaz, bir belirleme olmuş ve o belirlemenin iptali söz konusu! Yani evlenmek olmasa, boşanmak da olmaz! Aynen öyle de “Belirlemek” olmasaydı “Belirsizlik” de olmayacak idi! Büyük-küçük, az-çok, önce-sonra, iyi-kötü, güzel-çirkin gibi belirlemelerin geçerli olmadığı alanda yani hiçlikte, “Belirsizlik” de olmaz! İzafi belirlemeler, belirsizliği doğururken “Bilinç” de belirsizliği azaltıyor! Belirlemek de bilinmezliği mutlak manada kaldıramıyor!
..
Din Ve Hukuk
Din inancın pratiğidir. Hukuk ise toplumsal hayatın verimli sürdürülmesinde insanların birbirine karşı özgürlük alanlarını korumak içindir. Dinlerin tamamı Orta Çağ’da gelmiş olan peygamberlerin ilahi, kutsal öğretileridir. Kutsal kitaplarla perçinlenmiş olan bu kurallar güncellenemez. İçtihat ile biraz açılmaya çalışılsa da yenilikçileri bidat yapmakla suçlarlar ve yol bu şekilde kapatılır.
Dini esasları hukuka sokmak isteyenler olabilir, hukuk kurallarını dine sokmak isteyenler de olabilir. Dinde reform yapmak veya dini esaslarla(teokratik) yönetim benimseyenler.
Dikkat edilmesi gereken husus dinin inanç boyutunun olmasıdır. İnancın çeşitliliği insanlar adedince olabilir. Hukuk ise güncel ihtiyaca cevap verecek şekilde devamlı yenilenir. İnsanların illa bir dine inanmak zorunluluğu ise zaten yoktur.
İnançlar hukuka sokulur ise Osmanlı’da olduğu gibi yabancılara ayrı hukuk kuralları uygulanmak durumunda kalınır.
Güncel olduğundan bahsedeceğim, kürtaj konusunda herkes bir şeyler söyler ama asıl söz kadınındır. Kürtaj onun bedeniyle alakalıdır çünkü. Kürtaja “Cinayet” denecek ise cinayetin hukuki tanımının içine kürtajın da kanuna konulması gerekir. Cinayet canlı doğmuş bir bedenin katledilmesi çünkü. Hamile anneye yapılan saldırıda ceninin ölümü yine annenin hakkı olarak görülür. Doğmamış olan ceninin akıbetini kimse bilemez. Çocuk canlı doğduğunda tüm haklarını alır. Hangi topraklarda doğmuşsa oranın hukukundan yararlandırılır. Reşit olduğunda dilediği tercihi yapar.
..
Tipleme
İki tipe sıkça rastlıyorum; birileri dinsel söylemlerle sıkça din savunması yapıyorlar ama içi boş bir taraftarlıkla bunu yapıyorlar, bildikleri de yok; zaten bilmek de istemiyorlar! Birileri de ezbere din karşıtlığı yapıyorlar, onlarında bildikleri yok; bilmek de istemiyorlar! Karşılıklı kör dövüşü yapıyorlar!
Din karşıtı olanların saçma sapan ezik din taraftarlığı yapması da görünüyor sanırım kendince Allah'ı kandırıyor! Allah'a mesaj veriyor güya din karşıtı olmasının imanına bir zarar vermediğini kendince öyle ifade ediyor! Din bezirganları ise bazı modern takılmaya çalışıyorlar, başkalarında ayıpladıkları şeyleri kendilerine hak görebiliyorlar! Bu tiplerden zaten bir hayır gelmiyor topluma ama çok sorun çıkarıyorlar!
Ha bana sorarsanız, Muhyiddin İbn-i Arabi gibi; "Arif için din yoktur" derim! Dindar olduğumu ispatlamak için din bezirganlığı yapmama da gerek kalmaz, dine sokulan yanlışları reddederken inançlı olduğumu göstermek için debelenmeme de gerek olmaz! Din başka, iman başka çünkü! İnanç, bireye özgü; din, toplumsal alanda gösterilen bir öğreti! Yani inanç, öğreti şeklinde topluma "Din" başlığında sıçratılmış.
Ahmet Bektaş
..
Felsefe üzerine
Ağaç olgunlaşmadan meyve vermez.
Çocukluk döneminde algı araçları gelişir.
Gençlik döneminde algı araçlarının kullanımı öğrenilir.
Olgunluk döneminde fikir üretilir.
“Hamdım, piştim, yandım.”
..
Rab Rabbulalemin Algısı
Ruh Rabbulaleminden insana yüklenen bilgi, hayat ise bu bilgiyi işleyen açığa çıkaran donanım. Ruh yazılımını beden ile işletmek ve ortaya bir şeyler çıkarmak ise kişinin bilinci ve "Zat"ı oluyor. İnanç bilinç olmadan sadece hedef olarak kalır...
Rab, Rabbulalemini algılayan bir bireysel bilinç. Bu nedenle her insanın Rab algısı farklıdır. Rabbulalemini ise tek bir insanın bu boyutta tam algılamsı mümkün değildir! Bu nedenle inanç devrededir. Rabbulalemine inanırsa insan Rab algısını genişletmek için bilinç elde eder! Yani inandıkları okyanus, bilinci damla. Bu Peygamberler için daha kapsamlı olsa da işleyiş aynı. Bireysel bilinç ile "Rab" algısı oluşuyor, inanç ile de "Rabbulalemin" Yani her birey inandığı kadar bilinç elde edemiyor. Marifetullah ise bu inancı bilince çevirmek içindir.
Rab algısı iyi anlaşılmaz ise Rabbulalemin algısını sınırlar! Bu nedenle bazı insanlar kendi Rab algısını başkalarına Rabbulalemin algısı olarak sunmak eğiliminde olur! İnanç ve bilinç burada önemli. Bireyin inancı çok kapsamlı olabilir, bilinci ne kadar; o önemli.
Tüm dinlerin kaynağı aynı.
..
A/Teist
Felsefi terimleri kullanırken her defasında Felsefe Sözlüğüne bakarım. Çünkü aklımda tutamam tam olarak içeriği. Skolastik, Vahdet-i Vücut, Evrim, Deizm, Teizm, Monoteizm, Ateizm, Panteizm, Substance, İdealizm, İşrakîlik, Monizm, Fatalizm, Atomizm, Metafizik, Determinizm, Materyalizm, Rasyonalizm, Archee. Bu terimlerin hepsi elbet felsefi açıdan insana kaynak. Fakat yapılan büyük bir hata var! İnsanı bu terimlere sıkıştırmak ya da bu terimlerle kategorize etmek var! Yani insanları bu terimlerle tanımlamak yanlışı var! Şahsen ben bu terimlerin hiç birine tam olarak sıkışamam, ya da hepsinden bende biraz var! Her insana ait farklı durumlar olacaktır, olmalı! Böyle geniş açıdan bakmalı…
Ateist ve deist bu ikisini açıklamak yeterli bu yazımın başlığı açısından!
Yanlışlığı iddia edilemeyen bir şeyin doğruluk değeri olmaz! Bir şeye “Yanlış” denemediğinde o şey “Doğru” olarak sunulamaz! Sunulursa, inanç ve kabul olur. Yani doğrulanması için “Yanlış” iddiasının önü tıkalı olamaz! Algılanmayan da bilinmeyen de var veya yok bir anlamı olmaz! Yani bir şey var ve algılanmıyor ise bu boyutta onu algılatacak bir etki oluşturmuyor ise o halde, o her ne ise varlığı iddia edilse, inanılsa da inkar edilse de bir anlamı olmaz! Algılanmayan bir şeyin anlamı olmaz!
Avam lisanıyla yazmak istiyorum bu tanımları!
Ateist: Tanrıtanımaz! İlah tanımaz! Bir ateist, evrende bir varlığın bu evrendeki tüm işleyişe müdahale edebilir ve evrenin sahibi fikrinden uzak olmalıdır! Yaratıcı konusunda nötr olmalı! Eğer sıkışınca bir yaratıcıya sığınıyor ise “Ateist” de değildir!
..
Sahip
Bir neslin tüm kökeni ve şahsiyeti silikleştirilmiş. Eski Afrika'da siyahlar beyazlara "Sahip" diye hitap ederdi. Köle olduğuna inanmışlardı. Eski çağ efendilerine köle olmakla övünen insanlar türeyince nesil de güme gidiveriyor... Orta Çağ efendilerine köle olan insanlar... Bu çok zor bir durum...
Aslında dinler konusunda çok daha eski kaynaklardan gitmek gerek. Mesela İsrailoğullarının "Seçilmiş" ırk kavramından bakarsak dinler bozulunca ya da güncel anlayışa uygun olarak anlaşılmayınca insanları mahvetmiş. Tamir ederken, bozmuş ama o zamanında tamir etmiş elbet! Sonrasına yansıyınca bozuluyor iş. Bunu Hıristiyanlar için düşünürsek "Haçlı Seferleri" konusu var Müslümanlar için ise mezhep kavgaları ve iç menfaat kavgaları ön plana çıkıyor. Yani din düzeltmek için var ama güncellenmezse bozuyor uzun vadede. Bu ayara benziyor terazinin kefesini ayarlarken her seferde biri az ağır olunca denge için kullanılan gramlar artıyor. Aslında son peygamberle aracılık, son kitapla da kutsal kitap dönemi tamamen kapandı. Yenisi olmayacak, aracı da kutsal kitap da olmayacak. "Kitaplara iman ve peygamberlere iman" rüknüne de dikkat etmek gerek! bir de Fussilet suresi 43 de bahsi geçer. Son peygambere verilen bilgiler ile öncekilerin aynı olduğu bahsi var. Yani değiştirildiği için aynı bilgiler yenilenmiş. Bu nedenle "Kitaplar ve peygamberlere iman" rüknü var. İnanç konusunda zaten insan özgür olmazsa onunda bir anlamı kalmaz. "Senin dinin sana benimki bana " konusu bunu hallediyor aslında. İnsanlar bunu iyi anlayıp din ve mezhep savaşına girmezse din sorun çıkarmayacak.
Bakınız, din; bir kutsal ve tabu olmaktan çıkınca sorun kalmıyor. Bu din konusunu bir ayar mekanizması olarak düşünürsek sorun kalmıyor. Evrim ve tekamül konusunda da daha bilinçli bakmak gerek yani evrensel sistem işlerken kendi zaman ve mekanının gereğini de istemiş, ya da üretmiş. Bu anlamda ilk çağlardaki insan ilahlardan sonra, putlar ve aracılara doğru seyreden bir gelişim var. İlk çağ gerekleri olarak "İnsan ilah" o zamanın ihtiyacını karşılamış olabilir, ya da sonraları putlar ilahları temsil etmiş olabilir ya da daha sonraları, aracılar ilahlardan haber getirmiş olabilir. Bunların tamamı insanlığın ihtiyacına dair bir gelişimdir. Olay gayet kolay aslında dayatma olmazsa kolayca anlaşılır! "Evrensel sistemi Allah kurdu ve aracılarla destekledi" denirse bu inancın dini kısmına girer. Yok "Evrensel sistem kendiliğinden oldu, ilahları da insanlar kendi üretti" denirse bu da diğer durum, din dışı olur. Aslında ikisi arasında sonuca dair, işleyişe dair bir sıkıntı yok! Sadece tercih var. Yani ilkel bir kabile helikopteri gördüğünde onun uçan bir ilah olduğunu sanabilir. Bunun onlar açısından bir sakıncası olmaz! Çünkü anlayışı kadar ilah kavramı var. Gelişmiş bir insan ise daha kapsamlı bir şekilde okuyacak evreni. Bunun sonuçta işleyişe bir zararı da olmaz. "Dinler olmasaydı daha mı ileri olurdu insanlık ya da dinler olmasaydı bu günlere bile gelinmezdi" konusunda şu var. Her durumda ilahi sistem ya da evrensel sistem işler. Yani bir şekilde dengeye gelir. Aslında bu alandan bir menfaat ve güç kapma yarışı olmasa sorunda olmaz. Evrensel işleyişi nasıl izah ederse etsin birey, işleyiş açısından sorun olmaz. Tercihe bakar. Biri der "Kendi oldu" diğeri der "Hayır ilah yaptı" diğeri der "Lailahe illallah" (İlah yok Allah var) sonuçta evrensel bir sistem var ve iyi çalışıyor.
Burada sahiplenme durumu var; evrenin bir güç tarafından yaratılmış olması o güce olan saygıyı doğuruyor ama sorun şu; birileri çıkar, o gücün adına Dünya’da; kendi ırkı (israiloğulları) , kendi menfaati (Haçlılar) , kendi hakimiyeti ve yayılımı için (Cihat) konusunda kullanınca sorun çıkar! Aslen sorun, dinin özünde yatmıyor; dinin kullanımında sorun çıkmış. Evrenin bir yaratıcısı olması ve onun bir övgü ve itaati hak etmesi konusu bireyin inanç alanıyla alakalı. Yani biri kalkıp “Bak evrenin bir yaratıcısı var, o halde gel bizim inanca tabi ol! ” dediğinde diğeri aynı gerekçe ile kendi inancına itaat isteyebilir! Yaratıcı kul arasında olan itaat ilişkisi kullanarak, bir ırk ya da menfaat ya da cihat konusunda bir zorlayıcılık sağlanmamalı. Yoksa evrendeki işleyiş, bir yaratan açısından incelenirse; tek bir sahip vardır. Bunda sorun olmaz! O tek sahip adına, birileri diğer insanlara sahip olmaya kalkmaz ise sorun olmaz! Evet teorik olarak bir düzen varsa o düzeni kuranda vardır. Bu anlayışta pek ciddi bir sorun çıkmaz! Sıkıntı, insanların kendi inançları doğrultusunda “Sahip” adına itaat kurmak istemesinden oluyor! Bunun üç ana nedeni var; biri ırksal ayrım isteği, diğeri menfaat elde etmek, diğeri de daha kapsamlı yayılmak maksatlı. Bu uğurda gerekirse “Ölümü göze almak! ” da kutsanınca işlem tamam olur… Görünen bu ki Allah inancında pek sorun yaşanmıyor, şimdi itaat sorunu var; “Kim, kime biat edecek? ” sorunu var. Bunun için mehdi veya kurtarıcı bekliyor bazıları. O beklentiyi de dolduranlar işi kotaracak gibi görünüyor…
..
Tanrı Alanı
İnanmayanların hep bir bahanesi olur ama kendini "İnançlı" sayanların, inandıkları şeylere sarılıp kalmalarının bahaneleri daha çoktur! Bahaneli sonuçta, inanmamak ve inanmak; kişiyi bloke etmesi açısından aynı işi görür! Aslen insan, neye inanacağına bizzat kendisi karar verir! Yani kişinin bir şeye inanıp inanmaması tamamen özel alana girer ve bu alana ben “Tanrı alanı” diyorum.
“Higgs Bozonu”, “Tanrı parçacığı” olarak da dillendirilen bu parçacığın alanına henüz girilmedi! Bu parçacığı ölçüp, gösteremedikleri fakat var olduğuna dair teorik delilleri olduğu için adına “Tanrı parçacığı” dendi!
Mahiyeti tam bilinmeyen ama varlığı teorik olarak iddia edilen “Tanrı alanı” konusunda fikir oluşturmak, bir frekans üretmek mümkün!
Misal olarak, baba ile küçük çocuk arasındaki özel alana bir göz atalım; bebe, babasına bir şey için kızdığında tekme atar, bazı da bildiği kötü sözlerden derlediği şekilde hakaret eder! Baba ile bebe arasındaki bu alana hariçten biri girse ve bebeyi azarlayıp birde tokat patlatsa, baba anında karşılık verir ve bebeyi savunur! Eğer bebe azarlanacak ise bunu bizzat kendisi yapar, başkalarını o alana sokmaz!
..
Kader
İspat inançla olmaz, inanç kabuldür.
İlk önerim 'Küçük Prens/Saint de Exupery' okumak gerek. Çünkü izafiyet anlaşılmadan materyalist fikirler dahi inanç ekseninde kalır. İzafiyeti anlayan işi anlar.
İlk olarak maddeye bakalım.
Maddeyi oluşturan atom. Atomu ise çekirdek ve nötron. Artı eksi enerji. Şimdi bir önceki aşamaya bakalım. Maddeden öncesine. Maddenin esası ışık bunu biliyoruz. Işık ise data, bilgi ve tercih ile enerji boyutuna iniyor. Enerji iken yine tercihle madde boyutuna iniyor. Her aşama da tercih olmak zorunda yoksa denge halinde kalır. Var olması %50 var/yok arası çünkü. Burada yoğunlaşma var. Kalınlaşma da diyebiliriz. Madde ise tercih ve data, bilgi ile canlı hücrelerden, insan ve hayvana dek bir süreç izler. Orayı ilerletmeyelim. Malum çünkü.
Burada bir nakil de eklemek isterim.
İnsan ahsen-i takvimde, en yüksek makamda yaratılıp efseli safiline indirilmiş şeklinde tarif etmek isterim. Çünkü topraktan tekrar yaratılması efsele indirilmesidir. Efselde (Dünya) zaman ve mekanın hapsindedir. Işık data boyutunda ruhlar aleminde ise daha serbesttir. Kaderle alakalı konuşuyorduk evet.
Kader bu aşamaların hepsinde görünüyor.
..
Sevgili Kul
Sevgililik karşılıklı bir eylem ise hem sevgili hem kul olmak mümkün olmaz! Ya kul olunur ya sevgili... Tercihe bakar, kimi kulluğu kimi sevgililiği tercih eder. Bireysel algı ve açılıma göreceli bir durum var! Zaten korku varsa "Sevgili"lik söz konusu olmaz, kulluk vardır orada. Sevgililerde karşılıklı naz vardır, korku yoktur; sevgililer birbirlerine kul olmazlar ama hatır sayarlar. Bu tasavvufta "Naz" makamıdır.
Güncel Türkçe Sözlük; Sevgili:1. isim Sevilen ve âşık olunan kimse, yavuklu, dost, yâr, canan
Kul:1. isim Tanrı'ya göre insan. 2. tarih Köle
Aşk bireyseldir, karşılıklı olursa sevgililik olur! Aşka düşenin sığınağı yar olur...
..
Orijinal
Her sistem kendi bünyesinde bir bütünlüğe sahiptir. Yedek parçacılar, orijinal ile taklitin farkını çok iyi bilirler. Taklit orijinalin performansını vermediği gibi, yeni arızalara da kapı açar. Her şey yerli yerinde güzel... Toplumlar zaman içinde gelişirler, sosyalleşirler. Gelişme adım adım olur. Hazmetmeden tekrar yemek nasıl zararlı ise basamaklar da tek tek çıkılmaz ise geri düşme tehlikesi var.
Önce doğru, adil, Milli bir sistem kurulmalı ki geliştirilsin. Devamlı değiştirilen, gelişmelere açık olmayan, fason sistemlerle nereye kadar gidilebilir?
Başarı için inanç ve azim gerekli. Hevesi kırılmış, meyus bir toplumdan başarı beklenir mi?
İnanç ve azimle çalışıp, kazanmanın verdiği şevk ile daha da ileri gitmek neden mümkün olmasın?
Sevgiler,
Selamlar.
..
Korku Ve Saygı
Bir hanım parkta çocuğunu oynatırken, çocuğu huysuzluk etmiş! Kadın da söz dinletemeyince orada oturmakta olan köylü şapkalı bir adama “Şu çocuğu bir korkutur musunuz? Söz dinlemiyor! ” demiş! Adam; “Vay bilmem ne yaptığımın çocuğu! ” diye çocuğu azarlamış! Kadın; “Bey efendi ne yapıyorsunuz! Bana küfrettiniz! ” Adam demiş; “Ben ayı değilim, kurt da değilim; öcü de değilim! Bizim köyde korkutmak böyle oluyor! Siz dediniz ben de yaptım! ” Yani korku ile yol alınmaz!
Korku kişinin kendi içinde ve muhtemel bir hatasına karşı olmalı! Yani kişi kendi hata yapmaktan sakınmalı yoksa hariçteki işleyişten korkmak çözüm değil!
Allah’tan korkmak, Allah’tan korkmayandan korkmak; bunlar da gereksiz! Allah’tan korkmakla Allah’ı sevmek veya saymak ayrı bir durum! Yani kişi Allah’a bilmeyerek saygısız olacağından korkacaksa o dahi bilinçle izale edilebilir! Yoksa rast gele davranıp bir de korkmak ve korkunca da durumu kurtardığını sanmak çözüm olmaz! Zaten Allah’tan korkmayanı da kişi belirleyemez! Bu söylem çerçeve bir söylem yani deyim gibi veya soyut bir durum! Öyle ise Allah’tan korkmak yerine Allah’a saygılı olmak daha akıllıca! Bu dahi kişinin kendine ve evrene saygısıyla mümkün!
Korku ile yol almaya çalışan korkutulunca da yolundan döner! Bu nedenle korkutan korkutulur! Döngü var…
..
Ant Dairesi Altınçağ
Sümerce ve Akatca yazılmış bu tablet;
"SAG.BA
Büyü, Ant, aşılamayan Ant Dairesi,
Tanrıların aşılamayan Ant Dairesi,
Göğün ve yerin değiştirilemeyen Ant Dairesi,
Tanrı tektir, ve değiştirilmez,
..
Ahkam Kesme!
Bir konu hakkında ahkam kesmek için o durum yaşanmalı değil mi? İnsan yaşamadığı konu hakkında duyduklarıyla ahkam kesmemeli! İnsan duyduklarını da yazabilir, söyleyebilir ama bunu da tırnak içi olarak ifade eder! Bizzat bildiğini, yaşadığını, şahit olduğunu gerçekten bilinçli olarak söyleyebilir, yazabilir! Bu nedenle ahret ve ölüm konusunda kesilen ahkamların sadece inanç olarak bir değeri olabilir! "Ölmeden önce ölmek-dirilmek! " ve "Ahrete gidip-gelmek! " gerekir bu konuda ahkam kesmek için!
Bu konularda yazılanlara bakın, tamamı başkalarının deneyimlerinin nakledilmesinden öte geçmiyor! Başkalarının deneyimlerini de önemsemek gerekir ama kişi bizzat kendi deneyimlememişse hepsi inanç ekseninde kalacaktır! Bilinç olması deneyimle mümkün! Kişinin deneyimini aktarması ya da başkasının deneyimini aktarması ikinci el bilgi kapsamındadır!
İnanmak ile bilmek arasındaki çizgiye işaret etmek isterim; inanmak, bilmeye yol gösterir! Neyi bileceğini insan inançla hedefler! Bir mağarada hazine olduğuna inanmayan o mağarada hazine aramaz! Her arayan da hazineyi bulmaz! Hazinenin varlığına inanmak, aramayı tetikler, bulmak ise inanç aşamasının bitmesi bilinç aşamasının başlaması demektir! Bulamamak da bir nevi bilinçtir! Yani mağarada hazine olduğuna inanan kişiler açısından durum şudur! Mağarada hazineyi bulan, artık inanmaz; bilir! Mağarada hazine bulamayan da orada hazine olmadığına inanmaz; o da hazine olmadığını bilir! Bir de mağarada hazine olup olmadığını önemsemeyenler vardır! Yani onlar, “Mağarada hazine var! ” ya da “Mağarada hazine yok! ” açısından bir inancı gerekli görmezler! "Var ise meraklısı gidip alsın! " der! "Yok ise arayan boşa arasın, beni mağarada hazine aramaya çağırmasın yeterlidir! " diyebilir!
Bu durumda herkes kendi inancı doğrultusunda özgürce bir şeyleri arayacak veya aramayacaktır! Mağaradaki var sayılan hazineyi bulmak için birileri başkalarını kullanmak da isteyebilir! Hazineyi ararken kullandığı insanları, hazineyi bulamadıklarında sakinleştirmesi sorun çıkaracaktır! Hazine bulunur ise de onlara ya çok az pay vermek isteyecektir ya da hiç vermek istemeyebilir! Hazineciler genelde bu nedenle hazine bulunca bir birlerine düşerler! Bulamadıklarında da bir birlerini suçlarlar!
..
Durumlar
Tüm evrensel verileri vicdan değerlendiriyor. Eleme vicdan yoluyla.
Bilgi altyapısı eski ve özünü kaybetmiş, eksiltilmiş ilaveler yapılmış köhne kaynaklardan olunca işte durum.
Evrende iyi kötü göreceli insan algısına olan her şey Allah'ın izni ile oluyor ise olanda hayır vardır! Yani olanlar sonuçtur. Hak ve adalete zıt değildir!
Evrene yayılan tüm soyut verilerin geri yansıması var buna ister cin tesiri diyelim ister evrensel tesir.
..
İlim Bilim Hurafeciliği
İlim soyut, bilim somut; ikisi de hurafeleri destek amaçlı kullanılabilir!
İspatı olmayan bilgiler üzerinden hurafe destekçiliği yapılabilir!
Bir sistem ve zeka ürünü olan bir şey, bu evrenin kendisi de olabilir.
Kim yaptı? Bu soruyu vicdan sorar, cevap ister!
Kişinin “Kim yaptı? ” sorusuna vereceği cevap durumunu belirler! Cevabı, kişinin vicdani kanaatidir! Ne cevap verirse versin, vicdanı rahat ise kendiyle eşit olan diğer insanlar açısından her hangi bir üstünlük veya alçaklık söz konusu olmaz!
..
Sınav
Evrensel sistemde işleyişe, sınav ya da imtihan demenin mantığı şudur; sınav varsa bir de sınavcı vardır, sınavcı kafaya alınırsa, yalakalık yapılırsa sınavı geçerim zannı! Oysa evrensel sistemde işleyişte aslen yolsuzluk olmaz! Aldanışlar çok olur ama o dahi sonuçta sergilenir!
İnsanlar ilahlar üretir. Son din ise ilahları reddeder ve "Tek bir Allah var! " diyerek ilahların sonsuz kapısını kapatır.
Yani ya "Ben" varım, yaratan da benim. O dahi "Ben" dir. Ya da hariçte bir "İlah" vardır o da şirktir. "La ilahe illallah" İlah yok Allah var. Yani "Ben" den ayrı bağımsız bir " İlah" da olmaz. Benden bağımsız ise bana etkisi olamaz! "O'ndan üflenen benlik" söylemi buna işaret.
Yaşamını sen kendin kurgularsın, evren de yaşatır, uygular; yaşarken mızıklamak yok! Hepsi bu...
İnanç konusunda ezberler bozulmak zorunda. Yoksa şirk olur. Şirk kafirlikten daha berbattır. Mert olsun insanlar.
..
Din/Siz/Siniz
Din sizsiniz, ya da dinsizsiniz! Ya da din siz değil iseniz dinsizsiniz! Yani dini kendi algısıyla değil de başkasının algısıyla yaşayan aslında dinsiz sayılır. Bizzat kendi algısını yaşayan ise asıl dinlidir! Bunu açacağım. İman başka, din başka; önce onu anlayalım. Farklı dinlerde olanların aynı Tanrıya inanması bilinen bir durum değil mi? Hatta birbirlerinin dinlerini kabul etmezler ve din mezhep kavgasına tutuşurlar bu nedenle ama aralarında inanç kavgası pek olmaz. İnanç kişinin özelidir çünkü! İnancın kavgası olmaz, olamaz! Bakınız Yunus ne der; “İlim kendin bilmektir! ” Yani hem kendini bileceksin hem kendin bileceksin başkasının ağzıyla kendini bilmeyeceksin! İnsanı en iyi kendi bilir, kimse kimseyi kendisi kadar bilemez! O halde kendini bilenler için kendi dinleri vardır. Yani kendini bilenler “Din sizsiniz” kapsamındadır! Yani din onun ta kendisidir! Din onunla vardır. O yoksa din de kalmaz! Ben yoksam dinim de olmaz imanım da. Hepsi benimle var, benimle açığa çıkar çünkü! Yani başkası ile açığa çıkanı ben içselleştirdiğimde benim olur, içselleşmediğinde taklit kalır. Tahkiki (hakiki) iman, taklidi iman gibi. O halde bizzat “Ben” kapsamında olmayan hiç bir şeyin bana bir faydası olamaz! Yani algılamadıklarımın var olmasının benim açımdan manası da olmaz! Algıladığımda işlemeye başlar o manalar benim açımdan!
Muhyiddin İbn-i Arabi “Arif için din yoktur” derken aslında arif için hariçte din yoktur, arifin dini kendi içindedir! Yani arif dinsiz değildir, arif “Din siz siniz” kapsamındadır. Arifin kendi bizzat dindir! Din dendiğinde kutsal kitaplar akla geliyor değil mi? Oysa kutsal kitaplara dayalı olmayan dinler de var idi! Hala bu kapsamda öğretiler var! Öğretri de kutsanınca olur bir çeşit din! Hatta bazıları söylerdi “Dinsizlerin dini, dini inkardır! ” diye! Bakın dini inkar bile din kapsamında görülebilir! Yani din başka, iman başka. Bakınız Kâfirûn suresi nasıl biter! “Sizin dininiz size, benim dinim de banadır! ”
kuran.diyanet.gov.tr/Kuran.aspx#109:6
Demek din “Ben” üzerinden tanımlanır! “Benim dinim banadır” diyor; Bizim dinimiz bizedir demiyor. Kendi adına konuşuyor! Ben üzerinden dini tanımlıyor! Aslında dinin bireysel algısına işaret ediyor! Anlayana… Herkesin dini kendine olmalı ki su aksın yolunu bulsun. Yani kafirlere söylenen bu söz aslında çok manidar! Kafirlere diyor örtmeyin! Bireysel din algısını kapamayın! Kafirlerin sonunu bu çünkü hep kendi algılarını doğru görürler! Bakın "Kafir" dendiğinde dinsiz anlamayalım. Kafirin bir manası da örtendir. Yani dinlilerden de örtenler bu kapsamdadır. Hatta dinli görünen münafıklar içinden çıkar en tehlikeli örtücüler! Zaten bu nedenle dinliler savaşır durur kendi aralarında… Gerçekleri örtükleri için, birbirlerine “Sizin dininiz size, benim dinim de banadır! ” Kuran. 109:6 dahi şekilde diyemedikleri için…
Son tahlilde; insan kendini nasıl huzurlu ve mutlu hissederse o hal onun dinidir! Ariflerin “Benim dinim sevidir! ”, “Benim dinim aşktır! ” söylemleri de bunu gösteriyor! Bu anlamda kendi sözümü söyleyeyim; “Benim dinim ise hakikattir! ” Taklit ve bizzat algılamadığım hiçbir şeyi bu kapsama almam. Herkesin bireysel kurgusu kendi dinidir! Arif için hariçte din arayışı yoktur! Arif için din dahildedir! İnsanlar kendi kurgusunu özgürce yapabildiğinde harika olur! Bu kurgun yapımında yardımlaşmak ve paylaşmak doğaldır! Hatta güzeldir! Herkes kendi dininde olursa kavga olmaz! Örtücülere de şunu derse; “Sizin dininiz size, benim dinim de banadır! ” o zaman hayat bal-kaymak olur! Yani ya dinsizsiniz ya da din sizsiniz!
..
Hazmetmek
Ne kadar çok çeşitli, gıdalı yerseniz yiyin; vücudun istifadesi hazmedilen kadar olacaktır. Küçük çocuğun ağzına ağır yiyecekleri tıkmakla çocuk beslenmiş olmuyor. Aynı şekilde hazmedilmeyen ilim ne kişinin kendine ne de başkalarına fayda sağlamıyor.
İlimi hazmetmek nasıl oluyor?
Maddi ve manevi duyularla alınan bilgiler insanın aklı, kalbi ve vicdanı tarafından yorumlanır ve bir kanaat oluşur. Ben buna geniş manada inanç diyorum. İşte bu yorumun neticesinde edinilen kanaat, inanç somut bir şey değil ki paket olarak alıp kullanılsın… Her bireyin edindiği bilgiler; hazım kabiliyeti kadar gelişir / körelir…
Çok okumakla veya çok bilgi yüklenmekle aydın olunmuyor. Yüklenilen ezber, kopya bilgilerin işlenip özgün hale getirilmesi gerekir. Yoksa kuş misali ezberden kopya kusmak maharet sayılmaz.
..
İki Sevgili Arasında Aracı olmaz!
İnsan sevgilisiyle konuşurken ya da beraberken; nasıl davranacağını başkası belirler, söyler ya da araya girerse şiddetle onu iter! Bu nedenle,Tanrı ile kul arasına aracılar giremez! İlişkinin nasıl olacağına da karışamaz!
Bireyin dış telkinle içten değişmesi mümkün olmaz! Bu durumda birey ya direnecektir ya mal gibi her telkini alacak ya da psikolojisi bozulacak! Her iki duruma da meydan vermemek gerek!
Din alanında aracılar sistemi "Orta Çağ" da bitti. Yani yeni dönemde aracı olmaksızın birey-Tanrı ilişkisi şekillenir!
Topluma din ve inanç özgürlüğü sağlamak yeterlidir. Birey kendi özgürce inancını yaşar. "Şöyle yaşa! " denildiğinde sorun çıkar, bu da bireyin özgür tercihine müdahaledir zaten.
..
Kutsal Vaat Sorgulanmadıkça Vaat Savaşları Bitmez
Vaat ve övgüler, sorgulanmalı! Yoksa kutsal vaat, sorgulanmadıkça vaat savaşları, bitmez!
Filistin, “Vaat edilmiş topraklar” olduğundan savaş bitmiyor! İstanbul'un fethi övülmüş olduğundan, fethedilene kadar defalarca kuşatılmış! Fethedilmeseydi bu kuşatmalar devam ediyor olacaktı! Fatihten önce de İstanbul defalarca işgal için kuşatılmış. Yani Vaat varken barış olmaz! İstanbul’u fetheden komutanın övüldüğü söylendiği için bu macera devam eder! Vaat ve övgüler, sorgulanmalı! Yani birileri yeterince güçlenince, övgüye layık olmak adına maceraya girebilir! İstanbul, şimdilik rahat görünüyor ama bu ileride birilerinin övgüye layık olmak için harekete geçmeyeceği anlamına gelmiyor!
Roma, direnebilse bile Fatih, barış yapmazdı. Vaat var, fetih için. Bu ayrıntı, önemli! Filistin için de Musa vaadi var! Yani Museviler vaat edilen yerler için mücadele vermeyi ister!
İsrail oğullarının Filistin tutkusu çok eskidir! Musa Firavunun zulmünden kurtardığı insanları Filistin'e götürüp oradakileri yurdundan çıkarmak ve getirdiği halkı oraya yerleştirmek istiyor!
Filistin konusunda; 5. Sure (Mâide Suresi) , 22. Ayet "Dediler ki: "Ey Mûsâ! O (dediğin) topraklarda gayet güçlü, zorba bir millet var. Onlar oradan çıkmadıkça biz oraya asla giremeyiz. Eğer oradan çıkarlarsa biz de gireriz." Filistin'e yapılan Musa harekatı geçiyor!
5. Sure (Mâide Suresi) , 24. Ayet
..
Biri Bizi Gözetliyor
Algılanmayan “Yok” hükmünde!
Algılamayı gözlem olarak düşünelim!
Quantum fizikte; gözlem, gözleneni etkiliyor, durumunu belirliyor!
Evren “Gözlem” ile algılanıyor, algılama sonucu belirleniyor! Bu gözlem, sadece şuurlu olmakla mümkün! Bilinen 3. Boyutta duyuların tamamıyla bu gözlem gerçekleşir! Göremeyen, işiterek ve dokunarak; 4. Boyuta dair de hayalen algılamaya çalışır! Göremeyen, işitemeyen ise dokunarak ve 4. Boyuta dair de hayalen! Farazi olarak göremeyen, işitemeyen ve dokunamayan da 4. Boyuta dair düşünce ve hayaliyle algılamaya, “Gözlem” yapmaya çalışır! Yani evren algılanan kadardır, gözlemci için!
Gözlem algılamak için yapılıyor, o halde “Algılanmayan ‘Yok’ hükmünde”; algılanan, varlık sahasında! Bir şeyin 3. Boyutta, gözlemlenemez olması, yani algılanamaz olması hükmen “Yok” olarak düşünülür! Hayal edilebiliyor ise potansiyelde vardır 4. Boyutta olduğu için algılanamıyor demektir! Bir şey, mutlaka birisi tarafından gözlemlenmeli ki “Var” olsun! Bu gözlemin araçları 3. Boyutta duyular, 4. Boyutta hayal! Hayalen de gözlem yapılabilir!
..
An Çalmak
“Üç vakit”; geçmiş, gelecek ve “An”!
Zamanın 3. Boyutta izafi algılanması, 1. Ve 2. Boyutlarda zamanın aslen olmaması konusunu önceki yazılarımda sık yazdım! Zaman, 3. Boyutta doğrusal gibi algılanır ama tüm boyutlardan topluca bakılırsa aslen zaman yok! “Kuantum fizikte çifte yarık” deneyindeki gözleme bağlı belirleme konusunu hatırlayalım! Gözlemci, zerre boyutunda durumu zaman-mekan, iyi-kötü, büyük-küçük şeklinde gözlemciye izafi belirler! Zerrenin aslında “Küçük” olmadığı, bütün ile aynı özelliğe sahip olduğu; 2. Ve 1. Boyutlarda zerre ile bütünün aynı işleyişe tabi olduğu söylenebilir! Çünkü 3. Boyuttaki izafiyetler, algıyı yanıltır! Bir şey, zaman-mekan, iyi-kötü, büyük-küçük şeklinde izafi olarak belirlenmemiş ise bütünün aynıdır! Gözlemci, gözlem ile göreceli olarak algılar ve o algı sınırına hapsolur!
Gözlemci, izafi belirleme yapmadığında da algılayamaz! Yani gözlemcinin 3. Boyutta algılaması için 3. Boyutun dar alanına sıkışması kaçınılmaz! 3. Boyutun izafi alanına sıkışmadan algılamak mümkün olmadığına göre sınırsız potansiyel nasıl fark edilebilir?
Cevap; 1. Ve 2. Boyuta inanarak! Gözlemci, sınırsız potansiyelin farkında ise buna inanmış ise 3. Boyutta gözlediklerinin izafi olduğunu bilir ve gözlemi, 2. Ve 1. Boyutlara doğru genişletir! 3. Boyutun algı sınırlarında sıkışıp kalmaz! Bu kişinin potansiyel olarak tüm boyutlardaki varlığına inanmasıyla mümkün! Sadece 3. Boyuttaki maddi varlığına inanmış birisi, “Materyalist” sayılır! İnanç konusunu da bildik manada bir şeylere ya da ululara, kutsallara inanmak olarak düşünmeyelim. Bu da 3. Boyutun izafi sınırlı algısıdır! İnanç kişinin öz potansiyelinin evreni kapsadığı şeklinde düşünülmeli! Yoksa kutsallara inanıp inanmamak, bireyin kendi tercih ya da becerisi! Benim kast ettiğim “İnanç”, bireyin kendini inkar etmemesi; kendini 3. Boyutta göreceli olarak algıladıklarıyla sınırlamaması anlamında!
“An” nasıl çalınır, çaldırılır veya atlanır, atlatılır?
..
Kim Yaptı?
Bir sistem ve zeka ürünü olan bir şey, bu evrenin kendisi de olabilir.
Kim yaptı? Bu soruyu vicdan sorar, cevap ister!
Bu soru üç ana durumu da netice verir.
1-Tanrıya inanan, tanrıya havale eder, izahını da evreni algılamasına izafi olarak veya nakil bilgilere göre izah eder! Dinsel kaynakları delil gösterir, mantıken de “Bir şey var ise onun sahibi vardır! ” şeklinde akıl yürütüp; o halde sahibi dinsel kaynaklarda belirtilen Tanrıdır şeklinde bir sonuca varır. Bu sonuç inancın ürünüdür, inancını destekleyecek her delil bilinç olacaktır! İnancını içselleştirecek vicdani delilleri anlayamaz veya bulamaz ise taklidi olarak inançta kalacak! İster inançta kalsın, ister bilinçlensin sorusuna cevap bulduğunu düşünerek huzurlu olacak!
2-Evrende bir Tanrının var olmadığına inanan kişi ise bilimsel veya felsefi olarak; bilim ve felsefenin ilerlediği kadar, Tanrı tarafından yapılmadığını savunur! O halde kim yaptı? Sorusunu da cevaplamak adına; kendiliğinden veya doğal seyirle olduğuna inanır. Bu dahi inanç durumudur! Bilinç olması için bunların kendi vicdanında kabul görmesi gerekir! Yani ispat etmeli ki bilinç olsun. Kendiliğinden veya doğal seyirle olduğuna vicdanı kanaat ederse huzurlu olur, etmez ise arayışı sürer!
..
Yama
“Delik ve yırtığı uygun bir parça ile onarma, açığı kapatmak için kullanılan parça” Bilgisayar programlamasından tutun pek çok alanda tıp alanında bile “Yama” kullanılıyor!
Çocukluğumuzda tozda-toprakta oynarken, yamaçlardan kayardık; pantolonlarımızın kıçını ve dizini sıkça yırtardık. O zamanlar “Yama” yapılırdı günlük giyilen pantolonlara yani anlayacağınız kıçınızda delik yoksa yama gerekmez! O zamanlar uygun kumaşa uygun yama bulmak da kolay olmazdı bazı çocukların pantolonlarında annesinin giydiği allı morlu basmadan yapılmış yamalar sırıtırdı!
Yama ne için gerekir? Eksik olan bir şeyi veya alanı kapatmak için! Yani eksiklik yok ise yama da gerekmez!
“Yama” konusundan hareketle bazı davranışları irdeleyeceğim. İnsanlar eksik olduğu durumları nasıl yamamaya çalışıyor veya neden yamamaya çalışıyor!
Mesela bazı başkalarını kurtarma iddiasında olanların, başkalarını kurtarmaya soyunmuş olması eksikliğin bir dışa vurumu olsa da ileri safhalarda tamamen aklı ve zihni de iptal ederek anlamsız bir yola girilmesine neden oluyor! Bu hal aslında eksiklik hissinden geliyor! Kişi, eksiğinin farkına vardığında bu yola (Yama) başvuruyor! Eksikliğinin, çaresizliğinin ve ezikliğinin verdiği acıyı dindirmek için kendinde gördüğü eksikliği topluma yükleyip topluca kurtulmak ister bu durumundan. Hem eksikliğini topluma dağıtınca, güya kendince düşen azabı da azalacak! Bilmediği ya da göz ardı ettiği şu; herkesin eksikliği bireysel, farklılık gösteriyor! Kendi eksiğini, kendince düzeltse sorun olmayacak! Hem kimseye de bu eksikliğini sezdirmeyecek belki de! Ama kendi eksiklikleri üzerinden toplumu kurtarmayı amaç edinince kendini ele veriyor! Perde arkasında “Meşru olmayan yolları kendine açmak için insanları kurtarma fikri” de olabilir; açıkları yamamak için topluma kendi eksikliklerini dağıtmak ister!
..
İnkar
Anlamlar üzerinde biraz gezinelim!
“İnkar” dendiğinde neden hemen “Din inkarı” akla gelir? Oysa inkar, her alanda mümkün ya da geçerli… Bildik din taraftarları inkarın özellikle din alanında kullanılmasına bayılırlar çünkü “Din inkarını” da “Tanrı inkarı” gibi göstermek işlerine gelir! Oysa kendileri de başka dinlere “Batıl” der ve inkar ederler! Uzatmayım, anlaşıldı…
Bir şeyi inkar etmek veya kabul etmek için o şeyi bilmek gerek! Bilinçsiz inkar ile bilinçsiz kabul aynı kapıya çıkar! Bakınız inkar da kabul de bilinçle olur! Bilim adamları bir şeyi iddia ederken yıllarca uğraşır ve deneylerle bunu ispatlamaya çalışır ve sonucu bilinçli olarak açıklarlar. Bir şeyi reddeden, inkar eden bilim adamı da aynı şekilde deneysel olarak ya da teorik olarak ulaştığı bilinçli veriyi açıklar!
Günümüz insanı “İnkar” konusunda bildik dinsel alanda hapis kaldı! Bu nedenle çokları inkar ve kabul kavgası yapıyormuş gibi görünüyorlar. Bu kavganın kayıkçı kavgası olduğu açık. Çünkü çoğunlukla inkar edenler de kabul edenler de zır cahil. Söyledikleri de bilinçsiz ezber nakil kusuntular…
..
Vesile
İnsanı O’na yakınlaştıran her şey “Vesile” kapsamındadır!
Tüm evren ve algılanan her şey vesiledir!
Biz, birbirimize vesileyiz!
Vesileleri teperek yol alınmaz!
Kendini bilirse insan, vesileyle yol alır!
“Ben” merkezdir, “İlim kendin bilmektir! ”; “Ben” farkındalığı oluşmaz ise insan kendini evrende kaybolmuş hisseder! Eğer insan kendi iradesi ile sınırlamaz ise… Allah’ın insana kendinden üflemesi esmanın insanda mevcut olduğunun işaretidir. Bu esmanın açığa çıkması ise “Vesile” ile olur!
Algılanmayan, yok hükmünde!
..
İşin Rengi Değişir
Bütün dinler ve kutsal kitaplar tek kişinin beyanıdır. Bu kişilerin ikinci bir şahidi yoktur. "Allah'tan getirdim! " ya da "Allah yolladı! ” derler! Bunu halk kabul ederse din ve kutsal kitap oluşur! Kendisine hiç kimsenin tabi olmadığı peygamberlerin de olduğunu bazı alimler söyler! Mesele inandırma meselesidir!
Ben ise diyorum ki "İnanma bil! " yani gerçeği bizzat kendin ara! Nakledilen bilgilerin, eksiltilip-artırıldığını zaten söylüyorlar ki; bu nedenle yenilendi durdu dinler ve kitaplar. Yenilenme gerekçesi; eksiltilip, ilaveler yapılması zaten. Şunu unutmayın; tek kişiye ulaşılır sonuçta kaynak olarak!
Hukukta ise tek kişinin beyanı bir diğerini mahkum edemez! İki eşit insanın beyanları da eşittir! Bu nedenle din alanında ayrıcalık söz konusudur! Yani dini getiren kişinin, seçilmiş kişi ya da seçilmiş ırktan olması bu eşitliği bozacak ve tek kişi beyanıyla toplum şekillenecektir! Bu konu inanç olduğundan bireye karışılmaz ama sorun çıkması şundandır. Tek kişinin beyanıyla toplumdaki diğer kişiler de mahkum edilmeye kalkışılır. İşte o zaman işin rengi değişir!
Ahmet Bektaş
..
Varlık Felsefesi
Varlığı sorgulamak, bilinç ile mümkün! Düşünen, bilinçli varlık olan insanın evrenin ve kendinin varlığını sorgulaması ve bu sorgulamanın sonucu olarak bir kanaate varması! Varlığın izahını kendince yapması!
Ontolojik değerlendirmeler, bir şeyin “Varlık” olarak irdelenmesi!
“Varlık” olarak her şeye dair bir kanaat oluşturmaya çalışmak! “Töz”, var olan! Akıl ve ruh! Varlık, bilinç ve bilim ile izah edilmeye çalışılır! İzah edilemeyen ama varlığı iddia edilen her şey, inanç kapsamındadır! İzah, soyut veya somut olabilir! Soyut izahlar da somut izahlar kadar önemlidir! Bazı somut izahlar, soyut olarak desteklenir; bazı da soyut olarak izah edilen, somut olarak desteklenir!
Varlığı sorgulayan insanın kanaati, somut veya soyut olabilir! Sorgulamadan oluşan kanaat de “Taklit” olabilir! Sorgulayan, kendi kanaatini oluşturur; sorgulamadan, hazır kanaatleri “Taklit” kapsamında kabul etmek de bir kanaattir. Sonuçta insan kanaatinde özgürüdür, olmalıdır!
..
İlah
Toprak, su, hava, ateş! Eski zamanlardan beri, bunlardan en az birini kontrol eden “İlah”, hepsini kontrol eden ise “İlahlar ilahı” olarak düşünülebilir!
Bu konuda bildik şeyler üzerinden giderek nakil ile köreltilmiş günümüz insanının aklına (Kendi aklıma) bir kapı açmaya çalışacağım. Çok basit yazacağım.
Toprak, su, hava, ateş; eski zamanlarda bu unsurlara hükmeden insanlara “İlah” denmiş hatta bu unsurlara hükmedebilen “Yarı insan, yarı ilah” gibi ara formlardan da söz edilir. Hatta metafizik varlıklar (3. Boyut ile 2. Boyut arasındaki sinyal ve enerji türü) da bu kapsama dahildirler. “Boyutlar” konusundaki yazılarımda ayrıntılı bahis var! Madde boyutu, Dünya 3. Boyut; bunun 2. Boyutu data, ruhsal boyut; 1. boyut “Ben” tercih boyutu; boyutsuzluğu da hiçlik (Hiçin potansiyeli sınırsız, her şey hiçten var oldu) O, Tanrı makamı… Bu maddi alandaki 4 unsurun mana ayaklarını da düşünerek her boyuta bakan yönlerini açmaya çalışmak, “İlah” kavramını anlamak için faydalı olabilir!
Eski zamanda daha ziyade sihir ve büyü ile yapılan toprak, su, hava, ateş kontrolü günümüzde teknoloji ağırlıklı yapılıyor! Teknoloji kullananlar, metafizik alanı ihmal ediyor sanmayın o da eski zamandan daha ileri seviyede kullanılıyor!
..
İnsanlar Hüsranda Mı?
“Andolsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir. ﴾ 1-2﴿ Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (Onlar ziyanda değillerdir) .﴾ 3﴿ ” Asr Suresi; 103
http://kuran.diyanet.gov.tr/Kuran.aspx#103:1
Okunuşu; “Vel asr. İnnel insane le fi husr. İllellezıne amenu ve amilus salihati ve tevasav bil hakkı ve tevasav bis sabr.....”
Asr suresi beni çok etkiler; Mealde “Ziyan” olarak verilmiş, surede “Husr” Hüsran olarak geçer. “Hüsran” ile “Ziyan” arasında ince bir ayrıntı var!
Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlük;
Ziyan: isim Zarar
..
Mısır
Mısır'daki evrensel döngü, çok göze batarcasına yaşanıyor! Firavun, Musa neslini katlederken aslında karşıt bir enerjiyi de kendi eliyle inşaa etmiş. Sonrası malum. Yusuf dönemindeki tapınak rahipleri de halkı ilahlarla kandırıp aşağılamış ve malı kadını tapınaklara çekmiş. Bunun neticesi olarak da Firavun, Yusuf peygamberle müttefik olup tapınaklara askeri hareket düzenlemiş ve rahipler zindan atılmış. Her şey açık değil mi? Bu karşılıklı enerji akışı gözlenebilir değil mi?
Mısır, din ve mezhep kavgalarının Peygamberlerin (Musa ve Yusuf) diyarı; Musa, Firavunla mücadele ederken Yusuf döneminde Yusuf, devrin firavununun askerlerini tapınaklara saldırtıyor. Rahipleri zindana tıkıyor. Yani bir dönem Yusuf döneminde Firavun tapınaklara karşı bir peygamber ile müttefik olabiliyor! Musa döneminde ise Firavunun sarayında büyüyen bir peygamberle aynı firavun ters düşüyor! İnanç alanındaki kavganın her yanı ve doruğu yaşanmış. Bu miras devir alınmış.
Yusuf peygamber zamanında tapınaktaki rahipler dinsel alanı tamamen kontrol edince halkın malını ve namusunu da tapınağa istemişler, o dönemde Yusuf peygamber var ve bu oluşan zulme "Dur" demiş! Bunu da firavunun askerleriyle yapmış, "Mısır azizi" olunca. Oradaki enerji aslında tüm zamanlarda tekrar edip duran bir durum yani birileri zulüm ettiğinde diğerleri onun zulmüne karşı duruş geliştirdiğinde biriken enerji kullanılır. Yani rahipler halkı kandırıp mal ve kadınları tapınaklara hapsedince sorun çıkmış. Yusuf peygamberin hayatını anlatan filmlerde bu çok ayrıntılı var! Musa'nın durumunda da aynı seyir gözlenir. Firavun halka eziyet edince doğan enerji Musayı güçlendiriyor, bazı alimler Musa'nın ırkından öldürülen her erkek Musa'da temsil edilmiş; Musa'nın gücü hepsi kadar olmuş. Yusuf'un durumda ona benzer yani Yusuf'un "Rüya yorumu" kıtlığı haber vermesi, yetki almasını "Mısır Azizi" unvanını almasını sağlıyor ama Firavun başta. Yani Yusuf, firavunun memuru hükmünde. Yusuf, zalim ve beceriksiz rahiplerin boşalttığı alanı dolduruyor! Enerji akışı böyle, birileri zulüm yaparken bir alan oluşur, o da birilerince doldurulur! Mekke kodamanlarının zulmünden boşalan alan da doldurulmuş elbet. Böyle bir seyir var.
Üstün ırk modu ya da inananın üstün olduğu modu ya da kendi dini inancının üstün olduğu iddiası modu eski "Orta Çağ" kaynaklıdır! Bu moddan çıkmadıkça bu konudaki kavgalar bitmez!
..
Bilgi Kirliliği
Günümüze kadar gelebilen eski öğretilerde neden en çok “İtaat” konusu vardır, hiç düşündünüz mü? Ben düşündüm; geleceğe eser bırakanların hemen hepsi gücü elinde bulunduran diktatör ya da kral türü kişiler olduğundan halkın itaatini kutsallarla sağlamışlar! Halktan olan hakikati dillendirenler zaten pahalı kağıt ve tabletleri kolayca kullanamaz, kullansa dahi kral ve diktatör hatta din adamlarının aleyhinde bir şey yazamaz! Bu durumda günümüze ulaşan bilgiler kral mezarlarından ya da kralları öven, itaati emreden yazıtlar olacaktır. Bu nedenle tarihsel nakiller güvenli değildir! Bilimsel incelemelerle varılan sonuçlar ise zaten yorum olarak görülmeli. Demek ki tarihsel verileri sadece bilgi için kullanmalı, tarihsel verilerde takılı kalmak tam bir felaket olur. Eski zaman egemenlerinin bıraktığı bilgileri tekrarlamak olur. O dahi potansiyeli eski zaman ulularına kaptırmak olur. İnsanlık bilmeden eskiye esir olur veya eskici olur!
Günümüzde bile bu bazı toplumlarda böyle değil mi? Taze bilgileri bile korkudan yazamıyor insanlar, bilgi daha üretim aşamasında sınırlanmış oluyor. Padişahım çok yaşa diyenler ne yazarsa halk onunla idare edecek. İtaat ediyorum o halde varım diyecekler.
Güya konusunda uzman bazı kişilerin saçmalığa varan hatta saçmalığı aşıp küstahlığa varan hallerini gözlemledim! (Benim kürtaj konusunda şahsi kanaatim cenin canlandığında kürtaj için geç kalınmıştır.) Eleman kürtaj konusunda karşısındaki aciz kadına diyor ki; “Beden senin ama karnındaki senin değil! ” onlar devamını getirmedi ben hayalden devamını yazacağım. Peki kadının karnındaki kimin? Birinci cevap için “Erkeğin de hakkı var.” Diyelim. O halde erkek ve kadının rızası varsa ve cenin canlı değilse; kime ne? İkinci cevap; “Tanrınındır” şeklinde olur ise ne olur? Bu durumda Tanrı ile o kişiler muhatap olur! Yani Tanrı adına birileri insanlara kural koyduğunda zaten sorun oradan çıkıyor. Kutsal kuralları Tanrı koyar ve sadece inananlar içindir onlar da, zorlama olmaz. Kişi hak ve özgürlük kapsamında olan kurallar ise zaten toplumun yasama kurumlarınca yapılır.
Son tahlilde; insan ile Tanrı arasına kim girerse ve ne adına olursa olsun bu aracılığı meşru değildir. Zaten dinsel kurallar inanca bağlıdır. İnanç yoksa din de olmaz! Zorla da güzellik olmaz!
..
Gözlemlerim
Musevilerin ve İsevilerin Allah inancı konusunda çok fazla delil bulma gayretinde olmadıklarını; Müslümanların ise aşırı gayret içersinde olduklarını görüyorum…
Peygamberlerin çoğunlukla Yahudi olması ve Kuranda bile Yahudilerin seçilmiş olduğu üzerine işaret olması; zaten “Seçilmiş ırk” olduğuna inanan Yahudilerin imanını kuvvetlendiriyor olabilir. Belki bu yüzden iman konusunda çok fazla delil peşinde değiller. Belki de dini, metafizik boyutunda değil de siyasi ve toplumsal boyutta yaşamayı seçiyorlardır. Daha çok insanın kendi dinlerine girmesi gerekmiyordur. Çünkü herkes Yahudi olsa üstünlük de çok anlamlı olmayacak.
Çoğunluk olarak Dünya’da ilk sırayı alan Hıristiyanların daha fazla tebliğci (misyoner) oldukları görülüyor. Hatta sömürgeleştirdikleri toplumları bile Hıristiyanlaştırma gayretindeler. Tabii ki sömürgeler Hıristiyan olunca kurtulmuyorlar! Belki daha az sıkıntıya maruz kalma ümitleri oluyor. Bu yüzden özellikle alt sınıfı oluşturan eğlence ve hizmet sektöründekiler boyunlarında “haç” kolyesi ile daha sık görünüyor. Hıristiyanların da iman konularından ziyade siyasi ve toplumsal ikna metotlarını tercih ettiklerini gözlemliyorum. Özellikle süper güce sahip, zengin ülkelerde Hıristiyanların etkin olması ikna metotları arasında inancı o kadar önemli kılmıyor. Güç kendiliğinden ön plana çıkıyor.
Gelelim Müslümanlara! Neden iman konusunda daha fazla delil peşindeler? Birinci unsur, İslamiyet sadece din adamlarına has değil, bireysel sorumluluklar daha ön planda. Bu bireysel vazifelerin yapılması için inancın sağlam olması gerekir. Bir diğer husus İslam dini akıl dini olduğundan herkes aklını işletme çabası içinde. Osmanlı İmparatorluğunun güçlü olduğu (Duraklama ve gerilemenin başladığı) son dönemlerinde inanç konusunda akıl işletmeye çok fazla gerek yoktu; kuvvet iş görüyordu çünkü… Günümüzde İslam coğrafyası geri kalmışlık ve fakirlik içersinde olduğundan; ikna edici olarak elinde akıldan başka güç kalmamış denilebilir. Bu yüzden iman konusunda ikna olmak ve ikna etmek için akıla yöneliyor.
Sözün değeri kısalığında diyorum ve kesiyorum.
Saygılar
Ahmet Bektaş
..
Çekim Yasası
Evrendeki tüm varlıklar, potansiyellerine, yazılımlarına yani ruhlarına göre çekime tabidir! Bunu fizikte “Kütle çekim” olarak biliriz! Benzer şekilde tüm ruhlu varlıklar, evrenden çeker; tüm canlı ve cansız varlıkların ruhu yani yazılımı vardır! Şuurlu varlıklar mesela insan bilinçle çekim yapar, diğerleri doğal olarak yazılımlarına yani ruhlarının potansiyeline göre çekim yapar! “Adem’e meleklerin itaati” buna işarettir! Yani şuurlu çekim, şuursuz olan soyut-somut şeyleri kendine çeker! Bunu kendi gelişiminde kullanır!
Bakınız evren, inancı ödüllendiriyor! Kişi inançlı olduğunda başardığı şeyin "İyi-kötü" olmasının evren için bir farkı yok! Hayır da şer de tercihe göreceli! İnanan kişiler, kendilerini en başa oturtarak bir sistem kurduğunda başarıyor ve diğerleri onu destekleyerek veya protesto ederek daha da yükseltecektir. "Çekim yasası", inanca bakar!
"Çekim yasası" gereği en fazla "Şeytan" dan (Lanet de etseler, aynı etki) bahsedenler, en fazla şeytanı çekenler oluyor! Yine "Çekim yasası" gereği kavga ve mücadele üzerinden gidenler en fazla huzursuz olanlar oluyor! Yine "Çekim Yasası" gereği, başka insanların kendi aralarındaki kavgaya bir şekilde dahil olanların, gereksiz yere sopa yemesi kaçınılmaz! "Kavgada aracı yer sopayı"
Toplumsal alanda bunu düşünelim başka toplumların topraklarını almayı övmek “Vaat edilmiş toprak veya seçilmiş ırk” söylemi ya da başka toplumların aralarındaki haksız kavgalarına girmek; sonuçta, bulaşana da oradaki olumsuz hava bulaşacak! Boyutları bazı çok kapsamlı olur!
..