İNANÇ ŞİİRLERİ

İNANÇ ŞİİRLERİ

Friedrich Hölderlin

Sevgili, sayrısın
gönlüm yorgun ağlamaktan, ve
içimde titrek pırıltısı korkunun;
ama, inanamam öleceğine
sevdiğin sürece.

Çeviren; Gökhan Oflazoğlu
..

Devamını Oku
Afşar Timuçin

Onlar savaşçıdırlar içlerinde
Gökleri yeni baştan kurarlar

Böyle çıkma gece vakti balkona
Havalar soğudu üşümesin ayakların
Acıya salıverme kendini bir çırpıda

..

Devamını Oku
A. Ali Ural

Tanrılığa soyunmaya kalktıklarına bakmayın, şairler de insandır ve çıplaklıklarıyla kalırlar. Her insan gibi evrenin küçük bir örneği olduklarını bilseler de numuneyi bütünün tamamıymış gibi göstererek işgal ettikleri yeri zihinlerde büyütmeye çalışırlar. Halbuki evrenin küçük bir örneği olmak onlara yapay sınırları fark ettirmeli, sonsuzluk yanında buharlaşan cılız çizgilerini tutamak yapmaktan alıkoymalıydı onları. Sırf üzerinde yürüdüğü için makine halısının dokuma halıya dönüşebileceğini sanmak ya da üzerinde yürüdüğü dokuma halının sıkı ilmeklerinin şiirlerinin sıkılığına, kök boyalarla canlanan renklerinin dizelerinin solmazlığına delalet ettiğini düşünmek bir cinnet değilse nedir?

Aynı zaman parçası farklı iklimleri doğurabileceği gibi, aynı iklimler farklı meyvelere annelik yapabilir. Bir şehre aynı gün iki mevsimin yolu düşer, belki daha fazlasının. Ve her mevsimden rengi, kokusu, tadı birbirinden farklı yüzlerce meyve fışkırır. Ancak ne kadar çabalarsa çabalasınlar elmalarla armutların toplanamayacağına inandıramaz öğretmenler. İşte bir kamyonun kasasında buluşmuştur armutlar ve elmalar; on yılda bir taşıt değiştirerek yol almışlar, her uğradıkları beldeye kucak kucak, düzeltiyorum; kuşak kuşak şiir dağıtmışlardır.

Bu nasıl bir kuşaktır ki hangi niyetle sarılırsa sarılsın beli sıkmaktadır. Yetmişli yılların mı, seksenli yılların mı, doksanlı yılların mı, yoksa iki binli yılların mı kuşağı ibrişimdir? Gelin de çıkın işin içinden. Ya da işin içine girerek terleyin. Her vadide şaşkın şaşkın dolaşarak, kâh “biçem+imge” olarak tanımlayın zamanınızı, kâh “biçem+mecaz”. Kâh yetmişle sekseni toplayıp ikiye bölün, kâh “vefa kuşağı”nı gökkuşağı gibi gerin göğünüze. Kâh siyasetten yana saf tutun, kâh özgürlükten. Kâh travmanızdan doğurun şiirinizi, kâh zevklerinizden. Kâh bir idealiniz olsun şiir idealinizi besleyen, kâh şiirinizi idealin memesinden kesin.

Tanrı, Körün Parmak Uçları ve Kuduz Aşısı 'nın şairini Arabistan çöllerinde korumaya almasaydı, beline seksenli yılların kuşağını saracaktı belki de. 1979'da kaderin hamlesiyle bir satranç taşı gibi binlerce kare atlatılarak kızgın kumlara sürülen bu genç şair, yedi yılını geçirdiği bu topraklarda “ne içinde olmuştu zamanın, ne de büsbütün dışında.” Bir kitap oluşturacak şiiri geride bırakarak geldiği bu yeni iklimde dört kitap oluşturacak şiiri defterlerine hapsetmiş, bir dostunun kendisinden habersiz Cahit Zarifoğlu'na gönderdiği Öfkeli Çocuklar şiirini Mavera 'da yayınlayan Zarifoğlu'ndan içinde “Sen de bir imza sahibi olacaksın! ”cümlesi bulunan bir mektup almıştı. 1982 yılında aralanan bu kapı inzivayı bitirebilirdi. Ancak kader buna izin vermedi. Çok sonra Zarifoğlu'nun bir mektubunda, “Senin yazı ve şiirlerinle ilgili olarak, maalesef, daima bir dizi aksaklıklar –saçmalıklar- oldu. Bağışla,” dediği aksilikler şairin aralanan kapıyı kendi elleriyle kapayıp yeniden kendi madeninin derinliklerine inmesine yol açtı. Mesela Ebru Teknesinde Bir Yeşil şiiri Mavera dergisinin kapağında yer alırken içinde yoktu. Yine Zarifoğlu'nun “Beğendim, önümüzdeki sayı yayınlıyoruz dediği “Aydınlık Şehir” başlıklı yazı sırra kadem basmıştı.
..

Devamını Oku
Hüsrev Hatemi

Terket kederi çürüyüşe ey yüreğim!
Toplanmasın ürünü, sürünsün tarlalarda,
Sürünsün ürünü ayak altında;
Kalsın tarlalarda keder...
Ay doğsun gece üstüne tarlaların,
Ay doğsun, Ay doğsun...
Evet Ay doğsun,
..

Devamını Oku
Cezmi Ersöz

Eski bir Turkce kitabinda
rastladim sana.
Sirtin pencereye donuktu,
odan kararmak uzereydi,
usulca one dusmustu basin
yorgun bir dusu tasiyordun omuzlarinda.

..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Bilincin Batılı Olmaz

Bilincin batılı olmaz! İnsan “Batıl” olduğunu bildiği şeyi barındırmaz! Ya batılı, “Hak” sanıyordur, bu da zaten “Bilinç” olarak değerlendirilmez, “Zan” olarak değerlendirilir! “Zandan kaçının” denir! Ya da inandığı şeyleri irdelemiyordur! “İnanç” kapsamında kalmıştır!

"İnancın batılı olur mu? " İnanç ile bilinç konusunda; biri var ise diğeri yoktur! Eskiler inanca, "Taklidi iman", "Bilinç" haline de "Tahkiki iman" demişler! Ben, ikisini bu şekilde ayırmam ama “İnanç” ve “Bilinç” olarak ayırıyorum. İkisi aynı durumda olmaz! İkisinden biri vardır ortada! Bir şey, ya hakikidir ya taklittir! “Batıl inanç” ile “Batıl olmayan inanç” ikisi de "İnanç" kapsamındadır! Bilinç olsa zaten “İnanç” olmaz, “Bilinç” olur! Eskilerden; " Perde-i gaip açılsa imanım ziyadeleşmez! " sözü meşhurdur! Yani inanç, tamamen bilinç olmuş; perde açılsa dahi artmıyor çünkü inanç olarak kalan yok, hepsi bilinç olmuş. Eğreti inanç kapsamında bir şey kalmamış.

“Batıl inanç” ile “Batıl olmayan inanç” arasındaki ayrımı kim, nasıl belirleyecek? Bir batıl ya da batıl olmayan inanç, irdelendiğinde zaten “Bilinç” olacak! Bilincin de batılı olmaz! Batıl olsa bilinç olmaz! Burada “Vicdan” terazidir! Terazisi bozuk olan için “Bilinç” olmaz, “İnanç” olabilir! İrdelenmediğinde zaten bilinç de olmaz! “Batıl inanç”, irdelenmemiş inançların kapsamına dair söylenebilir! Bu durumda irdeleyenler, inanç kapsamında olanları, “Bilinç” kapsamına dönüştürecek! Batıl olanlar da bilinç olamadığı için elenecek! Yani ortada “Batıl inanç” da kalmayacak, “Batıl olmayan inanç” da kalmayacak! Sorgulanan ya elenecek ya da “Bilinç” olacak! Sorgulanmayanlar, “İnanç” kapsamında kalacak! Demek ki "Batıl inanç" denen, aslında sorgulanmamış tüm inanç kapsamı! Çünkü sorgulandığında ancak bilinç olabilir! Sorgulanma sonucunda kalanlar “Bilinç” olacağı için “Batıl inanç” diye tarif edilenler ya da “Batıl olmayan inanç” olarak tanımlananlar, sorgulama esnasında aynı durumda olacak!
..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

İnanma Bil


İnanç Nedir? Mutlak manada inanç var mıdır?

İnanç:Bir düşünceye gönülden bağlı bulunma.

..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

İnancın Davası Olmaz

İnanç, bilince hedef gösterir; bilinç oluşunca inanç kalkar bilinç başlar!
“İnanma Bil” yazımda bahsetmiştim.
İnanç ilk adımdır, neyi bileceğimizi bize bildirir. Bilmediğimizi öğrenmek için ilk adım inanmaktır. Define avcısı, toprağın altında hazine olduğuna inandığı için toprağı kazar! Kazıya başlamadan ki hali inanç, kazı sonucunda (Bulur ya da bulamaz) bu da bilinçtir. Yani kazıdan sonra hazinenin varlığı yokluğu konusunda bilince ulaşabilir. Öncesindeki inanç durumu kendine özeldir. Sonraki durumu ise topluma aktarabileceği bir bilinç durumudur. Yani insan bilmeden inancını (doğru yanlış) olarak topluma aktarması sadece danışma kapsamında olur. Bildikleri ise tavsiye kapsamında olabilir!

Güncel Türkçe Sözlük
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

İnançların bırakın, toplumsal bir uygulama olup olmayacağını; birleştirici bir harç, dahi olmadığı görüldü. Osmanlı'nın çöküşündeki pay düşmandan çok, bu aynı inançlı ve bir arada hem hal olduğumuz Arap ülkelerinden darbe yemekle olmuştur denebilir. Üstelik başka inanç ve dindeki insanlarla birlik kılarak bu arkadan vurmayı yapmışlardır! Demek ki yapının temeli “”İnanç”” değildir. İslam imparatorluğunda, Selçuklularda, hele Osmanlı İmparatorluğu’nda 300 sene bu inanç çatışmaları sürmüş ve kanlı bastırmalarla geçmiştir. Temeli ekonomik paylaşımdı. Ekonomik köreliş ve eşitsizliğidir, inanç örgütlenmesi adı altında isyan ve çatışmalara sebep oluyordu. Temele inanç ilişkileri konmuş görülmesi nedeninden toplumsal bölüşümdeki huzursuzluklarda inanç bazlı gibi oluyordu. Nitekim öylede oluyordu.

İnançlar ırası gereği küçük zümrelilik oluşumlarla var olup, çatışma kılarlık ortaya koyduğu, çok acı tecrübedir. Burada nesnellikteki düşün özgürlüğü farklılaşması ile inançlardaki özneline ayrışması aynı kılınıp karıştırılmamalıdır. Birinde ispat yapılabilir bir temel vardır. Bu temel ekonomik yaşamdır. Üretim gücü ve ilişkileridir. Ve üretimin paylaşımı vardır. Ve bunların somut uygulaması vardır. Ve zamanın değişmesi ile de zaten değişecek bir düşünme vardır. Hâlbuki karşınızda hiçbir zaman değişmeyecek ve somut temeli olmayan; neye göre neyin, haklılaşması yapılamayacak bir öznellik vardır. Bu somutluk doğma ile aynı sayılmamalı. Örneğin, kadın dokunması ile ya da köpeğe değ ilmesi ile abdestin bozulup bozulmayacağı inançlarda vardır. Bundan inanca dair ayrılık mezhep ve grupları çıkmıştır. Bu inanmanın ve gruplaşmanın toplumsal talep ile ne ilişki ve somutluğu olur ki. Yapının temeli olan ekonomik bozulma bunların bahanesi ile çatıştırılarak, pek ala ortaya serilebilirdi.

Birde şu konu çok önemli. Toplumu inanç talepli kılmak isteyenler halka; kişilerin alışkanlık yatkınlığı olan, öyle bir çırpıda düşünmenize gerek bırakmayacak alışmalarınızı, inanç mı, değil mi? gibi tereddüt kıldırmayan, iç içe yaşadığınız durumların kabul edilebilirlik hal algısından tüm enjeksiyonu hedeflerler. Ya da ne zararı olur gibisine pek ayrımsama yaptıramayacak yönlerden dokundurmalarla değinme yapmaktadırlar. Sizin direncinizi yumuşatıp akıl perdelemesi ile gündem yaptığının zararsızlık algısını yaratıp, poşet içi sunacaklardır. İnançlar sadece bu masum gördüğünüzle endam etmeyecek bütün çıplaklık ve hücceti ile belirecektir. Sizin eleyip ayıklama yapamayacaklarınızla beraber, başınızda bitmiş olacaklardır. Çünkü inançalar sadece tesettürle yoktur. Tesettür de içinde, tüm anlama ve anlayışla sizi mümin yapmaya zorlar.

Bir toplumsal yapılaşma, hem kapitalist, hem sosyalist, hem liberal, hem komünist yapısal biçimlerin ilişkiselliğini aynı anda ortaya koyamaz. Böyle bir toplumsal talep, sınıfsal yapıları ve üretim yapılaşması gereği, bir birini dışlarlar ve uzlaşmazdırlar. Biz ne kadar iste sekte sistemin yapılaşma yasası bunu gerektirir. Yani sosyalist biçimlenmede üretip, kapitalistçe paylaşamayacağınız gibi, kapitalistçe üretip, sosyalistçe paylaşamazsınız. Halka ait talepte inançsal rejimlerde, birbirini dışlayarak var olduğu için, uyuşmayı da içe sindirmez, çünkü; birinin kutsalı, diğerinin batılıdır. Ortak konuda dahi (örneğin Yüce Ruh konusunda dahi) kendi içindeki inanmaları ile uyuşluluk vardır. Ki bu iç uyuşma da yine dışlama ve başka bir açılımla sınırlıdır.
..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

İnanç Özgürlüğü

“İnanç Özgürlüğü” kulağa ne kadar hoş geliyor değil mi? O kadar kolay mı bunu uygulamak? “İnanmak ne kolay! ” denir! Kolay mı? “Kolaysa başına gelsin! ” derim, ben de! “İnanma Bil” yazımda değinmiştim. İnanmak, dil ile ikrar kalp ile tasdik ile tamamlanır! İnsan eğer özgürce inanacak ise ön kabullerin de önüne konmaması gerekir! Uygulamada öyle mi? Hangi din mensubuna reşit olunca sorulur hangi dini kabul edeceği? Bebekken etiketlenir, sonradan dönerse de maazallah bazı kıvrak fetvacıların görüşüne göre de “Dininden dönenin katli vaciptir! ” Hopbbala! Bebek, kendi mi seçti de reşit olunca döndü diye katli vacip olsun! İnanç, zaten ön yargıdır! Bilinç ise inancın bireyde yerleşmiş halidir! Bebek çevresinden gördüğüne, duyduğuna inanır! Sonra da kendi bu inancını bilince çevirir! Hangi dinde inancı bilince çevirecek fırsat ya da ruhsat vardır? Yani bebekken büyüklerinin soktuğu dini irdeleyip değiştirmek istediğinde hangi birey çevresinden alkış alır? Ya da anlayış görür mü?

Tüm dinlerde inanç özgürlüğünden söz edilir! Yani özgürce inanacaksın ama o dinin yerleşik kurallarına! Hani özgür idi şahıs. Dünya’da genel olarak kabul görmüş, sözü geçen üç din kendi kurallarını tüm insanlığa kurtuluş reçetesi olarak sunuyor! Bu üç dinin de aynı coğrafyaya ait olması ve soy olarak da aynı soydan gelenlerce açığa çıkarılıp yayılması da manidar!

İnanmak konusunda olayı basite indirgemek kolaycılıktır. Yani “Allah var buna inandım! ” demekle birey kendini yerleşik dinsel inançların baskıcı taraftarlarından kurtaramaz! Taraftarlar, bireyin aklını da kendi anlayışlarına göre tanzim etmek ister! Yani İnanç onların istediği şekilde olmalı, öyle buyururlar! Sorun, iman edip etmemek değil! Sorun nasıl ve ne şekilde iman edileceği konusudur! Bireye bu alanda özgürlük asla tanınmaz! Eski zaman “Orta Çağ” söylemleri esas alınır iman konusunda! Bu nedenle yaşanan kavgalar imanlılar arasında olmuş! Haçlılar, Yahudiler ve cihatçı Müslümanlar insanları köle ederken, namusları ayaklar altına alıp kadınları cariye ederken de imandan bahsetmiş! Tarihsel süreçte en kanlı kavgalar inanç destekli olmuş! Bakınız, “Ben inandım, inanmak ne kolay; siz de inanıverin! ” diyenlerin çoğunluğu bireyin nasıl inanacağına da karışmak ister! Birileri, Vatikan’da baş seçer; hadi inanan ona uymasın da o ortamda kabul görsün! Yani inansa da seçilen başa itaat istenecek, bundan nasıl kurtulunur asıl onu irdeleyelim. Yani inanan kişi dini otoritelerin baskısından kurtulabilecek mi, “İnandım” demekle! Allah kendine inanmayı mı ister yoksa kendini bilmeyi mi? Yani Allah kendisi bilinmek istemez mi? Yoksa bilinç olmasın ezbere inanılsın o yeterli mi? Bilinç olmasa da din otoritelerini tasdik edip onlara itaat edince Allah bundan razı oluyor mu sanılıyor? Bütün mesele burada!
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Sevgili Mehmet Çoban'a, Cevap

Merhabalar değerli dost


Eğer konular ve sorular tek tek ve sınırlı olursa, bir şeyler tartışılabilirdi. Epey özlü dökümler yazmışsınız.

..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

İnanç Din İlişkisi

Bir kişi din ve inancı birbirinden ayıramıyor ise ikisinin aynı şey olduğunu sanıyor ise bu konularda bu yazıdan alacağı bir şey yoktur!
İnanç nedir, din nedir?
İnanç, kişinin bilince erişmemiş kanaatidir! İnanç, bilince eriştiğinde “Bilinç” olur; inanç, bir aşama ileri taşınmış olur! İnancın gelişmesi halinde inanç ortadan tamamen kalkar ve yerine bilinç gelir. Bir arif zata atfedilir şu söz; “Perde açılsa imanım artmaz! ” Yani inancımda olan her şey, bilince çevrildi; perdeli iken inançta olan ne var ise perde kalktığında her şey ayan olduğundaki haliyle bilincimde var! İnanç ve bilinç örtüştüğünde inancın yerini bilinç alacak! Arifin hedefi de budur! İnancın illa dine dair olması da gerekmez; her hangi bir konudaki inanç da bilinçli kanaate döndüğünde o konudaki inanç kalkar bilinç yerini alır! “İnanma, bil! ” şeklinde özetlenebilir!

Din, inancın sistematiğidir! Soyut olan inancın somut olarak yansıtılmasıdır! “Tanrı'ya, doğaüstü güçlere, çeşitli kutsal varlıklara inanmayı ve tapınmayı sistemleştiren toplumsal bir kurum, diyanet” O halde, kişinin inancının sistematiği her kişiye göreceli olarak farklılık arz edebilir, etmeli! Herkesin inancını ifade etme pratiği farklı olabilir! Mesela; sevgilisine olan soyut aşkını yani inancını, somut ifade etmek için bazısı “Çiçek” alır, bazısı da çikolata! Tanrıya olan inancın da pratikte gösterilmesinin metotları tarihsel süreçte gelişti. İnancın pratiği olan dinler gelişti. Nasıl ki inanç geliştiğinde, yerini bilince bırakıyor! Dinler de yerini bir sonrakine terk ederek gelişmek durumunda kalıyor! Gelişen ve bilince dönüşen inançları karşılamak için dinde yenilenmeler kaçınılmaz olmuş! Bahsettiğim yenilenmeler yeni dinlerin ihdası yoksa “Reform” da yenilenmeye dair işletilmiş ama bu kapsama girmez!
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Bu çalışma, bir grubun bilimsel içerikli, paylaşım yazısına, cevap yazacakken, ortaya çıkan uzun bir analiz çözümleme oldu. Yazıma şöyle başlamıştım
...
Artık masalları ve bunların çokluğunu, banal dilekleri paylaşır olmaktan, gına gelmişti. Her aklına esenin, bir şeyleri paylaşım diye değil; seyrekliklerin, sindirilir olur değerlerin paylaşımı olmalı.

Bu magazinsel pörsümüşlüklerin dik alası her yerde bol bol var. Artık insanlarımız sonuç alamadığı ve asla alamayacağı, inancı tartışma yerine, dezenformasyonlarla şaşkınlaşmak yerine; araştırmaları, teorileri, bilimsel sonuçları okumayı da, öğrenip, tartışır olmalı.

Bakın güncelin tartışmasına, hiç akılcılık var mı? Sosyal sözleşmelerde inançsal duygu, tartışılıyor, ne, neye göre, hak ya da değil? Ne neye göre zulüm, Ya da değil? Ne neye göre korku, Ya da değil? Her bireysel hak toplumsal talep midir? Her toplumsal talep de, bireysel olmalı mı? Bireysellik, bunun bellisizliğinde şekilleniyor? Türban hak ve moderinite sayılıp! Çarşaf ve burkanın, bir hak olmadığı, modernize topluma aykırılığı, akıllılığı ortaya konuyordu!
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Değilse, baykuş sesindeki uğursuzluğa inanmak, sizin; hiç bir somut koşulunuzu varlayamaz ve sizi toplum da yapamaz. Ama ona inandırılırsanız, üretiminizin tüketiminde ona pay var ettirilir. Bu tür inanmalar dinleşmemiştir diye inanç olmaktan çıkmaz. Dinleşme inançların referansı olamaz. Önce inançlar vardı, sonra dinler, selekte tutumla sistemleşip evirildi.

Soru şu; toplumsal yasallıkta, nesnel uygulamalarda inanç talepleri var mı? Ve yoksa da, olmalı mı? Olabiliyorsa, nerede olmalı? İnsanlık, bu değerlerin cevabını büyük oranda bulup aşmış, bu günkü aşamaya gelmiş iken. Bu temeli bilmeden, kavramların toplumsal ve öznel oluşla, bu temelde fikir üretmeden, anlam ilişkilerini ortaya koymadan, kör dövüşü tutulmaktadır. Öznellik oluşlar, toplumsal olularmış gibi, genellenip; ulemaya sorulmada! Oysa ulema, birey ve halk yaşamında vardır da, toplumsal sözleşmenin, neresinde vardır?

Hangi maddi koşul üretiminin, neresinde ulema var ve ulemasız o iş ve maddi yaşam sağlanamamış olsun? Bu bir çeşit kâhincilik, ilkel toplumların sosyal gelişiminde gerekli olmuş, aşılmış bir aşamadır. Tuhaftır ki anayasamızda; ne Türkçe dersi, ne de beşeri bilimler ve ne de, doğa bilimlerinin okutması hiç zorunlu ders değil iken, bir tek, din dersi öğretimi zorunludur! Hem de, laik toplumsal sözleşmede (12 Eylülün garabeti ile) ! Ve toplumsal taleple, bir inanmanın dayatılmasıyla, o inancın din âlimlerini! De, yetiştiriyoruz. İçinde girdaplaşma buralarda aranmalı. Yetiştiriyorsanız istihdam edeceksiniz. İstihdam ediyorsanız bu sonuçları yaşayacaksınız.

Ve bu alimler, kitaba uygunluğa göre; kan ve organ naklinden tutun, gen transferine, oradan hadron çarpıştırıcısına değin, uygunluk fetvası veriyorlar! Allah aşkına, bu tutum gelişmelere cevapları, uygun değil olsa, bu alandaki toplumsal talep; bıçakla kesilir gibi duracak mı, yoksa yoluna devam mı edecek? Yani bu çalışmaları âlimler mi istedi? Onların gayret ve özendirmesi, zorlaması ile mi, organ transferi gerçeklendi? Onların bu çalışmalar da, en ufak dâhilleri ve haberleri var mı ki? Bu başarılar toplum oluşun ortaya koyduğu, insandan bağımsız, insanın toplumsal birey ve toplumsal emek beceri başarısıdır. Bu başarı ve isterlik, alimlerin değil, insan yaşamın taleplerinin gereğidir. Hiçbir inanç genç transferini ortaya koyamaz. İnsanda yapamaz. Bu ancak toplumsal işleyişin sonucudur.
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Laiklik, din ve inançların yapı alanlarını belirleyip, bin yılların süren alışkanlığını toplumda ayırmış, ait olduğu yerde, halkta bırakmıştır. Laiklik, inançların halk içinde, özel ve öznelde var oluşunu, gelişmesini, güvenlik tehdidi yapmadığı sürece, hiç karışmayacaktır. Nesnel ilgilenilme gelişemeyen kişilerin, inançsal yönden geliştirilmesi kazanımı benimsenmiştir.

Yeryüzündeki toplumlarda din ve inançlar yönetime ve üretime karışmacı olduğu için, bu karışma akli değil de nakli ve tutarlı olmayan, sınırlarına kadar ürettirmeyen bir oluş olması nedeni ile laiklik vardır.

İnançsal uygulama ilkelerinin, uygulanışından doğan aksamalar, ilkelerin doğma olup tartışılıp karşı gelinemez oluşu nedenle; denetlenemez olması, sorumlu bulunamaz olması ve inançlardan kaynaklı aksamaların düzeltmesine gidişi anlayışla karşılamaz oluşundan nedenle de, laiklik vardır. İnancın yanıldığını söylemek inançtan çıkmakla eş anlamlıdır.

İnançlar ve dinlerler, üretimin ve üretim yapılanışının, yani yapının, içinde olmayışları ve bu yapının sorunu olmayışı, bilinci nedeni ile de, laiklik vardı. Üretimin nedeni olmayan, üretim, kendisi sayesinde olmayan, çözümünde parçası olamazdı. Çözüm de, ondan ötürü onun ilişkilenişi ile olamazdı. Bunun için de, laiklik vardı.
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Bunlar hep inan temelli siyasa üretenlerin tutumlarıdır. Devamlı kendinden öncenin güya yıpranmasına yönelik boş sözler üretirler. Oysa kendinden önceki yapılar; üretim güçlerinin ve üretim ilişkilerinin olgunlaştırılıp geliştirilerek aşıldığını, ya bilmezler veya bilmezden gelirler. Bu tipler iman gücü! Mevhumu ile kitleleri olmadık inandırmalara sürüklerler. Her başarıda bunu ön şart korlar. İmanlarından asla şüphe etmediğimiz bu kişiler, nedense hep akim kalırlar. İman gücünün gerektirdiği başarıyı asla gösteremezler. İnanasınız gelir. Sanki bu iman gücü onlarda hiç yoktur! Kitlelerde bunu, bu soruyu, talep etmediğinden oyun sürer gider.

Empati kurarak, karşı tarafın tutum göstermesini anlamada; sizin de; onu bir şeyleri sevip sevmemesi konusunda, yuvarlak sonuçla anlamanız doğru olurken, başkasının şey severliğini, “”sizin elma severliğinizle onun muz severliğini, sanki özdeşinizmiş gibi, yapma riskiniz de vardır. Hatta sizin saplantı ve sui zannınızı, psişik takıntılarınızı karşıdan da aynen varmış yanılsamasına da sizi götürür. Elbet karşı taraf da, psikolojik tavırlı olması eğiliminin olasılığını taşır. Ama bu sizin, empati olacağım diyerekten, sizin açlıkla ve müstehcenlikle baktığınız tavırlara, karşı tarafında aynı anda sizin gibi açlık ve müstehcenlikle bakıyor olduğunu sanmanız, bir kuruntuyu ya da bir nevrotik bozukluğu şekilleşeceği de unutulmamalı. Ama uzun süre içinde de öyle tezahürün olacağı da açıktır. Bu insan davranışının plastik oluşunu bilmemeyi, plastik, estetik oluşunu göz ardı etmenizi de, beraberinde içermekte. Bunlar hep inancın (duygudaşlık, sırf inancın tutumu değildir, ama konu inanç olduğu için inanma yanı ortaya konmaktadır) , değişmezlik algılatışının, genel geçer, mutlaklarmış, var sanı tutumuna dönüşmüş, aysbergin su yüzü bilinçaltı kısmıdır.

İnanç sorununu, tersten okuyup, bir özgürlük sorununu veya bir insan hakkı olarak ortaya korsanız, sapla saman karışmıştır. Çünkü inanma insanlarda bir genelliktir. Bu bağlam da bu açıdan evrenseldir. İnanma, inanç taşırlık bir haktır. Herkes inanç benimser inanır Ya da inanmaz. İnancın genellik oluşudur bu. İnandığınız, bir şey öznel inanma konusudur. Bireyseldir. Toplum katında, egemenlik ve toplumsal temcililik sunamaz. Bu yönü ile de inançlar evrensel olmaktan çıkar. Bir cumhurbaşkanını inançlı talep etmek, akıl almazlığın en dik alasıdır. Çünkü hiç bir cumhurbaşkanlığı yetki ve çalışması inançlı olmayı yada olmamayı gerekli kılmayan, nötr bir tutumdur. Siz cumhurbaşkanının inançlı oluşunda ya da inançsızlığında ne talep edeceksiniz? Veya öyle bir durum söyleyin ki, ancak inançlı oluşla ya da ancak inançsızlıkla yapılır olsun? Sadece konumuna ehliyetli olması, yasalara uygun nitelikli olup, seçilmesi, göreve bağlılığı: yapılanların yasalarla ve toplumca denetlenirliği yeterli ve gerekli şarttır. Bunlar toplumdaki haksız, anlamsız çatışma ve kör dövüşü olup, hile ve beceriksizliğinizi öteleyip kabullenemeyip, bir tür kişisel takıntı travma ihsasıdır.

İnancı sorgulayıp; ama neye inanma? Derseniz, o zaman işler çatallaşıyor. Bir türdeşlik ve bir tek inanma konusu olmadığından ve aynı bir inanma konusu, yığınlarla dallanıp şekillenip budaklandığından, yığınlarca öznel talep olunurluk çeşitlenmesi ile kimin neyi; nasıl, niçin istediği gibi, inanma çokluk tercih edilemezliğinden dolayı, o konunun evrensel oluş ortadan kalkıyor. İnançlarda bireysel oluş gelişiyor. Böylece inanmaya cevap olacak talep, her durumda nerede ise sonsuzlaşıyor. Bu maddi koşulların değil de, zihnin ürettiği fantezi oluş ve herkesçe paylaşılır olmayıp, nesnelde gerekli olmayışından ötürü ve bir toplumsal ilişki biçimi koyamayışından dolayı bireyseldir. Toplum, talebi ve yasası değildir.
..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Mümin Müslim Konusu

Güncel Türkçe Sözlük;

Mümin: 1. sıfat İnanan, inançlı, imanlı, mutekit; 2. isim Müslüman

Müslim: özel, isim, din b. (***) Müslüman
..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Algılanabilir Olmayan Soyut İnançlar İspat Edilemez

Algılanabilir olmayan soyut inançlar ispat edilemez! Bir algılama oluşturmak gerek!

Aksi iddia edilemeyen bir şeyin doğruluğu, ispatlanmamış demektir!

Bir konu aleyhinde fikir üretmek suç kabul edilir ya da ayıplanırsa o konu lehinde üretilmiş fikirlerin alayı, abartı ve yalandan öte geçemez!
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Aforizma: “”felsefenin en ana konusu olan epistemoloji kapsamında bilginin gerçeklik, doğruluk ve temellendirilebilirlik ilkelerine göre çıkış noktasını vererek başlaması gereken bir yazı bu.

Kendisine ait epistemolojiyi verirken tartışılan diğer bilgi kuramlarına da eleştiri getirebilmeli
Felsefi konu böylece konumlandırıldıktan sonra sonra sosyolojik alana yani devlet, sistem, rejim, iktidar kavramlarına ait tarihsel süreci ve eleştiriyi ortaya koyduktan sonra sosyal akışın geleceğe dönük nasıl bir perspektife yöneleceğine ilişkin bir sosyal tasavvuru ortaya koyabilmeli bu tandanstaki kelimeleri kullanma hakkını kendinde gören bir yazı.

Öte yandan sosyal buhrandan ne anladığını, evrensel akışla sosyal buhran arasındaki zıtları tasfiye ederek ilerleyen kompoze akışın tarihsel vektörlerini gösterebilmeli

..

Devamını Oku
Mehmet Tevfik Temiztürk

İnanç, inanç ve inanç, dayanabilmek için,
Sermayesi imandır, ulaşabilmek için…

İnanç değişmez gerçek, korku onu tetikler,
İnanç değil bir korku, güvenliği dengeler…

ALLÂH (c. c.) ’ın birliğinden, emin olmayı sağlar,
..

Devamını Oku