ESKİ BOSTANLAR, BOSTAN KUYULARI VE 'ÂSİYÂB-I DEVLET'...
Eskiden, benim çocukluğumda, 1940 lı,50 li yıllarda, İstanbul'un pek çok semtlerinde, mahalle aralarına serpişmiş, büyük bostanlar vardı.
İstanbul halkı, bu günkü gibi, yüksek ulaşım giderleri ve birçok aracı kârı ödemeden, her türlü sebzeyi, hem çok taze, hem de ucuz fiyatla, bu bostanlar sayesinde temin edebilirdi.
O yıllarda İstanbul'un nüfusu 800.000 civarında olup, bu nüfusun da büyük çoğunluğu şehrin yerlilerinden oluştuğundan, hemen herkesin yıllardır barına geldiği, kendi malı veya kiralık bir evi vardı ve şehirde mesken problemi gibi bir sorun yoktu.
Böylece, bu bostanlar, semt ayırt etmeksizin, şehrin en güzel yerlerinde de, kendilerine yer bulabilmekteydi.
En ünlüleri, hatırlayabildiğim kadarıyla, Lânga'da ve Bostancı'da olan bu bostanlardan, ikisi de, benim okulumla evim arasındaki sadece
Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın,
Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı;
Beni bensiz bıraktın; beni sensiz bıraktın.
Bir görsel büyünün nasıl yok edilebileceğini,kişinin ulu doğa'yı örselemedeki doymak bilmez iştahını kavrıyorsunuz metinde gezinirken.Salt yok olanlar bununla sınırlı değil ki! Bir bilinç boşalıyor,freni patlayıp da duvara toslayan otomobil gibi...
ABASIYANIK'ın doğaya dönük öykülerinden anımsadıklarım oluyor.Örnekçe Karanfiller ve Domates Suyu...
Büyükte gözü olan insanın yaaşadığı ortamı katlederek hangi yengileri elde ettiğini düşünüyorum daha sonra.
Evet,böyle böyle yok oluyoruz;yok ederek güzellikleri.
Erdemle.
belgesel niteliğinde bir nostalji esintisi
kutlarım hocam..gönlünüze sağlık
Ne kadar güzel bir nostalji. İstanbul'u bilmiyorum..O yıllarda henüz doğmamıştım ama öyle güzel anlatmışsınız ki gözümde canlandırabildim ve dedim ki ne günlere kaldık..
Şiirleriniz kadar güzeldi.. Muhteşem anlatımı ile..İçtenlikle kutluyorum Sevgiler saygılar size.
değerli üstadım bizleri yine bu güzel şiirinizle derin düşüncelere saldınız.hilleler düzenler entrikalar tezgahlanan oyunlarla harika bir şiir okudum.. yüreğiniz dert görmesin tam puan antoloji ile selamlıyor şiirinizi antolojim listeme alıyorum.. ++
Doğrusu hem gülümsedim, hem de düşündüm.....
Çark dönüyor.. Dönecek...
Ama döndürecek kadar 'eşek' kalmadı memlekette... Soykırımdan onlar da nasibini aldılar maalesef.........
Onların yerini 'iki bacaklı eşekler' aldı şimdi... Boyunlarındaki 'çıngırak' az bir değişmeyle 'tasmaya' dönüştü.......
'Eşşeklik' bir 'Ş' harfi daha alarak baki kaldı..........
Şiirde olduğu kadar nesirde de oldukça başarılısınız Abi... Yazın siz.. Kaç yazar var ki gerçeklerin tanığı, eğip bükmeden yazan...
Teşekkür ederim... Tebrik ve takdir ile, hürmetle Abi...
Yine o her zamanki zarif üslubunuzla geçmişe nostaljik bir yolculuk yaptırdınız efendim. Nereden bilecektiniz Naime' nin anılar mezarlığındaki çok eski bir yarayı kanattığınızı?...
Kutluyorum tüm içtenliğim ve beğenilerimle...Saygı dolu sevgimle
MAZLUM' UN AYAK SESLERi
Merdiven köy’de bir tekke vardı çocukluğumda,
Üç adam boyu taş duvarları vardı bahçenin.
İçinde şato gibi kocaman bir bina;
Bodrum katı zindanmış güya,
Suçlular cezalandırılırmış orada.
Tekkede zalim mi zalim bir dede yaşardı,
Bacı denen ufak tefek kadın galiba karısıydı.
Tekkeler kapatılıp müritler kalmayınca
Sebze yetiştirmeye başladılar orada
Açıldı tekkenin kapıları halka.
Hayvanları da vardı mutlaka,
Çünkü süt alırdık onlardan her hafta.
Safinaz ablamla bir gittiğimde
Kocaman bostan kuyusu gördüm bahçede,
Etrafında bir mağara adamı
Biteviye dönmede.
Sordum ablama hayretle; bu ne? diye.
Beygir yok dedi ablam dolabı çevirmeye,
Ölünce almamışlar bir yenisini
Mazlum koşuluyor dolap beygiri yerine,
Bostanlar sulanıyor böylece…
O gece rüyamda hep Mazlum’u gördüm.
Hem çok korktum, hem de üzüldüm,
Ağlayan gözlerle bakıyordu yüzüme
Sanki “ne olur beni kurtar! ” diye,
“Daha küçüğüm, başaramam ”diyordum ben de…
Yalvardım halama oradan dönünce:
“Sakın bir daha beni tekkeye gönderme.”
Tamam bebeğim, dedi halam korkuyorsan gitme…
Bir selâ verildi Merdiven köy Camiinde
Tekkenin dedesi ölmüştü işte.
Allah biliyor ya sevindim belki de;
Ne hakkı vardı Mazlum’a eziyet çektirmeye?
Gizli kalmaz hiçbir şey, duyuldu Göztepe’ de
Nasıl olmuş bu ölüm dolaştı dilden dile:
Dedenin canı bir gün muhallebi çekmiş,
Dede ister de bacı hiç olmaz mı dermiş.
Pişirmiş muhallebiyi, hemen getirmiş
Çünkü dede muhallebiyi sıcak severmiş.
İki kâseyi peş peşe mideye indirmiş,
Zavallı Mazlum’u kimse aklına getirmemiş,
Bir kâsecik muhallebi bile vermemiş.
Dede az sonra birden ölüvermiş,
Meğer pirinç unu yerine kullanılan
Alçıdan başka bir şey değilmiş.
Kâselerdeki donan alçılar bacıyı ele vermiş.
Böylece Mazlum’un Allah’ı
Zalimin zulmünü bitirmiş…
Bir iftar vakti, kapıda bir tanrı misafiri
Şaşıracaksınız ama gelen Mazlum’un ta kendisi.
Hiç değişmemiş, tıpkı bir mağara adamı gibi.
Azat etmişti bacı O’ nu dedenin ölümünün ertesi.
Eve davet edildi, girmedi,
“Ben dışarıda yerim” gibi işaret etti.
Saçı sakalı birbirine karışıp gitmişti,
Şimdi yaşasaydı görenler tinerci derdi.
O eşikte yemeğini yerken merakla izledim:
Avcuyla yiyordu yemeğini,
Sağa sola endişeyle bakıyordu gözleri,
Sanki bir şeylerden korkuyor gibiydi,
Korktuğu acaba gelecek miydi?
Yemek bitti, Mazlum kalktı gitti,
Ayağına bol gelen ayakkabılarını sürükledi.
Karanlık gecede kayboldu Mazlum
Ve bir daha hiç görülmedi.
Mazlum’un ayak sesleri
Yüreğimden hâlâ silinmedi.
Naime Özeren
Ne günlerden ne günlere geldik,zehir ettiler dünyayı bizlere,söyleyecek söz çok konuşmak istemiyorum,duyarlı yüreğinizi kutluyorum efendim,eski İstanbullu olarak içim acıyor sadece...
Kocaman bir offf çektirdiniz sayın sayın Beşkese. Maalesef eskiye özlem, her şey adına gün geçtikçe çoğalmaya başladı. Ne bostanlar kaldı, ne de kaliteli içme sularımız...İnsanoğlu yok etmek istesin yeter ki, kılıfı öyle hazırlanıp sunuluyor ki isteyen inansın, istemeyen yine inansın! Kutlarım üstadım, nefis anlatım muhteşemdi...
sevgili hocam bu plansz çarpık kentleşme ve öarpık sanayileşme türkiyenin nerdeyse dörtte birini istanbula taşıdı birde aesa rantı girince işin içine bu dahada arttı anadolu da bir söz var istanbulun taşı toprağı para bunu duyan istanbula geldi hazine arazilerine gecekondu yapımına göz yumuldu. ve bu gün sizn yazınızda anlattığını o güzellikler ranıroldu kutlarım kaleminiz ve sizi
Böyle belgesel nitelikler taşıyan, eski günleri anlatan yazılara bayılıyorum. Geçen her gün, diğerini aratıyor ne yazık ki... O tazecik sebzeler gibi, insanların da tadı bozuldu.
Rahmetli babam da eski günleri anlatırdı. Biz de pür dikkat dinlerdik. O zaman pazarda 5 kuruşa kocaman bir küfe doluyormuş.
Şimdiki aklım olsa, 1900 doğumlu olan babacığıma o günleri anlattırır, hatıra olarak saklardım.
Lütfen, eski günlerden ne hatırlıyorsanız yazın sayın sayın Ünal Bey... Hafızanız çok kuvvetli maşallah. Bu anılar o kadar değerli ki...
Gönülden kutlarım. Selamlar, saygılar efendim.
Bu şiir ile ilgili 13 tane yorum bulunmakta