MONNA ROZA - I - AŞK VE ÇİLELER
"Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.
Geyve’nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadı kırık kuş merhamet ister.
Ah senin yüzünden kana batacak.
Mona Rosa. Siyah güller, ak güller..."
Sezai KARAKOÇ
AŞK ACISI
Her genç kız bir güldür. Bir gül goncası… Açılmamış, el değmemiş, koklanmamış. Hayatının en güzel çağındadır. Fakat ne yazık ki daha açmadan dalından koparmak isteyen hayranları vardır. İsteyerek ya da istemeden ona zarar verebilirler. En itinalı şekilde korunmaları gerekir. Bunun için de sürekli uyarılırlar. Epey nasihat dinlerler. Tertemiz oluşları nedeniyle beyaz güller olarak dile getirildikleri gibi beyaz kumaşlar olarak da ifade edilirler. Yarım asır önceki toplum baskısı oldukça fazlaydı. Genç kızların yakınları:
“Kız kısmı bir top humayin, leke kaldırmaz! ” derlerdi. Gözlerinden esirgerlerdi! Onlar da yolda sokakta önlerine bakarak yürürler. Sağa sola bakmadan gider gelirler, gerekse bile arkalarına asla bakmazlardı. Çünkü çok ayıptı. İşte öyle bir devirde kızlarla erkekler arasında Utanç Duvarı gibi demir perdeler vardı.
Bir genç kızın bir erkekle birazcık samimi olması demek, adının çıkması demekti! Ak gül idiyse, anında siyaha döndürülüverilirdi!
Gevye’nin Gülü, ak bir güldü. Siyaha doğru yol alan grimsiler, griler içinde pırıl pırıl bir genç kız… Üstelik güzeller güzeli… Bir kere görenlerin hafızalarından silinecek gibi değil! Tam evlenilecek nitelikte…
O zamanlarda çeyizler, beyaz patiskalardan yapılır, onlar sarmalarla, kanaviçelerle renklendirilir, dantellerle, iğne oyalarıyla süslenirlerdi. Yatak örtüsü, yastık ve yorgan kılıfları, yorgan ağızları ve karyola etekleri kar beyaz olurdu. Gelin yatağı bu şekilde özenle hazırlanırdı. O evliliği sembolize ederdi. Onun için yastık bile mutlu ve bitimsiz evlilik dileğine girmişti.
“Bir yastıkta kocayın! ” deniyordu, yeni evlilere. Halen de denmeye devam ediliyor.
Anneler babalar, evlatları için dualarında helal süt emmiş gelinler, damatlar dilerlerdi. Demek ki o zamanlar da öyleleri az bulunuyormuş. Gerçek aşk da öyleymiş ki tutulanlar kolay kolay kurtulamazlar, yataklara düşerlermiş! Şiddetine göre sararanlar solanlar, hastalananlar, hatta ince hastalık denilen vereme yakalananlar, kan tüküre tüküre ölenler varmış. Tüberküloz, gerçekten ölümcül bir hastalıkmış. Gizli sevdaların, karasevdaların sonu intihar da olabiliyormuş.
Genç kızlar gülle, âşıkları bülbülle özdeşleştirilmiş. Aşklarını bir şekilde ifade edenler, karşılık göremedikleri zaman, kolları kanatları kırılmış olur, kendilerini kanatları kırılan kuşlar gibi hissederler, bu acınası hallerini, merhamet talep etmek için namelerde, şiirlerde kullanırlarmış. Onlara:
“Senin aşkından intihar edeceğim! Yatağım kan içinde kalacak! Bembeyaz çarşafımda al güller açacak, yapma etme! Merhamet et, n’olursun! ” derlermiş.
Ölümüne aşklar varmış o zamanlar. Kara sevdalar… Ah o güller! Beyaz güller! .. Pembe güller! Sarı güller! .. Geceleri aya bakarak uluyan çakallara benzeyen kötü niyetli insanlardan korunması gereken goncalar… Onlar ki gece hayatları vardır. Nerde çalgı orda kalgı… Nerde saz, orda caz… Değişik bir fikriyat… Acayip bir Batılılaşma… Tuhaf bir akım…
Allah esirgesin, genç kızlar, ürkek tavşanlar gibi bakarlar da onlara ya kapılıp giderlerse! .. Düşünmek bile ürkütücü! Acilen önlem alınması gerekir. Onlara açılmak, sahiplenmek…
“Ben… Ben seni seviyorum, gülüm! Gel kabul et de evlenelim! ” demek lazım. Aksi halde o çakallar duygularıyla oynarlar onların. Üzerler, ağlatırlar! İri yağmur taneleri gibi gözyaşları döktürürler, Maazallah! .. Çünkü devir değişmekte… Toplum bir yerlere doğru sürüklenip gitmekte… Özellikle gençler, genç kızlar tehlikede…
“Benden bile sakın kendini! Deli divane sokağında dolansam sabahlara kadar, sakın açma pencerenin perdesini! Aralama bile! Gözümden kıskanıyorum seni! O kadar çok seviyorum ki pencerenin perdesini aralasan alacakanlıkta, hayal meyal görsem yüzünü, kendimden geçeceğim! Bakışların aklımı başımdan alıyor! Gözlerin gözlerime değse ölecek gibi oluyorum! İşte böyle bir durumdayım! Deli gibi seviyorum seni! .. Başka nasıl anlatayım! ?
Bir ağacın gölgesinde otursam, birazcık dursam gölgelensem, onun verdiği ferahlık gibi bir rahatlık sağlıyor, tarifsiz huzur veriyor seni düşünmek. Sen doğuyorsun gönlüme, içim aydınlanıyor. Karanlık sevdamın aydınlık yüzlü yâri! Düşüncede sana çıkıyor bütün yollar. Bir nişan yüzüğü görmeyeyim, sen geliyorsun o anda aklıma… Narin parmakların, bembeyaz ellerin… Parmağında bir nişan yüzüğü… Dünyalar benim!
Bir kapı tıkırtısı, gıcırtısı duymayayım! Sen gelmişsin gibi irkiliyorum! Biliyorum imkânsız! Ne alaka? Fakat hayal işte! Rüya gibi… Aklı fikri yok! O anda da her zamanki gibi seni düşünüyor oluyorum. Öyle bir ses duyuyorum… Yüreğim pır pır…
Zeytinlikler vardır sizin oralarda… Sakarya kıyılarında söğüt ağaçları… Bizim oralarda da var. İyi bilirim onları… Sen, zeytin dalları gibi kırılgan, söğüt dalları kadar ince ve zarifsin. Gölgen bile yeter bana! Hasretimi bir nebze olsun gidermeye… Nerdesin! ?
Bense, kenarlarda kuytularda açan yabani otlar, zambaklar gibiyim. Onlar gibi kenarda kıyıda dururum. Onlar kadar gururluyum. Büyük şehirlerdeki salon erkeklerine benzemem. Aşkın şiddetli bir rüzgâr, bense sönmeye mahlûm bir mum… Titrek ışıklar saçar dururum. Ha öldüm ha öleceğim! Öylesine sallantıda hayatım! Korkunç bir karamsarlık bürümüş ruhumu. Daha başka nasıl anlatayım sana bu içinden çıukılmaz durumu! ?
Ellerin geliyor aklıma. Uzun ve ojeli tırnakların… Ellerin küçücük, parmakların geriye dönecek kadar narin… Sanki bir nar çiçeğini ezmişsin de tırnaklarında kalmış onun rengi… İşte öyle bir renkte tırnakların! O kadar güzel ki jestlerinin ahengi! Sanki denizin derinliklerine dalmışsın, ağır ağır yüzmektesin gibi… Ah o ellerin! Parmakların… Ellerine gösterdiği özenden anlaşılır bir kadın!
Zaman nasıl geçiyor, anlamıyorum! Seni düşünmeye bir dalıyorum, gece yarısı oluveriyor! Her gece yirmi dörtte söndürülüyor ışıklar. Haydi, sen de uyu artık! Rahat bırak beni ki ben de uyuyayım! Uyu ki kuşlar girsin rüyana! Sana turnalarla selamlar, sevgiler gönderdim, tonlarla! .. Haydi, yum gözlerini artık! Benim gibi tavana bakıp durma! Uyu ki bir turna konsun avucuna. O rüya kuşuna aşkımı anlatmıştım. Sana aynen aktarsın! Bakarsın, o katı yüreğin yumuşar! Bak! Çoktan yola çıktı turnalar…
Buralara akşamları kuşlar gelir. İncirlere tünerler. Bazıları sana benzer. Beyaz olanlar… Sarı olanlar… Onların da düşmanları vardır. Çocuklar ellerinde sapanlar, onları avlarlar! Keşke onların yerine beni öldürseler! Beni senin sarı saçlarının fırtınası söndürecek, beyaz gül! Beni senin aşkından çıkan taş yaraladı, ölümüm elinden olacak! .. Senin uğruna ölmek de güzel be gülüm! Varsın, senin elinden olsun benim ölümüm! .. İncir kuşları gibi…
Öyle ürkek, öyle mahzun bakarlar ki o kuşlar! Onların gözlerine baktığımda, gözlerin gelir gözlerimin önüne. Işık ışıl bakışlarında sen olursun! O bakışlar, engin denizlerin ortasında rüzgârsız kalmış yelkenleri canlandıran rüzgârlar gibi bir süreliğine yaşama sevinci kazandırır ruhuma. Her yerde, her şeyde arar dururum seni… Senden bir şeyler… Yana yakıla… Bölük pörçük uykularda, parça parça bulur, puzle gibi tamamlamaya çalışır dururum. Yollarda sokaklarda, denizlerde sularda… Dağlarda taşlarda, kurtlarda kuşlarda… Böceklerde çiçeklerde… Aklına gelen gelmeyen her şeyde… İşte böyle bir aşk var bende! Böyle bir sevda! Karasevda…
Neden bulutlandı Ay/Sima? Neden neşen kaçtı aniden? Daha ne anlattım ki sana ben? Henüz şiir bile dinlemedin benden! Bizim buralarda saz vardır, caz yoktur. O tür müzikten anlamayız biz! Türk’üz, türkü dinleriz! Onların sevda dediklerine benzemez bizim sevdamız! Bizim aşkımız, kurşun ıslığı gibidir! Daha dinlemedin o sesi sen! Aşkından kendimi öldürecek raddedeyim ben! .. Darılma gücenme ama durumum bu!
Ne zaman inanacaksın aşkıma, bana! Daha nasıl anlatayım ki sana! Göçmen kızı! Kulak ver bana! Bu sızı sıcak! Beni yakacak! .. Artık işin şekli değişti! Ben intihara doğru gidiyorum! Kabul et artık teklifimi! Senin soğukluğun öldürecek beni! Buz haline getirdiğin mavi gözlerin… Bir çift kurşun gibi… Bu sızı tuhaf bir sızı! Alev alev yaktı beni bir göçmen kızı!
Yağmurlarla boy atan ekinler gibi gözyaşlarımla suladığım, sabırla beslediğim aşkın da boy atacak, meyveye duracak bir gün! İşte o gün gözlerime dikkatle bak! Ağır çekim bir intihar sunacak, olgunlaşmış meyveler gibi sana! Bu ölü senin için, yalnız senin için yaşıyor, anlasana! ..
Altın bilezikler yakışır kollarına. Tenine parfümler… O güzel kokulu beden benim olsun artık! Ben aciz incir kuşu… Canı teni gitmiş, salt tüy… Öyle bir tüy ki bir tebessümün için bir değil binlerce canı olsa seve seve verir! .. Ne gecesi var ne gündüzü… Düşler durur bir güler yüzü… O güzeller güzeli yüzü...
Yapma göçmen kızı! Etme eyleme! .. Bu kuş canına kıyacak! .. Bu beyaz yatak kana battı batacak! ..”
***
ŞİİR FISILTILARI - 0056
Kayıt Tarihi : 2.4.2017 21:42:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Yok

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!