O, çevredeki en ulu çınarın en yüksek dalının tepesindeki en genç ve en
güzel yapraktı...Parlak yeşil rengi ve göklere ulaşan yeri nedeniyle çok mağrurdu.
Etraftaki bütün bitkilere yüksekten bakıyor ve onları çok küçük görüyordu.
İki sevgilisi olduğuna inanmıştı; Güneş ve Rüzgâr...Bunların ikisinin de kendine âşık olduğunu sanıyordu.
Gerçekten, Güneş, sabahın ilk ışıklarını hep ona gönderir, en önce ona 'günaydın' derdi. Nasıl da gururlanırdı o ışıklarla pırıl pırıl parlarken...
Rüzgâr da hafifce eserek gelir dansederdi onunla sık sık...Ne kadar mutlu
olurdu rüzgârın kollarında sağa sola kıvrılırken...
Bir deniz bekliyorduk. Duvara çarpıp ölmesi gibi
özgürlüğüne uçan bir kuşun. Anlamın
düğüm olduğu zamanlar. Bütün yaraları
denedim. Ağzımda kan tadı. Saklanacak
o su kıyısı uzakta. Dağıldım
yaşlandığım yol için. Hangi çağa gittiysem
Devamını Oku
özgürlüğüne uçan bir kuşun. Anlamın
düğüm olduğu zamanlar. Bütün yaraları
denedim. Ağzımda kan tadı. Saklanacak
o su kıyısı uzakta. Dağıldım
yaşlandığım yol için. Hangi çağa gittiysem