Bir inanç halkasında,
Kelâmullah için dönmek ister gönlüm;
“Lâ ilâhe illallah” nurunda
toplansın isterim hem aklım hem kalbim.
Seher vaktinde kalkıp, secdede erisin alnım,
dilim, sözüm, özüm;
adam denecek bir hâle ersin nihayet
boşa akmasın şu fânî ömrüm.
Ama bilirim; nefs-i emmâre diz çöktürmüş,
iradede pas, gönülde sis…
O dergâha varmak, bu yükle, bu uyku,
bu gevşek hâlle ne kadar müşkil,
ne kadar ağır bir biçareliktir, hissederim.
Dilim kirli, ruhum yorgun,
düşüncem günaha gerilmiş eski bir yay;
söz dökülse hebâ, hikmet kayıp,
kalpte marifet yalnızca ince bir sızı, silik bir pay.
Zavallı bir seyrânî gibi çökmüş kalmışım,
beklerim dünyanın eşiğinde;
öte yakaya uzanamayan,
aynı çemberde dönen,
gecenin gergefinde donuk bir ay gibiyim.
Namaz omza ağır bir taş gibi iner;
bedenim bile taşıyamaz kendi kendini.
Hallâc’ın “Enel Hak” diye yandığı o meydan,
ufkumda bir nâr-ı aşk;
benim için erişilmez, ne kadar uzak, ne kadar sır dolu…
Yine de bilirim; çiçeğin açışında Rahmân,
kuşun kanadında Rahîm’in izi;
hapşıran insanın küçük “Elhamdülillah”ında bile
merhametin ince nefesi gizlidir.
Bulutların yürüyüşünde,
rüzgârın sessiz seyr ü seferinde
Tevhîd’in çizgisi saklı,
kudretin satır satır yazılmış
hidayeti her bir zerrede okunur aslında.
Görseydim gözümle değil gönlümle,
Hakk’ı bulur, buldukça kendimi unutur,
kendimden geçerdim belki.
“Allah” demek titretir dili;
insan tartar kendi derinliğini.
O, yalnızca dilde dolaşan bir lâf değil;
kalbin en karanlık mahzeninde,
ruhun en iç odasında tek bir “Hu” gibi inerdi.
Vay hâlime, vaylar hâlime;
korkarım bedenimi de, ruhumu da yakacak
nefsimin derinlere sakladığı
hiç sönmeyen o gizli nar.
Oysa dilde hafif bir zikir,
gönülde derin bir sevgiyle yaşamak isterdim;
kimse görmese de Rabbin gördüğünü bilerek,
mütevazı bir gül gibi sessizce
kendi aslımı bulmak isterdim.
Şimdi anlıyorum ey nefis:
Sırları çözmek, dağlar devirmek değil murat;
kul olmanın edebine sığınmakmış insana verilen
en ağır, en güzel, en gerçek imtihan;
heyûlaların sustuğu, kalbin yalnız “Sen” dediği an.
━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━
Bir Tevbe Halkasında
Bir tevbe halkasında,
kırık bir kalple durmak ister gönlüm;
“Estağfirullah” diyerek yıkansın isterim
hem aklım hem ömrüm.
Gecenin en koyu yerinde dökülsün içimden ne varsa,
gözyaşıyla silinsin yılların pası,
kirli sözüm, suskun özüm.
Nice defa söz verdim, tutamadım;
nice kez pişman oldum, durulamadım.
Nefsin ince ipleriyle bağlanmış bir kuş gibiyim;
uçmak isterim semaya,
lâkin yerden kopamadım.
Her düşüşümde kapına sürünüp geldim Ya Rab;
“Bu son” dedim, yine ben oldum,
yine ben çiğnedim kendimi.
Her defasında aştım günah bendini,
yine nefsimin akışına bıraktım nehrimi.
Dünya gözümde büyürken,
günahlarım gözümde küçülürdü;
şeytan fısıldarken nefs alkış tutar,
gönlüm sürçer, basiretim körleşirdi.
Oysa bilirdim, her adımın kaydı var levh-i mahfuzda;
her bakışın, her hevesin,
her kelâmın bir yankısı var o büyük huzurda.
Gene de koşardım nefsimin peşinden;
bir avuçluk lezzet için
bir ömürlük hicrana razı olurdum.
Sonra bir gece, ansızın içime düşen bir ürpertiyle
şunu sordum kendime:
“Sen kime yeniliyorsun?”
Anladım ki kul, kendi nefsine pusu kuran tek mahlûk;
kendi açtığı çukura düşüp
sonra göğe sitem eden.
İzini karanlık sokaklarda kaybeden garip bir yolcu;
taşını, duvarını, zindanını
kendi eliyle ören.
Ve tevbe…
Yaralı gönle rahmetten açılmış
en geniş pencere;
gecenin en ağır yerinde
usulca aralanan sır kapısı.
Kul “döndüm” deyince anlar ki,
aslında kapıya varan kendi değil;
kapıyı hiç kapatmadan bekleyen,
Rahmân’ın sonsuz merhamet nefesidir.
Bir anlık iç sızısı,
bazen bir ömürlük ibadet olur derler;
tevbenin kapısı işte o an aralanır,
kalpler titrer.
Sekîne iner; dilde “estağfirullah”,
gönülde “dönmek istiyorum” diye inleyen
gizli bir sır belirir.
Anladım ki:
Tevbe, günahı inkâr etmek değil;
onu avuçlarının arasına alıp
Rabbin huzuruna bırakmaktır:
“Bu benim ayıbım Ya Rab;
ben yaptım, ben yandım,
ama Sen affetmezsen
ben hiç iyileşmem” demektir.
Bir tevbe halkasında oturup susmak isterim bazen;
kelâmı değil, mahcubiyeti konuşsun diye.
Gözlerimi yere indirip
yalnızca şunu fısıldamak isterim:
“Ben geldim Ya Rab, başka kapı bilmem.”
Belki o zaman anlarsın ey nefis:
Dağları devirmek, kalabalıkları peşine takmak değil marifet;
bir secdede eriyip,
bir tek af cümlesine sığınabilmektir
gerçek şeref ve gerçek izzet.
Ve bilirim;
tevbe de bir halkadır inanç gibi;
önce başım döner, sonra kalbim durulur.
Döndükçe anlar insan:
Yürüdüğü yol tükenmez,
ama tevbe kapısı
hiç kapanmaz.
━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━
Bir Aşk Halkasında
Bir aşk halkasında dönmek ister gönlüm;
ne başı belli ne sonu.
“Sevda” derler; kimi güle,
kimi günahtan bir yola yorar bu oyunu.
Ben ise ateşle suyun arasında kalmış
bir kıvılcım gibi,
hem yanmak isterim
hem de korkarım kendi yangınımın sonunu.
Önce bir çift gözle başlar çoğu zaman her şey;
bir tebessüm, bir ses, bir kokuyla yürür insan.
Adını bilmediği bir sızının peşine takılır;
iki adımlık yolda hem kaybolur
hem de buldu sanır kendini her an.
Oysa gönül surete takıldıkça daralır;
bir çift elin sıcaklığına,
bir bakışın gölgesine bağlanır.
Ve asıl Aşk, semada bir yerlerde bekler:
“Ne zaman bende kaybolmayı hatırlarsın?”
diye usul usul çağırır.
Bir aşk halkasında yanmak,
yalnız iki kalbi birbirine bağlamak değildir;
bazen bir kalbi parça parça eder ki,
o kalp tek bir İsim’de
bütünlenmeyi öğrenebilsin.
Kırılır insan, dökülür, eksilir;
yıllarca “beni bıraktılar” diye ağlar da,
asıl kendisinin Esmâ’nın gölgesine
hiç girmediğini fark etmez.
Sonra bir gün,
en çok güvendiği kapılar yüzüne kapanınca
göğe bakar ve ilk defa şunu söyler:
“Ben aslında kimin aşkına muhtacım?”
Gerçek aşk, tenin ısısında değil;
gecenin en sessiz yerinde
içini burkan hasrette saklıdır.
Bir ses beklemez,
bir mesaj, bir adım beklemez;
sadece kalbin derininde
“Bensiz olmaz” diyen bir nefes arar sahibini.
İlâhî aşk,
yeryüzünün bütün sevdalarını
birer gölgeye çeviren,
ama o gölgeleri de çöpe atmayan bir sırdır;
çünkü Hak, kulun insana yönelişini bile
bilene çevirir:
“Bak, seviyorsun; şimdi Sevgi’nin
asıl Kaynağını ara” diye
işaret eder sabırla.
Bir aşk halkasında oturup susmak isterim bazen;
onun, bunun, şunun hikâyesini değil,
kendi içimde büyüyen boşluğu dinlemek için.
Çünkü bilirim:
İnsan, en çok sevilmek istediği yerden değil,
en hiçleştiği yerden Hakk’a yaklaşır.
Sevilmediğini sanarken,
aslında dünya sevgisinin
dar kalıplarına sığmadığını fark eder.
İşte o an,
kalbin ortasında bir pencere açılır:
Ne içeri giren bellidir, ne dışarı çıkan;
ama oradan esen rüzgârın adı
hep aynıdır: Aşk-ı İlâhî.
Şimdi anlıyorum:
Aşk halkasında dönmek,
yalnız bir elde yürümek,
bir gözde boğulmak değil;
bütün ellerden geçip,
bütün gözlerden çekilerek
sonunda bir tek Kapı’ya varmaktır hakikatte.
Ve insan,
en çok “Bensiz yaşayamam” dediğinin karşısında
yıkılıp yere düştüğünde öğrenirmiş şunu:
Allah'tan başka her şey
hiç kimseye tapılmayacak kadar fânî,
Ömür,
yalnız Allah’a âşık olunacak kadar
dertli, eksik ve muhtaç
Ve belki de bütün sevdalar,
seni oraya sürüklemek için yazılmış
seversin, yanarsın, yorulursun,
ama günün sonunda anlarsın:
Dünya seni
yalanlarla dolu yollardan sonra
yine aynı yere bırakır:
başını secdeye koyduğun
o yere.
Savrul, kavrul, yan onda,
İşte o aşk...
Gerçek aşk...
Kayıt Tarihi : 8.3.2016 16:30:00
Şiiri Değerlendir
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.




Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!