....Yarıyıl tatili bitmiş, hala kış şiddetinden bir şey kaybetmemişti. Evlerinin sıcak sevgilerinden ayrılarak gelen öğrencilerin yanan yüreklerine inatçasına Bingöl’ün karlı sokakları buzdan birer kayak merkezine dönmüştü. Öğrencilerin yapmış oldukları kardan adam, sırıtarak dururken, kandillenmiş su damlacıkları bir türlü saçaklardan düşmek bilmiyordu. Bu kandilleri, saçaklardan değilse de, gönüllerden düşüren bir Türkçe öğretmenleri Beşir bey vardı.
Beşir bey Kars’ın Posova ilçesindendi. Öğrencilere bol bol Karslı aşıklardan şiirler okur ve kendisini de Karslı Aşık Çobanoğlu’na benzetirdi. Azeri türküleri söylerken, ya sazı Azeri türkülerine uydurur, ya da Azeri türkülerini saza uydururdu. “-Men seni çok sevirem” diyerek başladığı Azeri konuşması öğrencilerin çok hoşuna gider, sık sık tekrar için öğrencilerden istek alırdı.
Yine sıcak esprilerle derse başlayan Beşir Bey,
“-Çocuklar, herkes niçin okumak istediğini yazsın. İkinci saat okutacağım.” Diyerek ödevlendirmiş ve kendisi de yarım kalmış romanına göz atıyordu. İkinci saat girişinde, öğrenciler Beşir Bey’i ayakta karşılamış ve kendisinden bir dörtlük dinleyerek alkış tufanı koparıyorlardı. Sulu hareketleri adet haline getirmiş birkaç öğrenciyi uyaran Beşir Bey, derse pür dikkat kesilerek başlamıştı.
Öğrencilerden birkaç tanesi okula niçin başladığını okurken, düzeltici birkaç cümleyle düzelterek, sözü arkadaki Zöhre’ye veriyordu. Zöhre, o mikrofonik gür sesiyle, ders anlatırcasına tek tek anlatmaya başladığında tüm sınıfta adeta soluk almama derecesine varmıştı. Zöhre, konuştukça açılıyordu. Ve o anlamlı sözler sınıf duvarında yankılandıkça, öğrenciler ilim adına gururlanıyorlardı.
“-Arkadaşlar, ben ondört yaşında ilkokula başladım. Bu yaşta belki de çoğunuz okulu bitirmiş olacaksınız. Ben ilmim karşısında paranın yenilgisini gördükten sonra okudum. Çünkü babam bir aşiretin Şeyhi, ağasıydı. Mal ve servet dersen, fazlasıyla vardı. Şan, şeref dersen, dillere destandı. Bir gün büyük ablam bizleri ziyarete gelen ilçemizin savcısıyla tanışarak nişanlandı. Bir müddet sonra, savcı tek taraflı nişanı bozdu. Babamın çok zoruna gelmişti. Acaba namusumda bir eksiklik mi gördü, şerefimde bir leke mi buldu, diyerek hatırlı kişileri araya sokup, nedenini öğrenmeye çalıştı. Savcı, ne namusunda bir eksiklik ne de şefefinde bir leke olmadığını ve bilakis, bu konularda kendisinse hayranlık duyduğunu söyleyerek itiraz noktasını şu şekilde belirtmişti:
“-Ben bir savcıyım. İlkokulu bitirmemiş bir kız ile ne pahasına olursa olsun evlenemem.” Zenginliğine ve malına güvenerek okuma ihtiyacı duymayan babam, “-İlmin karşısında yenilen servetin bir işe yaramayacağı”nı söyleyerek bu olaya çok içerledi ve ne pahasına olursa olsun sizi okutacağım diyerek bizleri okula yazdırdı.
Ayağa kalkan Beşir Bey, tüm sınıfı da ayağa kaldırdı ve sonra yine o güzel telaffuz ettiği Azeri lehçesiyle,
“-Men, senin babanın karşısında saygıyla eğilirem” ve kopan alkış tufanıyla ders sona ermişti....
YILANLAR NE ZAMAN AĞLAR isimli romanımdan
seçtiğim. Bu anlamlı parağrafla ilmin zaferini anlatırken, yazdığım bu romanla da bir öğretmen olarakta gurur duyuyorum.
TÜM MESLEKTAŞLARIMIN GÜNÜ KUTLU OLSUN
Gaziantepten sevgiler ve selamlar
Yıldırım Öğretmen
Kayıt Tarihi : 23.11.2010 21:59:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
değerli kaleminize ve size saygıyla selamlarımı gönderiyorum.
İlgiyle okudum.Çok etkilendim.
Ben de 24 Kasım Öğretmenler Günü'nüzü kutluyorum Değerli Meslektaşım.
Aydınlık yarınlara...
Erdemle /Selamlarımla..
TÜM YORUMLAR (7)