Zinnet Eda Sarıkaya Şiirleri - Şair Zinn ...

Zinnet Eda Sarıkaya

SEN!
Ben’liğimden iç sesime bir başka söyler,
Beni kendine yabancı eyler durursun.
Ben ise ben’imi göçertmiş yol bulurum,
Bu hâlim hâl ola.
Allahuâlem der dururum.

Devamını Oku
Zinnet Eda Sarıkaya



Bir çiçek duruyordu orda
Pencere-i azamın önünde dışarı bırakılmış
Ağzını açmış kelam etmek ister gibi bakıyordu
Belli ki birşeyler diyecekti

Devamını Oku
Zinnet Eda Sarıkaya

Kıyısız bir zamana el uzatıyorum ansızın .
Ne uzağa gidebilir ne yakına dokunabilirim
Biçare dert ile halleşmekte gibiyim
Yarına sesleniyorum olmayan yarınıma
Savrulan ahde yalvarır gibiyim
Ne için yalvarır dururum biçare ?

Devamını Oku
Zinnet Eda Sarıkaya


Hayatın değişim noktasının kırmızı benekli küçük bir meyveden olabileceğini hayal bile edemeyeceğimiz mucizeler yaşıyoruz ve zamanla o mucizelerle büyüyüp, kayboluyoruz. Yolumuza yol ararken, yoldaş buluyoruz. Birlikte tatmadığımız güzel mucizeler tadarken düşerken, yorulurken, yolumuzu şaşırırken bir dala konarız. Konduğumuz dal tatmadığımız meyveleri önümüze serer ve böylece ardımızda bıraktığımız o yolu unutup sadece meyvenin damağımızda bıraktığı o an’ı yaşarız. Kalplerde güzel izler bırakan tatlı bir niyet meyvesinin kötülüğe karşı silahının kısa bir hikayesi.
On yaşında okuldan eve giden ve evden çıkıp dışarıda arkadaşlarıyla oyun oynamaktan başka tasası olmayan küçük bir kız. Annesi, ablası ve yurtdışında çalışan babasıyla birlikte çekirdek bir ailenin en küçük üyesi. Okuldan gelir gelmez çantasını bir kenara atıp annesinin zoruyla yemeğini yedikten sonra arkadaşlarıyla evin arka bahçesinde buluşup hayatın bir oyundan ibaret olduğunu gösteren, o oyunun içindeki yaşın tadını çıkartan zaman diliminde küçük kız, mahallede birlikte büyüdüğü arkadaşlarıyla eğlenir ve eğlenirken hayatın bir diğer gerçekliği olan o kötülüğün sesinide duyuyordu ne yazıkki. Evlerinin bahçesini birbirine birleştiren küçük bir kapıdan oluşan komşu evinden gelen o ses. Evden gelen bağırışma sesleri.
Mahallenin huysuz amcası istisnasız aynı saatte içip içip evine gelir ve karısına yapmasını istediği şeyleri söyler, kadın dediğini yapsa bile huysuz amca kadını döverdi. Dışarıda oyunlarını oynayan bu küçük kız ve arkadaşları duydukları sese karşı çaresiz oyunları ise hayatın bir oyundan ibaret olduğunu gösteren o acımasız sesle yarım kalırdı. Çocuklar mahallenin huysuz amcasını durdurmak isteselerde bunu yapamazlardı. Yaşlarına ve akıllarına mutabık olan tek bir çözüm vardı. Huysuz amcanın hayatta tek değer verdiği meyve ağaçları. Yarım kalan oyunlarının ve merhametsizliğinin acısını o amcanın ağaçlarındaki meyvelerinden kopartarak sağlayabileceklerini sanan küçük yürekler. Sonrasında ise huysuz amcanın onları hiç üşenmeden kovalaması. Huysuz amcanın karısını dövmemesini sağlayamamışlardı belki ama onu kızdırabilmişlerdi.
Bu çirkin bağırışma seslerini okuldan her geldiğinde duyan tek biri vardı. Çocuklar arasında bulunan küçük kız idi. O korkunç sesi her defasında duymak kızı hep üzer ve ürkütürdü. Küçük bi yürek ‘ne yapabilirim de durdururum’ diye düşünürken kafasını çevirdi ve ilerde duran çilekleri gördü. Gözlerindeki maviliğin ışıltısı büyüdü ve yüzünde bir tebessüm oluştu. Karısını döven huysuz amcanın camına bir taş atıp çilekleri koparıp koparıp ısırmaya başladı. Cama çıkan huysuz amca çileklerini yiyen küçük kıza bağırdı ve karısını dövmeyi bırakıp kızı kovaladı. Kızın huysuz amcadan kaçarken suratında ‘başardım’ edasıyla oluşan tebessümü herşeyi değiştirebileceğimizin mucizesiydi belkide.
Babasının yurt dışında çalışmasıyla uzaktan geçimleri sağlanan ailenin bu küçük kızı o gün ilk kez çilek yemişti. Kirli bağırışmaları durdurup kadına zarar vermemesi için o küçücük yüreğiyle düşündüğü çözüm sayesinde çileğin tadını öğrenmişti. Huysuz amcanın karısını dövdüğü her vakitte cama taş atıp çileklerinden koparıp yedi. O gün, küçük kız çileğin her kötü an’ı durdurabileceğine inanmıştı. Ne vakit tatsız bir olay yaşasa, tatlı bir çilek yemenin iyi geleceğini düşündü. Küçük kız okuldan her geldiğinde duyduğu o sesi her defasında çilek yiyerek durdurdu. Saatler ileri alındı aradan yıllar geçti. Küçük kız artık genç bir kız idi. Hala aynı mahallenin kızıydı. Huysuz amca ise artık beli bükülmüş ihtiyar bir dedeydi. İhtiyarlığın, belkide çektirdiklerinin getirdiği hastalıklar bedenini kaplamıştı. Eskisi gibi iyi duymaz ve hatırlamazdı insanları. Bir gün küçük kız camiden çıkan bir amcayla karşılaştı. Amca kıza tebessüm ederek baktı,başını eğip yoluna devam ederken kız, o amcanın artık duymaktan, tanımaktan çaresizliğe düşmüş olduğu huysuz amca olduğunu gördü. Huysuz amca kızın gözlerine bakarken, aradan yılllar geçsede kızın niyetini hisseder vaziyette idi. Çileğin kokusunu almışmıydı ki? Artık bahçesindeki meyveleri değil, vaktini ve kalbini camii ile sulayıp yeşertiyordu. Eşine, çocuklara, insana olan sadakati geç olsada anlamıştı.

Devamını Oku
Zinnet Eda Sarıkaya

Kanadı kırık kınalı
Kuru çiçek bahçelerinde yağmuru
Perdenin ve lambanın yansıttığı ışığın etrafında
Her mahlukun göç ettiği vakti bekleyen
Çırpınırken ki korkuyu, beklerkenki acıyı
Konarkenkenki yorgunluğunu hissettiğim pervanegan

Devamını Oku