ZİLE
Anadolu’da bir ova,
Ve,
Ovanın tam ortasında,
Bir tepe.
Tepenin üstüne oturtulmuş,
Bir kale.
Kalenin etrafına dolanmış,
Evler.
Ve
İçindekiler.
Şekli tarifi böyle;
İşte Zile.
Her daim gözümde
Tütüyor da, hala.
Fırsat buldukça,
Alıyorum soluğu,
Baba ocağında.
Hem artık yaşlandık,
Bu şehirde geçti çocukluğum.
Yaştan olsa gerek,
Maziyi özlüyor ruhum.
Zile’de sembol kale.
Çık kaleye bir izle.
Omuz omuza vermişte,
Eski evler.
Zamana direnmekteler.
Kalenin yakınında eskiler,
Eskinin ardında yeniler.
Bu şehri anlatan yapılar;
Camiler, hanlar, hamamlar,
Eskiden taş döşeli sokaklar.
Eski ve yeni evler,
İçindeler, Zile’deler.
Şehrin kuzeyi, doğusu
Güneyi ve batısı,
Ayrı bir resim verir.
Kale’den bakınca Zile,
Dile gelir, dillendirir.
Nedense? Daha çoktur,
Üç yönde,
Eski evler.
Üç yönde daha çoktur,
Omuz omuza verip de,
Zamana direnenler.
Ve batı;
Batı da eskinin ardında
Nedense? Daha çoktur.
Birbiri üstüne,
Dizilmiş,
Kibrit kutusu gibi evler.
Ben eskiyi,
Ve eski çok olduğundan,
Kalenin çevresini
Daha çok seviyorum.
Eski daha çok olduğundan,
Olsa gerek.
Bu resim,
Bana daha sıcak, daha benden geliyor,
Sanki daha çok, bizi, bize söylüyor.
Ve evler daha çok omuz omuza,
Eskinin de ruhunu anlatıyor.
Öyle sanıyorum, öyle hissediyorum,
Böyledir belki,
Nedense?
Öyle düşünüyorum.
Eski evlerin genelde,
Çift kanatlı kapıları var.
Her kapının ayrı bir kişiliği,
Ayrı da bir hikayesi var.
Her kapıda tok ses veren,
Bir de çın diyen,
Tokmakları var.
Küçükleri de düşünmüş eskiler,
Onların, boyuna göre olanı da var.
Erkek tok olanı çalar.
Kadın çınlayanı,
Çocuksa boyuna,
Göre olanı çalar.
Çalınınca bilsin diye evdekiler.
Gelen erkek mi, kadın mı?
Bilip öyle çıksın diye avludan,
Çeki düzen versin kendine.
Gelenin evdekine,
Evdekinin de gelene,
Saygısından. Anlaşılan.
Adı hayat; her evin bir avlusu,
Avlusunda şınavatı var.
Bir köşe de gater gater odunu,
Hayat da, bir köşede tandırı da var.
Şınavat ta üzüm ezilir,
Tandırda pekmez kaynatılır.
Odun gateri yanında,
Tandırda, işkefe de yapılır.
Unutmamak lazım bir de,
Pekmezle köme basılır.
Gatmeri ve de batı,
Bunlar da Zile’ye hastır.
Evler omuz omuza, insanlar da öyleydi,
Her evin her hali herkesçe bilinirdi.
Yalnız saygılıydı birbirine,
Hissettirilmez di dardakine,
Zorluklar böyle, birlikte göğüslenirdi.
Bir hanede yalnız kim, bilinirdi,
Ya da o gün tencere kaynatamamışsa biri.
Bir yol bulunur, mutlak davet edilirdi,
Allah ne verdiyse o da birlikte yenilirdi.
Zile’nin iki ayrı zamanı vardı
Güzel di, hala da güzeldir.
Biri bağ bozumu, diğeri kiraz zamanı,
Güzeldir ve Zile’ye özeldir.
Yazın kiraz zamanı,
Bağlarda festival olurdu.
Güzün, Bağ Bozumu sonrası,
Şehirde, Panayır kurulurdu.
Mahallede çoluk çocuk,
Hep birlikte oynanırdı.
Her sokakta büyükler,
İşler birlikte yapılırdı.
Ne varsa paylaşılırdı,
Hüzünde ve, neşede.
Yoksul olan kollanırdı,
Her zaman ve her yerde.
Sembol demiştim ya size,
Zile’nin sembolüdür kale.
Çocukken bizde,
Genelde
Kale de oyun kurardık.
Yazın top oynar,
Kışın çokça kayardık.
Enek oynardık bir de,
Çelik çomak da vardı.
Bir de gazoz kapaklarını,
Taşla, bir daireden çıkarırdık.
Bilgisayar yoktu o zaman,
Ne de internet kafe.
Tek başımıza değil,
Biz birlikte oynardık.
Acıkınca da fark etmez,
En yakın kapıyı çalardık.
Kapıya çıkan kadına,
Sürüyle çocuk.
Hep bir ağızdan, derdik.
-Biz acıktık ebe.
Ebeyse derdi bize
-Ebeniz size gurban,
-Size şimdi sofra kurarım,
-Eccük bekleyin hele.
Biz beklerdik avluda,
Ya da sokak ortasında.
Biraz sonra, gelirdi ebe,
Bir sini üstünde,
Dürülmüş işkefelerle.
Kimi zaman içinde
Salça olurdu işkefenin.
Kiminde de çökelik dürülürdü içine,
O güzelim nimetin.
Dedim ya; ya çökelik ya salça,
Yumulurduk onca çocuk,
Bir arada, ya sokak ortasında
Ya da avluda
Cümbür cemaat, çoluk çocuk.
Şimdi düşünüyorum da,
Mühim olan sofra değil,
İsteğe verilen, sıcacık karşılıktı.
Nevale kıt olsa da,
O ne güzel azıktı.
Baharda başlayınca yağmurlar,
Mahallede bütün çocuklar.
Bir tekerleme eşliğinde,
Sokağa fırlardık.
Tekerlemeyse şöyle;
‘Yağıyor yağmur, teknede hamur,
Ver Allah’ım ver, sicim gibi yağmur’.
Yağmur sonrası her evden.
Kiminden yağ, bulgur da kiminden.
Biz çocuklar toplardık.
Toplanan malzemeyi,
Bir eve bırakırdık.
Pişirirdi, bir yenge
Topladığımız malzemeyle
Bizim yemeğimizi.
Sokağın ortasına soframızı kurardık,
Bütün çocuklar birlikte,
Bulgura kaşık çalardık.
İşte ben çocukluğumdaki,
O şehri arıyorum.
Eskiden böyleydi,
Şimdiyse özlüyorum.
Eskiden Zileli’de ruh buydu,
Zile’de bu ruhta bir şehir.
Öğrenirse yeni nesil,
Bu ruhla dolar belki,
Kim bilir.
Sizden bir ricam var.
Burada yaşayanlar.
Geçmişe sahip çıkın,
Bu şehrin hatırası var.
Eskiyi bilin,
Yeniyi öyle şekillendirin.
Bilmezsek geçmişi,
Yeninin kıymeti de olmaz, bilin.
Kural bu konan göçüyor,
Ömür çok hızlı geçiyor.
Yavaş yavaş sıra artık,
Bizlere de geliyor.
Zile ise asırlardır ayakta,
Zamana direniyor.
Asırlardır ayakta,
Asırlardır bekliyor.
Allah imkan versin,
Binlerce yıl olduğu gibi,
Kıyamete dek beklesin.
Bizim olan bu şehir,
Bu ruhla dolsun yeniden
Dolsun, öyle beklesin.
Hatırlasın şimdikiler,
Tüm bunları şöyle bir.
Şimdi yeni yetişenler,
Önemini kavrasın.
Bu ruh ki önemlidir.
Yeni nesil okusun
Önce bir okusun.
Sonra çıksın kaleye,
Baksın şöyle Zile’ye.
Ve;
Eskinin,
Ve,
Bu şehrin,
Kıymetini bilsin.
Bu ruhla işte,
Zile’ye değer versin! ! !
M. Ayhan Günaydın.
Mehmet Ayhan GünaydınKayıt Tarihi : 28.12.2005 13:25:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Mehmet Ayhan Günaydın](https://www.antoloji.com/i/siir/2005/12/28/zile-2.jpg)
yazdıklarınıza bakınca ilk yapacağım Zileli can dostları aramak oldu :))
saygı ile
TÜM YORUMLAR (1)