İnsanlardaki zihin, bilgisayarlardaki “hard disk”e benzer; fakat verilere ulaşabilecek tek kullanıcı şahsın kendisidir.
Düşünme eylemlerindeki kabiliyet sayesinde dünyadaki 1. sınıf canlı konumuna gelen insanlar; geçmiş ve an itibariyle yaşamakta olduğu deneyimlerin mukayesesini yapar.
İnsan her an yeni bir şeyler görmekte, duymakta; isteyerek yada istemeyerek de olsa keşfetmek ve tanımak durumundadır. Kimi zaman sadece bir merakın peşinden giderek,yabancısı olduğu uzaklar ve tuzaklarla buluşabilir. Kendisine yeni deneyimler kazandıracak uğraşlar ararken insan ruhu, hatıralarından bir kısmını unutmuş, eskiyen düşüncelerini, duygularını ve hislerini de kaybetmiş olabilir.
Dünya denen pazar içerisinde, çeşitte sınırı olmayan olayların etkileriyle birlikte, kendine bir yer bulabilme, yerini koruyabilme, seçebilme yahut görüş ve duruşunu sergileyebilmek adına ap-ansız başlayan bir düşünme sürecinde sıkışabilir; insan. Doğru hamleyi yapmak yada mantıklı bir karar vermek için sorgulamalara başlar. Soru veya sorunlara verilecek bir karşılık yada cevap bulabilmek için düşünme eylemini başlatır. Bitiş zamanının yada alınabilecek cevapların, kişi ve ortama bağlı değişkenlik göstereceği kesindir. Mantık çerçevesindeki bir zihinsel yoklama veya sorgulama süreci; genellikle herhangi bir etken nedeniyle duyu organlarının yaydığı sinyallerin, insan iradesinin özünü oluşturmakta olan ruhu etkilemesi ve bu etkileşim içerisinde değerlendirdiği verilerin zihindekiler ile çelişmesi sonucunda başlar. Zihinsel olgunluk ve yoğunluk derecemiz, mantıklı bilgi yada karara ulaşma sürecini de normalden farklı biçimde şekillendirebilir. Çünkü bu değerlendirme esnasındaki kıyaslamalar içerisinde; deneyimler-duygular, arzular-zevkler, korkular-meraklar bulunuyorsa birbirlerine ait verileri örtebilir yada çarpıtabilirler. Akılsal hareketler genellikle, zihninve beynin ortaklaşa muhasebesini tutmakta olduğu deneyimsel verileri kontrol ederek; benzerler içerisinde, dışarıdaki duruma göre en uygun cevabı elde edene kadar sürmektedir.
İnsanher tür bilgiye ulaşabileceği halde sorgulamalar neticesinde cevap bulamıyor ve bir kararsızlık süreci içerisinde beklemede kalıyorsa; birden fazla tehlike yada maceranın ortasında kalmış, sayısız empatiye, vicdani sorunlara takılmış yahut değer verdikleri ile değerli gördükleri arasında parçalara bölünmüştür.
Yaşayan birçok canlı türünün doğa içerisinde edindiği deneyimler öncesinde bazı temel içgüdülere sahip oldukları görülür. Bu da doğa şartlarına ve kanunlarına uyum sağlaması için önceden yada doğar-doğmaz hafızalarında kayıtlı olan bir program yazılımına veya bir işletim sistemine sahip olduklarını düşündürür.
Örneğin; memeliler familyasına dahil birçok türün yeni doğmuş yavruları, dişleri henüz olmadığı için anne sütüyle beslenir. İhtiyaç duyduklarında anneleriyle sesler yardımıyla iletişime geçebilecek, koku ve dokunma algıları sayesinde kendisi için varolduğunu bildiği besin kaynağını kolaylıkla bulabilecek yetenektedirler. Görme algısı yetersiz ve hareket kabiliyeti kısıtlı olduğu halde bedensel gelişimi için gerekli olan beslenme sürecini içgüdüsel davranışlar ve algılar sayesinde tamamlayan bu canlılar henüz göremedikleri bir annenin ve karşılıklı şevkatin de farkındalar.
Zekâları kadar gelişmiş fiziksel özelliklerinin de pratik çözümlere katkı sağlamasının yanı sıra özellikle düşünsel eylemler sırasında genişleyebilen hafızalara sahip olan insanlar; diğer canlıların sahip oldukları algı modelinin üstünde ve yaşadıkça geliştirdikleri bir donanım birimine; yani, zihine sahiptirler. Aklı geniş bir alanda kullanabilmenin sunduğu imkânlar sayesinde, dünya üzerindeki hayatı yönetici ve yönlendirici konuma gelmişlerdir.
İnsan yavruları olarak hayata geldikten kısa bir süre sonra gözlerimiz açık, etrafa bakıyor olduğumuz halde; net olarak bir şeyler hatırlayamıyor olmamızın sebebi gerçekten kayda değer bir şeyler göremememizden midir? Şu anda o döneme ait çokaz şeyi hatırlayabiliyor olsak da; bebekken hem gülümseten hem de durduk yere herşeye gülümseyebilen, dıştan sevimli göründüğümüz kadar içten bir güzellikle yaşıyorduk hayatı. Vücudumuzun gelişme sürecinde tüm duyu organlarımız dahil algı sistemimiz de işlevini yerine getirmekte; fakat ruhumuz o anlarda yaşadıklarımızla ilgili bir yorum yapamaz haldeydi. Çünkü fiziksel olarak hareket edemeyecek durumdaki henüz gelişmemiş bir bedeni zaten yönlendiremeyecek ve bom-boş bir zihnin ile bağlantı kuramayacaktı.
Gelişim sürecimizde beynimiz, tüm vücudumuzdan aldığı sinirsel uyarıları çeşitli duyusal kodlara dönüştürerek zihnimizde tanımlamalarını oluşturur. Öncelikle en temel hayati kavramları algılamamızı, olayları ve çevreyi olumlu yada olumsuz yönleriyle tanıyabilmemizi sağlayan; sanki hayata adapte ve monte olabilmemiz için programlanmış; virüs programına benzeyen bir yazılım gibi çalışmaktadır. İç ve dış dünyamızla iletişim kurarken daha az yara almamızı, aldığımız yaraların daha çabuk iyileşmesini sağlayan bir koruyucuya benzer.
Yaşadığımız sürece varlığımızın temeline ilişkin veriler dışında; bilgi sistemimizi giderek genişleten bir takım algısal, duyusal deneyimleri kayda alır; hafızamız içerisinde bilinç ve bilinçaltı bölümlerini arşivlemiş oluruz. Bilinç bölümündeki veriler, sıkça rastladığımız ve öğrenilmiş olduğundan eminlik duyduğumuz deneyimlerden oluşurlar. Çoğunlukla hayati gereksinimlerimiz ve ilgi alanlarımıza bağlı bilgilerdir ve bu nedenle de unutma imkanımız yoktur. Yaşarken önümüze çıkan her yeni şey hakkında bir sorgulama yapar-yapmaz bilgi veren üst kaynağın, bilinç; ve hafızamızın bu bölümünde gündelik hayatımıza dair gerekli bilgileri işleyerek hazır bulunduran, yaşanan olaylar ve sonuçlarını yakından takip eden aklın da bizi uyanık tutmaya yaradığını düşünebiliriz. Aynen bilgisayarlardaki ram'in yaptığı gibi sorgulama/çözümleme işlemleri için yer temini sağlayan bilincin; sistem temelli-yüksek öncelikli dosyaları kılavuz alan (işletim sisteminin temel verilerini kapsayan) , sanki yaşamaya dair çalıştırdığımız programımızın çökmemesi ve işlemlerimize doğru komutlar verebilmemiz için tasarlanmış bir akla (yani işlemciye) sahip olduğunu da düşündürüyor. Çünkü akıl, bilincimizin temelini, gelişimini oluşturduğu kadar ilerleyişini de gerçekleştiren bir hesaplama birimi gibi çalışmayı sürdürüyor.
Ruh ile beyin, algı ve bilgi kaynaklarını sürekli okur ve yazar iken, bilgileri karşılaştırarak güncelleyen akıl, ruha; taranmakta olan duyuların içerdiği duy(g) usal deneyimler de kesintisiz olarak beyine kılavuzluk eder. İnsan zihninde veya bedeninde tahribata sebep olmuş olayları, refleks olarak ya derinlere gömüp unutmalı yada daima göz önünde bulundurmalıdır.
Dünyanın en ıssız yerinde olsak da zihnimiz sürekli bir şeyler tarafından uyarılmakla meşgul olacağından, bir çoğumuz maalesef kendiyle tanışma fırsatını çok geç yakalayacak belki de buna hiç imkân bulamayacaktır. Biz her geçen günde eskiyen bir şeylerimizi unutsak, yitirsek, kaybetsek de, hayat; ne kadar yaşlanmış olsa da dünyanın henüz göremediğimiz tonlardaki renklerini ve doğanın pırıltısını sergilemeye devam edecektir.
Ruh ile beden, beden ile hayat arasındaki iletişimi sağlama konusunda merkezi birim beyindir. Ruhumuz, beynimizin sürekli teftişinde olduğu duyular ve algılarla hayatı okurken, akıl da olaylar ve durumlar hakkında bağıntılar kurarak temkinli ve hazır olmamızı sağlar.
”Hayatla barışık oldukça dünya güzel, fakat güzellikler de bazen aldatıcıdır.”
İnsanların doğruluğuna kayıtsız-şartsız inanmış bulunduğu birçok bilginin kaynağı çocukluklarına dayandırılabilir. Aynen psikoloji'nin bir rahatsızlık varsa sebebini psikoterapi ile eski defterlerde araması gibi.
"Bir bebeğin yürümeye geç başladığı gibi uzunca bir süre büyüyemez insan ruhu; zihnini bir bütün olarak kullanamadıkça, zihniyle yüzleşmedikçe olgunlaşamaz. Akıl ve ruh, düşünsel işlevlerini sürdürdükçe zihin gelişecek, bilinç ve erdem zaman geçtikçe kapladığı yeri sonsuz huzura bırakacaktır.”
Düşünsel sorgulamalar sonucunda anlık kararları verme durumu gerçekleşir; ortaya çıkan konuşmalar, sohbetler, eylem ve hareketler. Bunlar a'dan z'ye karşılaştırılmakta olan bilincimize ait verilerin, yeniden okunmasıyla meydana gelen tepkilerimizdir. Bilinç ve bilinçli olarak ortaya çıkan davranışlar bu zihinsel okumalara göre şekillenir.
“Hiç kimsenin önceden görmediği ve bilmediği bir tepkiyi vermesi mümkündeğildir.”
İnsanlardaki zihin bölümünün genişleyebilmesi, karakteristik açıdan olgunlaşmayı hedefler. Tercihler ve kararların sonucunda ortaya çıkacak kişisel davranışlar ve hareketler; kişilerin tahminsel doğruları yada doğrular içerisindeki yanlışlıkları ayıklayabilmesi, düşünsel ve akılsal çıkarımların bir sonucuna varabilmesi ile mümkündür.
Erdemli bir davranış; bu aşamalar arasından geçmiş, geriye dönebilmiş ve kendini eylem ve hareketlerde gösterebilmiş ince düşüncelerin ürünüdür. Olgunluk seviyemiz ve medeniyet seviyemiz de; bu kayda değer davranışlarımıza ait verilerin çokluğuna bağlıdır. Toplumsal olarak doğru olduğuna inanılan değerler yada kişisel olarak kullanacağımız son vicdani kanaatler genelde bu durumlara bağlıdır.
"Çözün artık bilmecenizi" diyor; şu an içimde binlerce sinir hücreme küsmüş bir sabır küpü.
Halil GürbüzKayıt Tarihi : 20.3.2014 03:34:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
şiir değil fakat, düşüncenin derinlerine dalan şairlerimizle paylaşmak istedim. ilham kaynağı değilse bile

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!