Güzel, yeşillere bürünmüş bir köydü. İçinden şırıl şırıl bir dere akardı.Suyu hiç azalmaz daima boldu. Köyün ağasının kızıydı Zeyno. Babasının zenginlik hırsından, baskısından bıkmıştı. Yaşadıkları konaktan çıkmasına, izin vermezdi babası. Yalnızca bahçesinde dolaşırdı. Bir de hayvanların barındığı ahıra gider vaktini böyle geçirirdi. Yaşı onbeşinde çok güzel bir kızdı. Köyde kızlar onüç yaşına geldiklerinde evlendirilirdi. Hasan ağa, kızını kimseye layık görmüyordu. Çünki köyün tek zengini oydu. Fakir birine mi verecekti kızını. Yokk vermem diyordu. Konak hizmetçiyle doluydu. Herbirinin işi ayrıydı. Sıkılmıştı Zeyno, kimseyi görmüyor kimseyle konuşmasına izin verilmiyordu.
Oturduğu ev üç katlı büyük bir konaktı. üçüncü katta büyük bir balkon vardı. Tek eğlencesi ordan, karşıdan yükselen dağlara bakmaktı. Bazen hayallere dalar, neler düşünmezdi ki.. Dağın en tepesinde gördüğü kulübeyi merak ederdi hep. Kulubede yaşayan bir çobandı. Seyfi'ydi ismi ama, ona Seyfo derlerdi. Anasını, babasını tanımamıştı hiç. Gece kömür sobasından zehirlenmişti ailesi. Daha üç aylık bebekti. Tesadüfen kurtulmuştu. Komşuları alıp onu, kendi çocuklarıyla birlikte büyütmüştü. Bir sene öncesi de dağın en tepesine bir kulübe yapmıştı. Tek odaydı ama mutluydu. İlerde evlenirsem bir oda daha eklerim diye düşünüyordu. Bahçesine bir sürü meyve ağacı ekmişti. Küçük bir havuz bile yapmıştı. Ördeklerin havuza girip çıkması, tavukların özgürce dolaşması hoşuna gidiyordu. Dağdan inen kaynak yakındı.
Hiç susuz da kalmıyordu. Doğayla iç içe yaşamayı seviyordu. Sabah çok erken kalkar ağanın sürüsünü dağlara çıkarır otlatırdı. Güneş batmadan da hayvanları ahırlarına götürürdü. Köyde yapacak başka iş de yoktu. Herkes ağanın emrindeydi. Ekerler biçerler yalnızca verilen kışlık erzaklarla günlerini geçirirlerdi.
Hayallerinde görmeden sevdalanmıştı Zeyno'ya. Güzelliği tüm köylere yayılmış, Seyfo'nun kulağına bile gelmişti. Yüreğinde büyütmüştü sevgisini.. Kızını herkesden sakınan ağa, bana mı verecek diye düşünürdü. Aslında kasabaya gider yerleşir ne iş olursa yapardı. Ama ne Zeyno'sun dan vazgeçiyor ne de doğa ile iç içe yaşamaktan vazgeçebiliyordu. Çaresizce çobanlık yapıyordu. Bir de görebilseydi sevdiğinin yüzünü, aşkını ona anlatabilseydi.
çatı katındaki odanın
kuytu bir köşesinde
kumaşındaki eski yağmurların
hüzünlü kokusuyla