Ben bir gencim. Keşmekeşler içindeyim. Hayatın neresinde ve neyi
yaşadığımın farkında olmadan yaşıyorum. Umutlarım yalanlarla oluşmuş gibi.
Çaresiz bana faydası dokunmayanlara tutundum. Ellerimde filiz vermeyecek
fidanlar, gözlerimde belki de hiç durmayacak yaşlar var. farkında değilim zamanın aktığının. Boşunaymış gibi tüm çabam. Duyduklarım, gördüklerim, söylediklerim, bilmediklerim,anlamadıklarım, kabullenemediklerim her biri hayattan, yaşamaktan nefret ettirmiş gibi beni.
Dünyada yaşananlar, ülkemde yaşananlar, şehrimde yaşananlar, evimde yaşananlar, kalbimde yaşadıklarım, çirkin siyasetler, haksızlıklar, maddi menfaatler uğruna dökülen kanlar, akan yaşlar ve boşa geçen ömrüm....
Hep cevapsız kalan sorularım var. Hep ertelenmiş, kale alınmamış, hep bazı çıkarcıların menfaatlerine göre yorumlanmış birçok soru ve sorunum var.
Ağrı dağı…
Iğdır ovasının en güzel yönlerinden biridir. İnsanı dünyevi telaşlardan alıp, tefekküre daldıran her zerresinde çeşitli güzelliklerle donatılan bir dağdır.
Hemen hemen bütün evlerin pencerelerinden görülen, canı sıkılan insanların her fırsatta seyre daldıkları vazgeçilmez bir manzaradır.
Dört mevsim zirvesinde bir örtü gibi bulunan dağın eteklerine yağan karlarla kışın gelişi haberini alır insanlar.
Evler yapılırken pencerelerden ağrı dağının görünmesine dikkat edilir. Kıblenin yönü belirlenirken Ağrı Dağı’na bakılır.
Sevgilinin hasretini çekenler; bazen bir pencere kenarından, bazen yürürken, bazen tarlada çalışırken bazende Korhan Yaylası'na giderek, Ağrı dağı'nın eteklerinde dolaşarak sevdiklerinin hasretini sineye çekerler.
PATISKAYI İŞLER GİBİ ÖZENEREK…
Risale-i Nur’un fıtraten ve zamanın vaziyetine göre talebesi olacak; başta masum çocuklardır. Çünkü bir çocuk küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imani alamazsa, sonra pek zor ve müşkül bir tarzda İslamiyet ve imanın erkânlarını ruhuna alabilir. Adeta gayr-i Müslim birisinin islamiyeti kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabani düşer. (Emirdağ Lahikası,syf:40)
Tertemiz olarak emaneten gelir çocuklar ailelerine. Bembeyaz bir patıskayı işlercesine işlenmek üzere verilir çocuklar bize. Onların beyaz patıska gibi temiz dünyalarına işlenecek iplikleri renkleri desenleri seçmek elimizde bir bakıma. Özenerek, dikkatle işlenmeliler. Tıpkı patıskayı işlerken olduğu gibi. Lekelenmemesine dikkat ederek… Hele ki çıkmayacak lekelerin bulaşmasına izin vermeyerek… Pastıskamız olan çocuklarımızın ruhlarına, kalplerine, akıllarına leke yapabilecek şeyleri onların hayatından uzak tutmalı. Bir patıskaya özendiğimiz gibi özenmeliyiz onları işlerken.
Günün birinde,
İmkansızı aşmak aşmak isterdim.
Masmavi gökyüzünde,
Uçmak uçmak isterdim.
Mısralarımı haykırmak,
Onsekiz yıllık bir ömür...
On sekiz yıl geçti,
Geleceğimse meçhuldür.
Gençlik yıllarımın başındayım.
Kim bilir neler neler yaşayacağım?
BİR YAPRAK DÜŞERKEN DALINDAN
Zamanın tükeniyor olduğunu gösterircesine düşüyor dalından sararan yapraklar bir bir. Dalından raks ederek düşen her yaprak uyandırdığı hislerle derinlerimde bir yerlere kazınan sorularımı hatırlatıyor.
Yapraklar düşerken dalından eskiye dalan gözlerim ve yanaklarıma dokunuyor tatlı bir esinti. Eskiye bir yolculuk… Zamanını tam olarak bilemediğim bir yolculuk; belki yılar öncesi, belki aylar, belki saatler, belki de bir an öncesi…
Yanaklarıma dokunan esintinin ardından ince ince yağan yağmur… Islanan caddeler… Kararan ve kabaran bir deniz… Yabancısı olduğum bir şehir… Anlamaktan çok uzak olduğum insanlar ve ben. Geçen zamanın hesabını yaparken geçen anımı unutmaktayım. Halen ağlayan bir çocuğun gözyaşını silememiş, yere düşen bir ihtiyarın kolundan tutamamış, özlem çekenin özlemine ortak olamamış, solmakta olan bir çiçeğe hayat suyu verememişim kendi hesabımı, kendimle hesabımı bitiremediğimden… Bitmeyecek bir hesabı bitirmeye çalışırken zamanın tükenmekte olduğunu unutmuşum. Kendimi kendime dert ederken derdin ne olduğunu unutmuşum. Böylesi unutuşlarda geçerken zaman beni heyecanlandıran hayallerimi, hayallerimi gerçekleştirebileceğime dair ümitlerimi, daha önemlisi hayallerimi ve varlığımı anlamlı kılan gerçek gayeyi unutmuşum.
Unuttuklarımı hatırladıkça utanıyorum. Yağmur varlığına anlam veren gayeye uygun bir ahenkle yağıyor, deniz aynı gayeyle dalgalanıyor, yapraklar toprağın bağrına düşüyor, gün ve gece aynı gayeyle bir birine dönüyor. Bense aynı gayeye yönelik, derinliklerimden kopup gelen coşkulara ilgisiz kalıyorum. Bu halimin farkına varınca utanıyorum kendimden. Hızlanan yağmur damlalarıyla derinleştikçe kendimle hesabım daha çok artıyor ve utanıyorum kendimden.
Toprağa filizlenmek için düşen bir tohumun duasına benzer bir dua dilimde ve bir sonbahar günü içime düşüyor umudun tohumu… Bir tohum ki tüm yenilenen hatalarıma, yinelenen unutuşlarıma rağmen filizlenecek, yeşerecek, boy verecek, meyvelenecek asıl gaye edilmesi gerekenin yardımı ve lütfuyla.(amin.)
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!