Yokluk deryasının Agarta dehlizinde
Aklın yüzgeçlerinin kırıldığı o derinde
Elifleyin bir inciden avaz verince sedef
İşi gücü bırakıp dinlemeliydik derim,
Baştan sona bizi betimleyen,
Mu kıtasının,
Bilim kurgu öyküsünü.
Ve bu öyküden murat edilen soylu hedef
Çiçek esinlerine tohum ekmekse,
Ya da başka bir deyişle,
Hizmet sektörünün her dem çağdaş ırgatı
Kül yutmaz bal arısının
Tozlaşma bedelini tahsil ederken
Kalp atışlarındaki çifte sevinci
Şiire dökmekse,
Bunun için,
Behemahal,
Onun beşte birine kadar küçülebilmenin
Bir yolunu bulmalıydık.
Uzay derinliğinin kozmik soğurması,
Yer çekimiyle barışmalı,
Yıldız özlerinden,
Mum çiçeği saydamlığınca damlamalıydı aşk;
Düştüğü yerde donmalı,
Sevenlerine yâr olamayanlar anısına,
Polen dikit balballarca yükselmeliydi,
Antik mezar taşlarına göre,
Bir hayli aromalı...
Ve kar çehreli güzellerin mecâzî ölümüne,
Yarı evcil güvercinlerin dilinden
Püsem kanat kerpiç ağıtlar döşenmeliydik,
Yeni Cami avlusuna...
Tarih bilincimizin çiçek bozuğu delice kirazı
Patrona bir fayın çeliğinden aşı tutmalı,
Yılına varmadan
Hışkırım bir meyvaya durmalıydı ki,
Napolyon’dan çalım özürlü
Kabzımalların tezgahına bin bereket;
Öşürünün sevabı dersen akla ziyan,
Musallada bile cemaat araklayan
Acun-göz cenâzelerin
Geride pek seçkin kalan
Hayırlı torunlarına emânet...
Denize anne, toprağa baba kimliği vermeliydik..
Oğulluk hamdine şükür sadedinde
Yatırlara en ötügen horozu kesmeli,
Pilav döküp helva dağıtmalı,
O iç rahatlığıyla en gözde maviye koşmalıydık;
Yüreklerimizde parçalı bulutlu gökyüzünün enginliği,
Sel sebil özverilerle coşmalıydık...
İlk kez ya da son defa hiç fark etmez,
Her hangi bir aynanın merkezinden
Cismimize bakarak kendimize gelebilmeli:
- Cehennemi gören bu cam
ondan bu kadar saydam
bu denli doğrucu,
diyebilmeliydik...
Ve bir algın ıslıkla zenc’o-file çalışırken,
Galata köprüsünün dip dalgalarında
Heveskar oltalara vurmalıydı bakışlarımız,
Yeni Cami’nin kubbeleri ürpermeli,
Minâreleri sendelemeliydi;
Kimseler görmemeli, hissetmemeli,
Gün akşam olmalıydı...
Takvim yaprağının bir yüzü gündüz, bir yüzü gece;
Kırmızıda beklemeliydik güneşin batışını
Ve hatta, hazanda yaprak döken bir ağaç gibi,
Sararıp solmalıydık kestane kebap;
Çırılçıplak kalmalıydı aşiyan bir nice dal;
Aşıkların yüzü suyu hürmetine
Trafik ber-kemal,
Olur olmaz,
Sırattan geçer gibi geçmeliydik uçar adım,
Sevgilinin çağla yeşili gözlerinden karşı tarafa;
Karşı tarafın da karşı taraflarını gözlemeliydik.
Aslı’yı Kerem’den Halep’e kaçıran masal,
Beyoğlu’nda sokağa terkeden romanla hesaplaşmalı,
Arabesk ezgiler kurumlaşmalı,
Şiir araya girmeli ve okursuz kalmalıydı...
(....................! ..?)
Hey Şair!
Lafın gelişinden belli:
Üslûbu beyanın ki, anladık özgün sanat;
Sözün fazlasını at,
Bırak edebiyatı başkaları parçalasın,
Sen bize,
En kısa yoldan,
İşçi arıların
Yürek bestesini anlat! ..
YUSUF BİLGE
Yusuf BilgeKayıt Tarihi : 28.10.2009 01:48:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Yusuf Bilge](https://www.antoloji.com/i/siir/2009/10/28/zenc-o-fil-beste.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!