Bir ‘modern meyhane’ydi Serdar’ın o gece gittiği yer. Olacakları görebilseydi, asla oraya ayak basmazdı. Serdar, otuzlu yaşlarda, yakışıklı, bekar, çapkın bir müzisyendi, zenginlerin çocuklarına gitar ve keman dersi verirdi. Ama kimi zamanlar, başı geç biten dersler yüzünden belaya girerdi, anlarsınız ya! Siyah saçları, biçimli kesilmiş sakalları, derin bakan gözleriyle, en önemlisi güzel konuşma kabiliyetiyle, öğrencilerini hep etkilerdi selvi boylu hoca. Yine geç biten bir “özel” dersin ardından, iki tek atmak için yöneldi tavernaya. “Vecîze Tavernası” gibi tuhaf bir ismi vardı. Daha önce sadece bir kere gitmiş, ortamın ve müziğin güzelliğiyle mest olmuştu. Ahşap döşemeler ve raflarla süslenen beyaz duvarlara, tablolar da serpiştirilmişti. Masalar hafif kararmış, ahşaptandı. İçerisi buram buram romantizm kokuyordu onun gibiler için. Ancak o son gidişinde, tavernada sadece bir müşteri vardı ondan başka. Karşısındaki masada, yalnız başına oturan genç bir kadındı. Ağlamaklı, buğulu gözlerle Serdar’a baktı bir an, sonra başını yine yavaşça önüne eğdi. Kumral güzeli bir afetti, fönlü saçları ve kusursuz makyajıyla, düzgün vücuduyla ben buradayım diyordu adeta. Serdar, kızı gözüne kestirmiş olacak ki, oturdu kadının yakınındaki bir masaya. Kadın ne içiyor diye baktı, kırmızı şaraptı, o da çilekli kırmızı şarap söyledi. Sonra, kendi kendine düşünmeye başladı. Bir yandan da arada bir kadını gözlüyor, kalkmaması için tanrıya yakarıyordu. Öyle güzeldi ki! Sanki mekandan yükselen müzikle bütünleşmiş bir tabloydu.
Aradan azıcık zaman geçtiğinde, kadın usul usul ağlamaya başladı. Aslında pek çaktırmıyordu, ancak Serdar’ın dikkatinden kaçmamıştı. Müzisyen, avını seyrediyordu uzaktan. Kadın, biraz ağladı, sonra çantasını alıp lavaboya gitti. Serdar, fırsatı değerlendirmek için fırladı.
Biraz sonra, kadın döndü masasına, ancak masa eski halinden farklıydı, masasında tavernanın en iyi şarabı duruyordu. Yanındaysa, peçetenin arasına konmuş kırmızı bir karanfil... Kadın sanki içerde başkaları varmış gibi bir süre bakındı, sonra karşısına odaklanıp, şaşkınlık içinde Serdar’a baktı. Serdar, gülümsedi ve kadına peçeteyi işaret ederek açmasını istedi. Peçeteyle karanfilin arasında küçük bir not vardı.
“ Meleklerin de ağlayabildiğini bilmiyordum. Bağışlayın ama, derdinize uzak kalamadım, izin verin, şarabım ve kemanım derdinize ortak olsun.”
Artık birbirimize iki yabancıyız.
Her ne kadar acı olsa, ne kadar güç olsa
Her şeyi evet, her şeyi unutmalıyız.
Her kederin tesellisi bulunur, üzülme.
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta