Yine yeniliyorum hayata… Cansız güneş, solgun gökyüzü kaybolmanın arifesinde… Parmaklarımın arasından kayıp giden bir cumartesi gününde doğruları zorlayan sözcüklerimden de vazgeçtim. Bir oyun parkında “günaydın” derken çocukluğum bu günü yazmaktan vazgeçtim. Hem ne işim vardı burada benim.
Çocukluğumun elinden tutup geçmişe geldim…
Küçük bir kızdım ben; beyaz çoraplarım, örgülü saçlarım ve annemin elleriyle diktiği çiçekli elbisemle… Çocukluğumun geçtiği o çıkmaz sokakta Bergama kültürü ile yankılanmış adım… Tek Ayşe olmaz demiş anneciğim, gül de olmalı… Ayşegül… Sevgi, muhabbet ve aşk olmuş hamurum. Tarıma, toprağa ve nimete saygıyı mekanı cennet olan o güzel kadından öğrenmişim. Anneanneciğimden dinlediğim tanrısal söylencelerle büyülenmişim, yaşamı kendi avuçlarıma dolduruncaya kadar… Tek övüncüm doğuşumla birlikte çekirdek aileme getirdiğim şans olmuş. Anneciğimin sevgi dolu gözleri ile umutlanmış, sevgiyle sarıldığım babamın güçlü kolları ile güveni öğrenmiş ve alın teri ile beslenmişim.
Homeros’un İlyada’sında uzun uzun anlatılan Truva savaşları sırasında kentimin denize kıyı olduğu günleri görememişim tıpkı Zeus sunağını, temelleri üzerinde göremediğim gibi…
Ne zaman gök gürlese Bergama da Medusa’nın saçlarına yılanlar dolanır mitolojinin gizemli yollarında. Evimizin bahçesi buram buram tarih kokar ve rüzgarla oynaşan asmalarımızın yaprakları bile ölümsüz sevda öykülerini fısıldar kentimde. Güzeller güzeli Kleopatra yıkanır her mehtapta… Henüz yazılmamış yarınlarımda karşılaştığım her engelde içimdeki küçük kız, cesur Amazon kraliçesi Smyrna’ya dönüşür.
Ölümü ilk Asklepionun kapısından okumuş dedem kulaklarıma. “Bu kapıdan ölüm giremez” sözü ile büyülenmişim. Biliyorsunuz belki tıbbın simgesi olan yılanlı sütun’un hikayesini…
Kaledeki dilek kuyusunda kalmış kim bilir kaç dileğim. Ve ben her seferinde gözyaşı şişelerinde sevdiği uğruna döktüğü yaşları biriktiren, o zamanın genç kızları gibi ölümüne bir sevda dilemişim. Gözyaşı şişelerinde demlenirken ıssız yüreğim, her gece cebimde kalan metal paralarla bir sonraki dilek kuyusu ziyaretim için düşler biriktirmişim.
Hüzünlü gözyaşı şişelerinin ne olduğunu bilir misiniz…
Çok eskiden birbirinden ayrı düşen insanlar, özellikle de sevgililer, duydukları acıdan dolayı ağladıklarında, gözyaşlarını bu minik şişeciklerde biriktirirler ve sevdiklerine bu şişeyi gönderirlermiş. Gözyaşı ile dolu olan şişe, sevginin, özlemin, hasretin bir göstergesiymiş. Adeta 'seni o kadar çok özledim, o kadar çok seviyorum ki, işte canlı göstergesi, senin için bu kadar ağladım, bu kadar gözyaşı döktüm' derlermiş. Hasretle dökülen gözyaşlarıyla dolu minicik bir şişe... Binlerce sözden, sayfalarca şiirden, uzun mektuplardan çok daha can alıcı değil mi… Hatta ölüler için dökülen göz yaşları da bu şişeciklerde biriktirilerek mezarlara da konurmuş.
Bir Pazar günü akşam üzeri çocukluğum bıraktığında ellerimi hava kararmak üzere. Yine cansız güneş, solgun gözyüzü ve ben tıpkı o günlerdeki gibi hala yazıyorum. Tek farkım yazdıklarımı kendime okumuyorum artık ve korkmuyorum yarınlara bakarken, tatlı bir karanlık içinde de olsa umudum var ne de olsa… Lakin değişen bir şeyler var şu tadı alınmış hayatta. Ama ney… Zaman yürüyor kendi yolunda. Günler anlamsız bir biçimde birbirine eklenip duruyor şimdilerde. Vitrinlerin eski çekiciliği kalmadı sanki. Hali vakti yerinde olmayan insanlar günden güne çoğalıyor. Ve ülkemin tüm sokaklarını kara taburlu umutsuzluk askerleri kuşatıyor yavaş yavaş.
Yoksa değişen ben miyim…
Bilmiyorum…
Bir şeyler olacak gibi geliyor bana
Şu köşeyi bir dönebilsem…
Çocukluğum orada…
Nisan 2008
-Gözyaşı şişelerinin öyküsü mitolojiden bir alıntıdır.-
Ayşegül TezcanKayıt Tarihi : 24.4.2008 23:34:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Kutlarım.
çocukluğumuza eskilere götürdü yazın ayşegül hanım..tebrikler
tebrikler
Kararlı mısınız dönmeye?
Ve gerçekten hazır mısınız gerçeklere...
Muhabbetle kalın...
TÜM YORUMLAR (9)