EVRENİN OLUŞUMUVE ZAMAN tÜNELİNDE lAZLARIN tARİHİ
Bu çalışmaların bir iddia veya bir başka düşünceyi kesinlikle kapsamadığını hemen söylemek gerekmektedir. Burada insan kimliğinin nereden nereye geldiğini, tarih boyunca çekilen sıkıntıları sergilemek, bugünün insanca yaşamının hangi aşamadan gelerek bu mutluluğa geldiğini anlatabilmek için kaleme alınmış, benden sonraki nesillerin bunları bilmesinde yarar umduğunu belirlemek için hazırlandığını hatırlatmak isterim.
Büyük Patlama (Big Bang) : Mekân, cisim, zaman yoktu. Bir O (Allah) vardı. Her şey sıfırdan başladı. Mutlak bir boşluk içinde insan beyninin hayalini dahi edemeyeceği bir boşluk. Birden ENERJİ akıl almaz biçimde bir merkezde toplanır. 5 milyar yıl önce bu enerji saniyeden küçük bir zaman diliminde madde haline dönüşür. Milyarlar derecesindeki sıcaklık patlamalara yol açar. Dağılmaya başlar. Başlangıç noktasından uzaklaşırlar. Bu hacim büyümesinin bir başlangıcıdır. Bu büyümenin hala devam ettiği varsayımı da vardır. Zamanla evrenin küçülerek kendini yok edeceği düşünülmektedir. BİG BANG ile başlayan büyüme BİG CRUNCH (kranç) ile çatırdayarak bitecektir.
Uzay sonsuz bir boşluktur. Gök cisimlerinin tamamı bu uzayda yüzmektedir. Bu yüzüş sistemli bir biçimde sürmektedir. Hala ışığı bize ulaşmayan yıldızlar mevcuttur. 170 000 yıl önce infilak etmiş bir yıldızın ışınları ize 1987 yılında ulaşmıştır. Güneş'in ışınlarını Merkür, Venüs, Mars yansıtırlar. Bunlar Dünyamıza benzerler. Yavaş dönerler, uyduları azdır. Satürn, Uranüs, Neptün, Jüpiter boyutları geniş ve uyduları çoktur. Plüton bu sistemin dışında kalmaktadır. Gezegenler kayar, koşar, fren yapar, durur, ters yönde ileri geri ilerlerler. Güneşin uydusu olduklarından bu sistemin dışına çıkmazlar.
Güneş, milyarların içinden vasat bir yıldızdır. 150 milyon km alan içinde yer alan bir yıldız olup ışığını sekiz dakikada dünyaya ulaştırmaktadır. Yaşamının yarısını tamamlamış olup 5 milyar yıl sonra dünya karşısında dev bir kızıllık olacaktır.
Bundan 5 milyar yıl önce gaz ve toz bulutu içinde küçülmeye başlayan dünya Birkaç milyon derece ısısı ile galaksi içinde yer almıştır. Gövdeler zamanla şekillendi, merkezde bir çekirdek, bir örtü, dış yüzeyde bir kabuk oluşmuştur. Dünyanın etrafını çevreleyen: 1. Biosfer (12 km olup tüm canlılar bu tabakada yaşarlar.) 2. Troposfer (Havada bulunan maddeleri içerir.) 3. Stratosfer (Ozon tabakası kaplar. Güneşten gelen ışınları süzer, 50 – 500 km alan içindedir.) 4. Mezosfer 5. Eksosfer (500 km'den yukarı alandır.)
Atmosfer canlılara yukardan gelecek her türlü saldırılara karşı kalkan görevini taşır. Isısı 60-1400 derece olduğu gibi, eksi 90-60 derece de olabilir. Yeryüzünün derinindeki sarsıntılar yüzeyde tepkiler yaratır. Bunun sonucunda levhalar mozayığı görüntüsü belirir. Levhaların uzaklaşması ve yakınlaşması sonucunda mağmalar oluşmaktadır. Birbirlerinin üzerine yatay olarak kayınca yük oluşur. Bu anda yanardağ grupları, deprem çukurları varolur.
Günümüzden 5 milyar yıl önce. Dünya bir kaos halinde olan gaz bulutu. Varoloduğu andan itibaren soğumaya başlayan güneşten kopmuş bulunan dünya canlılara hazırlanmaya, milyonlarca yıllık serüveninden sonra bugünkü ortama girecektir. Beş milyar yıl önce olmayan dünya on milyar yıl sonra da olmayacaktır. Çünkü güneşte bulunan hidrojen yakıtı da tükenecektir. Bu tükeniş artık soğuma değil ısınmaya doğru yol alacaktır. Belki de yaşanmaz hale gelen dünyadan zamanla göçüp insan başka bir gezegene yerleşecek ve oradan dünyanın ahvalini seyredecektir.
Dünya güneşten koptuğu zaman hidrojen ve oksijen atmosfere uçurmuştur. Canlının yaşamına elverişli olan su kalın bir bulut halinde dünyayı çevrelemiştir. Bu bulut güneşin ışınlarını n dünyaya ulaşmasını engellemiş, dünya hızla soğumaya başlamıştır. Bu da yarım milyar yıl sürmüştür. Isı suyun kaynama derecesinin altına düşmüştür. Boşanan yağmurlar, dünyadan kopmuş olan ayın bırakmış olduğu boşlukları doldurmuştur. Denizler, okyanuslar meydana gelmiştir.
Canlının var oluşunun ilk adımı okyanuslarda, denizlerde oluşan tuzlu suda gerçekleşmiştir. Hidrokarbonlar suyun etkisi ile anorganik karbonlar haline gelmiştir. Bu bileşiklerin içinde protein(enzim) meydana gelmiştir. Proteinlerin içinde aminoasitler vardır. Çok küçük parçacıklar halinde olan bu asitlerin içinde de karbon, hidrojen, oksijen, azot, kükürt ve diğer madensel maddeler vardır. (ki bu maddelerin hepsi tüm canlılarda mevcuttur.)
EVRENDE ZAMAN DİLİMLERİ
Beş milyar yıl önce ki bu evrende tek hücreli canlılar oluşur. Günümüzden 800 milyon yıl önce sudan çıkan hayvanlar yeryüzüne dağılır. 680 milyon yıl önce tekhücrelilerin yanısıra çok hücreliler de görünürler. Bağalı ve kabuklu hayvanlar (580 milyon yıl önce) ilk omurgalılar (450 milyon yıl önce) ilkel dört ayaklılar (360 milyon yıl önce) görülmeye başlar. Omurgalılar 450 milyon yıl önce karada görülür. 150 milyon yıl önce kertenkeleler,75 milyon yıl önce dinazorlar yeryüzünde görülür. Bu dönemleri kısaca özetlemeye çalışalım.
Evrenimizde yaşamını sürdüren tüm canlıların bugünkü ortamına gelebilmesi için milyonlar, hatta milyarlar denen uzun bir süre beklemekte idi. Bu süreler içinde geçen evreler çağdaş bilim adamlarınca fikir birliği içinde kuramlaştırılmıştır. Yerkiresi dediğimiz dünyamız dört zaman içinde incelenerek evrim süreci kesinlik kazanmıştır.
Birinci Zaman:
Birinci zamanda beş devrede incelenir.
Kambriyen Dönemi: En az 500 milyon yıl öncesine dayanır. Kara ve su yosunları, solucan ve çeşitli trilobitler görülür. Kaledonyen sıradağları bu dönemde oluşmuştur.
Silüriyen Dönemi: Trilobitler iki metre halinde kabuklu hayvanlar oldukça gelişmiş haldedirler. Balıklar, eklem bacaklılar türer ancak hüroniyen sıradağları yok olmuştur. 300 milyon yıl öncesine dayanan bu dönemlerde canlılar pek ilerleme kaydedememişlerdir.
Devoniyen Dönemi:250 milyon yıl öncesinde Kaledonyen sıradağları ile balıkların tamamı doğa koşullarına uyum sağlayamadıklarından yoklara karışır.
Karboniyen Dönemi: Günümüzden 200 milyon yıl öncesinde başlamıştır. Hersiyen sıradağları, balıklar, kurbağalar, sürüngenler, karada ve denizde yaşayan fareler, çiçeksiz bitkiler ve madenler oluşmuştur.
Permiyen Dönemi: 180 milyon yıl öncesine dayanan suda yaşayabiecek canlılar türedi. Bu dönem sürecinde karada hiçbir canlıya rastlanmaz.
İkinci Zaman:
Bu zaman üç dönemi içerir.
Triyas Dönemi: Yerküresi sıcaktır. Sürüngenler tüm hızıyla türemektedir. 50 metre büyüklüğünde dev canlılara bu dönemde raslanır. Memeliler ortaya çıkar. Ancak bunlar fare veya tavşan büyüklüğündedir. Kara hayvanı olmalarına karşın önem arzetmektedirler.
Juro Dönemi: Hersiyen sıradağları yok olur. Ancak su hayvanları karada ve havada yerlerini alırlar. Uçma sadece sıçrama mahiyetindedir. Böylece zaman dilimi içinde kuşlar evrimleşerek türemeye başlarlar.
Tebeşir Dönemi: Ot, çim, çiçekler türemeye başlamıştır. Kemikli balıklar görülmeye başlar. Kara bitkileri gelişmeye başlamış ise de büyük bir doğa afeti sonucu kuş, kertenkele ve timsahların dışındaki canlı varlıklar tamamen yeryüzünden silinir.
Üçüncü Zaman:
Bu zaman içinde dört dönem yaşanır.
Bu zamanların dilimine de kısaca değinelim.
Eosen Dönemi: Bu dönem sıcaktır. Memeliler görülmeye başlar. Bitki yiyen dört ayaklı, sıçrayan, koşan, tırmanan, yüzen hayvanlar türer. Atlar, filler...
Oligosen Dönemi: 8 milyon yıl önce. Düzenli bir iklim, canlılara elverişli bir ortam.
Miyosen Dönemi: 6 milyon yıl öncesine dayanır. Alp Himalayaları oluşmuştur. Isı biraz düşmüştür. İnsanın ilk atası olan primatlar görünürler. Bunların yanısıra maymunlar türerler.
Pliyosen Dönemi: Yeryüzü bugünkü iklimi kazanmıştır. 2 milyon yıl öncesi... Bugünkü tüm canlılar yeryüzünü kaplar. İki ayak üzerinde yürüyen canlılara raslanır. Bunlar birer primatlardır. Yerde oturma, birlikte hareket etme, ellerini istediği gibi kullanabilen, geceleri sopa ile yürüyen, gündüzleri yerlerde yiyecek arayabilen varlıklar görülmeye başlar. Eski taş çağı denen bu varlıklar gelecekte evrim geçirecektir. Taşla, sopayla kendini korumaya başlayacak olan bu canlılar
Dördüncü Zaman:
Günümüzden 1 milyon yıl öncesinde evrim sürecini tamamlayacaktır.
Bu çağa antropozaik çağ da denir. 500 bin yıl öncesinden başlamış olan bu dönem paleoletik
(eski taş çağı) , Neoletik (yeni taş çağı) da denir. Dördüncü zaman diliminde yeryüzü dört buzul çağ geçirmiştir.
Birinci Buzul Çağı: 500 bin yıl önce başlamış, 50 bin yıl sürmüştür.
İkinci Buzul Çağı: 400 bin yıl önce başlamış olup 150 bin yıl sürmüştür.
Üçüncü Buzul Çağı: Günümüzden 150 bin yıl başlayıp 50 bin yıl sürmüştür. Monglolik (homosapiens adam) yani düşünen adam Çin yöresinde raslanmaktadır. Ateşi kullanmaktadır. Aynı zamanda Birkaç sözcükte konuşmaları, anlaşmaları arasındadır.
Dördüncü Buzul Çağı: Bize göre Kabataş devri olabilir. Homo Sapiens denen adama klasik anlamda raslanmaktadır. Bu ilk insandır. Bu dönemde aile kavramı diye Bir şey yoktur. Günümüzden 40bin yıl öncesine raslayan bu dönem insanı toplayıcıdır. Rasladığı her canlıyı çiğ çiğ yer, karnını doyurur. Çıplaktırlar. Dil yeteneği yoktur. İşaretler, jest ve mimiklerle anlaşma yoluna giderlerdi. Resimle mesaj verirlerdi.
EVRENRENDE İNSANIN YERİNİ ALMASI
Dördüncü zamanda insan yeryüzünde görülmeye başlar. Allah'ın yeryüzündeki halifesi olan insan en mükemmel şekilde yaratılmış mevkidedir. Ona ruh vermiştir. Allah kendini bilmek istemiştir. Ona ruh verdiği insan ortaya çıkmıştır. O halde ruh nedir?
Ruhun sözlük anlamı “vücutta bulunulduğuna inanılan maddesiz hayat ilkesi, hayatın özü, can, manevi benlik”tir.
Hattı zatında insanın aklının eremediği bir kavramdır. Çünkü Allah bu konuda bilgi vermemiştir, ancak varsayımlarla çıkıldığında ruhlar bedenden ayrı kabul edilir. Tüm kavramlardan bağımsız bir kavramdır.. ruh bedene göre öncedir. Beden ise ruha göre sonradan yaratılmıştır. Ruh insanlara özeldir yaratıklar açısından. Ruh insan bedeninde Tanrısal bir cevher olarak tanımlanır. Ölüm ötesinde geldiği yere (Tanrısal evrene) aslına dönecektir. Beden yaratıldıktan sonra Allah kendi ruhundan (ana karnında 120 gün iken) üflemiştir. Geçici bedenden kalıcı cevhere geçiş süresi bir ömrün süresi kadardır. Ruh geçici bedenden ayrılarak geldiği kaynağa (öze) dönmesi (ölümle) geçici dünya hayatı (gurbet serüveni) sona ermektedir.
Canlılığı, anlayışı düşünceyi, aklı, olumlu-olumsuz davranışları, iyiyi, kötüyü ayırt etmeyi sağlayan bir güçtür. Hayvan ve bitkilerde bu özellikleri aramak mümkün değildir. Ancak ruhun bedenin neresinde olduğu bilinmemektedir. Büyük bir olasılık insan beyninin (20 milyarlık hücresinde var olan) içinde bu özün var olabileceği kuvvetle muhtemeldir.
Manevi ve maddi olarak insanda iki ÖZ'ün var olduğu düşünülebilir. Bu Allah’ın değişik biçimlerde evreni kuşatan görünüşüdür. Allah her yerde hazır ve nazırdır. Allah şah damarından daha yakındır. Allah evrene sığmaz kalbimize sığar düşünceleri ÖZ'ün tüm evrene egemen olduğu, sahibi, vareden-yok edecek soyut (mücerret) bir kavram olduğu bugünkü düşünce aşamasındadır. Allah salt ruh olan sınırsız, belirli olmanın ötesinde olan ve sonsuzluğa açılan yüce bir varlıktır.Düşünen her canlı için buda Allah nın halifesi olan insanoğlu şunu iyi bilmeliki bir varlık birliği vardır.Tasavvuf düşüncesine göre varlık birliği söz konusudur.Yüce Yaradan her kim bir canlının ölümüne neden olursa bütün canlılarında ölümüne sebebiyet verendir der.Mukaddes kitapta da ‘’ölü idiniz dirilttim öleceksiniz tekrar dirileceksiniz,tekrar öleceksiniz ve bana döneceksiniz’’buyurmaktadır Allah.Ruh bedende belirli bir süre için misafirdir.Yine Yüce Yaradan ‘’ben bütün kusurlarınızı affederim ancak kul hakkıyla gelenleri affetmem’’ demekle varlık birliğini açıkça ifade etmektedir.Mahşerde herkes kendi boyutunda Yaradan ın huzuruna çıkacak geçici olan yaşam süresindeki icraatı sorgulanacaktır.Onun için insan eğitim yoluyla olgunlaşmalı doğruyu güzeli iyiyi seçmeli böylece kemale ermeli ve kamil olmalıdır.Amaç Yaradan a layık ruh yüceliği ile Allah nın huzuruna çıkmaktır.
Beden ise maddi bir cevher olarak bilinir. Bedende ruhun görünüş alanına çıkmasından başka bir şey değildir. İnsan ruhu ile Tanrısal ÖZ'e sonsuz ve sınırsız alana açılmasıdır. Allah ile birlik içinde yaşayan ruh belirli bir süre için (bir ömürlük) tanrısal âlemden ayrılan gurbetçi gibidir. Beden ruh için bir kafestir. Ölüm de ruhun bedenden kurtuluşudur asalına dönüşüdür. Kısacası ölüm sonsuz yaşama, ÖZ'e dönmesidir.
Evren Allah’ın kendi özünden yaratıldığı gelip geçicidir. Allah kalıcıdır, ezeldir, ebettir. Tüm evren tanrının bir görüntüsüdür. Yaratılan yaratanın tüm özelliklerini yansıtır. Yani yaratılan yaratanın zuhurudur. Burada hattızatında birlik ve beraberlik vardır. Onun için yaratan evreni bir bütün olarak kuşatmıştır. Yaratanın özündedir. Yaratılan yaratanda vardır. Yaratılma yaratanın bir fışkırmasıdır. Evren yoktan varediliş değildir, özde mevcut olan bir cevherin görüntüsüdür. Özde ne varsa görüntüsünde de vardır. Evreni, yaratandan ayrı düşnme Allah’ı inkardır. Özün ana niteliği birliktir. Görüntünün temel özelliği ise çokluk ve türlülüktür. Ruh insanın Allah ile birleştiği öz ve ölümsüz cevherdir. Ruh tanrısal bir bağıştır. İnsan ruhu ile insandır. İnsan bedeniyle evrene, ruhu ile yaratana bağlıdır. Kuran'a göre Allah insan düşüncesinin ve aklının sırlarını açan bir yüce varlıktır. Eşi ve benzeri yoktur.
RUH GÖÇÜ (REENKARNASYON, TENASUH) NAZARİYESİ
Türkçe sözlük anlamı: ruh göçü’ dür. Reenkarnasyon olarak da tanımlanmaktadır. Ruhun bir bedenden diğer bir bedene dönüşerek bir başka biçimde yaşamını sürdürme inancıdır.
Eski Mısır, Anadolu, Yunan, Fenike, Mezopotamya ve İran’ a yayılan bir inanç sistemidir. Çok tanrılı dinlerde egemen olan tenasüh nazariyesi bugünde kimi topluluklarda yayın olarak görülmektedir.
Ruhların bedenden terkinden sonra bir başka bedende varlığını sürdürmesi biçiminde düşürülebilmektedir. Buna ruh göçü de denmektedir. İnsanın bir önceki yaşamındaki işlerine, eylemine, eriştiği olgunluk düzeyine göre ruhlar aleminde çeşitli mertebelere, aşamalara yükselir veya aşağı bir varlığın bedeninde yer alarak sürekli dönüşüm içinde varlığını sürdürdükleri inancı yer alır. Bir önceki yaşamında olgunluk düzeyine geldiği oranda bir sonraki yaşamında daha yüce mevkilerde olacağına inanılır. Arındırılmış yüksek düzeydeki ruhun son aşaması varlıkların en yücesi olan Tanrı’ ya kavuşmasıdır. Kötülüklerle dolu olan bir yaşam en sıkıntılı yaratığın bedeninde cezasını bulmasıdır. Yani, kötülüklerle dolu olan bir yaşam en sıkıntılı yaratığın bedeninde cezasını bulmasıdır. Yani, kötülüklerle dolu bir yaşam sürdürmüşse bu kirli yaşam aşağıya doğru intikali söz konusudur. Bu inanç hala bazı toplumlarda görülmektedir.
İran’da egemen olan Şia inancı zamanla Anadolu’ ya taşındığı görülmektedir. İslam tasavvufları arasında bir hayli şairlerimizin yer aldığı, terennüm ettikleri şiirlerinden anlaşılmaktadır.
Kâinat yaratılmadan önce ruhların yaratıldığı, bu ruhların belirli sayıda olduğu, ne azaldığı, ne çoğaldığı inancı içinde olan toplumlarda adete bir tabu olarak görülür. Bazı hayvanların kutsal oluşu (Hint’ de İnek’ in kutsallığı gibi) buna bir delil olarak gösterilebilir. Tavşan, baykuş, serçe, koyun, at, kurt gibi hayvanların bazı toplumlardaki yeri bu inanç kaynağından aldığı düşünülebilir. Bu inanç göksel dinlerden önce yaygın olabilir. Hatta Türkiye’de Tarsus İlçesindeki insanlarda hala bu nazariye egemen olanlarda vardır. Ama İslam dininde kesinlikle bu düşüncenin olmadığı bilinmektedir. Kur’ an bu düşünceyi kapsamamaktadır. Yani İslam’da da Musevilikte de Hristiyanlıkta da yoktur.
TARİH DEVİRLERİ
Ahmet Mustafa Kulaber
Tarihten Önceki Zamanlar:
Yontma Taş Devri: günümüzden 40bin ile 12 bin yıl arası. Buna mağara devri de denir. İnsanlar açık havalarda, ağaç kovuklarında, mağarada, kaya oyuklarında yaşamlarını sürdürmeye çalışırlardı. Tarımı henüz bilmemektedirler. Yabani yemiş, balık ve hayvanları yiyerek yaşamlarını sürdürürlerdi. Elbise yapmayı da henüz bilmezlerdi. Geyik, öküz, at, aslan, sırtlan, gergedan, fil gibi hayvanları avlarlar,bunları bulamadıklarında insanlar birbirlerinin etini yerlerdi. Keyif için insan öldürürlerdi. Son zamanlarda ateşi bulup yiyecekleri pişirirlerdi. Isınma bu dönemlerde önlem olmuştur.
Cilalı Taş Devri: Günümüzden 12 bin ile 7 bin yıl öncesi devirlerde insanlar tarımı öğrenmeye başlarlar. Atı ve köpeği evcilleştirirler. Artık yonttukları araçları cilalamaya başlarlar. Kendilerine silah olarak araçlar edinirler. İmalathaneler kurarlar. Böylece kap kaçak yaparlar. Ziynet eşyaları imal ederler. Önemli kişiler için abideler dikerler. Göçebe hayatından yerleşik hayata geçerler. Kabileler oluşurlar, kentler, köyler yaparlar. Ancak aile düzeni tam oluşmamıştır. Çocuklar ve kadınlar toplumun malı düzeyindedir. Karı-koca hayatı olmadığı gibi baba kavramı da zaman dilimi içinde oluşacak kurallar çerçevesinde tekâmül edecektir. Cinsel ilişkilerde kan bağı gözetilmezdi. Zaman süreci içinde ana evlat arasındaki kutsallık kurala bağlanır. Kardeşler arasındaki ilişkiler ise zaman dilimi içinde yeni esaslara bağlanır. Kardeşler arasında cinsel ilişkiler yasaklanır. Aşiret içindeki ilişkilerde aynı kurala bağlandıktan sonra toplumun malı düzeyindeki çocukların babaları gözardı edilmeden bir kuralı daha geliştirdiler. Böylece bir erkeğin birkaç kadınla evlenme imkânı doğar. Ancak erkek kaçırdığı kadını kendisinden önce kan bağı bulunmayan arkadaşlarıyla yatırdıktan sonra uzun süreli evlilik yapmak üzere hanesine getirirdi.
Maden Devri: bu devir de üç dönem de oluşmuştur.
Bakır Devri: MÖ 7-5 bin yıl önce. Aile düzeni kuruldu. Mülkiyet hakkı doğdu. Tarımı bilir, toprağı işlemektedirler. Devletler oluştu. Bugüne yakın bir yaşam koşulu doğdu. Altını, bakırı işlediler.
Tunç Devri: MÖ. 5 in – 3 bin yılları arası... İnsan köyler, kentler oluşturdu. Çok tanrılı dinlerden tek tanrılı dinlere geçiş yaptıkları döneme girmiştir. Peygamberler aracılığıyla vahiy inmeye başlamıştır. Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz. Musa, Hz. Davut ve onlardan sonra gelen peygamberler insanlığa göksel dinler getirdiler. Bugün mevcut o yeryüzü şekilleri, içinde barınan tüm canlılar el sanatları, toprağı gereği gibi işleme, mülkiyet hakları, yerleşik düzen, krallıklar, imparatorluklar, savaş, barış gibi olgular başlamıştır. Ana, baba, oğul, büyükana,büyükbaba ve tüm kan bağı bilinen yakınlıkları bilir oldular. Karı-koca kavramı gelişir. Bakırın yanısıra kalayı da bulur, eritip karıştırmasını öğrenir ve tuncu öğrenir....
Demir Devri: Demirden kesici aletlerin yapıldığı dönemdir. MÖ: 3000 ile Hz. İsa'nın doğum tarihi olan 0 (sıfır) tarih arasında geçen bir dönemdir. İlk çağ dönemi başlamış, başdöndürücü bir hızla insanlık uygarlık alanında hizmet vermek için yarışmaktadır. Akdeniz ırkı, Dağlılar, Kuzey ırkı yerlerini almaya başlamışlardır. Bunların içinden Samiler (Akatlar, Kenaniler, Aramiler, Araplar) , Hamiler(Mısırlılar, Lidyalılar, Bacalar) , Yafesiler (Ariler veya Hint Avrupalılar da denir. Bu kolda bulunan milletler ise: Avrupa Arileri grubunda, İtalikler, Keltler, Germenler, Baltık kavimleri, Slavlar oluşmuştur. Ural/Altay kolundan oluşanlar (Asyanikler ise) Sümerler, Elamlar, Gutiler, Kasitler, Huriler, Anadolu kavimleri, (Hititler) ki bunlar Türk kökenlilerdir.
Hiyeröglif yazılarıyla tarihin yazılı kaynağı MÖ: 3315-525 dönemleriyle ünlü Mısır uygarlığıdır. Bunun yanısıra 259 bin yıllık maziyi yüklenen Mezepotamya toprakları olmuştur. 15 kral devri 8 mitolojisi çok önem taşımaktadır.
Krallarla peygamberler arasındaki olgular genelde burada gelişmiştir. Nuh Tufanı, Gılgamış Destanı bu yörenin ünlü ürünleridir. Eridu Site olarak geçmektedir. Bu yörenin ilk kralları ise Alalgar ve Alolin'dir. Batdibirak maden ve bakır devrini yaşayan krallar arsında geçmektedir. Nuh tufanından kazazedelerini kurtaran Utnapiştim adlı kral olduğu kayıtlardan anlaşılmaktadır. Tufandan sonra ise Uruk, Urlagaş adlarını taşıyan kentlerdir. Bu arada MÖ 2725-2545 tarihleri arasında yaşayan Akat imparatorluğu egemenliği eline alan Uruk Akatlardan sonra 45 yıl hüküm sürmüştür. Gutiler, Urukların egemenlikleri gelir. Meşhur Babiller dönemi 300 yıllık bir geçmişle MÖ. 1800'de son buldu.
Günümüzden (MÖ. 20 bin yıl) 22 bin yıl öncesinde Nil kıyılarında ortasyada, Kafkas yörelerinde, Arap yarımadasında insan toplumlarının varoloduğu kaynaklardan anlaşılmaktadır. MÖ. 20 bin ile 5 bin yıllarında Orta Asya Türk Medeniyeti, Çin, Hint, Anadolu, Mezepotamya, Mısır, Akdeniz kıyıları Ege, Roma, Kafkasya, Arap Yarımadası, Kenan(İbrani) da medeniyetlerin varlığı bilim adamlarınca hemfikirlerdir. M.Ö.5-3 bin yıllarında Kuzeyden Urallar istikametinden(Kafkasları aşarak) Avrupa’ya, Anadolu’ya, Ege’ye, Mezopotamya’ya göçlerin olduğu bilinir. Gidilen yerlerde Hitit, Sümer, Babil devletlerini kurdukları tarihlerden anlaşılmaktadır. Öte yandan aynı yıllarda orta asya Türk medeniyetlerinin dünyanın dört bir yanına yayıldığı bilinmektedir. Kutsal kitaplarda sözü edilen Peygamberler, Kabe, Frevun
Musa ilişkileri bu dönemlere rastladığı sanılmaktadır.
Yunan öncesi dönemlerde, Büyük İskender çağı, Lidya, Elen, Traklar, Urartu, Kafkaslarda(Kolhçhisler) çağdaştırlar. M.Ö.Güney Kafkaslarda Azziler yaşarken(3000 yıl önce Hititler, Frigya, Lidya büyük bir ihtimal Kafkaslardan göçtükleri sanılmaktadır. Urartularla çağdaş olan Azziler 3.by.önce Kimmerlerin istilasına uğrarlar ve Anadolu’ya geçit verirler. Azziler ayrıca Mitanniler ile Hurriler’le de çağdaş bulunmaktadırlar. O dönemlerde kökeni henüz bilinmeyen Kenan Ülkesinde İbraniler’in yaşadığı anlaşılmaktadır. Mezopotamya Medeniyeti yaşamını sürdürürken M.Ö.3000 yıları içinde Çin, Hint, Ege, Roma, Kalde, Elam, Akad, Babil milletleri görülmektedir. M.Ö.3.by. da Arap yarım adasından Mezopotamya ‘ya, Kaldeliler, Akadlar, Aramiler vb. göçler, öte yandan Kenanlılar, İbraniler Filistin’e akın edeler. Tüm bu yıllarda Kafkasya’da Gürcüler, Çerkezler, Lazlar, ve Abazalarla Dağıstanlılar toprağı ekip biçmektedirler, yerleşik hayat sürdürmektedirler. Tarih boyunca Lazlara: Lazıka, Kolhida, Kolçhisler, Kolheti, Kulha, Mingrel…vb isimler alırlar.
İnsanlın tarihi yazının icadı ile başlar. Kaynağı önasya ve çevresidir. M.Ö.4000 yılına uzanır. Milattan önce 4000 yıllarına uzanan tarih içinde ortaasya Türk medeniyeti, çin, Mezopotamya Medeniyeti(SÜmmerler, Elamlar, Akadlar, Kaldeliler) görüldüğü gibi Firevunlar,Ramses’ler dönemlerinde Mısır medeniyeti tarih sahnesindedir. Milattan önce 2100 yıllarında Hamurabi döneminin Babil devletini Görüyoruz. Daha sonraları M.Ö.1400’lerde Kimmerler, Urartular, Hititler, Asurlar, önasya ve anadolu’da izlerine rastlanır. Biraz daha sonraları da (M.Ö.650) Lidya Krallığı Yunan medeniyeti Bizans ve Romalılar başrolleri oynarken Göktürkler, Hunlar batıya büyük uygarlıklar taşımaya devam etmektedirler.
Doğu Roma İmparatorluğu (395-1453) bin yıllık bir zaman diliminde yörenin insanlarının kaderi olmuştur. Öte yandan Akhunlar, Persler(iran’lılar) bu dönemlerde yaşam sürecinde görülür.
Milattan sonra(400-700) İran’da Sasani’ler, Hazar Deni kıyılarında Kuşhanlar, Arap yarımadasında Yemen, Hicaz, Kabe, Mısır ve diğerlerine rastlanır. Göktürkler 700 yıllara kadar varlığını sürdürürler. Öte yandan İslamlığın doğuşu, Selçuklular, Osmanlılar ve Trabzon Rum İmparatorluğunun Fatih tarafından ortadan kaldırılması…
6000 Yıllık insanlık tarihinde 1650 kere silahlanma yarışı yapılmış 1635 kere savaş gerçekleşmiştir.16 kere savaştan vazgeçilmiştir. Bugüne kadar 14,361 kere irili-ufaklı savaş olmuş,3,640.000.000 insan savaş meydanlarında can vermiştir.20,yüzyıl içinde üç önemli büyük savaş olmuş 70.502.000 insan ölmüştür. Birinci dünya savaşı dört yıl sürdü. %95’i asker,%5 sivil olmak üzere 9,5 milyon, ikinci Dünya Savaşı beş yıl sürdü, %52’si asker, %48’i sivil olmak üzere toplam 52 milyon, Kore savaşı 2,5 yıl sürdü, %16’sı asker, %84’ü sivil olmak üzere toplam 9 milyon can almıştır. Bunlar istatistiklere dayanan rakamlardır. Bilinmeyenlerle birlikte dört milyar insan savaşların kurbanı olmuşlardır.
Bunların yanı sıra depremler, salgın hastalıklar, sel, sert iklim şartları yangınlar gibi nice amansız felaketler sonucu yöreler ve kavimler yok olmuşlardır. Soykırımları da hesaba katarsak verilen son rakamı en azından doğrular. Öte yandan asimilasyonlar da milletlerin erimesinde başrolleri oynayacağı kuşkusuzdur. Tüm bu karışık tarih karşısında soyunu devam ettiren milletlerin varlığı göz ardı edilemez. Türkler, Araplar, İngilizler, Fransızlar, yunanlılar, İranlılar, Çinler, Hintler… Ve diğer milletler gibi.
Türkler ortaasya’dan göç ederlerken önasya ve Avrupa’da muhakkak ki bir takım medeniyetler vardı. Karşılıklı evlilikler, kültür alışverişi, ekonomik ilişkiler de olmuştur. Göçler sırasında Kavimler Kapısından Avrupa’ya, ipek yolundan önasya’ya insanlar yayılmıştır.Burada şunu demek istiyorum. Önasya’da Tarih öncesinde de Türk izine rastlamamak mümkün değildir. Burada sözü Doğu Karadeniz’e getirmek istiyorum. Burada bir kavim vardır. İster orta Asya kökenli (Türk) olsun, ister yörenin yerlisi olsun bu insanları yok saymak mümkün değildir. Kafkas kökenli dendiği gibi Laz denilen Güney Kafkasya insanından söz eden kaynaklara çok az rastlanır. Biz yerli ve yabancı kaynaklardan elde ettiğimiz bilgileri sunmağa çalışacağız. Bu güne kadar ciddi biçimde bu yörenin tarihi ve etnografyası incelenmemiştir. Bu kavimlerin tarihi vardır, müziği, folklörü, resmi, dansı, edebiyatı, şiiri, felsefesi hasılı kültürü vardır. Bu ileri veya geri olabilir. Ama vardır.
Hiç tasvip görmediğimiz bir isnat vardır. Lazların şu veya bu kökenden geldikleri ileri sürenlere cevap vermiş olacağımızı sanıyorum. Hattı zatında Türkler Orta Asya’dan göç ederlerken dünyanın her yöresine yayıldıklarını unutmamak gerekir. Kavimler Kapısı veya ipek yolu denen göç istikameti arasında yer alan Güney Kafkasya’ya gelebileceklerini de düşünebilir kanısını taşıyorum. Eski Roma/Bizans ve Persler ile Urartu’ların Lazları asimile etmek istedikleri tarihler göstermektedir. Gerek Güney Kafkas halkları, gerekse Roma/Bizans, pers ve Urartuların sürekli istilasına uğrayan, bazen yan yana gözükerek sömürü mekanizmasını sürdüren bu milletler Lazların dilini, dinini, folklörünü, askeri ve siyasi gücünü eritmek için her türlü çareye başvurduklarını Rus ve Yunan kaynaklarından öğrenilebilir.
Binlerce yıl dilini, kültürünü (gelenek ve göreneklerini) muhafaza ederek bugünlere taşıyan Kolheti kökenli Lazların Türkiye için, Türkiye de Lazlar için önemli mozayık taşlarından birini teşkil ettiklerini unutmak gerekir. Bu, bizlerin mutluluğu, esenliği ve selameti açısından önem taşıdığını unutmak safdilik olur kanısını pekiştirmektedir.
İNSANININ YAŞADIĞI ÇAĞLAR
ANADOLU, Küçük Asya’ya gelince Eski taş devri, orta taş devri, yeni taş devri eski bronz, orta bronz, yeni bronz devirlerini yaşadığı bilinmektedir. Çivi yazıları ile kaynak teşkil eden devlet de Hitit Devletidir. Orta Asya kökenli olduğu saptanan Hititler M.Ö.2000’den başlamak üzere 1192 tarihine kadar egemenliklerini görüyoruz. Ayrıca Frigya, Lidya, Kimerler, Kayra… İslamlığın egemenliğine kadar değişik adlarla devletler yaşamışlardır.
Öte yandan Ege Uygarlığı adı altında geçen Akalar, Traklar, Atinalılar,.Dorlar, Ispartalılar, Makedonyalılar, Roma/Bizans, Bergama, Bitinya, Kapadokya… Gibi devletler Ege havzasında ve Anadolu uzantılarında tarih süreci içinde yerlerini aldıklarını görüyoruz.
Tarih çağları diye sınırlanan süreç yazının icadı ile başlamıştır. Böylece:
İlk çağ: M.Ö.3000’den M.S Roma imparatorluğunun ikiye bölünmesi ile başlayan 476 tarihine kadar bölüm olarak bilinmektedir.
Orta çağ: Roma imparatorluğunun ikiye bölünmesi olan 476’dan İstanbul’un Fatih Sultan tarafından 1453 yılına kadarki dönemdir. Fatih Sultan böylece orta çağ dönemini bu fetihle kapatmış, yeniçağ dönemini başlatmıştır.
Yeniçağ: İstanbul’un alınışından Fransız ihtilali tarihi olan 1789 tarihine kadar sürmüştür.
Yakınçağ: Fransız ihtilalinden insanoğlunun aya ayak basarak keşfettiği uzay çağına kadar olan süredir.
Uzay çağı: 1969 tarihinde insan aya çıkmıştır. Bundan dolayı yeniçağ başlamıştır. Buna feza çağıda denebilir.
Bu çok uzun bir serüvenden sonra Doğu Karadeniz boyunca evrimleşerek veya bir başka yerden, örneğin ortaasyada steplerinden gelerek sahil boyuna yerleşen Lazlar bu insanlık serüveninin bir parçasıdır. Bu tablonun tarih tablosunun içinde var olan kolhetiler/Lazlar zaman zaman istilalara uğramış, toplu katliamlar görmüş, acılar sıkıntılarla yaşam savaşını vererek bugün de var olan kütlülerini muhafaza etmişlerdi. Bugün tarih süreci içinde en güzel günlerini yaşayan Lazlar, Türkler olmaktan, Türkiyeli olmaktan kıvanç ve mutluluk duydukları şüphesizdir. Türk’tür, İslam’dır… Türk milliyetçisidir. Bu idealden girerek kısa tarihçesini vermeğe çalışılacaktır.
Anadolu, M.Ö.4000’den Sümerler, Gutiler, Kimmerler(kimriler) tarafından işgal edilmiştir.
Yazıyı ilkin Sümerler bulmuş, bugünkü tarihe az da olsa ışık tutmaktadır.
Samuel Noah Kramer’e göre: Sümerler, M.Ö.5000-4000 yıl önce Mezopotomya’ya gelip yerleşmişlerdir. Sümerlerin Türkler ile akraba olduklarını vurgulayan Kramer, Unasya uygarlığının kaynağı orta asyadır, demekte ısrar ettiğini görüyoruz.
Sümerlerin tarih sahnesinden silenlerin de Guti’ler olduğu bilinmektedir. Mezopotamya kültürünün ünlü efsanesinin de sümerasıllığını korumaktadır.
Yeni tunç çağı(M.Ö.3000) ’ında yoğun iskânların olduğu çağdır. Kimmer, İskit(saka) aynı bağlantıları taşıyan halklardır. Hepsi Orta Asya kökenlidirler.
Bugün Kafkasya’da son kalıntılarını taşıyan Avarlar, Türk kökenli olup Orta Asya menşeildir. Dilleri Türkçedir. Hunlar, Kimriler de aynı soyun halklarıdır.
Hititlerin yaşamlarıyla ilk tarih sahnesinde yer alan Anadolu M.Ö.4000 civarlarında İskit(saka) , Sümerler ve sonrasında da Gutiler’in(kimmerlerin) egemenliklerine girdikleri anlaşılmaktadır.
UH TUFANINDAN SONRA KAFKASYA
Ahmet Mustafa Kulaber
M.Ö.3000-2000 yılları… Mezopotamya topraklarında Babiller egemenliği… Başlarında ünlü Hamurabi vardır. Kutsal kitaplarda Nemrut diye anılan Hamurabi kanunları ile de meşhurdur. O yıllarda vuku bulduğu sanılan Nuh Tufanı Orta Doğu toplumlarının çehresini değiştirir. Musevilerin kutsal kitabi Tevrat’a göre bugünün insanlarının ikinci atası olarak kabul edilen Nuh’un Ham, Sam, Yafes adlarını taşıyan üç çocuğundan oluştuğudur. Ham’da Hamiler(Sudanlılar, Kıptiler, Berberiler ve Zenciler) Sam’dan Samiler (Araplar, Farslar, Rumlar) : Yafes’ten Yasefliler(Türkler, Saklepler, Kafkaslılar) ’in oluştuğu beyan edilmektedir. Tufan sonrası Cudi dağına inerek yerleşen Nuh’un oğullarından Yafes’in çocuğu Gomer olup oğlu Thiras’tan olma Torgama’nın sekiz çocuğu dünyaya gelir. Yaş sırasına göre: Haik’ten Ermeniler, kartl’den gürcüler, Bard’dan Aranlar, Karadağ Sakaları, Movakan’dan Ablanlar, Her’den Kahketler, Eger’den Ergisiler(Acarlar, Lazlar, megreller, ahbazlar) , Lek’ten Lezgiler türemişlerdir.
Yapılan araştırmalara göre Baba Torgama Eger’i Sohum’un doğusundaki dağ eteğinde bulunan ve koban ırmağına doğru uzayan Kuban bölgesine, Kartl’yi Tiflis’e gönderir. Sekiz kardeş bu yörelere dağılırlar. Eger’in yerleştiği yere Ergisi kenti denir. Bugün bu kente Bedia kenti denmektedir. Gürcülerin ilk atalarından olan Kartl’liler M.Ö.483’te Perslerden kurtulmak için Tiflis’ten göçerek ataları kardeş olan Egrisiler’e sığınırlar. Böylece Kolheti kültürü ile tanışma olanağını bulurlar. Dolayısıyla bu kültürün de üyesi durumuna geçerler. Kolhida’da zamanla(10.yy.da) yörede ağırlık kazanmağa başlar.
Eger adından kaynağını alan Egrisiler M.Ö.1200 yıllarında kurulan Kolheti/Kolhida/Kulha/Lazıka adlarını alarak bazen Perslere, bazen Bizanslılara kuzeyden gelecek akınlara tampon görevini sürdürerek adı geçen ülkelerin onayları ile krallık tacını giymişlerdir. M.S.600 yıllarına kadar devam eden egemenlikleri ağır basmıştır. Buna rağmen yurtları Kolhida, devletin adı Lazıka/Kolçhis/Kulha olarak kalmıştır.
Tüm canlılar gibi insanoğlu da doğar, büyür, yaşar ve ölür. yeni doğan bir çocuk önce etrafını ve etraftakileri ilgiyle izler. Sınama ve yanılma dönemini geçirir. Aklı geliştiğinde annesine bir takım sorular sorar. Bunlardan biri de “ anne ben nereden geldim”dir. Anneden doğduğunu öğrenir. İlköğretim çağına geldiğinde önce evini, aile bireylerini, yakın akrabalarını, mahalle, kasaba, kent ve ülkesini öğrenmeye çalışır. Bunun ardından dünyayı, evreni... Kendini ve evreni yaratan Allah fikri üzerinde düşünce merakı sarar kendini. Milletleri öğrenmeye, bu milletlerin içindeki yerini belirlemeye başlar. Genel ulusal menfaatleri ortaöğretimde eğitim yoluyla yerini alır. Ulusal birlik ve beraberlik duyguları gelişir.
Bugün ülkemiz Türkiye bir dizi etnik kültürlerin birleşerek mozaik zenginliğini, ülkesine, devletine kıskançlık içinde bağlılığını, birlikte yaşamanın bağlılığını yaşar. Bu iyi bir insanın, iyi bir yurttaşın başlıca özelliğidir.
Ancak insanın kendi kökenini öğrenmesi kadar doğal hak ne olabilir? Bu birlik ve beraberlik içinde iken hangi kökenden bu ulusal topluluğa katıldığını elbette merak eder. Bir takım araştırmalar, soruşturmalar yapar, rivayetleri dinler. Sonunda bir fikir sahibi olmak ister.
Uzun araştırmamla ulusal konularımın yanı sıra ailemin sosyal yapısını, kültürünü, tarihçesini(kökenini) çocuklarıma, torunlarıma, kardeşlerime, yeğenlerime, amca çocuklarına ve onların yakınlarına yararlı olur amacıyla bu yayını hazırladım. Kendilerine bulaşabilirsem ayrıca kıvanç duyacağımı belirtmek isterim. Kitaplığının bir köşesine koyarak gelecek nesillere ışık tutacağı umudunu taşıyorum.
Bu incelemeyi yaparken birçok kitapları karıştırdım. Kökeni ararken Adem Peygamber'den başladım. 7460 yıl önce Adem'in yaşadığını, Nuh Tufanı'nın M.Ö. 2954 yılında olduğunu, Hz. İbrahim'in M.Ö. 2122'de var olduğunu öğrendim.
Yıllarca kafamda yer eden ve kaynak aramakta zorlandığım bu küçük araştırma ve incelemelerimi derli toplu sunmak amacıyla dökümanları vermeye çalışacağım. Ansiklopedilerimizi, halkımızı, yerli ve yabancı kaynakları ele alarak bilgiler aktaracağım. Yerli kaynakları göreceksiniz ki verilen bilgiler oldukça yüzeysel ve bir tek kaynaktan gelmesidir. yani tüm bilgiler tek kaynaktan aktarmadan başka bir şey değildir.
Samimiyetimle itiraf ederim ki Kolheti tarihi hakkında 1993 yılına kadar hiç bir bilgim yoktu. Dr. Sayın Abdülkadir Köroğlu'nun notları oldukça ilgimi çekti. Ertesi yıl Gürcistan Parlementosunda önemli görevlerde bulunan Muhammet Vanilişi ile Ali Tandilava'nın hazırlamış oldukları Lazistan Tarihi ve Etnoğrafyası adlı kitap elime geçti. Bir gecede okudum. Yıllar sonra kendileriyle tanışma olanağının mutluluğunu duyduğum emekli defterdar M. Recai Özgün'ün Lazlar adlı kitabı, bu vesile ile emekli vali Necdet Kambur ve Kocaeli'de bulunan Doğu Karadeniz Kültür Vakfı (Sima) Başkanı Orhan BAYRAMİN'in bilgilerinden yararlandığımı söylemeden geçemeyeceğim. Öte yandan tarihçi yazar Ali İhsan AKSAMAZ'ın “Kafkasya'dan Karadeniz'e Lazların Tarihsel yolculuğu”, orman yüksek mühendisi B. Ömer BÜYÜKA'nın büyük araştırma ve incelemesi olan iki ciltlik “İlk İnanışlar, İlk insanlık”, Hayri Ersoy'un “Dili, Edebiyatı ile Çerkezler”, Hayri Ersoy, Aysun Kamacı ile birlikte hazırladıkları “Çerkez Tarihi” adlı kitapları defalarca okudum. Bu değerli yazarların bu eserlerinden de çok yararlandım. Kendilerine minnet ve şükran duygularımı sunuyorum.
Bu eserleri incelerken çağdaşları Elenler, Kimriler, Amazonlar, İskitler, Persler, Halibiler, Kolhlar, Makronlar, Pontuslar, Romalılar, Mosinekler, Tibarenler, Driller, Skitenler, Haldiler Önasyada varlıklarını sürdürdüklerini görüyoruz. Özellikle tarih boyunca Roma/Bizans ve Sasani/Pers ülkelerinin Kafkas halkları üzerindeki çekişmeleri, pazarlıkları arasında Kolheti Krallığı'nın bocalayıp durduğu gözden kaçmamaktadır. Kolhetilerin biriyle işbirliği yapması, ötekisinin hesabına gelmediği ve bu nedenlerle uzun yıllar savaşlara sahne olduğu görülmektedir. Bu çekişmelerde Kolhetilerin arka çıktığı tarafın savaşı kazandığı gözden kaçmamaktadır. Ancak Kolhetilerin sık sık dış politikasındaki bu değişmeler karşısında sıkıntılı tarihlerini yaşatmıştır. Gerek dinsel, gerekse ekonomik alanlarda hep bağımlı kaldıklarını görüyoruz. Bunları Romalı
tarihçilerle, Urartu, Ermeni, Sümer kaynaklarından öğrenme olanağı buluyoruz.
LAZLAR AVAR TÜRKÜ OLUP LEZGİ BOYUNDANDIR
Gerçi yakın zamana kadar Kolhida/Kolçhisler’in kimliği üzerinde çalışmalar yapılmamış, bu çalışmalara başlayanları da kısa bir süre içinde çeşitli yöntemler ve cezalar verilerek susturulmuştur.
Bu konuda birçok eserler/kaynaklara başvurdum. En gerçekçi ve bilimsel olduğu kadar inandırıcı bilgiler veren eserin M.Recai Özgün’ün araştırmaları olan Lazlar adlı basılı kitabının olduğu kanısı bende düşünce yaratmıştır.Taş devrinden bu yana elde edilen bilgilerden de anlaşılabileceği üzere eski uygarlıklara paralel bir yaşam ve yerleşim biçimine rastlanmaktadır. Tarih boyunca Megrel/Laz, Gürcü, Abhaz/Abaza halklarının birlikte oluşturdukları Kolheti Kültürü ve tarih sahnesinde görülen (ilk) Kolheti Devleti’den Urartu, Sümer, Roma/Bizans ve Ermeni kaynakları söz etmektedir. Gürcülerin ve Abhazların Egrisi, Roma/Bizansların “Lazika” adını verdikleri Lazların gerçek kimliği üzerinde bilim adamları ve tarihçiler henüz ortak bir düşünceye varamamış olmaları oldukça düşündürücüdür.
Prof.Dr. Orhan Türdoğan’ın 615 sayfalık “Etnik Sosyoloji” adını taşıyan çok değerli bir eseri var elimde. Ülkemizde Türklük şuur ve ideolojisi içinde birçok etnik toplulukları yerinde incelemiş, yazılı kaynaklardan yararlanarak aydınlarımızın yararına sunmuştur bu eserinde. Özdoğan Laz, Megrel, Svan ve Gürcüleri birlikte ele almıştır. Gürcünün dışındakilerin tamamı(Megrel ve Svanların da aslı) Lazdır.
İsmail Mızı-Ulu, Prof. Kırzıoğlu M.F ahrettin (ki benim öğretmenimdir) Prof.Dr. Şerif Baştav, M.Goloğlu, Evliya Çelebi, P.Ninas Bıjiksyan, Şemsettin Sami, Vivien S.t Martin… vd. Lazların menşeinin ortaasyaya dayandığı iddia etmektedirler. Şöyle ki büyük kuraklık sonucu Orta Asya’dan Göçen Türkler kavimler kapısından (Karadeniz, Hazar Denizi arasından/Kafkasya’dan) Anadolu’ya, Mezopotamya’ya, bir bölümü de Kafkasya’da iskân etmek üzere akınlar olmuştur. M.Ö.4000-5000 yıllarındaki bu göçler Önasya uygarlıklarını kurmuşlardır. Lazların Avar Türklerinden olduğu, Avarların da Lezgi (bu sözcüğün telaffuz değişikliği sonucu olduğu) asılının Lezgi/Laz olduğu konusunda saygıyla ve büyük bir zevkle okuduğum eserlerinden anlaşılmaktadır.
Tarih boyunca bugüne değin Kafkasya’da 40-50 kadar halk topluluklarının bulunduğu bilinmektedir. Ulaşımın ve iletişimin çok az geliştiği bu yörelerde 2-3 bin kişinin yerleşim birimlerinde dahi aralarında anlaşabilecekleri bir dil türetilmiş ve bu diller hala konuşulmakta olduğu bilinmektedir. Batılıların “Diller Dağı” dedikleri yöre burasıdır.
Meydan Larouse’den alınan bilgilere göre, Lazistan ülkesi paleolitik devirlerde var olduğu Araştırmacı B.A.Kuftin tarafından saptanmıştır. Bu tarih M.Ö.2000 yıllara dayanır. Bronz devrinde(M.Ö.2000) Laz’ların tarımla uğraştıkları, davar besledikleri, eldeğirmeni ve taştan orak yaptıkları, tahıl ürettikleri yapılan araştırmalardan anlaşılmaktadır. Toprağı işledikleri, taş kazmalarla kabarttıkları, madencilikle uğraştıkları altın ve gümüşle işlenmiş testiler kullandıkları ayrıca saptanmıştır.
M.Ö.1000 yıllarında Asurlar ve Urartularla siyasal ve ekonomik ilişkiler içinde bulundukları çeşitli kaynaklardan anlaşılmaktadır. Kolçi’lerin atası olan Kulha milletinden Yunan kaynakları söz eder. Kimerler Anadolu’yu istila edince Anadolu’da yaşayan birçok kavimler Lazıka’ya gelip yerleşmişler ve kaynaşmışlardır. M:Ö.700’de İberia Krallığı kurulduğu devirlerde Kolçhis’te Kolçhis(Kulha) milletinin de yaşamını sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Ancak Pontus Kralı Mithradates tarafından Kolçhis(Kolheti) ülkesi işgal edildi. M.Ö.65 ülkeye Romalılar hâkim oldu.
Büyük Larouse’ye göre, Lazistan, Osmanlı imparatorluğunun son döneminde Trabzon Vilayetine bağlı bir sancağın adı. Rize sancağı da denirdi. Vilayetin doğu kesiminde(Sürmene’den Hopa’ya kadar) uzanan ve güneyde Rize dağlarının doruklarıyla sınırlanan kıyı kesimini kaplıyordu. Lazlar, Karadeniz’in güneydoğu kıyılarında yaşayan güney Kafkasya kökenli küçük Müslüman topluluktur. Tarihsel kaynakları hakkında kesin bilgilere sahip olmadığımız Lazlardan ancak, Hristiyan’lığın ortaya çıkışından sonra söz edilmeğe başlandığı görülür. Bu dönemdeki ilk kaynaklarda Lazıka veya Lazos(Abhazlar’ın Lazko dedikleri) kentinin adı geçmektedir. Kiessling gibi bazı araştırmacılar Lazların birinci yüzyılda Zygoi ya da Çerkezlerin baskısıyla güneye doğru göçeden Gürcü Kökenli Kerteler’in bir kolu olduğunu ileri sürer.
93 Harbine(1811-1878 Türk-Rus savaşı) değin Trabzon’a bağlı olan Lazistan sancağının merkezi Batum’du. Batum’un Ruslar tarafından ele geçirilmesi üzerine sancağın merkezi Rize’ye taşındı. Yüzyılın sonlarından 1918’e kadar ufak tefek değişikliklerle Lazista sancağı Merkez Rize’nin yanı sıra Hopa ve Atina(bugünkü Pazar) ilçelerinden oluşmakta idi. Bu tarihlerde Türk-Rus sınırının batısında kalan 160.km uzunluğunda ve 25-30 km genişliğinde kıyı şeridi Lazistan adıyla anılırdı. Cumhuriyet’in ilanından sonra Lazistan sancağı lağvedilerek toprakları Artvin, Rize ve Trabzon illerine bağlandı.
Bir başka ansiklopedimize(İslam Ansiklopedisi) göre, Lazlar, Hıristiyanlığın doğuşundan önce vardı. Hıristiyanlığın yayılışından sonra etnik yapıları gelişmiştir. Prenslikler halinde yaşayan Lazlar, Kudüs’e Papaz gönderdikleri tarihte bilinir.
Külha adını taşıyan şefleri tarafından birlik ve beraberlik sağlanmağa çalışılmıştır. Bilahre Kolçhi adını verdikleri bir başka prens bu birliği sürdürmeğe çalışır.
Tarih boyunca Güney Kafkasya halklarından oldukları bilinir. Bugün az sayıda(Pazar, Ardeşen, Hopa-Arhavi, Viçe, Güney, Borçka, Batum’da...) Lazlar yaşamaktadır. Bir milyonu aşmaz. Türkiye’nin çeşitli kentlerine yayılmış Lazlara sık olamasada da rastlanır.
Diğer Kafkas halkları gibi Lazların menşei konusunda da kesin bir bilgiye rastlanmaz. Bilimsel bir araştırması yapılamamıştır. Tarihte adlarına Hıristiyanlığın ilk yıllarından itibaren rastlanır. O devrelerde etkilerinin yaşadığı bölgeye Lazıka(kolçhis) adını alırlar. Yöre milletlerince saygın bir yaşam sürdürürler. Lazlar diğer Kafkas halkların baskısına uğrarlar. Bu nedenle güneye doğru inerek Sohum’a yerleşirler. İsa’dan sonra 200 yıl sıralarında Trabzon’un doğu sahiline yayılırlar. Bölge halklarını kendilerine bağlarlar. Bu bakımdan Lazıka adının birçok kabileden meydana gelen bir topluluğun barındığı bölgeyi belirlediği anlaşılır.
M.S.600 yıllarından sonra Hıristiyanlaşan Lazlar, Bizans imparatorluğuna bağlanırlar. Daha sonra Bizanslılar tarafından Kafkasya’nın batı geçitlerini kuzey göçlerine karşı korumakla görevlendirilirler. Bizanslıların ticareti ellerinde bulundurmaları gayreti Lazlar arasında hoşnutsuzluk uyandırdı.
458 yılında şefleri Gobazes Bizanslılara karşı Sasani Hükümdarı Yez Digirt 11’den yardım ister. 539-552 yılları arasında Lazıka, Bizanslılar ile Sasaniler arasında birçok savaşa sahne olur. Fakat Lazlar’ın elinde Lazıka ülkesi kalır. Aleksios 11 ile Komnenos Trabzon Rum İmparatorluğunu kurduğu sırada 1204’de Lazlar’ın topraklarını ele geçirdiler. Lazlar bu imparatorluk içinde önemli bir unsur olarak bir süre yaşarlar. 1341 yılında prenses Anna Anakutlu Lazlar’ın yardımıyla tahta çıkar.
Fatih Sultan Mehmet 1461’de Trabzon’u alınca Lazlar İslamlıkla ilişki kurarlar. Ancak henüz Hanefi mezhebini benimsediler. İranla uzun zaman ilişkilerinden kaynaklanacak ki Şafii mezhebini kabul ederek İslamlaşırlar. İslamlığın kabulü ile Türkleşen Lazlar(Osmanlı Kültür ve medeniyetinin cazibesi karşısında) Hanefi mezhebine büyük bir tutku ile geçerler.
1519 yılında Trabzon, Batum’un da eklenmesi ile ayrı bir eyalet durumuna getirildiler. Eyaletin beş sancağından biri sınırları içerisinde Lazlar’ın çoğunlukta olduğu Lazistan’dır.17.yüzyılın ortalarına doğru Atina(Pazar) Sumala, Vçe, Arhavi, Hopa, Ardeşen ve benzer kazaları kapsayan Lazistan Sancağı’nın merkezi Günye idi. Devrin bilim adamları Laz ve Lezgi dillerinin aynı kökenden oluştuklarını iddia ederler.
Gürcülerin öteden beri Lazları’a Samsun Sancağının eski adını kullanarak Çan demelerinin Rumca İzannoi kelimesi ile ilgili olduğu sanılmaktadır. Trabzon ve vakayinameleri ve Lazlardan ayrı ayrı söz eder. Bu dönemlerde Kâtip Çelebi’nin ifadesine göre Lazlar’ın Trabzon’un yakın bir yerinde oturduklarını ve Trabzon nahiyelerinde oturanları “itaatsiz” oldukları anlaşılan itaatsizliğe son vermek için Laz Derebeylerinin nüfuslarını kırmağa çalışır, ama başarı sağlayamaz. Pazar, Bulep, Ardeşen, Viçe, Kapiste, Arhavi, Kisse, Hopa, Makris, Gonia, Batum, Maradir, Perlevan, Çat: vilayet teşkilatı kurulurken Lazistan sancağın merkezi Batum olmak üzere Trabzon’a bağlanır. Batum Rusların eline geçince(1878) sancak merkezi Rize olur. Kafkasya’da bulunan Lazlar’ın çoğunluğu 16 Mart 1821 Tarihli Türk-Rus anlaşması sonunda Türkiye’ye göç ettikleri tamamen Türkleştikleri yapılan incelemelerden anlaşılmaktadır.
Bu gün ne yazık ki üzüntü ile izlenen tarihin derinliklerinde yok olmuş kavimlerin tarihine irdelenmekte, bunun toplum içinde yarar umulmaktadır.
Hala varlığını sürdüren milyonlarca insanın kökenini öğrenmek, özellikle yurttaşımız olan insanın tarihi üzerinde hiç söz edilmediği gibi göz ardı edilmeğe devam edilmektedir.
Türk kültürü ve ulusal bilinci içinde Mustafa Kemal Türkiyesinin öteki yurttaşlar gibi bir bütünlük oluşturan bu etnik grubun kökeninin incelenmesi her aydının hakkı ve görevi değilmidir? Bu nedenlerle otoriter bilim adamlarımızın bilgilerine başvurulduğunda aşağıdaki tezler ortaya çıkmaktadır.
Tarihçi Kırzıoğlu M.Fahrettin:”Lazların Saka/Khazar dan geldiği ve:Megrellerden ayrı oldukları”nı belirtirken M.Goloğlu:”Lezgi soyundan Lazların geldiğini, Lezgilerin de Avar olduklarını, Lazgi şeklinden değişime uğradığını” ifade etmektedir.
Büyük Gezgin Evliya Çelebi ve Rıza Nur”Laz sözcüğünün Lezgi kökünden kaynağını aldığını, Lezgilerinde Turanî olduklarını” belirtirler. P.Ninas Bıjıkyan “Lazların Lezgi kökenli olduğu… Vivien St. Martin:”Laz sözcüğünün Lezgi sözcüğünden geldiğini”iddia ettiğini görüyoruz. Lezgilerin Kafkasyanın en eski halkından olup birçok bölümlere uğradığını, örneği ise Avarların gösterebileceğini ileri sürdüklerini görüyoruz.
Prof.Dr. Zeki Velidi Togan,Mirza Mala:”Güney Kafkasyada Gürcistan’a Bağlı olan Acaristan’ın(ki Laz kökenlidirler) Ağaçeri Türklerinden oldukları”nı kesin dille ifade ettiklerini görüyoruz.
Kolheti adından ilk kez M.Ö.8 yüzyılda Urartu yazıtlarında sözü edildiği çeşitli kaynaklardan anlaşılmaktadır. Hattınızdan Kolheti kültürünün günümüzden 3200 yıl ötesinden değer biçilmekte olduğu anlaşılır hal almıştır. Bu kültürü oluşturan Megrel/Laz ile Abhaz/Abazaların içinde bulunduğu bir kültür hazinesi olduğu araştırmacı tarihçiler tarafından saptanmıştır. Bu saptamayı da Elen kaynakları doğrulamaktadır.
Fenikelilerin Kolheti’den kırmızı boya, kehribar, balık elsanatları ürünlerini Elen’lilerden önce böyle ticari ilişkilerin olduğu bilinmektedir. Kolheti devleti M.Ö.600-100 yıla kadar çeşitli Kartveli/Megrel, Çani(Laz) ve Abhaz kabilelerini birleştirme gücünü sağlamıştır. M.Ö.500 ve sonraki yıllarda Kolheti gümüş sikkesi Önasya ve doğu Avrupa coğrafya alanlarına kadar ilgi duyulmuştur. M.Ö.600’ün son yarılarına doğru bölgede bulunan uluslar Perslerin Doğu Karadeniz istilasına tanık olmuş, ancak Kolheti bu istilanın dışında kaldığı bilinmektedir.
M.Ö.401 yılında 10 bin kişilik Yunan Ordusunun maceralı yolculuğu ile bilinen “Onbinlerin Dönüşü” adı ile geçen ve M.Ö.400’de (Lazıka) Makronların memleketine geldikleri bilinir. Kolh ve Makron Lazıkadır. M.Ö.298’de kurulan Pontus Devletinde Kolh’ların bulunmadığı ayrıca saptanmıştır. M.Ö.65yılında Romalı Komutan Kolheti’ye girdiği Yunan kaynaklarından anlaşılmaktadır.
Kafkas tarihinde Türk oldukları iddia edilen toplulukların bazıları İskitler, Saburalar, Gurlar, Hurlar, Huriler, Azziler, Mitaniler, Hayyaşalar, Hititler, Asurlar, Kimriler, Amazonlar, Medler, halibiler, Haldiler, Tibarenler, Mosinekler, Tabalar, Muşkiler, Driller, Skitenlerdir. Bugün kısmen Türkleşmiş ve İslamlaşmış topluluklar ise Makronlar, Tzanlar, Lazlar, Megreller, Gürcüler, Çeçenler, Dağıstanlılar ve diğerleri… Yabancı insan toplulukları olup halen yörede yaşamını sürdüren Fenike, Elen, Roma, Pers, Makedonya kökenlilerdir.
Yerel Kafkas Dilleri ise Güney Kafkas: Gürcüce, Lazca, Megrelce, Svanca, 2.Orta kuzeybatı dilleri: Abhazca, Abazaca, Kabartayca, Ubihce, Adıgece, 3.orta kuzey kuzeydoğu dilleri ise Çeçence, İnguşca, Batsça, Dağıstancadır. Ayrıca Ermenice, Osetçe, Talişçe, Azerice, Kumukça, Nogayca, Karayça, Balkarca, Kalmukça, Aysorca konuşulmaktadır. Kafkasya’da konuşulan dil sayısı 40’ın üstündedir. Sırf Dağıstanda 26 dil konuşulmaktadır.
Kadim Kafkas kültürü Kuban kültürü olup en eski kültürdür. Birlikteliği ile Abazalarla Lazlar, bunların içinde Çerkez ve Gürcülerin de varlığı o dönemlerde hızla yükselmektedir.
Kuban yöresinden çeşitli istilalar nedeniyle Kolhida’ya, oradan da M.S.63 yıllarında Rize ve Artvin’in dağ eteklerine yerleşerek, bir bölümü de Batum’da kalarak bugüne değin varlıklarını sürdüren Kolheti kültürünü hala saklamakta oldukları görülür.
Kolheti Tarihi, Bizans, Pers, Ermeni, Urartu tarihleri yan yana oldukları gibi Sümerlerin yazılı kaynaklarından da ışık aldıkları görülür.
Kolhetilerin Millet kimliğine geçmeleri M.Ö.2000 ve sonrası yıllara rastlar. Yerli ve yabancı kaynaklardan edinilen bilgilere göre Anadolu’da olduğu gibi(Hititler örneği) Doğu Karadeniz/Trabzon’dan Abhazyaya kadar(Kafkaslar) yöresinde de irili ufaklı Beyliklerin oluştuğu, bilahare krallıklar düzeyinde yer aldıkları görülür.
Doğu Karadeniz yöresinde Kafkaslardan inildiği düşüncesinde bileşilmektedir.
M.S.63 tarihinden itibaren topluluklar halinde Doğu Karadeniz yöresine akınlar halinde göç etmeleri karşısında Pontus Kralı Polemon dayanamayıp Roma İmparatoru Neron’a ülkesini devretmesi inanılır yabancı kaynaklardan anlaşılmaktadır. Ülkesini Kolheti Lazıka/Kulha adlarını taşıyan bu toplumdan çekinen Pontus’lar böylece egemenliklerini yitirmiş olurlar. Lazıka akınlarının Trabzon’a kadar ilerlemesi kayda değer olaylar zincirini teşkil etmektedir.
Böylece Trabzon’dan Abhazyaya kadar egemenlikleri söz konusu olan Kolhida/Lazıka Krallığı Perslerle Bizans/Romalılar arasında önem kazanmağa başlar… Tarih boyunca yerleşik düzen içinde yaşamlarını sürdüren Kolhetiler ailenin kutsallığı ile ilgili çekmektedir.
İlk dinleri paganlıkken Lazıka Kralı Tsate’nin 523 yılında İstanbul’a gelerek vaftiz edildikten sonra Hıristiyan dinini kabul ettikleri anlaşılmasına rağmen zaman zaman Perslerin mezdek dininin yer aldığı görülmektedir. Tarih boyunca Lazıka’nın/kolheti’nin varlığının devamı bakımından Perslerle Bizanslıların önemli rol oynadıkları görülür. Ancak her iki ülkenin gerçek amacı sömürü olduğundan biri ile anlaşmazlık çıktığında ötekiyle anlaşarak varlıklarını sürmek zorunda kalmışlardır.
Lazların tarihi Helenistik çağlarda yani M.Ö.5-1 yüzyıllarda belirginleşmiştir. Trabzon’dan kardeş kavimlerinden oluşan federatif, demokratik bir düzenle yönetildikleri anlaşılmaktadır. Önceleri Megrellerden oluşan yöneticiler M.Ö.1. yüzyılda Romalılar tarafından bir süre için işgal edilip yönetim Megrellerden alınarak Lazlara verilmiş olduğu bilinir. Başkent Arkeopolis’in olduğu saptanmıştır. Laz Kralları seçimle işbaşı yaparlardı. Taçlarını da Romalıları kuzeyden gelecek istilalara karşı sınır bekçiliği görevleri üstlenirdi. Romalılarla sıkı münasebetin devamlılığı bakımından kız alış-verişleri önemli rol oynamaktadır. Dönem, Justinyan dönemi.. Romalılarla Persler arasında dinsel bir çatışma sürüyordu. Bu mücadele Romalıların başarılarıyla sonuçlanır. Lazıka M.S.337 de Hıristiyanlığı seçer. Pers Kralı büyük bir ordu ile Güney Kafkasya’ya girer. Lazlarla komşu durumuna gelen Persler Lazıka üzerinde propagandalarını sıkılaştırır. Onları Romalılara karşı kışkırtır. O dönemlerde Lazıka’nın başında Laz Kralı DAMNAZE vardı. Onun ölümünden sonra boşalan taht Perslerin onayı ile TSATE tacını giyer. Bir süre sonra Perslerle arayı açan Kral Tsate 1, 515 tarihinde Romalılarla tekrar anlaşır ve tacını tekrar Justinyen’e giydirtir. 531 tarihinde Pers Kralı Kovadi ölür. Yerine Hüsrev 1 geçtiğinde Perslerle Romalılar arasında bir anlaşma yapılır. Güney Kafkasya bölüşülür. Lazıka Romalılara, İberia Perslere kalır. Romalı askerler Lazların üstünde baskı yapmaya başlayınca Lazlar Perslerle tekrar anlaşır. Romalılar ülkeden kovarlar. Bu sırada Lazıka’nın başında Laz Kral GUBAZ geçti. Gubaz yiğit ve sağlam kişiliği ile tanınırdı. Durumu iyi görmeyen Gubaz Perslerle tekrar anlaşır. 542 de Hüsrev Lazıkaya girer. Roma barış ister. Ülken bağımsızlığı tehlikeye girer. Pers askerleri Lazları soymaya başladığını gören Gubaz tekrar Romalılarla anlaşır 549 da Romalıların başarısı ile sonuçlanır. Gubaz’a karşı olan Romalı komutan 550 tarihli Roma/pers savaşında ikili oynadı gerekçesiyle Romalı Krala ihbarda bulundu. Romalı askerlerin mağlubunu Gubaz’dan bildiler. İmparatoru ikna eden Romalı komutanlar Gubaz’ın İstanbul’a getirilmesi sırasında Gubaz öldürüldü. Lazlar Romalılara karşı ayaklanır. İmparatora kadar giderler. Gubaz’ı öldüren komutanları alırlar. Lazıkaya götürüp yargıladıktan sonra hâkim ve savcıların huzurunda idam edildiler.
Gubazın ölümünden sonra Lazlar’ın başına Kral AYET geçmiştir. Bir başka Laz Lideri PARTAZE ile çelişkiye düşen Ayet görevden alınır. Yerine TSATE 11 getirilir. Romalılarla bir olan Lazlar Perslerle tekrar savaşa girerler. Hüsrev savaşı kaybeder. 562’den itibaren 50 yıllık barış imzalanır. 572’de iberia İran’a karşı ayaklanır. Roma İberia’nın yardımına koştu. İberia Romalılarla birleşince İrana saldırıya geçer. Bu savaşa Lazlar, Abazalar ve gürcüler birleşirler. İranlılar ülkeden temizlenir. Böylece 7. yüzyıla kadar Lazıka iki büyük düşman arasında çekişme haline gelmiştir.
689 tarihinde Arapların İberiaya saldırması sonucunda Laz Krallığı sona ermiştir. Artık Kolhida da Laz Kralığı yerine Abhazya’ya 8.yüzyılda egemen olmağa başlar. İslamlık hızla yayılmağa elverişli duruma gelir.
Tarihte Lazların Rumlarla olan mücadelesi 1453’te Osmanlıların İstanbul’u fethedişine kadar sürer.1461 tarihinde Fatih Sultan Mehmet Trabzon üzerine yürür. Trabzon’a egemen olan Pontus hükümdarı Davit Osmanlı Devletine teslim eder. Savaşsız teslim alınan Trabzon hükümdarı ve 8 oğlunu boğdurtur.
Bu dönemlerde Viçe, Hopa ve günye Kahaber idaresinde idi. Osmanlı ordusu bu yöreye de sahip çıkmak istemiş ise de Kahramanlığı ile tanınan Kahaber bölgesni teslim etmemiştir. Birçok kereler işgal için girişimler oldu. Sonunda Kahaber’i öldürdükten sonra sözü edilen Kahaber bölgesi Osmanlı topraklarına katılmıştır. Üç yıl Osmanlılar tarafından Hıristiyan olan Lazların dinsel düşüncelerine saygı gösterilmiş, ancak üç yıl sonra İslamlığı kabulü için yaptırım uygulamağa başlanmıştır. Hatta ücretsiz hocalarda eğitim öğretim uygulanmıştır.
Lazistan Osmanlı topraklarına ilhaklarından sonra 11 bölgeye ayrılmıştır. Her bölgenin bir derebeyi hakkı tanınmış, padişaha vergi ve asker verme görevi verilmiştir. Ancak halk derebeyin karşısında bir esir gibi muamele görmüştür. Bu 1820 tarihine kadar sürmüş, derebeylik ortadan kaldırılarak doğrudan doğru merkezi hükümete bağlanmıştır. 1828 de Osmanlı Rus Savaşlarında sahne olmuştur.
1. Dünya savaşı, Kurtuluş Savaşı gibi savaşlarda kahramanca savaşmıştır. İstiklal Savaşı sonrası yapılan anlaşmalar gereği bugünkü sınırların içinde kalanlar millet disiplinine, milli birlik ve bütünlüğüne bağlıdır.
Lazca ve Abazaca bilen bir kişi olarak bu iki dilin benzer yanlarını son aşamada göremiyorum. Ancak Gürcü dili ile Laz dili arasında benzerliklerinin var olduğunu biliyorum. Lezgi’cenin Çerkesçe ile irtibatlı olduğu bir gerçek ama bu nasıl oluştu onu bilemem. Zaman ve zemine bırakmak gerekir diye düşünüyorum. Gelenek ve görenek açısından da sadece Laz/Gürcü pareliliğini görebiliyorum. O kadar komplek bir yapıdadır ki Ardeşen ve Pazarda konuşulan Lazca ile Arhavi, Hopa, Fındıklı, Borçka ve Batumda konuşulan Lazca arasında bir hayli anlaşmazlık vardır. Bu haliyle biraz da adlarını verdiğim tarihçilere de hak vermek gerekmekte gibi geliyor bana. Uzun zaman eğitim kurumlarının yer alamadığı(Cumhuriyetten önce) bu yörelerin insanlarında eğitim eksikliğinin hala var olduğunu kimse inkâr edemez.
Lezgilerin hala kendi aralarında Khinalug, udive, Tabasaran, Tsakhur, Rutul, Agul, Drakh, Budukh… Gibi bir dizi kollarının bulunduğu bilinmektedir.
Özetleyecek olursak M.Recai Özgün’ün vermiş olduğu kaynağı şöyle bir tablo ortaya çıkmaktadır. Bazılarına göre Lazlar, Gürcü kökenli bir halk topluluğudur. Bazılarına göre Avarlardan başlayan ve bugün Lezgi adını alanların kökeninden gelmektedir. Diğer birilerine göre de (orta asyada Tibette yaşayan) Tao ve Vizigot veyahut Peçenek kökenden gelme olduğu şeklindedir. Ancak bu düşüncelere M.Recai Özgün karşı çıkmaktadır. Özgün Nuh’un üç oğlundan Yafes’ten olma Torgama’nın sekiz oğlundan biri olan Eger(Egeros) ’den türeme olduğudur. Burada kültür kaynaşması olabilir kanısını ben de taşıyorum.
Bunların tanışmaları da Kavimler göçü esnasında istilalar da olmuş, Tiflis yöresinden kaçarak Lazlara sığındıkları anlaşılmaktadır. Uzun zaman birliktelikleri bir takım kültür alışverişleri, dil, din, yaşayış biçimlerinin benzerlikleri buradan kaynağını alabilir.
Baba Torgamos Oğul Eregos’u Karadeniz yöresine gönderir. Egeros da Kuban ırmağı yakınlarındaki Sohuma yakın Bedia kentine gelerek torunlarıyla bir şehir oluşturuyor.
Bugün Trabzon’dan Sohuma kadar olan Karadeniz şeridi boyunca yaşayan halkların tarih süreci içinde bazı insanların kültürleri ya asimile edilmişler veya melezleşerek bugünkü duruma geldikleri anlaşılmaktadır. Çünkü yönetim değişiklikleri, istilalar, göçler, kız alışverişleri ve benzer olgular son şeklini vermiştir.
2000Li yıllarda(bugün) Kafkasya toprakları üzerinde dört bağımsız ülkenin egemenliklerinin var olduğu gerçektir. Rusya, Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan… Rusya Federasyonuna bağlı Özerk Cumhuriyetler:
Karaçay, Balkarya, Çeçenya, Osetya, Dağıstan, Çerkesya(Kabartaylar, Besleneyler, Abhazlar, Mahoşlar, Natukhaçlar, Janeler, Bjeduğlar gibi oymak gruplar) , Inguşya, Nohay, Kalmukya özerk Cumhuriyetler…
Gürcistan’a bağlı halklar: Svanlar, Mesketler, Lazlar, Megreller, Makronlar… Aynı ülkeye bağlı özerk Cumhuriyetler: Abhazlar(Abaza, Abhaz, Ciget, Abzip, Ahçisu, Tzabal) Acarlar, Azerbaycan’a bağlı: Nahçivan C.(Lezgi içindeki oymaklar: Rutul, Agul, Budukh, Tabasaran, Tsakhur, Udi, Kinaluk, Çeçenistan (Çeşen, İnguş, Çerkezyada, Çerkez ve Karaçaylar yaşamaktadırlar. Ayrıca Ablanlar, Acemler, Andi,, Didolar, Aranlar, Apsilyalar, Aysorlar, Avarlar, Balkarlar, Basklar, Gagauzlar, Kahketler, Mimisinler, Sakalar, Santigyalar, Talişler, Ubıhlar… Yerlerini koruyan oymak/alt gruplar vardır. Diller dağı denen bu yörede tesbit yapabildiğimiz kırk iki dil olup 50-60’ın üzerinde dil konuşulduğu araştırmacılar tarafından ileri sürülmektedir.
Dünya Tarihi boyunca bugüne değin Türkler bugünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti dâhil olmak üzere 17 egemen ve bağımsız devlet kurmuşlardır. Adları: Büyük Hun, Batıu Hun, Avrupa Hun, Akhun, Göktürk, Avar, Hazar, Uygur, Karahanlılar, Gazneliler, Büyük Selçuklu Harzemşahlar, Altınordu, Büyük Timur, Babür, Osmanlı imparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti…
Halen bağımsız Türk Devletleri:
Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kıbrıs, Özbekistan, Tükmenistan…
Soyağacı bazı Laz yazarlarla,Abaza ve Çerkez yazarlarına göre Nuh tufanından sonra Hazreti Nuhun oğlu Targamanın sekiz oğlundan Kafkas krallarınınoluşturduğu altıncı oğlu olan Eger’den (uluatası) türediği fikrinde birleştikleri görülür.
Tevratın Tekvin suresinin Targama ayetinde sözü edilen Targama,rivayete göre altıncı oğlu olan Eger’i Doğu Karadeniz’e gönderir.Eger,Kuban Irmağı çevresine yerleşir.Çiftçilik ve avcılıkla yaşamını sürdürerek torun torba sahibi olur.Zamanla çoğalırlar,Eğrisiler ünvanını alırlar.Laz,Mengrel,Svan,Kolçhis,adlarını alan boylara geçilir.
Biraz ötede Hazar Denizi’ne yakın yöreye yerleşen Targama’nın birinci oğlunun soyu olan Gürcüler(Tifliste) iken
Perslerin saldırılarına uğrarlar M.S483 Yılında.Tiflisi terk ederek Lazlara,Lazlara,Megrellere sığınırlar.Dostluk ilişkileri gelişir.Kız alıp vermelere başlarlar.Kültürel kaynaşmalar hızla büyür.
Megreller Lazların dilleri,dinleri,töreleriyle tanışırlar.Böylece dillerde benzeşme olur.Halen bu kültür kaynaşma- sınnı belirgin halde olduğu görülür.
Pers,Bizans,Urartu, kaynaklarına göre Helenistik çağda(M.Ö.500-100.Yüz yılda) Lazlarla Megreller Abazalarla birlikte Abhazya’dan Trabzon’a kadar uzanan sahil şeridi boyunca ellerinde tutarlar.Kolhida Krallığı adı altında yöresel bir yönetim kurarlar.M.S.100.yılına kadar Meegrellerden seçilen liderler kah Bizansın kah Perslerin tanımasıyla taç giydirilerek krallık makamına oturdukları anlaşılmaktadır.Ancak 100.yılında Bizanslılarca Megrellerden alınarak Lazlara verilir.Lazların yönetime gelmesinden sonra monarşik idareden demokrasiye geçildiği görülür.Gerek Persler ve gerekse Bizansın Kolhita(Kolçhis) Krallığının tanınması kuzeyden gelen akınlarda tampon görevi üstlenmesi sayesinde olduğu görülür.Bunlara asker,vergi,haraç vermezlerdi.Tek görevi tampon görevini hakkıyla yerine getirmekten ibaretti.Dinleri,ilk yıllarda Pagan iken zamanla Perslerin etkisine girdiklerinde (Perslerle dostluklar kurduklarında) Mazdeist dini yayılmağa başlar.Bu çağlarda iki büyük devlet arasında (Pers/Bizans) adeta piyon gibi kullanılmak istenir.Her iki devletle anlaşmalar içerisinde kuzeyden gelen yayılma eğilimini önlemek için tampon teşkil ederlerdi.
İlk yıllarda Pagan iken Mazdeist,Hıristiyan ve 1461 Fatih döneminde kendi isteği ile Müslüman olmuşlardır.
M.S.539 Yıllarına kadar savaşlara sahne olan Lazıka Gubaz adındaki şefleri krallık tacını giydiği andan itibaren güçlü bir yönetim vardı.Gubaz’ın Büyük İskender’e ihbar edilmesi sonucunda Bizans generallerince öldürülmesi halkta büyük üzüntü yaratmıştır.Bunun ardından Lazlardan oluşan mahkeme ile Gubaz’ı öldürenler ölüm cezasına çarptırılır ve infaz edilir.
Ayet kral seçilir.Dış müdahalelerle geçen zaman diliminde Tsate,II.Tsate, I.Opsite sırayla kral olurlar.Ancak krallık tacı ya Bizans ya da Pers hükümdarları tarafından giydirilirdi. Tamara,Vasil I.Anna,Kutlu gibi kral ve kraliçeler tarafından yönetildiği olmuştur.
Kayıt Tarihi : 10.7.2010 16:03:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!