Z / Yazılar - Hepimiz Filistinli(mi) yiz?

Gürkal Gençay
85

ŞİİR


7

TAKİPÇİ

Z / Yazılar - Hepimiz Filistinli(mi) yiz?

(En kötü barış, en iyi savaştan iyidir... ''Çiçero'')

İsrail’in Filistin halkına yönelik başlattığı işgal hareketi ve katliamlar tüm dünyada olduğu gibi TC’de de tepki ile karşılandı.
Bu coğrafya üzerinde bulunan (ve bidayette kavgalı da olan) farklı dünya görüşlerine sahip tüm insanlar “Filistin merkezli” bir organizasyonda buluştular.
Gazeteciler, yazarlar, müzisyenler, sendikalar, sivil toplum kuruluşları, siyasiler vb. arkalarına aldıkları Filistin rüzgârı ile yan yana durdular.

İlk bakışta bir duyarlılığın yansıması olarak algılanan ve “ herşeye rağmen bu memlekette de iyi şeyler oluyor...” dedirtecek türden bir hareket olarak görülen bu gelişmelerin çok da samimi olmadığını düşünüyorum.
Farklı dünya görüşünde, farklı siyasi perspektifte olan onlarca akımın ve bu akımların içinde yer alan insan dinamiklerinin (bidayette kavgalarının sebebi olan) tüm alt ve üst kimliklerinden arınarak/ bağımsızlaşarak biraraya gelebilmelerindeki sırrı nasıl açıklayabiliriz?
Amerikan emperyalizmine karşı topyekün savaş açanlar; doğrudan TC’yi ilgilendiren, direkt olarak olumsuzluklara garkeden emperyalist saldırılara karşı şimdiye kadar (istenilen volümde) seslerini çıkartmadılar, böylesi organizasyonları oluşturmadılar, oluşturamadılar...

Asal bir söz vardır. “Ekonomik özgürlüğünüz/ bağımsızlığınız olmadıkça bağımsız bir ülke olamazsınız! ..”
Dünya bankası ile yapılan anlaşmalar neticesinde ülkenin geleceği ipotek altına alınırken, bağımsızlığı tehlikeye atılırken, İMF ile “eti senin, kemiği de senin...” anlaşmaları yapılırken, estirilen bu ekonomik terör fırtınasına karşı durmadılar/ duramadılar...
Kendi bahçeniz talan ediliyorken; sizin bahçenizi talan edenlere karşı “Filistin çiçeklerini” korumaya çalışmak ne kadar samimidir, ne kadar inandırıcıdır...
(Tamam; eylemlere sözüm yok... Benim sıkıntım eylemcilerin samimiyetleri konusunda. Yani, zarf ve mazruf benim derdim.)

Protestolara, eylemlere katılan tüm oluşumlar tavırlarını “Savaşa ve şiddete hayır” odağından hareketle, siyasi görüşler üstü bir hareket olarak nitelendiriyorlar.
Yani bu tepkinin mantığında ideolojik tercihler değil, yalnızca yaşama hakkına karşı yapılan saldırılara ve savaşlara bir karşı duruş var. Yani böyle söyleniyor...
Hatta Barış girişimcilerinin sözcülüğünü yapan gazeteci Aydın Engin’in, şiddet nereden gelirse gelsin (İster İsrail, ister Filistin, ya da herhangi bir ülke) buna karşı çıkmanın gerekliliğini anlattığı röportajları, basın açıklamaları da bunu teyit ediyor.

Peki, şiddetin açılımı nedir?
-“ Karşıt görüşte olanlara, inandırma veya uzlaştırma yerine kaba kuvvet kullanma” (Kaynak: TDK Sözlüğü)
Bu tanımdan hareketle; Filistin halkının ulusal kurtuluş mücadelesini verirken kullandığı yöntemleri şiddet kavramından bağımsızlaştırabilir misiniz?
Objektif bir bakışla Ortadoğu’daki taraflara ve şiddet kavramına bakıldığında, orada yaşanan olaylar ile buradaki protestocuların eylem başlıklarını örtüştürebilir misiniz?
Asıl olan, olaylara prizmanın duygusallık köşesinden değil nesnel-bilimsellik köşesinden de bakabilmek içtenliğidir.
Tamam; herşeye rağmen ideolojiler üstü bir hareket olarak varsayalım bu eylemleri ve (nereden gelirse gelsin) şiddete ve savaşa karşı çıkma protestoları olarak kabul edelim.
..Peki, o zaman 09.Nisan.2002.Salı günü saat-21:00’de start verilen bir dakikalık ışık söndürme eyleminin adı neden “Filistin için bir dakika karanlık...”
Peki, o zaman bu eylem için tasarlanıp hazırlanan logoda neden “Hepimiz Filistinliyiz” yazıyor? ..
Peki, o zaman söz konusu logoda “Savaşa Hayır”ı resmeden figürde tabanca/ tüfek gibi daha anlaşılabilir, daha bildik objeler yerine neden (şimdiye kadar dünyanın hiçbir yerinde de kullanılmamış olan ve eylem ile çok da pratik olarak örtüşmeyen) “tank” resmi var? ..

TC’nin, tank modernizasyonu ihalesini bir İsrail şirketine (IMI) vermesi olayının yankılarını duymayan kalmadı.
Logoda yer alan üzeri çizilmiş tank figürünü söz konusu ihaleden soyutlayabilir misiniz?
Üzeri çizilen tank, “savaşa hayır”ı mı anlatmaktadır yoksa “ihaleye hayır”ı mı?
“Peki, o zaman”ları çoğaltmak elbette ki mümkün...”

Görülüyor ki; şiddete karşı çıkmak anlamında bitaraf olduklarını söyleyenler, barış girişimcileri ve diğer gurupların hemen hemen hepsi taraflar aslında...
Hepsi, şiddetin diğer yanında duran Filistin’den yana...
..yani doğruyu söylemiyorlar! ..

Soruyorum; düşünsel ve eylemsel olarak merkezlerine “yaşam”ı koyduklarını ifade eden (özellikle sol tandanslı) guruplar, partiler ve örgütler İsrail’i tel’in gösterilerinde neden birbirlerine girmektedirler o zaman? ..
Geçtiğimiz günlerde İTÜ’nün bahçesinde eylem yapan İşçi Partili bir gurup genç ile Emeğin Partisinden bir gurup genç birbirleriyle taşlı/ sopalı çatışmaya girdiler.
Bütün televizyonlar bu olayı gösterdiler...
Savaşları, şiddeti, vahşeti reddetmeyi (gerçekten) içselleştirmiş olanlar; kendileriyle aynı frekansta olmayanlara, kendileri gibi düşünmeyenlere (bu sebeplerle) saldırabilirler mi, şiddet uygulayabilirler mi? ..
..ama; hem böyle söylenip, hem de uygulandığını görüyoruz...

Zira, merkezlerinde evrensel kavramlar olan “yaşama hakkı” ve “barış” gibi yaklaşımlar yok aslında. Merkezlerinde yalnızca ideolojileri var.
Nitekim birbirleriyle girdikleri arbedede kullandıkları argümanlar, attıkları sloganlar bunun tam da böyle olduğunu göstermiştir. Adeta deşifre etmiştir.
..şimdi bu nasıl açıklanabilir? ..
Ben bunu tam bir “ölü soyuculuk” olarak açıklayabilirim ancak...
Herkes bu ölüden işine geleni almakta...
-“Kahrolsun Amerikan emperyalizmi! ..” diye bağıranlar (bu söyleme aynen katılıyorum) özellikle İşçi Partililer; neden Afganistan’da, Irak’da, Libya’da yoklar. Neden bu halklar emperyalist saldırılar/ baskılar karşısında ezilirlerken duvarlara afiş yapıştırmaktan başka bir şey yapılmadı?
Neden böylesi organizasyonlar tertip edilmedi, kamuoyu duyarlılığı oluşturulmadı? ..
Demek ki, öyle Amerikan emperyalizmi gibi bir dertleri yokmuş esasında bu gurupların.../ Varsa yoksa popülizm; hepsi bu...
“..size de öyle gelmiyor mu? ..”

Emperyalizmin önemli enstrümanlarından biri olan postmodernist bir anlayışı enfrastrüktür olarak kullanan emperyaller, oluşturdukları bu zeminden kültürel yozlaşı bombardımanına başlarlar.
Yani kültür emperyalizmi...
Yani, insanın kendine ve kültürüne yabancılaştırılması.
TC toplumu da, böylesi girişimlerin/ saldırıların (bir mağduru olarak) çok iyi bir tanığı durumundadır.
Yani, Amerikan emperyalizminin içinde kültürlere de saldırı var.
Aslında kültürlere saldırı emperyalizmin ruhunda var.
..bunu yadsımak mümkün mü? ..

Filistin halkına tecavüz edenlerin ağabeyi Amerika’nın emperyalist uygulamalarına karşı çıkma adına ortalara dökülen İşçi Partisi gibi, ÇYDD ve ADD gibi oluşumlar, Filistin halkının ırki varlığını savunurlarken (emperyalizmin mantığı bağlamından düşünürsek) yapılan saldırılara karşı çıkarak Filistin halkının kültürel varlığını da savunmuş olmuyorlar mı?
..elbette ki oluyorlar...
Peki, diğer Arap toplumlarında olduğu gibi Filistin’in de dinsel kimliği İslam kültürü ile tanımlanmıyor mu?
..tanımlanıyor...
Ve İslam toplumlarının dinsel kültürleri içinde örtünmek ve bunun açılımı olarak başörtüsü veya türban gibi unsurlar yok mu?
..elbette ki var...
(Ki, nitekim Bush ve onun gibi düşünenler bu operasyonların ta başında bunun bir Müslüman -Hristiyan savaşı; yani bir anlamda yeni bir Haçlı Seferi mantığı taşıdığını itiraf etmişken)

Peki, kültürlere saldırı anlamında da Amerikan emperyalizmine karşı çıkan İşçi Partisi, kendi ülkesindeki İslam referanslı (mütedeyyin) insanların başörtüsü taleplerini çeşitli yollarla dile getirmelerini bölücülük olarak nitelendirirken nasıl bir standart uygulamış oluyor? .. Bu uzlaşmaz bir çelişki değil midir? ..
Bu, bir anlayışın kendi yaşam standartlarını başka bir dünya görüşüne dayatması değil midir?

Tüm çelişkiler yan yana getirildiğinde (olayın vahametini ıskalamamak için) bütün değerlendirmeleri biraz da paranoya ile yapmak gerekiyor diye düşünüyorum.
Bu anlamda ÖDP’nin de yaşanılan bu prosese dahlini bünyesinde bulunan THKO, DG, DY, DS, TKP gibi gurupların, yani “eski tüfeklerinin” bir zamanlar Filistin kamplarında bulundukları süreçle açıklamak gerekir diye düşünüyorum.
Kısaca, gelinen nokta şu;
Solcu guruplar, Amerikan emperyalizmine karşı çıkma söylemleriyle,
milliyetçi/ sentezci guruplar, İsrail siyonizmi söylemleriyle,
maneviyatçı guruplar, ümmetçilik anlayışı ve din kardeşlerine saldırı söylemleriyle bu pastadan mamalanma oportünizmini sergileyip duruyorlar.
Herkes bu konjonktürde (siyasi rant adına) payına düşeni yağmalamanın telaşı içinde adeta.
..ne yazık ki görünen bu...

Amerika ve İsrail’e baktığımız zaman bu iki ülkenin ekonomik, politik ve askeri anlamda (kendileri merkezinden bakıldığında) çok başarılı olduklarını görüyoruz.
Ulusal ve uluslararası politikalarını ve buna bağlı tüm öngörülerini büyük bir rasyonellik ile yaptıklarını da izlemekteyiz.
Yani, kişiymiş gibi sözedersek; çok akıllı adamlar bunlar.
Bu arada (yeri geldiği için) G.B. Shaw’nun bir sözünü kullanmak isterim.
“Akıllı adamlar kendi akıllarını kullanırlar. Daha akıllı adamlar, başkalarının da akıllarını kullanırlar.”
Amerika; kendi aklını kullandığı gibi diğer ülkelerin jeopolitik, jeokültürel, jeostratejik konumlarına göre politikalar üreterek onları kendi politikalarını tüm dünyaya egemen kılma adına adeta taşeronlaştırma, yani başkalarının da aklını kullanmakta.../ Dayatma-mayatma; ama fiili durum bu...
İsrail’de aynı abisi gibi davranarak, Ortadoğu’nun Amerika’sı olmaya soyunmakta.
Şimdi, bu akıllı ve öngörülü ülkeler dediğimiz Amerika ve İsrail’in Ankara’ya yolladıkları söylenen bir mektup konuşulmakta.
Mektupta, Filistin Kurtuluş Örgütünün (FKÖ) eylemleri ile PKK’nin eylemleri ve eylemlerinin gerekçelerinin arasındaki benzerlikler anlatılmış.

Yani, “..Ey Türkiye dikkat et! ... Filistin halkına ve FKÖ’ye verdiğin destek ile Kürt halkı ve PKK davasına yaklaşımın çelişiyor...” demeye getiriliyor.
(..ben bilmem, Amerika söylüyor bunları...)

O zaman, mektuptaki bu yaklaşımı ve görüşü/ uyarıyı objektif olarak değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum.
Amerika çıkış noktası olarak, aynı Filistin halkı gibi ulusal bağımsızlık mücadelesi verme adına adeta aynı mantıkla hareket eden ve savaş metodu olarak da aynı stratejiyi uygulayan Kürt halkına gösterilen katı anlayışsızlığı koyuyor ortaya...
Buradaki (eylemsel) aynılıklara rağmen, Kürt’ler antipati merkezine taşınırlarken, Filistinlilere karşı gösterilen bu duyarlılığı çok da anlamlı bulmadıklarını ifade etmeye çalışıyor yani Amerika.
Amerika’nın bu değerlendirmelerini sinoptik bir bakışla bizlerin de değerlendirmesini gerekli ve anlamlı buluyorum.

Olaya; Kürt halkının taleplerinin haklılığı veya haksızlığı tartışmalarına girmeden, Filistin halkının mücadelesinin temelinde bir haklılık/ haksızlık arayışına girmeden ve bütün bu tartışmalardan bağımsızlaştırarak bakmak gerekmektedir.
Amerika; mevcut fiili durumdan, yani ilgili bölgelerde yaşanılan olaylardan yola çıkarak aslında bir tespit yapıyor. O da şu;
İki halkın da tepkilerini ortaya koyma yöntemleri neredeyse aynı. Düzenli bir orduya sahip olamadıkları için, ağırlıklı olarak gerilla savaşı yapmaktalar.
İntifada ile toplumsal dinamikleri sürece katmaktalar ve canlı bombalar ile karşı ulusun halkını sindirmek, korku içinde yaşatmak ve intikam almak adına kontra saldırılar yapmaktalar.
..bu tespit doğru mu? ..
“..doğru...”

Bakın; üstünü parlatarak, altını çizerek tekrar tekrar söylüyorum...

Bu halkları birbirleriyle savaştıran nedenlerden bağımsız; neden/ sonuç ilişkilerinde, yalnızca sonuca ilişkin değerlendirmeler yapıyorum.
Ki; bunu yapmazsak eğer Kürt halkının tarihi için Ninova’yı, Şamaş felsefesini, Quardak’ları, Helenistik dönemleri, Med’leri ve içinde bunun gibi birçok bulgunun yer aldığı süreçleri değerlendirmemiz ve tartışmamız gerekir.
Aynı şey İsrail için de geçerli. İsrail halkının etnik ve dinsel tarihi için Kitab-ı Mukaddes’in de haklı gördüğü ve Tevrat’ta da yer alan Kenan ülkesini, yani “vaat edilmiş Topraklar” ideolojisini, o dönemlerde Filistin’de yaşayan İsrailoğullarının Mısırlılar ve Fenikeliler ile yaşadıkları enteraksiyonlar ve ilişkilerini ve bu süreçlerin izlenebildiği Paleolitik çağları – Mezolitik çağları iyice mercek altına almamız ve bunun üzerinden tartışmamız gerekir.
Bu sebeple, nedenlere ilişkin yaşanmışlıkları değil (ki bu bizi başka bir tartışma alanına çeker) sonuca ilişkin değerlendirmeleri yorumlamak en doğrusu olacaktır.
“Her din yorumlarla gelir” tezinden hareketle, Hz. İbrahim’in inanç sistemine süreklilik kazandıran bu üç tek tanrılı din-ler de siyasal ve yorumsal farklar ile günümüze değin gelmişlerdir.
Söz konusu halkların etnik ve dinsel süreçlerini irdelerken yaşanılan hegemonyaları, devletlerin devletler üzerindeki siyasi baskılarını, politik ihtirasları, bir alaşımla/ harmanlamayla tarih sahnesine sunulan etkileşimleri ve ilişkileri ve bunun gibi birçok önemli faktörü bir-iki sayfalık yazı ile açıklayabilmek çok da mümkün değildir.

Varılan sonuçlara binaen ABD’nin getirdiği tanımı bir empati yaparak bizler de yorumlayalım.
Yani, kendimizi Kürt ya da Filistin halklarından bir kişinin yerine koyalım. İster Filistinli, ister Kürt olsun bulundukları yerlerden ve kendi perspektiflerinden baktıklarında PKK örgütü ile FKÖ (Filistin kurtuluş örgütü) nün ayırtını yapabilirler mi?
Yaptıklarını ya da yapabileceklerini varsayarsak; burada farklılık arzeden unsurlar, amiller ve kriterler nelerdir?
Buraya sağlıklı bir açılım getirebilirler mi?
“..getirilebilir” diyenler olur mu, olmaz mı bilmiyorum ama; Filistin ve Kürt halklarının verdiği mücadeleyi birbirlerinden çok farklı bir şekilde yorumlayanlar için şunu söyleyebilirim ancak;
“ çok akıllı, öngörülü dediğimiz ABD bu kadar öngörüsüz mü yani?
Yani, şimdi bu söylediklerini işkembe-i kübra’dan mı attılar?
Hayır; merak ediyorum... Bu kadar saf mı, bu kadar salak mı bu adamlar?
Dünyanın süper gücü olarak kasım kasım kasılarak gezinen bu adamlar, kendilerini dünyaya maskara edebileceği kuvvetle muhtemel böylesi açıklamaları yapabilecek kadar aptallar mı?
..bilmiyorum, bilen varsa lütfen bana da söylesin...”
Kürt olayına Türk merkezli bakıldığında, yani (amiyane tabirle) kendi kuyruğumuza basıldığında Kürt’lere yönelik çıkarılan aykırı seslere karşın, Filistin halkının aynı mantık ve gerekçelerle sürdürdükleri ulusal kurtuluş/ bağımsızlık savaşı neden optimist bir bakışla değerlendiriliyor?
..burada bir tenakuz yok mu sizce? ..
Buna cevap verebilmemiz için, özellikle düne kadar Kürt kuyrukçuluğu yapan ve bu anlamda siyasi rant hesaplarıyla (konjonktürel olarak) Kürtçülük oynayan başta İşçi Partisi olmak üzere bir takım solcuları mercek altına almak gerekir diye düşünüyorum.
Ki, doksanlı yıllarda başlayan U dönüşlerini ve çark edişlerini de bir nirengi noktası olarak mülahazat hanemize almamızda yarar görüyorum.

Aynı çelişkiler farklı versiyonları ile İslami kesimde de görülüyor ne yazık ki.
TC’deki Mavi Çarşı örneğinde olduğu gibi sivillerin toplu olarak bulundukları birçok alan, birçok mekân canlı bombalar tarafından havaya uçuruldu, tahrip edildi.
İnsanlar öldüler, yaralandılar...
İslami kesimin anlayışına tercüman olan, sesini duyurmaya çalışan İslami medya kanalları ise yaşanan bu olayları haber bültenlerinde “canlı bomba vahşeti” ya da “alçak teröristler” spotlarıyla sunarlarken (ki, benim buradaki itirazım salt bu söylemlere ilişkin değil) İsrail’deki sivil halkın yaşadığı toplu yerleşim birimlerine, çarşıya/ pazara, toplu taşıma araçlarına yönelik saldırıların canlı bombalarını “kahraman intihar komandoları” olarak tanımlamaları (işte benim itirazım tam da buraya ve buradaki ikiyüzlülüğedir) şizofrenik bir çelişki değil midir?
İnsanların şiddete başvurmamaktan başka bir çaresinin kalmadığı “çaresiz” zamanlar olabilir sığınmacılığı ile de değerlendirilebilir Filistin ve İsrail’de yaşanılanlar.
Ve dönemsel olarak bunu “olabilirler” arasında görebilirler. Ama bunu buluştukları dinsel müştereklikle açıklama dürüstlüğünü ve samimiyetini göstermeleri ve “biz bu olayın yalnızca ümmetçilik boyutundayız” demeleri gerekirdi.
Yok, eğer hala inatla;
-“..kardeşim biz şiddet olgusuna karşı çıkıyoruz...” diyerek mugalatalarına devam ediyorlarsa, burada söylenebilecek tek şey var;
'..e, çoğ güzel, keşkem herkeş bunu yapsa...'

Herşey bir yana, gerçekten karşı çıkılması gereken olgu şiddet ise, savaşlar ise ve tüm bu olumsuzluklar nereden kaynaklanıyorsa oralara karşı çıkmak gibi bir de misyonu varsa; burada ilkeli davranmak ve şiddetin kaynaklarına “bunlar bizim çocuklar” “bunlar bizdendir” ve “ötekiler” önyargılarıyla değil, evrensel ölçütler çerçevesinde yaklaşılmalıdır.
..doğrusu da budur...

Hergün televizyonlarda yazar, çizer, gazeteci taifesinden en az bir kişiyi konuya ilişkin yaptığı mülakatlarıyla izliyoruz.
Söyleşileri içindeki genel tavırları, psikolojileri (konuşmalarından anladığım kadarıyla) düşünceleri ve yüz ifadeleri gibi argümanlar yan yana getirildiğinde benim görebildiğim yalnızca şu;
“..Riyakarlık...”

İnandırıcılıktan çok uzaktalar. İlkeliliğe yabancılar.
..bu absürdlükten benim çıkarabildiğim bu...
..ilkel, iğrenç bir komedi oynanmakta, hepsi bu...

İnsanlar, tavırlarını evrensel doğrular üzerinden sergilemelidirler.
Olaylara göre, kişilere göre değişkenlik arzederek ya da rüzgârın yönüne göre tavır belirleyerek ve Filistin’in yerel kıyafetlerini giyip/ boyunlara Filistin poşusu dolayarak Filistinli olunmaz...
Kaldı ki; illa bir yerlere ait olmak, bir yere mensup olmak gibi bir zorunluluğun olmadığı gibi burada da Filistinli olmak gibi bir mecburiyet de yok.
..yalnızca insan olmak yeterli...
“..mecburi olan da budur aslında...”

Zira aidiyet/ mensubiyet kavramlarının “barış”ın evrensel konsepti ile örtüşme gibi bir şansı da yoktur.
Savaşlar gibi birçok kirliliğin yaşandığı gezegenimizde, insanlık kendi doğrularının en doğru olduğu inancından/ inatçılığından arınarak yalnızca gerçeklere ulaşmanın mücadelesini vermelidir diye düşünüyorum.

Buna ilişkin en anlamlı yaklaşımı gösterenlerden biri de Fazıl Hüsnü Dağlarca’dır.
Üstadın şu sözlerini insanlık her kapıyı açan bir anahtar gibi değerlendirmelidir.
“ Doğadaki ilk kirlenmedir, ülkelere bölünmesi yeryüzünün...”

Bir olgunun özünü yakalayabilmek hayatı ciddiye almakla başlar.
Adeta “1 Nisan” şakası gibi tüketilen bu süreçte yaşanılanları acıyla tebessüm ederek izledik. Ve izlemeye de devam ediyoruz...
10.Nisan.2002.Çarşamba günü “Barış gönüllüleri”nin start verdiği karanlık eyleminin ikinci gününde, eylemciler Nazım Hikmet Kültür Merkezinde biraraya geldiler.
Burada, 1975 yılında yazdığı ve benim de çok sevdiğim bir şiirini okudu Ataol Behramoğlu. Şiirin adı; “Cellât”

“ ve cellât;
uyandı yatağında bir gece.
“tanrım” dedi,
bu ne zor bilmece
öldükçe çoğalıyor adamlar;
bense tükeniyorum öldürdükçe.”

Bu şiir; 2000/ 2001 yılları arasınca, tam bir yıl süreyle kapatılan “Özgür Radyo”nun kapatılma sebebiydi.
Ama aynı şiir Nazım Hikmet lokalinde Filistin’e destek amacıyla okununca orada bulunanlar tarafından ayakta alkışlanarak, televizyonlardan izleyenlerce de huşu içinde dinlendi...
“Özgür Radyo”yu kapatanların ise burada herhangi bir tavrını göremedik.
Sakın yanlış anlamayın; 'bu şiiri okuyanlar da cezalandırılsın' demek istemiyorum; tövbe hâşâ! .../ Yani, bu olayda da bir bilinç sıçraması tüm çelişkileriyle kendini sergiledi.../ Buna işaret etmeğe çalışıyorum...
Böylesi durumları kavram kargaşaları ile bulandırarak, eytişimleri bireşim noktalarında buluşturmaya çalışarak ve zorlama yorumlarla; “..tamam, çelişkidir. Ama bunlar uzlaşabilir çelişkilerdir...” demeye getirmek çok da anlamlı değildir.

Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminde, Bulgaristan’da yaşanılan olaylar hala hafızalarımızda.
O dönemlerde, Bulgaristan’da yaşayan Türklere karşı vandalist bir tavırla asimilasyon programları uygulayan ve bu anlamda etnik/ dinsel/ kültürel saldırılar gerçekleştiren Bulgar hükümetine yönelik tavırlar-tepkiler ile bu coğrafyada yaşanan benzeri olayların dinamiklerine karşı sergilenen tavırlardaki farklı standart çok net bir biçimde görülmekte.
..yani katmerli tenakuz...
..hem edimsel/ fiili çelişki, hem de düşünsel...

Çok asal bir söylem vardır;
“Ya başkalarına yaşam hakkı tanımalısın, ya da aynı şey başına geldiğinde; susmalısın...”

Bu ülkede; toplum demokratik, ekonomik, sosyolojik, kültürel alanlar gibi birçok sahada tükenme noktasına getirilmiştir.
..bu açık-seçik görülebiliyor...
Elbette ki bunun ana sebebi, hatta baş müsebbibi mevcut siyasi yapı ve o yapının (1950’lerden bu yana) içinde yer alan siyasilerdir.
Peki, ya sivil toplum kuruluşları? Resmi ideolojinin ürettiği ve toplumun benimsemediği politikalara karşı alternatif politikalar üretme/ toplumu bilinçlendirme gibi mükellefiyeti olan sivil toplum kuruluşları? ..

..onlar bu manzarada nasıl görünüyorlar? ..

Sivil toplum kuruluşları da maalesef siyasi yapının izdüşümünde oldukları için ve beyinsel kirlilikten nasiplerine düşeni aldıkları için bu mütecaviz yapı alternatifsiz olarak egemenliğini sürdürebiliyor.

..ne yazık ki böyle...

Burada tenzih edebileceğimiz birçok yapı, örgüt, kuruluş elbette ki var.
HADEP gibi partileri, İHD gibi dernekleri, Tabipler Odası, İstanbul Barosu, Mimar ve Mühendisler Odası gibi demokratik kitle örgütlerini ve KESK gibi sendikal yapıları bu eleştirilerimden tenzih ederek söylüyorum bunları.
Ve evrensel anlamdaki tepkilerin bu oluşumlardan geldiğini düşünüyorum...

*

İşgal süreci boyunca, ipini koparan soluğu Filistin Büyükelçiliğinde aldı.
Orası adeta suyolu yapıldı...

“..neden olduğunu söyledim, artık biliyorsunuz...”

10.Nisan.2002.Çarşamba günü, travestilerden bir gurup insan da elçiliği ziyaret ederek şiddete karşı çıkmak adına duyarlılık gösterdiler, eylemlere destek verdiler.
Bunu burada yazmak gereğini şunun için duydum; tüm bu yaşanılan keşmekeşin, karmaşanın içinde samimi olarak şiddet olgusuna karşı çıktıklarına ve Filistin halkına içtenlikle destek verdiklerine inandığım insanlar yalnızca bu travesti arkadaşlar oldu...
(..Yukarıda belirttiğim birkaç örgüte ilave olarak...)
Bunu tepkisel bir tavırla, bir ironi ile ya da demagojik bir söylem olsun diye söylüyor değilim. Bunu gerçekten böyle düşündüğüm için söylüyorum...

Hani; çok bildik halk söylemleri olur, günlük konuşmalarımızda da sıkça kullandığımız.
Örneğin; “Namus bacak arasında değildir yalnızca, beyindedir” gibi...
Bu olay da gösteriyor ki; homoseksüelliği (amiyane tabir ile İbne’liği) edilgen pozisyonda anal seks olarak tanımlamamak gerekiyor.
Asıl homoseksüellik, ki tehlikeli olanı da budur; “Beyinsel/ düşünsel homoseksüelliktir..”

Sözün sonu Albert Camus’dan...
“Tarih, insanların düşlerini gerçekleştirmek için giriştikleri umutsuz çabalardan başka bir şey değildir.”

Gürkal Gençay
17.Nisan.2002.Çarşamba
DenizKöşkleri - İstanbul

* İşbu Makale Yazarının Adına Kayıtlıdır. Kayıt Tescil No: 497555125964
************************************************************************************

Gürkal Gençay
Kayıt Tarihi : 13.7.2006 19:32:00
Hikayesi:


* ''ağlayabilenler ağlasın. ağlayamayanlar da ağlar gibi yapsın...'' / -hadis-i şerif - Şimdi belki daha çok şey bulabiliriz ağlamaya bahane olacak... * “Tarih, insanların düşlerini gerçekleştirmek için giriştikleri umutsuz çabalardan başka bir şey değildir.” -Albert Camus- /

Gürkal Gençay