(Ben tek başıma zaten neyi değiştirebilirim ki, diyerek hiçbir şey yapmamak kadar büyük bir yanlış yoktur... ''Edmund Burke'')
Rosa Luxemburg’un, genelevlerde çalışan kadınların aldıkları düşük ücretler ve sömürü düzenine karşı yaptıkları direnişlerini örgütleme çalışmalarına, Lenin rasyonel ve köktenci bir yaklaşımla eleştiri getiriyordu.
“ Kadınları genelevlerinde çalışmaya zorlayan koşulları ve onlara bir anlamda zorunlu çalışma mekânı olan genelevlerin varlıklarının gerekçelerini ortadan kaldırmalıyız.../ Aslolan budur...”
*
İzmir Büyükşehir Belediyesi, genelevlerinde çalışan kadınlarla birlikte yaşayan ve bu hanımların söylediğince yaşamlarını, acılarını, yalnızlıklarını ve dostluklarını kendileriyle paylaşan kedileri/ köpekleri tahliye etme kararı almışlar.
“..İzmir’liler gözünüz aydın olsun...”
Koskoca adamlar(!) üşenmemişler; o muhteşem popolarının üstüne oturmuşlar, toplantı üstüne toplantı yapmışlar, bu önemli/ hayati konuda fikir birliği edip konsensüse varmışlar veee...
/..ve bu dahiyane kararı almışlar.../
Artık belediyenizin kazdığı ve bir uyarı işareti bile koymadığı çukurlara düşüp kolunuzu/ bacağınızı kırmayacaksınız. Yaşadığınız yerleşim bölgelerinin ortasından geçen trafiğin aktığı otoyollarda üstgeçitsizlik yüzünden araba altlarında kalıp ölmeyeceksiniz.
Zor anlarınızda belediyenizin itfaiyesi anında yetişecek, pazaryerlerinde yaptığınız alışverişlerinizde kazık yemeyeceksiniz. Ucuz belediye ekmeğini geceyarıları kuyruklara girip de almayacak, betonların, taş duvarların ve çelik yığınlarının kuşatmadığı yemyeşil kentinizde belediye otobüsleriyle “hıyar turşusu” gibi tıkılmadan insana yaraşır biçimde seyahat edebileceksiniz.
Gördüğünüz gibi belediyeniz sizin için cansiparane çalışıyor ve kamu yararı(!) içeren kararlar alıyorlar.
Bu minvalde kedileri/ köpekleri yaşadıkları evlerden tahliye edip, sokaklara atıyorlar.
/..ne kadar sevinseniz azdır! ../
“ İzmir’liler gözünüz aydın olsun! ..”
-“ Teşekkürler Ahmet Priştina! .. Allah bir tuttuğunu altın, bir tuttuğunu gümüş etsin... Amman yanlış şeyleri tutma ama! ..”
Kadınlarımızı genelevlerde çalışmaya zorlayan koşulları ortadan kaldıramadık ve onları genelevlerden kurtaramadık, bari hayvanları kurtaralım(!) diye düşündüler herhalde zat-ı muhteşemler...
Aynı meclisteki zat-ı muhterem’lerin; “Memleketi kurtaramadık, bari kendimizi kurtaralım.” demeleri gibi...
Şimdi; gülsek mi ağlasak mı diyoruz ama öyle bir noktadayız ki ne halt edeceğimizi de bilemiyoruz, tam olarak kestiremiyoruz...
/..gülsek mi, ağlasak mı, sövsek mi yoksa? ../
İzmir’in devasa boyutlardaki alt yapı/ üst yapı sorunları dururken, yürütülmeye çalışılan metro inşaatları neredeyse durma noktasına gelmişken, göçler ve buna bağlı olarak gecekondulaşma kenti kanserojen bir olgu gibi sarıp sarmalarken belediye ne yapıyor?
Genelevlerde sahipleriyle birlikte yaşayan hayvanları bulundukları mekânlardan tahliye edip sokağa atıyor...
/..neden? ..
..çünkü sorun büyük; sorun namus davası! ../
Kadınlarımızın namusunu koruyamadık, bari hayvanların namusunu kurtaralım...
Aynı meclisteki zat- şahane’lerinin “Milleti mezarda emeklilikten başka bir biçimde emekli edemiyoruz, onlara istedikleri ölçüde zam da veremedik, velhasıl vatandaşı kurtaramadık, bari kendimizi kurtaralım.” diyerek aldıkları (kendilerine yönelik) kıyak emeklilik ve kıyak maaş kararlarında olduğu gibi...
Yoksulluğun, fakirliğin ve çaresizliğin fuhuşu neredeyse sokaklara, evlere, varoşlara taşıdığı;
evlerine bir lokma ekmek götüremeyen insanların köprülere, damlara/ çatılara çıktığı ve ardında iki satır mektup bırakarak intihar ettiği;
annelerin çocuklarına yedireceği bir lokma ekmeği bulabilmek için etini sattığı ve bütün bu trajik hikayelerin artık olağanlaştığı, adeta sıradanlaştığı bir ülkede canlı onuruna yakışmayan böylesi menfi koşulları ortadan kaldırmak dururken belediye ne yapıyor?
“..her kuşu bibipliyor, gözünü leyleğe dikiyor...”
Hırsızlık, uğursuzluk, onursuzluk, şerefsizlik yaparak para kazanan, cukkalarını doldurup köşeleri dönen iğrenç insanların aksine, (bence) onurlarıyla işlerini yapan, kendilerinden başka kimseye zararları olmayan bu insanları yaşamlarını paylaştıkları tüylü dostlarından ayırmanın nasıl bir mantığı olabilir? ..
Meslekleri gereği istemedikleri, sevmedikleri insanlarla her gün “metazori” beraber olan, toplum tarafından dışlanan, ötelenerek yalnızlaştırılan, ilişkiden sonra adeta kirletilmişliğinden arınırcasına tüylü dostlarına sarınan/ sığınan ve bu köhne dünyanın çirkinliklerini onlarla unutmaya çalışan bu insanlara bu acıyı yaşatmanın nasıl bir mantığı, nasıl bir açıklaması olabilir? ..
Bilinir ki; en büyük işkence, kanunla yapılan işkencedir...
“ Onları kurtaramıyoruz,gemi de batıyor; bari kıçımızı kurtaralım.” demek değil midir bu tavır? ..
..böyle sakat, böyle saçma salak şey olur mu ya? ..
Aslında doğruyu söylemek gerekirse, bu kafalar bırakın milletin canını, malını, namusunu korumayı, kendi petkalarını bile koruyamazlar...
..çünkü beyinleri namuslu değil elemanların...
Eğer altında başka hinoğluhinlikler yoksa, başka çıkar hesapları/ rant hesapları yoksa, genelevin bulunduğu yerde bir takım arsa/ arazi hesapları yoksa, ve geneleve yakın semtlerde oturanların baskıları sonucu (seçim hesapları yapılarak) bir tür yıldırma politikası yapılmıyorsa; belediyenin bu yaklaşımını “İzmir Büyükşehir belediyesi iş yapıyor” görüntüsünün yaratılma fırsatçılığı, oportünizmi olarak değerlendiriyorum.
Geriye başka bir ihtimal kalmıyor ama yine de burada bir şey, bir dümen var gibi geliyor bana...
Bir ketempere, bir dümen var gibi geliyor bana...
..size de öyle gelmiyor mu; ha? ..
“..gelmiyor mu? ..”
..a-aa! ..
..problem bende mi yani? ..
İzmir B.Ş.Belediyesinin sistematik olarak sokaklardaki hayvanları katlettiği bir süreçte, evlerde barınan hayvanları faşizan bir dayatma ile sokaklara attırmak ya da ilkel barınaklara taşıyıp oralarda itlaf etmek kenti hayvansızlaştırma politikası değil midir?
İnsan algılamaları içinde asla değerlendirilemeyen bu vahşetengiz uygulamalar, adında “demokrasi” kavramı olan bir partinin belediyesine yakışır uygulamalar mıdır? ..
Bunun ısrarla üzerine gidilmesi gerekiyor... Kör bir nokta var orada...
Ecevit, kendi partisinden birinin başkanlığını yaptığı bu belediyenin uygulamalarını takip etmiyor mu? ..
Hadi duymuyor diyelim, peki gazete de mi okumuyor insancıl(!) Ecevit? ...
Siyasi yaşamını çok kötü bitiriyor Ecevit. Onurlu başladığı siyasi yaşamını çok kötü bitiriyor...
Gelecek kuşaklar hiç de iyi anmayacaklar Ecevit’i.
Bu ülkeyi emperyalist ülkelere, yabancı kartellere, tröstlere peşkeş çeken;
tarihi, kültürel ve çevresel değerlerimizi yok edecek olan, kamu yararı ilkelerimizi ortadan kaldıran, ülke yasalarını hiçe sayan ve çokuluslu yabancı sermayeye “..artık bu topraklarda istediğiniz gibi at koşturabilirsiniz...” demeye getiren tahkim yasasını çıkartan;
eğitim reformu, vergi reformu, çalışma ve sosyal güvenlik reformu adı altındaki ucube uygulamaları dayatan;
kamuoyuna kısa süreli olacak diye lanse ettiği ve kamuyu oyuna getirerek iki sene sonra da 'kalkmıyor' dediği milleti silindir gibi ezen “deprem vergileri” ile canından bezdiren,
ve hayvanların, belediyelerce katledilmelerini legalleştirecek “Hayvan Koruma Kanunu”nu içerdiği ilkel maddelerle çıkartan Ecevit, bu toplumun hafızasında çok kötü bir şekilde yer edecek...
Gelecek kuşaklar hiç de iyi hatırlamayacaklar Ecevit’i...
Anlaşıldı; adındaki “sol” ibaresine rağmen Fetullah Gülen’ci tavırlarıyla dikkat çeken Ecevit başbakanlıktan sonra F.Gülen’in dergâhında (hak vak-i olup da, hakkın rahmetine kavuşana kadar) çile dolduracak herhalde... Abartmıyorum;
kendini özgür hissettiği her fırsatta dergilerinde, konferanslarında uzun vadede TC’ye şeriatı getirmeyi düşünen F.Gülen’in sıkı bir müridi ve ülkedeki şeriatçıların (kendi söylemiyle, iyi tarikatların) manevi hamisidir Ecevit...
“..doğrusu, bu durumu kendi adıma çözebilmiş değilim...”
Başbakanlıktan sonra Ecevit, çıkarıp o takım elbiseyi yakasız bir gömlek, cepsiz bir hırka (cep dünyalığı simgeler çünkü) giyer...
“..elinde de asa...”
Artık saçını/ sakalını da boyamaz. Ve sakalını uzatır...
..böylesi daha etkileyici olabilir...
Artık o Romanya, Rusya, Bulgaristan seyahatleri biter. Daha uhrevi, daha manevi seyahatlere çıkılır.
Yurtdışında Arabistan, İran, Afganistan falan... Yurtiçinde de Anadolu köy köy, bucak bucak gezilir...
..vaazlar verilir...
Sabah namazına müteakiben başka bir köye (vaaz vermeye) yola çıkılır.
Yanında o sevgili eşi Rahşan Hanım olur. Tabii o üç adım arkasından eşlik eder Sayın Ecevit’e...
İnsan yaşlandıkça korku zoruna dine falan sarılır ya, Ecevit’inki de böyle bir şey herhalde...
..aslında burada bir sorun yok...
Talihsizlik Ecevit’in şu anda Başbakan olmasında...
Başbakanlıktan sonrasını garantiye almak istiyor herhalde Sayın Ecevit...
Muamelat ve ahiret işlerindeki yoğunluğu ve karmaşası bundan olsa gerek.
Ha, sahi F.Gülen niye Amerika’da yaşıyor? .. Hastaydı, tedaviydi, gak’tı _ guk’tu diyorlar...
Peki, hastane masrafları nasıl karşılanıyor, kim karşılıyor, Gülen’in geliri nereden geliyor?
“..bildiğimiz kadarıyla kendisi emekli bir din adamıdır sadece...”
TC’de olmamasının nedeni öyle tırsmak falan değildir herhalde.
..öyle ya, niye tırssın ki? ..
Bu soruların cevabını duymak isterim Sayın Ecevit’ten.
..yazık, gerçekten yazık...
“..gırtlağımıza kadar bo... / neyse, seviyemizi bozmayalım...”
..gırtlağımıza kadar çamura batmış durumdayız...
Ecevit’in bu ideoloji erozyonuna uğramış hali ve ondaki bu bilinç kayması, ideoloji kayması, kendisini hala “Karaoğlan” zannederek oy veren insanları hayal kırıklığına uğratmıştır...
İdeolojisinden tavizler vermiş, sistemden nasibini almış, siyasi anlamda kimliksizleşmiş, herhangi ilkel/ sıradan bir sağcı politikacıdan farkı kalmamış olan Ecevit siyasi yaşamını çok kötü bitiriyor...
Tipik bir Türk politikacısı figürü, sağcı politikacı tipi çizen; bugünlerin yeni “devrimcisi”, neo-devrimcisi Ecevit’e oy veren insanların fena halde kandırıldıklarını/ kazıklandıklarını düşünüyorum...
..yanlış mı düşünüyorum? ..
İşte Ecevit... Anında yola gelen, anında gevşeyen ve aymazlığı ihanet derecesinde devam eden bir siyasetçi prototipi çizmiyor mu? ..
Önce esen/ gürleyen (Örnek: Merve Kavakçı olayı) sonra da soft-politik davranan Ecevit’in bu davranışı beni haklı çıkarmıyor mu? ..
Peki, devrimci Ecevit’in idamlara karşı koyduğu tavır size inandırıcı geliyor mu? ..
..bana hiç de öyle gelmiyor...
Bence; Ecevit, özü itibarı ile idamlara karşı değil... Konjonktürel, dönemsel olarak idamlara karşı görünüyor aslında...
İç ve dış etkilere, koşullara bağlı olarak idamlara karşı... İçselleştirdiği bir karşı çıkışı yok yani...
İdam tartışmalarının yaşandığı süreçte ortaya çıkan “çete davaları” ve AB adaylığı Ecevit’i bu noktaya zorlamıştır sadece...
“..netekim, netekim tarih bizi yanıltmayacaktır, şükkürler ossun(!) ..”
Ha, unutmadan... Sayın Ecevit, hala o kedileri besliyor musunuz evinizde? ..
“Evet” demeyin çok komik olur zira...
Yok, gerçekten hala besliyorsanız, sakın İzmir B.Ş.Belediye başkanınız A.Priştina duymasın...
..benden uyarması...
..ne demeli? ..
..hiçbir şey dememeli tabii ki...
..biz burada gariban, biz burada car... car... car...
Umarım.................................................................
“Umarım” dedim kaldım. Çünkü Türkiye’nin gerçeğini biliyorum...
..duygularıma egemen olan aklım “umarım” dedi kaldı...
Düşünürün “Gerçek değer geldiğinde boşluk dolduran değil, gittiğinde boşluk yaratandır.” sözüne paralel olarak, Sayın Ecevit siyaset dünyasından gittiğinde bir boşluk yaratmayacaktır...
Zira TC’nin siyaset dünyasına “Karaoğlan” olarak giren Ecevit, “Sanaloğlan” olarak gitmektedir...
*
Bir zamanlar televizyonlarda bir yarışma programı vardı. Tele-kutu yarışması... Program sunucusunun yarışmacıya;
-“Kutunuzu açmayalım, onun yerine size şunu verelim, yanında da bunu verelim...” şeklinde psikolojik ataklar yaptığı bir şeydi hatırladığımca.
Kutuda değerli bir hediye varsa (ya da yoksa) sunucunun esprili bir şekilde daha ucuz, daha sıradan şeyleri yarışmacıya kakalaması üzerine kurgulanmış bir yarışmaydı...
İzmir Belediyesi’nin bu olayında da buna benzer pragmatist bir yaklaşım seziyorum ve diyorum ki;
-“ Kardeşim kutuyu aç... İstemiyoruz artık (o olmadı bu olsun) dayatmalarını yahu! ..”
Ve son söz... Artık açalım ki kutuyu, söyleyelim şu kötüyü:
“ Şerefli bir insan olmaya çalışırsanız, dünyadan bir şerefsizin eksildiğini görürsünüz...” Thomas Carlyle
Gürkal Gençay
15.Şubat.2000.Salı-İstanbul
İşbu Makale Yazarı Gürkal gençay'ın Adına Kayıtlıdır. Kayıt Tescil No: 494685124653 / Tarih - Saat: 12.12.2006 / 12:47:00
*********************************************************************************
*Makalenin başlığı Jacques Seguela’nın “Anneme Reklamcı Olduğumu Söylemeyin, O Beni Bir Genelevde Piyanist Sanıyor” isimli kitabından esinlenilmiştir.
Gürkal GençayKayıt Tarihi : 9.7.2006 17:56:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu yazı, yeni kaleme alınmış bir yazı değildir. Yıllar önce yazılmış ve çeşitli radyolarda, dergilerde, toplantılarda yayınlanıp okunmuştur. Yazının talihsizliği, muhataplarından birinin şu anda yaşam ünitesine bağlı olarak yaşamını sürdürmesi, diğerinin ise terk-i diyar etmesidir... Ahlaki anlamda, yiten insanların ardından yazı yazılmaması gibi sorunlu bir yaklaşımım olmadığı için yazıyı yayımlama gereğini duydum... Diğer yazılarım gibi...
![Gürkal Gençay](https://www.antoloji.com/i/siir/2006/07/09/z-yazilar-anneme-sokaklarda-oldugumu-soylemeyin-o-benim-genelevde-yasadigimi-saniyor.jpg)