Loş bir ortamda ne olacağına dair en ufak bir fikrimiz olmadan bekleşiyorduk. Müthiş kalabalıktan insanların sadece yuvarlak kafaları fark ediliyordu. Herkes suskun, çaresiz ve şaşkındı. Bir süre öyle bekleştikten sonra kalabalık hareketlendi, sola doğru dönerek ufka bakmaya ve konuşmaya başladı.
-Beratlarımız verilecek.
-Bu kalabalıkta ben nasıl alacağım?
-Susun, duyamıyorum! Belki benim adım söylenmiştir.
Birden öldüğümün ve yeniden diriltilip diğer bütün insanlarla beraber mahşerde toplandığımızın farkına vardım. İçimi büyük bir heyecan kapladı. Sözü edilen berat ise kurtuluş ya da mahvoluş belgem olmalıydı. Acaba? lar içerisinde, etrafımda dünyadaki yakınlarımı aradım. Nedense tanıdık hiç kimseye rastlayamıyordum...
Derken bütün ufku kaplayan yarım daire şeklinde bir fırın belirdi. Kapağı aşağıdan yukarı doğru görkemli bir şekilde açılan fırının içindeki mavi nur dışarı sızıp bizi aydınlatmaya başladı. Herkes kollarını havaya kaldırmış kendi beratını bekliyordu.
Nihayet mavi nurdan bir parça koptu. Fırın görevlisi tarafından Falanca kişinin denerek insanlara doğru uzatılıp sahibine ulaştırıldı. Her berat verilişinden sonra fırının kapağı kapatılıyor; loş karanlıkta yeniden açılmasını heyecan içerisinde beklemeye başlıyorduk. Bir çok kişinin beratı verilmişti ama henüz sıra bana gelmemişti. Korkmaya başladığım bir sırada kendi adımı duydum.
-O benim beratım! Ne olur buraya uzatın. Ben buradayım.
Çığlıklarım işe yaradı. Beni gördüler. Elden ele bana doğru gelen beratımı eline alanlar söyleniyorlardı.
-Çok soğuk
-Çok ta sertmiş
-Olsun, siz yine de bana verin.
En sonunda ekmek büyüklüğünde ucu bir dilim kadar koparılmış beratımı alıp göğsüme bastırdım. Denilenin aksine ılık ve yumuşaktı. Benden öncekilerin yaptığı gibi sağıma dönüp ilerledim ve kalabalık dışına çıktım.
Karşımda inanılmaz bir manzara vardı. Her taraf bu defa beyaz nura bürünmüştü. İleride yerden göğe doğru yükselen, bana binek diye bildirilen nurdan köşeli sütunlar ve bu sütunların üzerine sırası gelen insanları taşıyan kanatlı nurani melekler vardı. Bu şahane manzarayı seyrederek yürüdüm. Aniden iki melek gelip koltuk altlarımdan tuttular. Yukarıya doğru yükseldik. Beni bir sütunun üzerine bırakıp geri gittiler. İki ayağımı birden koyacak yer bulamadım. Sağ ayağımın üzerinde dengemi korumaya çalışıyordum. Aşağıda insanlar çok küçük görünüyorlardı. Düşersem halim nice olurdu. Bu zor durumda iken gözüme küçük oğlum Mustafa ilişti. Ellerini ensesinin altında kenetlemiş, ayaklarını birbiri üzerine atmış yatar vaziyette istirahat ediyordu. O da beni gördü. Hemen ayağa kalktı. Beni elimden tuttu.
-Hoş geldin anneciğim. Gel benim yerime otur. Ayakta kalma.
-Oğlum, sana yer kalmaz. Kalkma yavrum.
dediysem de oğlum beni oturtup ardından aşağıya atladı. Hemen iki melek gelip onu havada iken kollarından tuttular ve bir önceki sütunun üzerine oturttular. Etrafımdaki konuşmalardan anladığıma göre o sütundan binekte bir kişi eksikmiş. Mustafa gelince tamamlanmış. Yolcularını alan binek alttan kısalmaya başladı. Sonra havada nurdan kocaman bir top haline gelip ışık hızı ile cennete doğru gözden kayboldu. Biz de hayranlıkla olanları seyredip kendimizden geçmiştik. Gelen bir haberle kalplerimiz çarpmaya başladı. İnsanlar neşe içerisinde birbirlerine müjde veriyorlardı.
-Sıra bizde, sıra bizde... Hazırlanın, cennete gidiyoruz!
Mücella PakdemirKayıt Tarihi : 2.4.2008 12:01:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Uzun yıllar evvel gördüğüm bu rüyayı, unutmak istemediğim için kaleme almıştım. Sizlerle de paylaşmak istedim. Dost muhabbetlerimle.
![Mücella Pakdemir](https://www.antoloji.com/i/siir/2008/04/02/z-ruya-mahser.jpg)
TÜM YORUMLAR (22)