Uzunca geçen bir sessizlik evresindeyim. Uzaktan seyrederken sevgiliyi, onca özlerken onunla geçen süreleri ve bir o kadar acı ki sesinden, yüzünden yoksunluk; tarifi yok şimdilerde sessizliğimin. Yazmak isteyip yazamamak, konuşmak isteyip susmak ve görmek isteyip bakamamak yasaklısı olduğum günden beri, düşünce suçu işleyip duruyorum geceleri. içimde kopuyor isyanlar ve bu uğurda çıkardığım savaşlarda, kuşatsam da kalelerini, sancağını alsam da elime, fethetsem de seni, gerçeğin soğuk nefesi ensemde… Yani sensizlik, yani senden sonraları ve sonrasından sonraki yalnızlık… Hiç seninle olmayan ama hep seninle hayal edilen bir ömrün son nefesleri…
Suskunluğumun en şehvetli günlerinde çıktı karşıma yüzün ve yüzünün yansıması oluverirdi günüm. Yasaktı belki, belki de haram ama yinede karşı konulamaz bir yaşama içgüdüsüydü sana sarılışım, sana, yani vazgeçemediğim mabedine sığınışım… Yalnızdım ve bunu en iyi sen anlayabiliyordun çevremde. çünkü senin, onca kalabalığın arasında benden sadece tek farkın oluyordu hep; avuçlarının arasında barındırdığın, hiç vazgeçemediğin ve her zaman ötelediğin bir yazgın olan Korkun. Sevmekten ya da sevilmekten arkana bakmaksızın kaçışın. Bu da yetmezmiş gibi önüne geçemediğin, körü körüne güttüğün gururun. İkimizde çoğulduk ama tekildik iç dünyamızda. Anlaşılamıyorduk, anlayamıyorduk olanları. Ve sadece hak etmediğimiz yaşam biçimlerine uymaya çalışıyorduk, ağır sorumluluklar altında ezilerek. Suskunluğunu, bir asalet nişanesi gibi göğsüne iğnelenmiştin. Bense haykırışlarımı, isyanlarımı dolduruyordum ceplerime. Dibe vurduğum kadar vurdum bir daha çıkmamak üzere…
Adını sayıkladıkça kalemim, yazma dürtüsü içimden hiç eksilmiyor. Yüzün ve yüzünün yansıması oluveriyordu kâğıdım. Yasaktı belki düşünmem, belki de hayal edişlerim. Ama bu kimin umurunda. Sadece bir benim bildiğim gerçeklik, gün doğumu lezizliğinde. O da sen, o da sana duyduğum bağımlılık. Olmasan, olmayacak gibiydi yaşam, olmayacak gibiydi fotosentez, dolmayacaktı hücrelerim nefesinle, seni düşündüğüm gerçekliğimde. Sana ait olan her bir parça, bir karesini oluşturuyor yaşam kesitimin ve toplasam kısa metrajlı bir film kadar yer kaplıyordu beynimde. Ama o kadar ağır bir senaryosun ki, fazla geliyor yüreğime ve kalemim ucundan akıyor kâğıdıma…
Sende doğup, sende batıyor güneşim, tüm kapılarım sana açılıyor, yüzün ve yüzünün yansıması oluveriyordu yarınlarım. Sen ise bundan bir haber halde sürdürüyorsun arta kalan zamanını. Yalnızlığınla mutlusun ve yalnızlığında huzurlu. Bende var olan onca umut sönük kalıyor artık korkularının karşısında. Sönüp giden yaşamların ardından yakılan ağıtlara karışıyor ruhum…
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta