Yıllar önce çocuklarımızın kaliteli kağıda basılmış renkli resimli kitapları yoktu. Bir firma yeni yıl dolayısıyle çocuklar için takvim hazırlatmıştı. Belki de bu çalışma o zamanlar Türkiyede bir ilkti. Çocuklara uygun ebatlarda hazırlanmış gözalıcı renkli resimlerle dolu bir masalı tasvir eden ön sayfayı çevirince, arkasında masalın yazılı metni bulunuyordu. Okuma yazma bilen küçükler için hazırlanmıştı. Kızım o zamanlar iki, ikibuçuk yaşında olduğundan okuma bilmiyordu. Fakat okumayı o kadar seviyordu ki, oyuncakları ile oynamak yerine kitapların bulunduğu odaya girip boyunun yetişebildiği kısımlardan onları indirip sayfalarının kalitesini test ediyordu! O zamanlar İstanbul’da insanlar evlerinin altını kaç dükkan fazla yapabilirim düşüncesi içinde değerlendirmeyi düşünüyorlar, yerleşim yerlerinde yeşil alan kavramı neredeyse bilinmiyor, baharın ve yazın geldiğini ancak pazara gittiğimizde anlayabiliyorduk. Çocuklarımız için de oynayacak park bahçeler sınırlı sayıda veya uzak mesafelerde idi. Onların eğitiminde ve eğlendirilmesinde annelere büyük iş düşüyordu. Kızım babasının getirdiği bu renkli takvim hikayelerinin resimlerine bayılıyor, orada gördüğü nesnelerin ne olduğunu sorarak öğrenmeye çalışıyordu. Ben de sayfanın arkasındaki masalı onun anlayacağı dile tercüme ederek, kahramanları ve eşyaları ifadelerle eşleştiriyordum. Resimlerden birinde çok güzel resmedilmiş taşlarla örülü, üzerindeki kalasa bağlı iple içine sarkıtılmış bir kova bulunan su kuyusu vardı. Onun bir kuyu olduğunu öğrenince:
-Annecim; bu Yusuf Peygamber’in kuyusu mu? diye sordu.
-Aa.. evet bak.. Yusuf Peygamber’in kuyusu da bunun gibiydi işte.. gördün mü?
-Anlatsana annecim.. Yusuf peygamber orada ne yaptı?
-Hiç… hiç birşey yapmadı… sadece dua etti ve oturup bekledi.
-İçinde su var mıydı?
-Yok.. su yoktu.. hiç zarar görmedi.
-Sonra annecim, sonra ne oldu?
-Sonra oradan geçenler su içmek için kuyuya eğilip bakınca… bir de ne görsünler? Yusuf Peygambeeer…. İçerde oturup duruyor.
-Korkmamış mı?
-Yok.. hiç korkmamış….
……
Yusuf suresinde anlatılan kıssa “ahsanül kasas” en güzel kıssa adıyla bildiğimiz olay; içinde çocuk psikolojisi, kadın ve erkek psikolijisi, toplum psikolijisi ile ilgili incelikleri de barındırmaktadır.
Hz. Yakup; oğlu Yusuf’un gördüğü rüyayı kendisine anlatması üzerine, diğer çocuklarının kardeşleri olan Yusuf’u kıskanacaklarını, dolayısıyla O’na bir zarar verebileceklerini düşünmüş ve bu rüyasını kardeşlerine anlatmamasını öğütlemişti.
Babalarının Yusuf’u kendilerinden daha fazla sevdiğine inanan kardeşlerinin içlerinde kıskançlık ateşi alevlenmiş, çocuk masumiyetlerini ve insani vasıflarını benliklerinden kaldırmıştı. Gözleri hiçbir şey görmüyor, sadece O’nu yoketmek istiyorlardı. Bu sayede babalarının sevgisinin tek kendilerine kalacağını, yahut kendilerinden daha fazla sevilen birinin artık bulunmayacağını ve böylece mutlu olacaklarını düşünüyorlardı. Kardeşleri bu fiili işlemeye yönelten saik insanoğlunun içinde, mayasında vardır. Zaman, mekan, kültürel farklılıklar, eğitim ya da başka bir şey bunu tamamen yoketmeye muktedir değildir. Savaşlarda yaşanan olayları, konuşur, düşünürüz bazen.. ve bir insanın bu vahşetleri nasıl yapabildiğine inanamayız. Kendimizi onların yerine koymayı dener, fakat bundan bile ürküntü duyarız. Sabahları gazetelere baktığımızda cinayet, vurma, kırma, vahşet olaylarını görmemek için çoğumuz ya sayfayı değiştirir, ya da mide bulantılarımıza katlanmak zorunda kalabiliriz. Asırlar önce yaşanmış olan ve Kuran’da anlatılan Yusuf kıssası zamanımızda da yaşanıyor, daha sonraki zamanlarda da yaşanacak. Her ne kadar bizler olayın nasıllığını niceliğini kavrayamasak ta vahşi yönü insanın benliğinde idareyi ele geçirmişse, insanlık vasfından “esfeli safiline” doğru yol almışsa, Yüce Yaratıcı’nın “kendinize zulmetmeyiniz” uyarısı unutulmuşsa, insanın insanlığını koruyacak inanç ve amel mahfazası çıkarılıp atılmışsa; bozulma ve çürümeye her şeyden daha meyyal insan fıtratı, nüvesine yerleştirilen “kan dökme” mikrobunun tesirine maruz kalarak insanlığın tamamen zıttına hareket edebilmektedir. Ve çocuklar masumiyetini kaybedebilmekte, park ve oyun alanlarında top yerine en yakın arkadaşlarının kellesini tekmelemeye, ya da başka bir şekilde yok etmeye kafa yorabilecek kadar canileşebilmektedir. Gülen çocuk gözlerinin yerine katil gözleri yerleşebilmekte,herhalde hayalet korkuları yerine her gece düşlerine öldürdükleri arkadaşlarının ruhu girmektedir.
Basında yeralan çocuk katiller ve öldürülen masum çocuk çok acı ve düşündürücü bir olay olsa gerektir. Sağlıklı düşünen beyinler için böyle bir olayın anlaşılma ihtimali sanırım yoktur. Birkaç gün önce birlikte aynı okulun sıralarını paylaştıkları, bahçede birlikte top oynadıkları, birlikte çocukluklarını yaşadıkları arkadaşlarının artık aralarında olmaması büyük insanların bile üzüleceği bir ayrılık iken, yaşları 12 ile 14 arası olan çocukların bundan üzüntü duymamaları nasıl açıklanabilir? Ve arkadaşlarının yokluğuna en feci şekilde kendileri sebep olmuşsa bir çocuğun bunu neden ve nasıl gerçekleştirebildiği, okul bahçesine gömdükleri arkadaşlarının toprağın altında yatışına, bundan böyle toprağın üstünde koşup oynayamayışına nasıl sebep olabildiğini, onun yokluğunu nasıl kabullenip hatta isteyebildiğini insan nasıl anlayabilir?
Öldürülen çocuk hayatını kaybetmiştir. Öldüren çocuklar ise masumluklarını, çocukluklarını, insanlıklarını ve toplum da o çocukları kaybetmiştir. “Global köy” de denilen dünya artık küçüldüğünden olayın mesafesi o kadar da önemli değildir. Bugün başka ülkede yaşanan vahşet herhangi bir zaman diliminde daha başka yerlerde yaşanmaz diye bir garanti yoktur. Toplumu olumsuz eylemlerden engelleyecek kriterler olmazsa herkesin aklına eseni ve canının istediğini uygulamaması için de bir sebep yoktur aslında. Özgürlük adı altında gençlerimiz başıboş gayesiz sadece günü hatta anı yaşamaya ve bunun da başıboşluktan geçtiğine (bu özgürlük değildir bana göre) inandırılırsa, manevi ve kültürel değerlerden uzaklaştırılırsa, “ye,iç, eğlen.. gerisi boş” fikriyatı hayat felsefesi haline getirilirse… elbette ki insanoğlunun nefsi emmaresi doyumsuz ve dizginlenemez hale gelecek, insani değerlerini yitirecek, istediğini elde edebilmek için her yolu mübah sayacaktır. Böylelikle “ahsen-i takvim”den “esfel-i safilin”e doğru yuvarlanmaya başlayacaktır.
Kur’an’da belirtildiğine göre Allah insanı yaratırken meleklerin itiraz değil de şaşkınlıkları olmuş:
Ya Rabbi.. bizler hamdinle seni tesbih ve takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? demişlerdi.
Allah ta onlara:
Sizin bilemeyeceğinizi herhalde ben bilirim. dedi.*1
Ve insanı yarattı. İnsan yeryüzünde Allah’ın hükümlerini icra etme ve O’nun Rabbani emirlerini uygulama hususunda O’na vekalet ettiği için “halife” diye isimlendirilmiştir. *2
Buradan da anlaşıldığı gibi insanın yaratılışında kan dökücülük vardır. Çünkü sürekli kötülüğü emreden nefis denen olguyu içinde barındırır. Hayatının her döneminde kötülükle mücadele etmesi gereken insanoğlu bunu başarabilirse meleklerden daha üstün seviyeye ulaşması mümkündür. Eğer kötülüğün çarkına kendini kaptırırsa yokolması, bazen kendisiyle birlikte çevresini de yok etmesi kaçınılmaz olur.
*ahsen-ül kasas= kıssaların en güzeli (sure-i yusuf)
*esfel-i safilin = sefillerin en sefili, cehennemdekilerin en aşağı tabakasındakiler
* nefs-i emare = insanın çirkin ve şeytanın teşviklerine itirazsız ve mücahedesiz tabi olma hali
*ahsen-i takvim= insanın en yüksek kabiliyetlerde ve en güzel surette yaratılmış olması
*1 = Bakara / 30
*2 = Safvetü’ttefasir (M.Ali Essabuni)
Kayıt Tarihi : 5.6.2006 22:45:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Meryem Şahin](https://www.antoloji.com/i/siir/2006/06/05/yusuf-peygamber-in-kuyusu.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!