Hayat neye sığar? Bir yağmur damlasına mı?
Ya da neyi n toplamıdır hayat?
Hayat belki de her birimizde biriken insan öykülerinin toplamıdır. Her bir öyküde kendimizi yeniden yarattığımız. Ve her öykünün kendinden sonra gelen öykülerdeki izdüşümüyle hayata damgasını vurması.
Bulutlar toplanırken gökyüzünde, ılık bir ıslaklık olarak yüzümüze inen bir dokunuşla, nisan yağmuruyla ıssız bir sokakta ıslanmanın sonraki yaşam öykülerimizde bıraktığı etki.
Hayata bir çığlıkla başlayan öykülerimizde bizler tutuklu doğduk bir şeylere.
Hepimizin içinde birbirine dolanan incecik sokaklar gezinirdi. Tüm yarım kalan yanlarımızla ancak birbirimize yürürken tamamlanırdık.
Birlikteliğin, el ele vermenin bir güzelliği olurdu; soğuk bir günün sonrasında soba başı çaylarımız, öksürerek tüttürdüğümüz proleter sigaranın dumanlarına sarıp ta saldığımız düş günlerimiz. En çok ta devrim marşlarımızla kentin en kalabalık caddelerini öykülerimizle yürüme düşü ayartırdı bizi. Gelecek öykülerimize yolculukta, yüzümüzdeki gülümsemelerle çoğalırdık. Neydi biz bunca çoğalmaya koşullayan, durmaktan, yürümüyor olmaktan, yol almıyor olmaktan korkutan. Bizi yürümeye, yol almaya çoğalmaya koşullayan içimizde yaşattığımız sosyal bir canlı olma sorumluluğu, toplumsal yaşamanın verdiği sorumluluktu.
Oysa çok zaman sonra satır aralarında ‘’gerçek yolculuk, kendine yapılan yolculuktur.’’ diye okuyacak ve yolun da bir durma biçimi olduğunu öğrenecektik.
Biz bu durma biçimine karşı durmamış mıydık, bu yeni hayatlara?
İşte bu zamanlar da hissetmek, sezmek var olmanın ta kendisidir derdim biraz da ürkekçe.
Teninin ötesinde, yüreğin ta içinden, bakışların salınan hülyasında hissetmek, görmekten, duyumsamaktan çok daha fazla coşku katardı. Derinden hissetmek belki de dünyanın en güzel duygusudur. Gözlerini kapatıp dışındakilere, kalabalıklara, içine ektiğin sevdaya, insan bahçelerine dönmek.
Sen içindekilere yürürken, birilerine bir daha merhaba diyemeyeceğini anlatır birileri sana.
Bazen gözlerin kapalıyken içindeki rüzgar anlatır her şeyi, bazen de açık pencerenden tenine inen ilk sabah serinliği; ‘’unut’’ mecbursun alışacaksın’’ Alışmak…!
Bir dayatma ‘’alışacaksın’’.
Acıları, kaygıları bir parça dindirmeye söz veren bir duygu olsa da, alışmak yitirmek, yitmek gibi geliyor. Yürümeliyim böyle zamanlarda… Ondan değil mi? YÜRÜMEK koymadık mı adını hayatın? Cevabı bir ömür süren sorulara cevap aramaktı belki de yürümelerin nedeni.
Başkalarının öykülerine nöbetçi kalmamak için alıp başını, dönüp arkana bakmadan yürümek.
Böyle öğrendik biz. Her yarınını devrim bellediğimiz zamanlarda.
Yürümek çoğu zaman kabullenmemektir. Sana sunulan verili hayatı, içinde olduğun gündemleri, kendi sokaklarını, çocukluk oyunlarını…
Rastlaşmak, tanışmak, dokunmak, duyumsamak zamanıydı.
Kimseler daha uyanmamışken yeni güne, demir attığın limanlardan çekip gitmekti yürümek.
Rakamsal ömrüne tüm zamanların acılarını, umutlarını, trajedilerini, çığlıklarını, sevdalarını giyinerek güneşle yola çıkmaktı yürümek.
Kayıt Tarihi : 9.12.2012 20:58:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!