ah Erla...
bir bilsen
çekip gittiğin o rezil
o ıslak
o karanlık
nisan sabahından beri
paydos zili çaldı...
şimdi en yorgun vaktidir aşkın.
makinalara, dişlilere harcanan umuttan,
kumaşlara, nakışlara dökülen emekten
ne kalmışsa geriye
bir pastanenin
Ey sislerin ardında gizlenip duran kadın
Hangi âlemden geldin vîrân gönlüme benim
Söyle, bir peri misin, yok mudur senin adın?
Yoksa seni var sanan, yorgun kalbim mi benim?
Bir garip nesnedir ki her bir sûreti başka,
Bilmem ki hangi lügat tanım bulmuştur aşka
Köşe başlarında sarhoşlar yağmur yudumluyor.
Çanaklarındaki şarap, bulutların gözyaşı…
Bir kızın elinden usulca yere düşerken
Bir âşığın kalbi,
Aşkın ölümsüzlüğünü tadıyor böcekler, doya doya…
Bir kalp düşüyor yere, sessiz ve kırılgan.
Sen dolarsın ruhuma işittiğim her seste,
İsmindir yüreğimde atan o mâhur beste.
Yolunu şaşırmış bir göçmen kuşum
Kanat çırpıp geldim dallarına yar
Kandırmasın seni minik oluşum
Bir bilsen içimde neler neler var...
Aşkın en onulmaz, en zor olanı
Güllere hayat veren bakışlarına inat,
Hayatımın panzehri gözlerinde dururdu.
Seninle can bulurken, yeşerirken tabiat,
Benim hayat membaım bakışınla kururdu.
Bahçıvanlar sunarken kızıl gülleri sana,
Yolunu kaybetmiş bir sarhoş belirdi
Sokağın başından.
Elinde her şeyini çalan alan “sadık” dostu,
Dilinde neşeli mi neşeli bir şarkı
Ve yanağında
Yatağını bulamayan birkaç damla gözyaşı…
Başımda, Orhan Veli’den kalma bir sarhoşluk
Ve içimde sensizliğin sızlattığı bir boşluk
Sessiz sessiz ağladığım sokaklar, viraneler
Ne kadar uzaktalar ve kim bilir nerdeler.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!