YOLCULUKMU KÂBUSMU
Gözlerim kapalı, öyle İstanbul’u falan dinlemiyorum; gecenin sessiz kırağısı çökmüş üstüme, etrafımda bir dolu horultu sesleri ve hemen yanımda oturan yaşlı ninenin, arkasından atlılar kovalıyor gibi salata tuzlayıp tuzlayıp, öyle kıtır kıtır yeme notalarını dinliyorum işte! Üff şu yan koltukta oturan şapkalı amca ve boncuk oyalı teyzenin ekmek arasına yumurta koyup koyup yemeleri, doğrusu oldukça rahatsız edici! Şapkalı amca;
“Şaizer hele o ğaşlanmış patatesleri de çığarda yiyağ da” Aman aman geç kaldınız! Diyorum içimden.
Allah’ım bu bir kabus olmalı doymak bilemediler. Midem bulantılara firarda! Siyah poşet gözlerimin önünden uçuşup duruyor!
Sırası mı şimdi, kaybol çabuk kara şey sende!
Yanımdaki yaşlı nine nihayet salata tıkırtılarına bir son verdi. Allah’ıma şükürler olsun! Kısa bir süre sonra; aman Allah’ım oda ne şimdide bisküvi kâğıtlarının kulak tırmalayan gıcır gıcır hışırtıları! Yok, bu teyze durmamaya kararlı! Bisküviden bana da uzatıyor;
“Evladım almaz mısın? ” Ses vermiyorum, kaşımı kaldırarak ret ediyorum. Yan koltuktaki Şaizer teyze ve şapkalı amca yumurta uzatıyor akabinde;
“Gızım hele al heç acığmadın mi? Emcenle biz gaç kez endik yedik içtik sen heç enmedin.” Ses vermiyorum, elimle iterek ret ediyorum. İçimden de, söyleniyorum da söyleniyorum;
“Fırsat mı verdiniz acıkmama siz yedikçe ben doydum ne yemekti ama hiç doymak bilemediniz” Kocasına dönüyor, fısıldayarak;
“Gendini begenmiş”
Al işte alakaya maydanoz! Tabi ya yarattıkları rahatsızlık kirliliklerini farkında değiller tabi.
Telefonum çalıyor! Kimse kim, cevap vermeyeceğim işte!
İsterse muavinde duyup gelsin! Vallaha hiç umurumda değil! Ama ne! Pencereme doğru başımı çeviriyorum, hızla göz kırpışan ışıkların yanından geçiyorum! Kulaklarım horultularda! Keşke gözlerim gibi kulaklarımda dışarıda olsaydı, yani pencere arkasında!
Dışarısı çok soğuk, gözlerim üşüdü bakışlarımda.
İçerisi sıcak ama ben üşüyorum, garip bir kırağı çökmüş üstüme! Şalımı omuzlarıma atıyorum. Şalın saçakları yumurtacı Şaizer teyzenin suretini okşayarak konuyor omuzlarıma!
Şaizer teyze başını kaldırarak;
“ Üşüdün her hal? Al bu ğırğamı da dalan atda dalın gızsın! ” Sarıkamışlı dalın gızsın fıkrasını anımsayarak tebessüm ediyorum! Nihayet! Tebessüm ettiğime pişman olmuşçasına kendimi hemen toparlayarak yine kaşlarımı kaldırarak ret ediyorum bana uzatılan hırkayı! Kocasına fısıldayarak;
“ Heç bişe anlamdım gitti”
“Tabi anlamazsın! ” diyorum içimden!
“Yol boyunca tıkına tıkına midemi firar ettirdiniz” diyorum.
Oda ne? Kemal SUNAL tamda aklımdan geçenlere kendi uslu bunca
“Eveet” diyor. Hayret şoförün aklına ne estiyse kemal SUNAL’I açtı; biraz sonra uyuyan yolcular tek tek kalkacaklar anlaşılan!
Eyvah ki ne eyvah, yine poşet hışırtıları, yine yumurta kokuları, yine çoluk çocuk ağlamaları…
Horultular yavaş yavaş kesildikçe yolcular bir bir uyandı.
Kulaklarımı kapatıyorum! Üf işkence, vallaha işkence!
Ne vardı yükseklik korkum olmazsa, şimdi uçakla gitmiş olacaktım! Yanımdaki bisküvi faslını geçti şimdi patates soyuyor!
Allah’ım dayanamıyorum! Patatesler kararmış, bilindik yolcu patatesi rengini almış işte. Bir daha yumurta, patates, bisküvi yemek mi! Üfff! Meyve suları bir bir çıkıyor! Mavinden sular isteniyor!
Araba da dağıtılan şu plastik bardaklı suları görmeye hiç de tahammülüm yok! Yok, yok ben bittim! Vallaha bittim!
Allah’ım yardım et ne olur!
Sağ tarafımdaki bir iki koltuk önümde oturan iki tane erkek çocuğu 9 10 yaşlarında muavinden on beşer dakika arayla su istiyorlar!
Muavin onların çocukça oyunlarının gitgeli oluyor. Çocuk işte! “Vallaha şişti bu çocuklar! ” Diyorum içimden! Allah Allah bunlar rahatsızlıklarını damı farkında değiller? Bulmuşlar beleş suyu boğuluyorlar içinde! Üstelik boğulmalarıyla yüzüyorlar oyun niyetine!
Adı üstünde çocuk işte! Muavin gitgellerden yorulmuş amma öfkesi mavzerler patlatıyor gözlerinde!
Bakışlarında “Boğuldunuz, boğuldunuz, patlayacaksınız! ” Diyor adeta!
Haksızda değil hani! Dilsiz günümde olmazsam ben söylerdim ama şu dilim nerelerde bilmem ki? Firari mideme takıldı, kim bilir hangi hamak da keyfi kefada dilcemnaz! Şoför anons ediyor;
“Yarım saat çay ve yemek molası” Haspin Allah! Öfkenin tarafından tebessüm ediyorum “Hıh” çay ve yemek molasıymış, iyide yemek molasına hiç ara verilmedi ki! Uyku sersemliğiyle bir bir çıkıyorlar tüm yolcular! Şaizer teyze beni konuşturmaya kararlı galiba ama ben konuşmayacağım işte! Vallahi de konuşmayacağım, Billahi de konuşmayacağım!
“Gağ hade sende bizle gel emcen bize çay içirsin! ” Ben yine kaşlarımı kaldırıyorum, dedim ya içimden konuşmak ta gelmiyor! Şaizer teyze sinirlenmiş gibi yapıyor! Hele şükür!
Hele şükür, hele şükürde, keşke de kızıp hiç konuşmasa ama nerdeee! Tüm yolcular iniyor, arabada benden başka kimse yok, araba yıkanıyor, bir anda buz gibi oluyor arabanın içi! Evimi sıcak yorganımı özlüyorum! İçim buz kesiliyor! Acaba insem mi bende? Başkada çarem yok galiba! İniyorum! Şu hale bak kıytırık kıytırık masalar, hangisine otursam acaba? Şaizer teyze ve salata yiyen nineden uzak olayımda!
Ha şu masa iyi! Hayret bütün gözler üzerimde, şaşkın şaşkın bakıyorlar! Arka masadan ses geliyor;
“Hayret bayan kibir nihayet indi” Bir anda başımı geriye çevirip onlarla göz göze geliyorum! Evet, bunlar ön koltukta oturan talebeler. Gözlerimle azarlıyorum! Mahcup bir kızartıyla başlarını çeviriyorlar! Acaba bütün bakışlar aynı şeyimi söylüyor, yani! “Bayan kibir” Kibir hiç bir zaman dost olmadı bana bende ona. Nerden bilecekler ki?
Hem bu ben ben değilim ki! Malum tüm heyheylerim tepemde!
Sıcak çayımın çekilen buharına bakarak ısınmaya çalışıyorum.
Aman Allah’ım Şaizer teyze bana doğru geliyor üstelik elinde yine ekmek arası yumurta var!
“Öşüdün ele aondan endin hemi al bu yumurtayi ye de genden gel” Ya sabır! Ya sabır! Keskin bir yüz ifadesiyle ret ediyorum!
“Al ele iki loğma ye” Allah’ım dayanamıyorum!
Yerinden oynayan mide bulantımın nabzıyla başımı tüm keskin tavrıyla sallayarak ret ediyorum! Şaizer teyze kocasının yanına gidiyor üstelik bana getirdiği ekmek arası yumurtayı yiye yiye! Allah’ım inanamıyorum! Tavukların çığlıklarını duyar gibi oluyorum!
Şoför yanımdan geçerek;
“ Hayret indiniz sonunda, ama geç indiniz siz rahat rahat çayınızı için ben sizi beklerim” İnadına çayımı bir solukta yudumluyorum, herkesten önce arabaya ben gidiyorum, kimse beni beklemesin istemiyorum! İstemiyorum! Herhalde dilsiz olduğumu düşünüyorlar! Yok artık, kendimle konuşsam diyorum hani, diyorum diyorum da ben beni bilmez miyim hiç! Şu benin şu heyheyli yanı ne beni dinler ne kimseyi, bir kere heyheylenmiş işte ne konuşur nede. Nerde o munis ben? O gitmiş yerine şu babamın horsunda bilevlenen öfke tırpanı ben gelmiş, biçiyor işte, taşmış kayaymış hiç fark etmez! Hem de sadece öfkeli bakışlarındaki keskin tavrıyla. Ejder’in kızı olmak gibi bir şey yani! Biraz sonra telefondan bir Mozart müziği, cevap veren bir asker belli;
“Anne yolculuğum çok iyi geçiyor! Yok ya yeterliydi, yalnız yumurtaları koymayı unutmuşsun! ”
“Neee yumurtamı? ” diye çığlık atasım geldi. Yeterince etkisiz hale gelmemiştim sanki yumurta kokularıyla! La havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil azıym. Kümeste yumurtlayan tavuklar gözümün önünde uçuşmaya başlıyorlar! Başlıyorum içimden “Çile bülbülüm çile” şarkısını haykırmaya. Üstelik tek kişilik seyircisi olan bir salondayım, bir tek ben varım mikrofona haykıran, ha birde salonun en dip taraflarında beni dikkatle seyreden tek bir dinleyici, oda bana benziyor, galiba şu benin silueti. Salonun tüm motifleri tavukgillerden restore edilmiş, hay Allah şu arkamdaki tar’a dizilmiş tüm orkestram! Kimisi kanatlarını kollarının arasına almış, kimisi hümkürdüyor, kimisi yolculara yumurta yetiştirmenin çilesine nakarata karışıyor! Işıklı tabeladan “ Kümes tiyatrosuna hoş geldiniz” yazılı! Hayret tüm biletler satılmış, yumurta kabukları topuklarıma batıyor.
Çile bülbülüm çile! Şarkının son kısmına geldik hep beraber
Çileeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeee
Eee eee eee eee e
e e e e e e
Çile bülbülüm Allah! Çile bülbülüm çile!
Yumurtlayana da çile,
Yiyenlere de çile,
Hele ki birde pasif yiyici bana hepten çile!
Gece örtüsünü yavaş yavaş çekmeye başladı!
Hiç sevmem arabadayken gecenin örtüsünü çekerken kırağıların üstüme dökülüşünü! Kümes tiyatrosu da geceyle beraber perdelerini yavaş yavaş kapatmaya başladı. Uykusuz gözlerim çökmüş, rengim benzim sapsarı olmuş, üstelik saçlarım darmadağınık, saçlarımı taramak bile ne zor geldi! Malum yol uzun, saçlarımsa ipek kozalağının ve karanlığın pençesinde! Yoluyor saçlarımı gecenin elleri! Yine molla, şoför alay ediyor herhalde, yine kahvaltı faslı! Yarabbim bu insanlar evlerinde demi bu kadar çok yiyip içiyorlar? Eğer öyleyse, bunlar yaşamak için yemiyorlar, yemek için yaşıyorlar demektir. Arabanın kapısını açık bırakmasalar çıkmam ama şimdi yine kapısı açık olur arabanın, iyice buz kesilirim!
İyi simi inip azcık hediyelik reyonları dolaşayım.
Şaizer teyze benimde kalktığımı görünce;
“ Sende enecen hemi işte bele yen oğul, ele oldun acından öldün öldün! ” İçimden; “Kusura bakma ama yinede yemek için inmiyorum seni büyük bir hayal kırıklığına uğratacağım ca-nım! ”
Masalar gayet temiz ve düzenli! Reyonları geziyorum! Aslında midem bulanmasa bir gözleme yesem iyi olacak ama yok yok yiyemem şimdi! Sabah sabah etli etli yemekler dizilmiş; işin garip tarafı sabah sabah etli yemek yiye sim geldi! Vira yiyenleri görüp midemi firar ettirmesem ne çok acıktığımı farkında olacakmışım da malum fırsat kalmadı ki bana! Aslında bir paça çorbası olsa fena olmazdı hani! Aman Allah’ım yoksa mide bulantım durdu mu?
Keşkeleri konuşturduğuma bakılırsa! Eh galiba, hem bizahmet!
Mide bulantılarıyla beraber heyheygillerden davetsiz misafirlerimde gitmiş anlaşılan! Aman aman gitsinler! Karışık kele paça soruyorum? Varmış! Bekliyorum. Gözlerim dalıyor uzaklara, Urfa’dan bir garson tepsiyle Urfa kebabı, bir diğer adıyla patlıcan kebabı, hatta kimilerine göre de tepsi kebabı getiriyor masama! Sabah sabah hayallere de bak sen! Eh açlık biranda bastırınca hayali garsonlarda ellerinde tepsilerle sıraya diziliyorlar işte!
Aman Allah’ım Urfa kebabı böyle çinko tepside lezzetli olur mu hiç? Annemin bana verdiği etrafı yanık egiş ügüş alimünyum tepsi göz kırpıyor bana;
“Ne oldu cani kom, evinde benden utanıp depolarda sakla beni, iş lezzete gelince bana başvur hemi” Hale bak, annemin tepsisi de annem şivesiyle konuşur olmuş, iyide bu cani kom ağızları da ne böyle? Tövbe tövbe! Hasbin Allah!
“Ne yani şikayetçi misin yanığından! Diyorum.”
“Eh biraz! ” Diyor.
“Bak sen! Kuzum sen ocak başı görevine Ali sofu köyünde başladın! Sen ocakta is tutalı üstünden teee yıllar geçti, ne yani şimdi kalaya mı vereyim seni? Senin özelliğin bu!
Bak adına boşu namı emektar tepsi dedik! Eğriliğin, büyrülüğün, kara kara yanığın olmasa sana emektar der miydik hiç!
Hem yemeklere buram buram Anadolu kokusu verebilir miydin hiç! Yoksa şu canını acıttığım kalın çelik telle değil de, ince ipek teli, beyaz sabunla buluşturup tellemez miyim seni?
Birde içine teli bastırıp daireler yapınca nede güzel çiçekler yapmaz mıyım? Sonrada annemin yaptığı gibi seni terekte başköşeye koymaz mıyım? Sende her gelene parlar parlar maharet puanı toplardın bana, anneme topladığın gibi. Ama ne bende terek, nede bu süslü tepsilerde lezzet var; ben seni ondan çok seviyorum egişim, ügüşüm benim. Şimdi anladın mı cani kom? ”
“Senin depodaki kokana tepsilerin öyle demiyor ama! ”
“Ne diyorlar? ”
“Ay şekerim yok hiç duymuş muyum şu son çıkan cif duşunu, yok efendim şu klor aklı mark’ı? Yok falan yeni çıkanı, yok en çok tutulanı? ”
“Canım sen onlara ne bakarsın, onlar eski toprak değil ki, öyle cifsiz mifsiz adam olmazlar! Sen böyle güzel ve özelsin!
Bak şimdiki annelere boyalı moyalı, süslü püslü ama en güzeli benim şişman, boyasız, mutlak yelekli, uzun etekli, annemdir!
Anadolu kokulu eski sen ve Anadolu motifli eski anneler, sizler böyle güzelsiniz anladın mı egişim, ügüşüm. Hiiiş şimdi ses çıkartma ve hemen hayaller bulutuna gizlen garson geliyor! ”
Garson kele paça çorbasıyla geldi işteee!
“Nerde kaldı anamın emektar egüş, ügüş tepsisinde pişmiş Urfa kebabım! ” Diyorum kendi kendime! Egiügüşüm fısıldıyor kulağıma!
“Hayalle pilav piştimi ki senin Urfa kebabında pişsin cicim! Hadi ben gideyim şimdi yanında görenler “Şu halede bak etrafa dudak büküp kıytırık kıytırık diyen şimdide kıytırık bir egişügüşle muhabbete! ” demesinler! ”
“Hişşşşt doğru depoya! ”
“Üüüüf yaaa! ”
“Hadi dedim! Tamam, tamam çüz canım! ”
Ne? Egişim ügüşümede bakın cüzmüş, vay anam vay, senin eski egişügüş depoda yabancı dil öğrenmiş!
“Hadi hadi sen Şaizer teyzene bak ben kaçtım cani kom! Annemin sesini kendi içimde duyar gibi oluyorum “Vay başıma gelen! ”
Şaizer teyze beni arıyormuş geldi yanıma oturdu utana utana!
“Seni aradım çay iç deye oki buradasın ben gidim” Konuşsammı Şaizer teyzeyle acaba? Gözlerim benzinliğin üstüne kaydı oda ne dilim benzinliğin tam yanındaki ağaca takılmış hamak’ında sallanıyor budala! Gözlerimle seslendim!
“Hadi gel çabuk! Cezanı dişlerime bırakıyorum, sen görürsün! ”
Üf amma da benzin kokuyor dilim! Babamın takma dişleri gibi yıkamak ve görev başı etmek gerek! Şimdi oldu!
“Şaizer teyze dur beraber bir çorba içelim! ” Dedim. Bir anda döndü!
“Sen dil bilir miydin? Pi ben sene kurban olim! Konişirsin he? Tebessüm ettim? Galiba ben bana geldim ama öyle mahcubum ki öfke saçtığım etrafıma! Öfkeli beni yanımdan uzaklaştıramıyorum utanma pazarı! Şu durumda öfkeyi uzaklaştırırsam yanımda şu mahcup halimle kala kalırım! Çorbayı da içesim yok şimdi Şaizer teyze afiyetle içiyor! İçsin içsin garibim yolculuk boyunca ağzına lokma almadı ya garibim! Taş olayım! Acaba Şaizer Teyze nereli? Bizim oralı bundan eminim ama şimdi bu saatten sonra soramam ki!
Dedim ya mide bulantıları durulup, öfkede benden uzaklaşınca etrafıma öfke saçtığımın mahcubiyeti sardı tüm benliğimi!
Bak sen şimdi! Bir benzinliğin gözleriyle göz göze geldim!
Üf midem koptu yerinden allak bullak oldum! Benzinlik bana sırıtarak;
“Miden mi bulandı cicim, madem araba tutuyor seni, uçakla gitseydin ne bu kapris, üf hiç çekemem senin gibi yolcuları hem uçak dada ben varım naber, nasıl çalışıyor uçak sanıyorsun ha cicim! ” Utanmaza da bakın! Bu ne pişkinlik canım, cicimmiş, micimmiş ukala kanatlıgil nolcak, uçakta da o varmış; ”
“Eeeeee başka?
“Başka da, bir son versek artık diyorum, eh, çünkü burası son durak.” Şoför son anonsu yapıyor;
“ Hadi cümleten geçmiş olsun! ” Geçmiş olsunmuş!
“Hiiiş hadi uyan ben geçmiş miş! Miş ”
Dilek EJDER
(Not: eski soyadı FIRAT'TI)
Dilek FıratKayıt Tarihi : 29.6.2009 00:04:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Dilek Fırat](https://www.antoloji.com/i/siir/2009/06/29/yolculukmu-kabusmu.jpg)
kutluyorum.
namık cem
TÜM YORUMLAR (4)