Gün gelir yolculuk başlar
Meçhule uzanır yollar
Giden döner mi bilinmez
Uzanır ardından kollar
Biri gelir biri gider
Ne yolculuk ne yol biter
..
1/:
Kulaç atıp zamanlar aralığından
Dayandık irisine kutuptaki maddenin
Üst yanımız ışık ve kandı...
Yüreğimizi bulutlara bağlayan dar koridorlar
Sevdalı baltalarla doğrandı.
Ben yandım yoldaş,
..
Sonsuz Aşk (Kanadı Kırık Yaralı Bir Kuş)
Dönüş yolu uzadıkça uzadı. Adam sevdiği kadının yaşlı gözlerle kendisini uğurlamasını unutamıyordu. Yıllar sonra ilk defa aklına sigarası geldi. Elini cebine attı sonrada yarım ağızla gülümsedi. ‘ Hay Allah bırakmıştım zehiri. Beni oyalayacak başka bir şey bulmalıyım. Bu ilişkinin nasıl yürüyeceğini bir türlü çözemiyordu. Aralarında o kadar uzun mesafe var ki. O şehirden uzaklaştıkça bir parçasının kendisiyle gelmediğini gördü. Yarım bir adam oluvermişti. Arabanın camından karanlığı seyretmeye başladı. Gördüğü karanlık değildi karanlıkta yolunu kaybeden kendisiydi.
Yolun bir yerinde verilen dinlenme molasında elini yüzünü yıkadı daha sabah da olmamıştı. Onu gelecek korkutmuyordu. Korktuğu sevdiği kadındı. Ya bir daha göremezse, bir daha sarılamazsa, sevdiğim diyemezse. Kötü düşünceleri aklından kovarak arabaya bindi yerine oturdu. Tam bir çıkmaza girdiğini iyi biliyordu. Araba hareket etti. Gözlerini yumdu. Söz vermişlerdi birbirilerine. Kadın kocamsın demişti tanrı huzurunda. İyi ve kötü günlerimizde hiç ayrılmayacağız. Adam mutluluktan uçuyordu, ‘karımsın’ dedi. Nikahımızı Yıldızlar kıysın. Ay ve Güneş şahidimiz olsun.
Önce elleri birleşti. Adam kadının önünde diz çöktü.
..
Geçen yolculuk ederken; bir sürü ayçiçeği gördüm... baktım ki:hepsi kendilerini güneşe doğru açmışlardı...aralarında bide diğerlerine göre ters yöne bakan vardı.Sanırım bu da kendini hayatın akışına kaptırmayanlar dandı.
ve bir kez daha hatırlattı bana:yasamım da hayatın akısına kendimi kaptırmıyacağımı...nasihatı sevmediğim için; kendi başıma doğruları bulmayı seviyorum...
..
Hayat denen yolculukta
Acılarıma taş derim
Ölümsüzlük son olukta
Bezimi katlar geçerim
Bu Yolculuk Nereyedir
Daimi bir sarayadır
..
Her yolculuğun bir iç hesaplaşma teması vardır. Bir de vardığı bir şehir, onu bekleyen...
Bıraktığın gibi kalmaz hiçbir şehir.
İçim o kadar boş ki, sanki olanlarla hiç alakam yokmuş gibi. Tehlikeli!
En çok geçilen şehirlere acırım yollarda, havasını solur solumaz terk ettiğimiz...
..
Aylardır uğramadığım,
Evimdeyim sonunda.
Sabah yolculuk var,
Yine çok uzaklara....
Bu son gecem odamda,
Uzun bir ayrılıktan sonra.
..
Yine bir yolculuk bilinmezlere,
Akıp akıp gider, garip bir dere.
Varlığa yokluğa tek zaman çare,
Buharlaşıp uçmak vardır kaderde.
Hayallerle beraber dönen dünya var,
Herkes hayalleri hiç bitmez sanar.
..
belki en gizemli ve mucizevi yolculuk....düşlere..
geç kalma riski olmaksızın...
özgürlüğün bir kanıtı.....
bir akşamüstü...uzanıp yatağına...
ve en sevdiğin arkadaşlarınla dolan düşler...
limitsiz....
sevdiklerinin hayalleriyle örtüşen.....
..
“Yol”, sözcüğü çok özel bir keşif aralığıdır benim için. Hayatı oradan da anlamlandırır, oradan da okumaya çalışırım. Anahtarımdır başıma gelenleri çözmekte. Gözlerimi içine alan paranteze denk düşenleri içime aktarmakta anahtarımdır. İçimi dışıma taşırken uğradığım kavşaklar, atladığım eşikler hep “yol” sözcüğü üzerinden kurularak kendimi kendime ifade ederken hayat bulur. Bu hâlimden söz ettiğim bir gün, dünyayı hayâl ve hayat bilgisi üzerinden okuyan bir arkadaşım bana Özcan Yurdalan’ın ismini vermiş, yolu merak edenlerin onun kitaplarını mutlaka okumaları gerektiğini söylemişti. Yolumu kesmeliydi bu ismin dünyaya akıttıkları. Zihnimin çekmecelerine ismini nakşettimse de hayat, tüm keşmekeşiyle sürüyordu. Özcan Yurdalan ismi zamanla hafızamda bulanıklaştı. Ama günün birinde gazete okurken birden bir yazı yolumu kesti. “Bir yolcu gördüm,” diye başlıyordu. Yolcunun hâlini öyle özel bir aralıktan anlatıyordu ki; yol neredeydi, yolcu kimdi, yazan kimdi, bilemiyordum. Bildiğim, kalbimin çok hızlı çarpmaya başlamasıydı. İçim karmakarışıktı; neden sular seller gibi ağladığımı anlayamıyordum. Biraz durulunca yabancılaştığım yazıya yeniden baktım. Beni bu denli içten içe çarpacak bir yazı gibi görünmüyordu aklımla yaklaştığımda. Ama kendimi ona teslim ederek yeniden okumaya başladığımda etkisini yeniden hissediyordum. Bir ara gözüm yazarın ismine kayıverdi. Ve aniden, zihin çekmecelerimde silikleşmiş isimle eşleşti. Şaşkınlığım geçince içimi dingin bir sevinç duygusu kapladı. O günden sonra bir daha unutmadığım Özcan Yurdalan yazılarının takipçisi oldum. O her yazıya, “Bir yolcu gördüm,” diye başladıkça, ben o bir yolcuda dünyayı görmeye devam ediyordum. Her seferinde başka bir dönemecindeydik yolun. Her seferinde başka bir açısından bakıyorduk yazarla hayata. Onun gördüğü her yolcuda ben de sanki kendimin başka bir açığını yakalıyordum. Başka bir hevesimle tanışıyor, başka bir yanımla yüzleşiyordum.
Yazılarını okudukça kimbilir belki de bizim için Hansel ve Gratel’deki gibi bir fasulye bırakıyordur yola, diye düşünüyordum. Zamanın rendesiyle kaçınılmaz olarak hafızamda harfleri silinip, öyküleri bulanıklaşacaktı elbet. İşte o zaman bu yazılardan içimde kalacak olan tortuyu düşündüğümde anlıyordum ki; yerden özenle alınıp cepte saklanacak bir fasulye değil, tadına vara vara uzun solukta yenilecek bir fasulyeydi bu. Tarihsel işlevi onu bulduğumuz ve kendi metabolizmamıza kattığımız andı. Evet fasulyeydi ama bedende ve ruhta sindirilecek rehberdi de. Fiziksel şekli ancak onu elimize alana kadardı. Şekil değiştirecekti avucumuzda tutarken. Gözlerimiz açık sayfalarda iz sürerken, iç gözlerimiz kapalı fasulye rehberliğinde belki gökyüzüne uzanıp o korkunç dev’i öpecektik buluttan inince. Yolcuları gördüğünü söyleyen kişinin kim olduğu belirsizleşecekti artık ve bir ses, sürekli binbir halde ve binbir yerde “gördüğü yolcu”nun peşine takılırken, o yolcuların söylediklerine bildiği her şeyi sıfırlayıp öyle kulak verirken, belki avucumuzda büyüyen bu fasulye yol boyunca saracaktı bizi. Gizli bir heybe gibi taşıyacaktık onu belimizde.
Özcan Yurdalan bu yazılarında bilerek belli bir kimlik üzerinden netleştirmemiş kendisini. Kurduğu öykülerde seçtiği dil olarak kendisi üzerinden anlatma gibi bir yöntemi tercih etmiş olsa da, okuyucu açısından bakıldığında belli bir karakter üzerinden okumuyoruz yazıları.Ve seyyah olup olmadığını soranlara, alçak gönüllülük yapıp, “Ben seyyahlığın ne olduğunu biliyorum” dese de Özcan Yurdalan aslında bir seyyah. Özellikle Uzak Doğu’ya giden ve oraları alışılmışın dışında kendine özgü bir dille anlatan bir seyyah. Bugüne kadar, yolculuklarıyla ilgili ilk kitabı “Fas’ta Yolculuk tan sonra “Sarı Otobüs” teması üzerinden sırasıyla İran, Pakistan, Hindistan, Nepal, Suriye ve Moğolistan kitaplarıyla bir külliyat oluşturan bir seyyah Yurdalan. Yurdalan’ın bu kitaplarında kullandığı dilde beni özellikle cezbeden bir yanından söz etmeliyim. Hayatın ve yolculuğun karmaşalarını anlatırken kullandığı dil, o kadar sade, o kadar yalın ama bir o kadar derin ki. İnsanı yoran hiç bir süslemeyi tercih etmemesi onun dilinin özgünlünün göstergesi. Oraları anlatıyor sadece. O’na değdiği yerden, sahici bir dille anlatıyor. Derdi güzel yazmak değil, oraları ve insanlarını güzel anlatmak. Bu onu belirleyen önemli bir ayrım. Hâl böyle olunca okuyucuda somut ve sahici bir karşılık buluyor. Cümleyi en sihirli yerinde “pat! ” diye kesiyor ve “çek git! ” diyor okura. Böylece bir merak duygusu ve gitme isteği uyandırıyor okurlarda. Turistik “Paket tur”, “turist” gibi sözcüklerle ve onların içerdiği gezmelere esastan itirazı var Yurdalan’ın. Kitapları okuyunca onun başka bir bilgi ve bilinçle gezdiğini anlıyoruz. Zorlama olmaksızın nasıl seyyah doğallığıyla geziyorsa, yine zorlama olmaksızın doğal bir dille anlatıyor, yazıyor. Öte yandan başka bir heves de uyandırıyor insanda: Sadece oraları gezmeyeceğim… Okuyacağım satırlarda kendi doğamdan da bir şey, farklı gibi duran başka kültürlerde kendimden bir yan bulacağım.
Şu sıra aklım “Bir yolcu gördüm,” cümlesiyle başlayan yazılarda. O yazıların bir kitap olup elime de değeceği anı bekliyordum uzun süredir. “Dünya bir hayal dolabıdır /aynalardan geçer” demiş ya Asaf Halet. İstiyordum ki göreyim, dokunayım o yolculara. Bir yolcunun hikâyesi sönümlenirken veya zirvedeyken, sünerken veya esnerken yaşamda her bir yazı finâlinde, yeniden “Bir yolcu gördüm,” desin yazar ve ben yeni bir yazının kapısından gireyim.
..
başı yokki sonu olsun bir uzun yolculuk bu
hergün ayrı bir durak,freni yokki bunun istediğin yerde dursun.
..
bir yolculuk
aç kaldım
yalnızlığını paylaştım tüm çayırların ve dağların
korku dolu gözleri çesur kıldım konuştum durdum
hain dertler beni bıçak dolu yalanlarıyla beklemekte
savaştım kardaş
bütün iklimleri çektim
..
Sen benim yolculuğumsun
Uzun bir yolculuk..
Nerede başladığı belli,
Nerede biteceği
Belli olmayan,
Rüya gibi bir yolculuk.
Bazen bulutlar üstünde,
..
BİR YAPRAK DÜŞERKEN DALINDAN
Zamanın tükeniyor olduğunu gösterircesine düşüyor dalından sararan yapraklar bir bir. Dalından raks ederek düşen her yaprak uyandırdığı hislerle derinlerimde bir yerlere kazınan sorularımı hatırlatıyor.
Yapraklar düşerken dalından eskiye dalan gözlerim ve yanaklarıma dokunuyor tatlı bir esinti. Eskiye bir yolculuk… Zamanını tam olarak bilemediğim bir yolculuk; belki yılar öncesi, belki aylar, belki saatler, belki de bir an öncesi…
Yanaklarıma dokunan esintinin ardından ince ince yağan yağmur… Islanan caddeler… Kararan ve kabaran bir deniz… Yabancısı olduğum bir şehir… Anlamaktan çok uzak olduğum insanlar ve ben. Geçen zamanın hesabını yaparken geçen anımı unutmaktayım. Halen ağlayan bir çocuğun gözyaşını silememiş, yere düşen bir ihtiyarın kolundan tutamamış, özlem çekenin özlemine ortak olamamış, solmakta olan bir çiçeğe hayat suyu verememişim kendi hesabımı, kendimle hesabımı bitiremediğimden… Bitmeyecek bir hesabı bitirmeye çalışırken zamanın tükenmekte olduğunu unutmuşum. Kendimi kendime dert ederken derdin ne olduğunu unutmuşum. Böylesi unutuşlarda geçerken zaman beni heyecanlandıran hayallerimi, hayallerimi gerçekleştirebileceğime dair ümitlerimi, daha önemlisi hayallerimi ve varlığımı anlamlı kılan gerçek gayeyi unutmuşum.
Unuttuklarımı hatırladıkça utanıyorum. Yağmur varlığına anlam veren gayeye uygun bir ahenkle yağıyor, deniz aynı gayeyle dalgalanıyor, yapraklar toprağın bağrına düşüyor, gün ve gece aynı gayeyle bir birine dönüyor. Bense aynı gayeye yönelik, derinliklerimden kopup gelen coşkulara ilgisiz kalıyorum. Bu halimin farkına varınca utanıyorum kendimden. Hızlanan yağmur damlalarıyla derinleştikçe kendimle hesabım daha çok artıyor ve utanıyorum kendimden.
Toprağa filizlenmek için düşen bir tohumun duasına benzer bir dua dilimde ve bir sonbahar günü içime düşüyor umudun tohumu… Bir tohum ki tüm yenilenen hatalarıma, yinelenen unutuşlarıma rağmen filizlenecek, yeşerecek, boy verecek, meyvelenecek asıl gaye edilmesi gerekenin yardımı ve lütfuyla.(amin.)
..
İç yolculuk vardır belki yakında,
Ya da mevsimler arası geçiş ile sınırlı...
..
Nice yolculuk bu
İçten dışa
Boğum boğum
Nice yolculuk bu
Yukarıdan aşağıya
Bütünden parçaya
Bölük pörçük
..
eğilip yalvarmam asla, gidene iyi yolculuk
yok rüku'su secde'si bilsen ölü nemazının
..
Umuda yolculuk ediyorum
Umuda yolculuğum,
Daha dokuz aylıkken başladı
Karanlıktan,
Gün ışığına çıktım.
Emekledim,
Düştüm,
..
Günbegün solan bir umutlarımız,
Kaybettiklerimizle doğru orantılıdır.
Yolculuk hepsinden evla
Ve keder anlamsızdır.
Doğu batıdan da doğudadır,
İklimler aynı kalsa da,
Belki ağustos öğleden sonrası belirler gidişleri
..
Yolculuk kaldığı yerden devam ediyor,
Tekrardan yeşeriyor hayaller,
Yıldızlar parlıyor gökte yeniden
Bir şehir üzerinden umut saçılıyor yüreklere
Yedi tepeden,yedi dağdan saldırıyor hayat
Ayrı şehirlerde tek bir yürekte başlıyor direnmeler…
Kaldığı yerden devam ediyor mücadele;
..