Yolculuk Şiiri - Erhan Fuçucu

Erhan Fuçucu
4

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Yolculuk

söz kırıldı
ve bir gürültüye dönüştü kutsalımız
gerçeği dille nasıl anlatırız
...
amcam uyanıp ağır zemberek uykusundan
bir akşam
hazırlanıyor semiz bir tay yolculuğa
yanlış bir adla çağırıyor beni
ben çoktandır alışığım buna
göç yordamını okuyordum susuzluktan
bir başka susuzluğa
-merhaba
...
konuşamadıklarımızı atıyorum sırtımdaki bohçaya
hayatım hatalar silsilesi
anları atıyorum
onun boşluğunu atıyorum sırtımdaki bohçaya
körlüğümü atıyorum karalığımı
geçip giden zamanı atıyorum mecburum
bu yolculuğa
gözlerimde sona varmayan bulantı
sağır hala ışığa alışmaya
...
eşiğinde yıllar beklediğimiz evi iterek
çıkıyoruz rivayet yola
ve yol
ölümü başka bir ölümle açıklar
açlığı başka bir açlıkla kandırır

atmaya kıyamadığı takvim yapraklarıyla amcam
tutunmaya mı çalışıyordu zamana
ve ben bitmiş rüyasının varisi olarak
azlığımı bağrıma bastım
bir eşik ve duvar ev olmuyor
bu şarkı bu zamana karşılık gelmiyor
çıkıyoruz onu aramaya kokularıyla
sürekli geleceğe doğru kaçan bir an'ın
peşindeyiz hala

yüzüne bakıyorum ve yük görüyorum
bir yük olarak taşıyor kendini amcam
huzursuz dilindeki ustayla
ve okunaksız gözleri amcamın
anılarından su dileniyor
amcam kırk yıldır düşünüyor
bir boşluğu dolduruyor düşünerek
...
ilk geldiğimiz yerde
telaşla din değiştiriyordu şarkılar
ve upuzun cümleler vardı
kısa uykular vardı
amcamın yıllar beklediği haritacıya
öylesine poz veren çocuklar vardı
bir unutsam ölecek gibi duruyorlardı
biz orada daha az uyanık
daha çok çıplaktık
...
ve onca kör adımdan sonra
bizi anılar ve sesler karşıladı
98'te bir bebek ağlaması
93'te bahçede kaçışan tavukların sesi
87'de yanan bir erik ağacı
bir haziranname altında
-bizim yokluğa olan tutkumuz
hep olmayanlara bu mektuplar
fazlalıklarımızdan kurtuluyoruz
güzelliğimizden çirkinliğimize doğru bir yolculuk
...


bulduk çocukken kaybettiğimiz göğü
seçtik yalvaç olarak bu solgun kekemeyi
...


epikler eskidi
...
geçiyoruz
kardeşlerini az önce boğmuş bir padişahı
ve kokusunu yitirmiş gülü elindeki
geçiyoruz
marazi bir minyatür içinden
çok dişlerini saklayan tanrıları
geçiyoruz
iri yarı casuslarız rengarenk giysiler içinde
kulaklarımızda ölülerin sözleri
rüyaları kar altında
dilimizde ölülerin sözleri
fakat onların masalları hep pitoresk
bir bizimki gerçek
ve bütün yarasıyla beresiyle gerçeği
bir grek şarkıyla anıyoruz
...
amcam yolda bir kağıt parçası buluyor
ve silik yazılar eksik bedenler gibi
sayıklıyor ya da bir duaya eşlik ediyor
benim hiç duyamadığım
amcam uhrevi kağıdın harelerinde
artık yola bakmadan yürüyor
dilindeki ustayı arıyor
artık biz merkeziyiz dünyanın
ve kutsal sanrıları amcamın
zehrini gizleyen bir yılan gibi
bana sızıyor
amcam bulamadığı her şeyin hayalini
yazıyor kağıda
sonsuzluğu yazıyor ansızlığı yazıyor
doğanın ona vermediği her şey
boşlukta duran dallar oluyor
...
amcam sarhoş kendi sesinin yankısında
mısır tarlalarında gecelerin ıstırabı
sonra korktum
ve ben de bir tanrı yaptım kendime
belki de onlardı haklı olanlar
belki bir yüz yıl daha yaşamalıydı anlamak için
amcam artık saçlarını geriye doğru tarıyor

tanrımı doyuramıyorum
aklımda
adım sekiz ocak
aklımda
megrelce; anne sesi
aklımda
çok terk edilmiş şarkılar patikalarda
çok ezber dualar omuzlarda
oku
hatırla
bir dilenciyle sırt sırta oturmuş
şiir yapıyor amcam
-onların dili hep yalan
bir bizimki gerçek
zehrini besliyor ellerini bizden sakınarak
...
uzuyor beyaz sakalım yol boyunca
uluyan geyikler oluyor
kuşlar çivit mavisi
doğa karbon doğa vahşet kokuyor
ilk kez duyduğum bir ses alnımda
-böyle bir mevsimdi işte beni yapan da
ve bütün kalemler aynı anda bitti
-ihtilal
...
öyle bir karanlığa geliyoruz ki artık
ikinci bir uyanış gerekiyor
amcamın gözleri sürgün çekiyor
amcam artık kağıdın diliyle konuşuyor
ensesinde bir babil sürüncemesi
bir asur kırbacı
ve kendi rengini dilenen geçmiş
önümüzde bir dağ oluyor
ne görüyor ki çocuklar uçuruma atlıyorlar
kuzularla
yarısında öldüğümüz şarkılar şarkılarla



geniş zaman yakışmıyor Türkçe‘ye
şişmiş karnı kelimelerin
ve usta
alışan ve iştahı olmayandır artık
bol diyaloglu bir gazel yapar
...
bizse hayatın acemileri olarak
heves dolu tohumlardık
ne yaptıysak bu topraklarda var olamadık
bütün putları anladık
...
-aşağıda
loş aynalarda yıllarca saklı kalmış zaman
-daha aşağıda
çaresizliğin melez meyveleri
güdük idrak boş itaat
-daha aşağıda
altamira altamira
işte binlerce yıl sonra
denizin kokusu uyanmış bozkırda
-daha aşağıda
lut sineması üstüne bir tartışma
bin sekiz yüz otuzlarda
bir karikatür kılavuzluğunda geldik
ve bu şehrin halkı görülmemek için
kendini yakıp intihar etti
...
amcam bu kıssayı bir kap su içer gibi içti
-bu dağ kendini hiç uzaktan görmedi
ardında nahoş fenomenoloji
...
öylece duruyor amcam
bir eşik dileniyor ellerini adayarak çarmıhlara
bir duvar dileniyor
yirmi yıl önceyi özlüyordu on yıl önce daha
...
amcam bunca mutsuzluğun mükafatını soruyor
kayıp haresini arıyor
bir muhatap arıyor af dileyecek
bunca rengin gereğine sövüyor
çıkartıyor inancını cebinden bir güzel katlıyor
bir gardiyan anahtarlığına geçiriyor
alnında çekiç sesleri
-en az bir kez güney asya'da doğmuştur her insan
...
ihtiyar bir saatçiydi amcam
titreyen elleriyle görümüzü hizalamaya çalışan
bir şarkı mırıldanıyor
müzik kafkaslarda doğmuştur diyorum ona
ve her halk benzer kendi alfabesine
alnında çıngırak sesleri
...


uzanmış yatıyor amcam
ben başında duruyorum boyuna unutarak
ve aşılıyor yarım asır bir anda
bir zaman diyor ki bir başka zamana...
...
-amca biz neden bu kadar yakışmıyoruz dünyaya
merhaba de sonsuzluğa
-merhaba.

Erhan Fuçucu
Kayıt Tarihi : 7.11.2024 18:39:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!