***'Herşeyin ne anlama geldiğini ya da nasıl yorumlanacağını bilmemek daha iyidir, çünkü aksi takdirde olayları kendi akışına bırakmaya korkarsınız. Psikoloji, gizemi ve büyü niteliğini yok eder. Anlamlardan konuşmak beni çok rahatsız ediyor. Çünkü anlam çok kişisel birşeydir ve herkese göre değişir...'
I.
……..
Değil mi, nerden nereye? Bir bilmem ne kadar, insan kendisini avaza çığırttıysa; bir o kadar da belki muamma. Ama dönüp bakmana bile duacı olmayacak olan o bir şey –ki ne olduğunu bilmezsin bu salaş sallandırılmış halinle- bilmez senin onu bildiğinden doğru dönüp bakmayacağını -eminsindir çünkü- bunu sen bilirsin. Yine de, senin hazırlayıcın o, şükran borçlu olduğun da odur.
Çevresinde hanımelili bir tünelde, burun delikleri olamayacak kadar sıkıntı veren bir düz duvarlı(lı) ğa sahip mağarasal bir yapıya özenti –ki bu bile olanak dışı görünmektedir, şükür- bir temel yan unsur yapı ki aynı, mukozalar bulaşığı; bu derecede de gerçek dışı olmalıdır gerçeküstücülüğe suçlama kalıplar üreten bir para basım tersanesi. Çünkü armatörün ulaşığı marinaları kadar da kutsal bir yerdir –ki hep öyle kalacaktır- çiçeklerle ve böceklerle sarf, dolu bir koy bile –rahat bırak onu! .
Öyle bir geçit var ki –yine de- bulabilene aşk olsun. Bu geçit, kendinden geçerken, başkalarını kendi üzerinden geçirerek değil; o kişiler, kendisinin başlangıç eşiğine geldiğinde onlara bu zevki veriyor ve bunu da, sezmekten öte biliyor. Ve böylece, doğmakta olan bir birey, doğumundan ölümüne kadarki periyodu için, “Ben, doğmuştum” diyebiliyor.
Tam diyeceksin: “Körkötük oldum.”, birden dikiliveriyor şakak elçisi ecel muşambaları gibi rimelli tek tük izbe o pastanelerin, masaların, kenarların; büzüşmüş, burulu ve ki mandalları konan, konmuş, buruşmamaları amaçlı mesa kenarlarının… Ama sonra çevrende bazı karartılar beliriyor, sonrasında ışıltılı hüviyetlere bürünecek olan Ve sen güç alarak bundan, bir kez daha doğruluyorsun. Ki şaşırtıcı ve; hep, bu sürüyor: Bir çeşit mutluluk mu? Nereye ulaştığına, ulaşacağına yani, bağlı…
Hem güneş ışığında gün gibi berrak, üzerinden ceylan –Bambi- sektiren bir odun parçası eteklerine ilişebildiğin zaman bir yüce ormanın ta içlerinde, merkez vakti; de o zaman, kuşku da duyma: “Ben, buradayım.” Öyle ki, zamk ile zamklanmak sandığın senin bu şey, çelik gibi sertleştirerek seni, duyargalarını kapatmış da değildir hayata Çünkü böyle güzel bir döngüden geçenin sonucu güzel bir şeyden de başka olmayacaktır.
Şimdi, bir şey diyorsun: “Ben bir şey bekliyorum, bir kişiyi. E iyi de, o kişi de bunu biliyor. Peki, ağaçlar, dağlar ve ayışığına düşmüş bir tuhaf denizse hep e suskun? Okyanuslarsa, karalarda oluşmayan o hortumları dinlemeye uykuya dalmış Atlantiğin de ötesinden ama… Ne olacak şu halde? Vaz mı geçeceksin vaazlarınla, vaz mı geçmeyeceksin susup da; yoksa konuşarak mı, haykırarak mı isyanını dile getireceksin. Yine de, seçeceğini bildiğin şeyi seçtiğinde, seçtiğin ya da seçeceğin veya her ikisi de olmuş olanın, zor olduğu için seçilmediğini/ seçilmeyeceğini ya da her ikisi,..bilmektesin.
Sonra, kan ter içinde uyanıyorsun ve yanındaki eğreti, iskemlesel şifoniyerin yüzeyinde titrek, ama sebatla durmakta direnen o klasik çalar saati iki elinle birden kavrayarak.. Sallayıp onu sağa sola kuzeye ve güneye; yetinmeyerek, bunların hepsinin ara yönlerine de…; “Bilmiş olduğumu daha iyi anlamaya başlıyorum sanırım” gibi bir laflar vızıldıyorsun. Bunlar havada uçuşuyor. Uykudan uyanıp da uyanıklığı idrak etmemiş olduğunu ta en başından beri ve sürecin içinde de ama bilmene rağmen; gene de, şimdi, uykudan uyanıp da sırf, saati tutmadığını belki anlamaya başlıyorsun.
Çiçeklerin arasından devam eden, ağaçların yukardan selam durduğu o içbükeysi yol, bir çizgi dizideki gibi pastel bir ortamdan sırıttırıyor seni hayata. Kurbağa entarili insanlar; küçük gölün yamacına masasına dizilmiş, bestesini yazmaya girişmiş, postunu koleraya vefa Pyotr* cinsi bir şemal; Ford ilk patlar motorunu keşfe çıkmış, ilksel endüstri misyoneri bir denizleraşırı muhacir mağduru; ve bazı şirinler ve bazı şirineler, mavi mavi… Ve nemli pamuktan fırlayarak, önce küçük ama giderek büyüyen fasülye ağacı tohumundan yukarı, göğe, devlerin yaşadığı mekana –ki Vikinglerin, her nasılsa, sabırcıl bir haline de benzeşiyor bu yer- tırmanan o çocuk… Hepsiyle mütabakattasın şimdi
(İçgüveysinden silsilece bir gıdak, horoz nasıl verirse bir cenin-can haline filiz; yine de soruyor karadul örümceğinin yapısını değil, onun istem dışı oluşturduğu ağlarının yapısını bu düşün kıvrımları. Böylece olacak bir şey, daha önce olmuş bir şey ve hala devam etmekte de olan bir şey; yoksa hiç olmamış ve olmayacak ve olmuyor da olan, o şey...
Daha dün gibi; kıstırmıştın kendinle bağışıksız bir uzvu, kendini. Bugün de öyle, değişmez, aynı; ama bu sezilmez, yine de ne istiyorsun kendinden sormalı. Başka bir nesneyi kendinden farklı gören bir insan/ aklı sahibi canlı cinsi bunu, bu derece ve bu şekilde yapmamalı; -farklı görmeyen- hep yılmadan denemeli aksi takdirde.
Atlas’ta bir Samsonian bir biri bre; ama adaletli dağıtan, sözde –ki denilesi, ‘sırf’- kendine mal edilmiş o dünya mülkü! Sonra dağlar oynuyor, ve sert hasta-çocuk yapma çadırları altında bitkisel ama yapma-mühür viks ve hava tabiatlı buhar banyosu teneffüs ettirilen o okul çocuğuna Vezüvlerin öğütleri tutturuluyor. Ama esas öğütler is’ten kaynaklı. Vezüv -ve gri cürufu, şüpheyi, bilmeksizin, öğüt eden Bruno’ya- Giordano’nun** babası sis ise… Çünkü is menşeili bazilika bir kral sarayı ve –ortada tek bir alçak irtifa kartalı, sağda ve solda ise ikizler- 3 kiriş-sütunlar’ın tuttuğu bir defderdar’dan tutanak kiliseler olarak bilineliberi.. Ve –işte ki- ayrıca, ruhbanların tavrı da düşünülürse, gereklidir böyle, babanın oğluna öğütlemesi de… Ehh, böyle feraha çıkar ve çıkacak karanlık bazı hemşerilerin töhmeti üstü’nce büst, çıkıyorsa Atlas ve Samsonian’ı ortaya çıkaran Samson da; yoksa onlar, yani kıtalara eski nesil bir okyanus ve Samson, tutunurken tuttukları, sıralandıkları sıra kolonlara, sütunlara hala hapis ki ‘esir’ halde bekleşiyor.)
II.
Zor bir berceste,(1) her nasıl kolay hatırlanıyorsa; kırık bardak'taki dökülmesi olası su da sıradan bir ad tamlamasıyken, bir de bakmışsın ya da bakmaksızın bile bilmişsin, alışılmamış bağdaştırması'ndan(2) 'mutlu' bir 'bardak' beklenilmezi’nin ama bir o derece kolay’ının, o denli değişik 'kırık bardak'tan: Biladiyelerin(4) içindeki aşk ve sevgi niteliksel bozlak’lardır(5) bizim burlesk’imiz.(6) Ama zaman zaman aşkı da aşıp kan davalarına v.s. de dokundururuz; buna mukabil, karşı satıhta, bayağı komiklikler örneklemelerini de az tutmamız gerekir.. o sefer belki ya da budur, her sefer: Bir garip dengede gider (v) e gelir çuvaldız: iğne mi? o yoktur ki bizde; hem çuvaldız, hep de bize… Abstre! (7) ile açık olmayan o bir mektubu(8) belirtmek gibi sevdiğine, zoraki ve alelacele. İmgenin hayal kurmacalarında yaratılan bir tür tünel, dengediyor aslında asıl gerçeği bent’lerimizden(3) her birine. Ve sanki bu karışıklıkta sanıyoruz ki, biz nasıl oluşturduk böyle bir koca şiir demetini. Halbuki, bakıldığınca yelpazeye ve bakıldığında da ama, ışık spekturumundaki her damla bir dalga; bize anlatıyor göksel prizmanın dışa dokunur kinayesini.(9) Pastoral(10) damıtılışta idil'lerdir(10) bizim işimiz ve bunun için de eglog'lardadır(10) bir gözümüz: (İlk bir) Aşksal sezinleyiş ve (yinelenmecil) evrensel aşktaki sevgisel sezinleyiş bizim doğamızken; tabiat mıdır sanki hiç, bize gökdelenleri dikmemizi bir görev vaadeden? Kuralsız bir komedyanın kapşonsuz sığınağı, sığınaklığı gibi ilerliyorken kör Ankara kırkikindilerinde yolumuzca hali hazır, bir de şemsiyelerden medet bazen umuyoruz –sahi gerçekten umuyor muyuz? . Oysa, daha çok, doğaya bir jesttir ‘cırcırböcekliği ile bir uğurböceği’; bizim içimizdeki doğa’ysa, tabiata bir lütuf ve ona bir köprüdür asıl, tabiattan doğru içimize uzatılan ama… Ayrımsayıp bağdaştıracağımız daha neler var aşık Ali? Sözün ele avuca sığmaz eri, musikinin fıldır fış, zemheri(11) feri, tuvallerin kusursuza yakın Lynch(12) bilinçaltısında alelade bir mağaranın dişe dokunur meşalesi; söyle de gelsin ey, sevgilinin duraksamış suskun dili! Evet Lynch şafakları’ndaki doruklara uğrarız ve aniden ve her sefer çizgi filmleri baz alırız, denizlerin yolunu ordan gözleriz ve her sefer de ıslanmış olarak ama geri çıkarız, tırmanırız! Ressam olmaktan nasıl vazgeçtin söyle! (Philadelphia şehrinin büyüsüne mi kapıldın? Haydi diyelim, Paris mi sanki; kırsal Aix daha güzel Cezanne’de ama anlıyorum gene: -eminim paletin ve tuvalin olsa çıkardın Robert Frost’un kayın ağaçlarına- İnsan yüzxleri, insan gene ruhları ve alaşımsız, şehrin ışıkları; çünkü her yerde insan, her yerde yaşam…) George Lucas’ın Star Wars’una tercih –sanırlar ki fiyaskosal- bir Dune’un hikayesini söyle bana. Asıl amacının uzaya çıkmak değil, dünyayı uzaya plazmada paylaşımsal taşımak olduğunu; Lost Highway’den hemen önce vefat eden Jack Nance sanki kanıtlamadı mı -daha anlatsana bunu kitlelere- ya da “The Straight Story (1999) “daki başrol kanserli aktörün’ün oyunu kotarışı da buydu! Ahoa oh ah… Eraserhead’indeki köpük yanaklı hoş sesli hanımefendi demedi mi,(!) gerçeklerin giz ve gizem karşısında dize gelişinin bazen ve çok özel biçimleriyle de çok zorladığın bir idealizmde ters süreciyle vuku bulabilirliğini ve bemberrak olayların o derece şık da su yüzüne çıkabildiğini! …
……..
III.
Petits Poemes en Prose, Le Spleen de Paris (fakat çevrimsel olan tekerrür, mesela, kırsal Aix) . Küçük Düzyazı Şiirler, Paris Sıkıntısı, Baudelaire kah da tavanarasında bir, bir sandık dolusu haklı tahtakuruntusu -Rimbaud. Dökün bakalım içinizi: Bilir misiniz uğur ile dikilen bir Atakule’nin Hitit Güneşi’nin yıkılmayışı için Gökçek tarafından zoraki yerleştirilişini belediye otobüs biletlerine, -ki bunlar bu topraklarda halen geçerli; Ermenileri bazı katliamcıları abideleştiren hükumetler için ise, değil artık onlar için huzursuzluk geçerli! - Eiffel görünmeksizin ama Pizza (Kulesi) gibi sallanırken düşeye ve Ganj gibi cılızlaştırırken Big Ben sesini nazlı Thames(4) usulca? (5)
Kalıphaneden çıkma –olmamacasına biteviye- rediflerin(1) gitar serenadında; yukarı balkondaki, onun, sevgilinin babasının küçük kız çocuğu-geceyarısı sevgilisi’ne.. zıpçıktı barok(2) üslubu banıyor göçebe leyleğin yassı, bir de yetmezmiş gibi koskocaman tabağına sinsi, kendisini… Çetrefil çekişmeler ve tazatlıklar(2) bir süre kasılıyor duruyor, sonsuz bir süre gibi. Ve sonra birden ama olanca haşmetiyle, günlük güneş deviriyor ‘cüssesi ile ruhu’nu –kaldırımdan öte, akan kalabalık vdüşünen-hisseden etten ee capcanlı asfalt taşlarına- Batı’dan Doğu’ya,ve Doğu’dan da Batı’ya… Tek başın orgun zarafetin duyuluyor Bach ve Wagner, oh Klavier! Bir kartal uçuşuyor kilise içli, sonra bir güvercin, ta ki bir serçeye değin; sonra aniden oluşuveren kubbeler daha da yükselerek minarelerine dönüşüyor camilerin. Hepsi yıkılıyor en son, ve bambaşka bir düzen kuruluyor: artık, safi saf yaratıcı; şans’ı onun kendi demek talih’i imdi. İkbal verici ve ilham bahşedici. Tünaydın! Ve redifler artık çokça, cinas(3) : ve Orta Çağ Gotlarından gotik ve salaşlaşmış hippi punk(mısh pış) artık barok, tünaydın! Oysa ikisinin arası bir Barokta; iki çehreliliğin tamamen zıddı bir düzen yok mudur ki ince dudaklı bir* -Chaplin Hitler’e veryansınal traji-komedyal- Ve daha bir umut dolu –koyamadılar adını(1) - Fin* Hamamı, ya da Türk Santa Claus Noel Bab, Viyana’da vals sihri -sıradan bir yılbaşı eğlentisi...
Yine sonra ve yine en son, minareler daha da yükseliyor ve en tepe noktasına sanki vardığında, artık gidecek bir yer bulamayacak gibi olduğunda, tekrar bir insan dünyaya doğuyor ve o an yeniden dallanıp bıdaklanan bu doğanın ağaçlarını budamaya koyulacak olan bazı sahte tarlacıları aramaya çıkacak olan ormancılar işte onlardır! ... Savaşlardır, bıundan mı bitmiyor …
Eğer teşhisi doğru koyarsak, çareleri bulması kolay. Önemli olanı, bulmak önümüzde seyreden olan biteni. Barışın açmak önünü, savaşlar için bir olay! Bundan, bunu martı ve balık yapmalı el ele, omuz omuza. Sonra da şanlı haberi salmalılar ulu ve ufksuz ve dalgalanan canhıraş çayırdaki uykusunda çiti atlayan, aç ve açık –ama bir o kadar da anlamlı mesken- saf, ak koyunlara, koyunlara, bu ikisi söz birliği içinde! ... Şöyle ki, artık doğacak yeni bir gün yoktur insanlık için, mutluluğun gözü yaşartan, gülümseten yüzleri ve yüreklere su serpen iç dolu sevincinden başka barışın, cesaretinden başka aşkın; sevginin bilir bekleyişinden başka, fedakarlığından…
”her şeyin toz pembe göründüğü ve ama kimsenin sütten çıkmış ak kaşık olduğu' değil, her şeyin toz pembe olduğu ama kimsenin sütten çıkmış ak kaşık görünmediği; deliliğin gündelik hayatın ruh ikizi olduğu...
İnsanların neden sanatın her şeyin üzerinde bir anlama mazhar olması gerektiğini söylediğini anlayamıyorum: Hayatı o kadar anlamdan yoksun yaşıyorlar ki...”
-
Açıklamalar:
I.
Eyl. 6. ’06. 00:14/
dzltm, 00:17 dzltm, 00:19 eklm, 00:27 dzltm, 00:29 dzltm, 00:31 dzltm, 00:32 dzltm, 00:34 dzltm, 00:38 dzltm, 00:39 eklm, 00:47 dzltm, 00:48 dzltm, 00:50/51 eklm, 01:02 dzltm, 01:04 eklm, 01:18
dzltm, 01:19 dzltm, 01:24/27/40/02:06
* çaykovski
** Giordano Bruno
-
9+3 prgf
II.
(1) Berceste:
Öz, güzel, latif, ince anlamlı, kolayca hatırlanan, yapısı sağlam dize ya da beyit. Genel anlamda bir şiirdeki en güzel dize ya da beyit de denebilir.
(2) “Her dilde, birden çok sözcükle tamlamalar ve çeşitli öbekler oluşturulur. Bunların kuruluşu sırasında kavramların anlamsal, mantıksal özellikleri (dilbilimdeki terimiyle ANLAMBİRİMCİKLER’i [Fr. semel]) arasında bir uyum sağlandığı görülür. Örneğin KIŞLIK GİYECEK, KIRIK BARDAK, SOĞUK SU, ESKİ CEKET gibi sıfat tamlamalarında, OKUL KAPISI, KÖMÜR TOZU, EV KEDİSİ gibi ad tamlamalarında bu özellik bulunmaktadır; bardak kırılabilen bir nesnedir; kömürün tozu olabilir.
Buna karşılık, şiir dilinde, etkili ve coşkulu anlatımlarda, anlambirimcikleri birbiriyle uyum içinde olmayan, kimi zaman biri soyut, biri somut kavramlar bir araya getirilmektedir ki, yukarıdaki örneklerden farklı, dilin sınırlarını zorlayan ve onun anlatım gücünü gösteren bu birleştirmelere ALIŞILMAMIŞ BAĞDAŞTIRMALAR adını veriyoruz. Dilde kullanılan BEMBEYAZ BİR DUVAR, YÜZÜN SOLGUNLUĞU, KAYBEDİLEN PARA gibi tamlamaların yanında, şiir ve yazın dilinde BEMBEYAZ UYKUSUZLUK, KAYBEDİLEN KİMYA, YÜZÜN SESİ (Cemal Süreya) gibi bağdaştırmalara sık rastlanır ki, bunlar, alışılmamış bağdaştırmalardandır.
(Cumhuriyet Döneminden Bugüne Örneklerle Şiir Çözümlemeleri, Prof. Dr. Doğan Aksan kitabı’ndan b.sayara geçtiğim notlardan oluşturulma bir yazımdan..)
(3) Bent:
Bir şiirin 4, 5, 6,.... dizeli bölümlerinden her biri.
(4) Biladiye:
Beldeleri konu edinen edebi eserler. Sanatçıların; gördükleri, gezdikleri, sevdikleri ya da görmek istedikleri
beldeleri nazım ya da nesir şeklinde anlatmaları.
(5) Bozlak:
Halk edebiyatımızda bir ezgi türü. Konusunu aşiret kavgalarından, kan davalarından, aşk maceralarından alır.
Çoklukla Güney ve Orta Anadolu bölgelerinde söylenir. Afşar bozlağı, Urum bozlağı gibi türleri vardır.
(6) Burlesk:
Kaba, aşırı ve bayağı komiklik.
(7) Abstre:
Bir kitabın özeti.
(8) Açık Mektup:
Bir kişiye seslenen ancak başkalarının da okuması için gazete veya dergilerde yayımlanmak amacıyla yazılan mektup...
(9) Düşünüleni dolaylı olarak anlatan söz
(10) PASTORAL ŞİİR
Doğa güzelliklerini, orman, yayla, dağ, köy ve çoban hayatını ve bunlara karşı duyulan özlemleri anlatan şiir türüdür. 'Pastoral' kelimesi 'çobanlara ait' demektir. Batı edebiyatlarında doğrudan doğruya doğa manzaralarını canlı biçimde anlatan şiirlere idil, konuşma biçiminde yazılan pastoral şiirlere de eglog denir.
referans: sevgili Rahim Taş'ın 'şiir türleri' yazısı. Teşekkürler
(11) kara kış (tdk sözlk)
(12) David Lynch
Açılış lafı: lynchten tamamen alıntı.
Kapanış lafı: ”her şeyin toz pembe göründüğü’nden “yoksun yaşıyorlar ki...”e kadar devam eden bölüm, esnetmelerle yumuşatılan alıntılar tvden lynch’e dair, sözleri.
Eyl. 6. ’06. 04:45
III.
(2) M.S 1600-1750 yılları arasındaki klasik sanatı izleyen resim ve mimarlık üslubu:
'Barok üslubu dağınık, yüklü, şişkin biçimlerin aşırı ölçüde yığılmasıyla kendini gösterir.'-.
Batı edebiyatlarında dengeden çok harekete, düşünceden çok duyuma, biçimlerin serbestçe yaratılmasından duyulan coşkuya önem veren, abartmalı, etkileyici, çelişkiden çekinmeyen edebiyat akımı. (http://www.tdk.gov.tr/tdksozluk/sozara.htm)
Barok müzik: Çalgılar arasında veya çalgılarla sesler arasında karşıtlıklar kuran XVI-XVIII. yüzyıllar arasındaki müzik reformunu oluşturan müzik.
(1) Redif: edebiyat Şiirde uyaktan sonra tekrarlanan, aynı harflerden oluşan kelime veya ek, yedek. (http://www.tdk.gov.tr/tdksozluk/sozara.htm)
(3) Cinas: Çok anlamlı bir kelimeye, her defasında başka bir anlam yükleyerek birbirine yakın birkaç yerde kullanma:
'En çok beğendiği manzumeler hep cinas, telmih, nükte gibi söz sanatları ve oyunlarıyla dolu olanlardı.'- A. Ş. Hisar
Çok anlamı olan bir kelimenin iyi anlamını kullanır görünerek kötüsünü öne çıkarma.
(http://www.tdk.gov.tr/tdksozluk/sozara.htm)
Not, ara ara Lynch’e öykünmeler sitemkar gibi gözükürse –mesela ilk başlangıç yazısı ve belki bitiş yazısı için hatta- gene de ama değildir, bazı lafları anlamaya dönük karşılıklı tartışmalar ya da sorgulamaca :) p not, kapanış lafının yarıdan sonrası için, sorgulamaca. ayrc. yazı tvden alıntıydı, kafamda kalanlardan esnetmelerle ve bir yerde benden bir ekleme
* Bir’de biten Fin’den devam ediyor anlamında asteriks işareti
(4) ve (5) t. S. Eliot’tan alıntı kelimeler.
Akın AkçaKayıt Tarihi : 8.9.2006 01:25:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!